Birinci Bölüm
Türk Edebiyatında Sonbahar bahsine geçmeden önce bir şarkıyı hatırlayalım birlikte. Ben yaşlardakilerin ya da benim yaşıma aşağı yukarı yakın olanların unutamadığı Yıldırım Gürsese ait bir şarkı:
Düşen bir yaprak görürsen
Beni hatırla demiştin
Biliyorsun ben seni
Sonbaharda sevmiştim
Her sonbahar gelişinde
Sarı sarı yapraklarda
Kuru dallar arasında
Sen gelirsin aklıma
Öyle ya güfteler de edebiyatın bir parçası. İnsan duygularını biçimlendiren zaman, mekan kavramlarının yanı sıra, yaşadığı olayların bıraktığı psikolojik etkileşim de zamanı ve mekanı değerli/ değersiz kılar. Yıldırım Gürsesin şarkısında Sonbahar, sevgiliyle güzelliklerin yaşandığı mutlu bir mevsimdir. Bu nedenle sonbaharın bıraktığı duygular, özlenen ve hatırlanan güzelliklerdir.
Sonbahar deyince Türk edebiyatının önemli romanlarından söz etmeden geçmek olmaz. Örneğin Eylül Mehmet Raufun edebiyatımıza kazandırdığı ilk psikolojik roman olarak kabul görür. Romanın ana kahramanları Suat ve Süreyyanın mutluluk arayışları; Suatla, Süreyyanın en yakın arkadaşı Necip arasında başlayan platonik aşk; Eylül ayında Suatın Necipten uzaklaşıp, sonbaharla özdeşleştirilerek yaprak dökümü yaşadığı bir acıya dönüşür. Zamanın Eylül olarak belirlenmesi tesadüfî değildir. Bildiğiniz gibi, bu büyük aşk köşkte çıkan yangında, Necipin canı pahasına kendini alevlerin arasına atmasıyla sonlanacaktır.
Bir başka roman, Reşat Nuri Güntekinin Yaprak Dökümü Ali Rıza Beyin hazin sonunu anlatmaya gerek yok sanırım. Teker teker hüsrana uğrayan çocuklarının ve ailesinin sonbahar yaprakları gibi dökülüşünü Ali Rıza Beyin yavaş yavaş tükenişiyle anlatır roman.
Tuna Kiremitçinin son günlerde adından çok söz edilenSelanikte Sonbahar adlı romanı, bir ulusun doğmasını engelleyecek bir suikastı işler. O suikasta uğramasa lider olacak bir asker ve gerçekleşmesi ölüme bağlı bir aşk... Atilla, Fikriye ve LütfiyeDışarıda bulutlu, ruhları ezen bir sonbahar. İçinde mektuplar, dışında elma, i-pod ve ıvır zıvır olan çantamla babamın canlı halini son kez gördüğüm yere doğru hızlı hızlı yürüyorum. Tuna KİREMİTÇİ, Selanikte Sonbahar romanında Sonbahar temini postmodern bir bakış açısıyla tüm kahramanlarına yükler.. Paşa da dahil olmak üzere üzerlerinde dolaşan bulutlar bunaltıcıdır. Romanda Atatürksüz bir Türkiyenin ve Cumhuriyeti inşa edememiş bir ulusun geri kalmış bir Osmanlı olarak sürdüğünü, bir müddet manda yönetimi ile yönetildiğini ve sonra kendi haline bırakıldığını ve kendini yönetemez bir ülke haline geldiğini görüyoruz.
Pınar Kürün Sonuncu Sonbahar adlı romanı; Erhan Benerin denemelerini topladığı ve ince bir mizah anlayışıyla yazdığı Sonbahar Yaprakları; Yılmaz Karakoyunlunun Şeyh Bedrettini anlatan Serçe Kuşun Sonbaharı; 6-7 Eylül Olaylarını, Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkların ülkelerini terk etmek zorunda kalışlarını, kendine has üslubuyla roman kurgusu içinde anlattığı Güz Sancısı Sonbahar temasını içselleştiren eserler arasında sayılabilir.
Sait Faik Abasıyanık, Bir Sonbahar Akşamı öyküsüne: Nedir bu kuş, bilmem ki? Sonbaharda bulutlar turunç renklidir Sonbaharda yapraklar konuşur Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü şeydir! diyerek başlar. Maksadı sadece bir bıldırcını anlatabilmektir. Bir bıldırcına olan sevdasını, tutkusunu Öyküsünü şöyle bitirir:Sensiz sonbaharın ne tadı olabilir? Bir adamın, onları iplere dizmiş götürdüğünü gördüğüm zaman, içimde ürpertiler belirir "Milyonla geride bıraktıkları fedailere rağmen, acaba gidecekleri yere gidebilirler mi?" derim Sonbahar, Sait Faik için bıldırcına olan tutkusuyla güzelleşir; Sonbahar, hüzne değil, tutkuya işarettir.
