sen, yakın kentlerin unutulmuş köylerinde
her yanını deve dikenleri saran
çakıl taşları topuğuna batan yollarda yürüdün
duvarları kerpiç, odası kireç badanalı evlerde
çatlaklarından su çekerdi yüreğin
bundandır bedenin bir yarısı toprak kokar
o kuş uçmaz kervan geçmez dağların arasında
karlar tipi yaptığında kırık pencerenden görürdün
tezekler saman alevi gibi yanıp sönerken sac sobanda
sen sert döşeklerde basma yorganlar örtünürdün
uykusuzluğuna sebep, sırtının nasırıydı
derin rüyalar görürdün belki
başını acıtan yastığının hasırıydı
sen hiç küçük yaşamaktan şikayet etmedin
büyük konuşmadın da
nedensiz yok karşılığı dedin
etrafında başı boş zamanlar dolaştığında
uzaklarda bütün hayatlar varmış hiç bilmezdin
eski haberler okurdun sararmış gazetelerden
resimler görürdün yüzleri boyalı abiye kıyafetli
hayatları şaşaalıymış imrenmezdin
sen küçük umutlarla kendini kandırırdın
düşündüğünde kendini
kendinden arınırdın
küçük mutluluklardı aradığın
hayal kırıklığına uğrasan da, acısını kendinden çıkarırdın
ellerinle yüreğini parçaladığın zamanlar
umutsuzluğun o uzun geriliminde
anlardın hayata ne kadar uzakta olduğunu
kaçışın yoktu, etrafında mevsimsiz hüzünler
bu yüzdendir, günün de yoktu takvimlerden
saatlerden
sen kendini düşürmüştün kendinden
yarınsız yıllara
güneşi olmayan sabahlara benzerdin
ışıkları sönmüş kapıları kapanmış o istasyonlarda
sen hep dönüşsüz yolcular beklerdin
ellerin üşüyüp dizlerin titrerken
usta yüzücüler gibi vurgunlar yerdin
ömrünün o yalan yarısıydı diğer yarısını arayan
geleni olmayan unutulan bir yerlerde
bir çocuktun özlemlerini bastıran
sen yenik düşmezdin de
ölümün oldu sana el uzatan
Müsade Özdemir