Tüm bu eserlerin Sonbahar temine yaklaşımında yazarın kişisel bakışıyla biçem kazanan bir farklılık arz ettiğini görüyoruz. Roman ve öykünün durum ya da olay perspektifinde hüzün, ölüm, yaşlılık, çöküş anlamına gelebileceği gibi mutluluk, özlem, güzellikler, yaşama aşkı gibi anlamlar taşıyabileceği anlaşılıyor. Bir imparatorluğun, bir ailenin, yaşamın, fikrin, aşkın giriş- gelişme- sonuç bölümlerinden, gelişme bölümünün sonundan sonuca varan ince bir çizgidir Sonbahar Düşen kızıl ve sarı yapraklarsa bu anın resmedilmesinde, sembolleştirilmesinde can alıcı bir im olarak karşımıza çıkar. Tıpkı akşamın gelişini ifade eden tan vakti gibi
************************************************************
İkinci Bölüm
Halk Şiirimizde ve Divan Şiirimizde Sonbahar
Şiire gelince; Sonbahar temasının Halk Şiirimizden çok Divan Şiirimizle içselleştiğini ve daha çok kullanıldığını görüyoruz.
Karacaoğlanın şu dizelerinde gördüğümüz gibi:
Aşam dedim, karlı dağlar başından
Yüce dağlar koç yiğide dağ molur
Ağrır bedenim, sızlar yaralarım
Bu yarayı çeken yigit sağ molur .ya da:
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye.
gibi dizelerinden de gördüğümüz gibi kış teması; acının, sıkıntının, mutsuzluğun, umutsuzluğun sembolüdür.
Erzurumlu Emrahın şu dizelerinde:
Gene bahar oldu, açıldı güller
Bülbülü Şeydalar bağlarda gezer
Bir saçı Leylaya meyil verenler
Elbet mecnun olur, dağlarda gezer
Ya da Gevherinin şu dizelerinde:
Tazelendi âlem nevbahar oldu
Gel sevdiğim senin ele gidelim
Açıldı her taraf sebzezar oldu
Gel efendim Şama doğru gidelim
gördüğümüz gibi ilkbahar ve yaz mevsimi umuda daha açıktır. Bülbülün güle tutkusu ancak bu mevsimlerde dillenir, şair de bülbülle hemdem olmanın zaman zaman hüznünü zaman zaman mutluluğunu bu mevsimlerde yaşar.
Erzurumlu Emrahın:
Hazan ile geçti gülşeni butsan
Eyler dertli bülbül zâr garip garip
Haraba yüz tuttu bezmi gülistan
Ağla şimden geru var garip garip
gibi bazı örneklerinde işlenen hazan konusu çok yaygın olmamakla birlikte yine hüznü, acıyı ve ayrılığı anlatır.
Divan Şiirimize gelince, hazan yine hüznün sembolüdür. Özellikle kasidenin nesip bölümlerinde Hazaniye adını alan Hazan, betimlemelerle canlılık kazanır. Örneğin Fuzulî:
Kat edip fasl-ı hazân âb-ı revân şirâzesin
Nüsha-i gül-zârın evrakın perişan eylemiş
(Hazan mevsimi, akarsuyun gidişatını bozup gül bahçesi kitabının yapraklarını perişan etti.) derken Sonbahar yağmurlarının gül bahçelerini dağıttığını söyleyerek farklı ve suçlayıcı bir bakış açısı geliştirir.
Bağdatlı Ruhî de şu beytiyle hak verir Fuzulîye:
Âşiyânsuz n eylesün gülşende bülbül Rûhiyâ
Derd-mendün eylemiş bâd-ı hazân evin harâb
(Ey Ruhî bülbül gül bahçesinde evsiz barksız ne yapsın? Zavallı, dertli bülbülün evini hazan rüzgârı harap etmiş)
Çünkü Divan şiirinde gül ve bülbül, olmazsa olmaz mazmunlardandır. Gülün ve bülbülün perişan olması hazana karşı duyulan öfkenin nedenini oluşturur. Zaman zaman köhne bahar diye adlandırılır Sonbahar.
Keçecizâde İzzet Molla:
Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş, havz tehî, gülistan harâb
( Bu alemin öyle bir bahar mevsimine geldik ki, bülbül suskun, havuz boş, gül bahçesi harap.) diyerek zamandan şikayetini köhne bir baharla açıklar.
Nabînin:
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem baharın görmişüz
Biz neşâtın da gamın da rüzgârın görmişüz
(Biz bu dünya bağının hem hazanını hem baharını görmüşüz, biz sevincin de kederin de zamanını görmüşüz.) diyerek hazanla, hüzün ve acıya işaret etmesi Sonbahar mevsimine yine aynı anlayışla baktığının ifadesidir.
Halk şiirinin doğaya açık, yalın ama derin felsefi bakışı içinde kış ve yaz aylarının daha keskin çizgileri ortaya koyması; Divan şiirinin ise sevgiliye, aşka, tasavvufa, sosyal olaylara bakışındaki ince, zaman zaman karmaşık, zaman zaman aşikâr bakış açısını sonbahar, köhne bir bahar oluşuyla daha güzel ortaya koyar.
*****************************************************************
Üçüncü Bölüm
Belki de Türk şiirinde Sonbahar teması Batı Edebiyatı etkisinde gelişen Türk şiirinde gerçek değerini Sembolist ve Empresyonist anlayış içinde bulur. Sembolistlerin hayata bakışlarındaki karamsarlık, sembollerle dış dünyayı betimleme ve algılama arzusu için sonbahar en uygun mevsimdir.
Paul Verlaine, Orhan Veli Kanıkın çevirdiği şiirinde sembolizmin Sonbahara bakışının en güzel örneklerinden birini verir:
Hâtıralar, ne istersiniz benden? Sonbahar Durgun gökte ardıç kuşları uçuşmadalar .Güneşten ölgün ve soluk bir ışık vurmada. İçinde poyrazlar esen sararmış ormana. Yapayalnızdık, yürüyorduk, türlü hülyalarda, Saçlarımız ve düşüncelerimiz rüzgârda. Çevirip güzel gözlerini bana: Hangisi? En güzel günün diye sordu o billur sesi. Bir melek sesi kadar tatlı, o kadar derin. Hafif bir gülümseyiş cevap verdi sesine, öptüm ellerini, ibadet edercesine.
Ah! İlk çiçekler! Ne güzel kokuları vardır! Ne kadar sevimli bir mırıltıları vardır! Sevilen dudaklardan çıkan ilk evetlerin!
Sembolizm edebi akımının önemli isimlerinden Charles Baudelaire, Alıp Götüren Koku adlı şiirinde:
Gözlerim kapalı, bir sonbahar akşamında
Sıcak göğsünün kokusunu içime çeker
Dalarım, gözlerimden mesut kıyılar geçer
Hep aynı günün ateşi vurur sularına
derken sonbaharın ve akşamın gizemini büyülü bir atmosfere çevirir, sözcüklerle resmeder.
Paul Verlaine:
ŞİİR SANATI
Musiki, her şeyden önce musiki;
Onun için tekli mısradan şaşma.
Kıvrak olur, erir havada sanki;
Ağır aksak söylenişe yanaşma.
Kelime seçerken de meydan senin;
Bile bile bir nebze aldanmalı.
Dumanlısı güzeldir türkülerin;
Öyle hem seçik olsun hem kapalı.
Güzel gözler tül ardında görünsün
Gün ışığı titremeli şiirinde
Ak yıldızlar maviliğe bürünsün
Ilgıt ılgıt sonbahar göklerinde
şiirinde flu bir resimden, derinden ruhumuza işleyen bir musikinin büyüsünü sonbahar mevsiminin sisli ve bulutlu havası içine yerleştirir.
Bizim edebiyatımızda Sembolist akımdan etkilenen; Ahmet Haşim, Ahmet Muhip Dranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar v.b. isimler bu konuda en çarpıcı örnekleri verirler:
Ahmet Haşimin:
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
şiirinde Sembolistlerin hayata bakışı ve gizemi sonbahar ve akşam sembollerini kullanarak
en çarpıcı biçimiyle ortaya çıkar.
Ahmet Muhip Dranas:
Yağmur, Gül, Eller, adlı şiirinde:
Yel yapraklarımı savurur,
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!
diyerek yağmurla sonbaharı özdeşleştirir.
Cahit Sıtkı Tarancının Otuz Beş Yaş şiiriyle Sonbahar, acıtır içimizi:
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Ahmet Hamdi Tanpınar Sonbahar adlı şiirinde:
"Durgun havuzlara işlesin bırak
Yaprakların güneş ve ölüm rengi,
Sen kalbini dinle,ufuklara bak.
Düşünme mevsimi inleten rengi
Elemdir mest etsin ruhunu yeter
Eser rüzgarların durgun ahengi.
Yan yana sessizce mevsimle keder
Hicrana aldanmış kalbimde gezin
Esen rüzgarlara sen kendini ver."
diyerek hüzünden ve melankoliden uzaklaştırır Sonbaharı. Sonbahar gelse de hayat hissettiklerimizden ibarettir. Duygularımız ve yüreğimiz güzelliklerle dopdolu olursa mevsim bu güzellikleri etkileyemeyecektir. Şu ana kadar olan tespitlerimizin içerisinde altını çizmemiz gereken bir söylem bu. Tabiatı algılayış biçimimizdeki öznellik de buradan kaynaklanmaktadır.
Parnasizmin temel ilkesi gerçekçiliktir. Şairin bütün amacı doğada var olan güzellikleri gerçekçi şekilde aktarmaktır. Bu nedenle Sonbahar Yahya Kemal Beyatlının Sonbahar şiirinde gördüğümüz gibi aşikâr gözlerimizin önünde resmedilir.
Fani ömür biter,bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.
1940 sonrası şiirimizin önemli isimlerinden biri de Bedri Rahmi Eyüboğludur. Bedri Rahmi, aynı zamanda bir ressam olduğu için şiirlerini yazarken bol renkli, canlı betimlemeler kullanır. Biçim ve konu yönünden Garipçilere yakın bir anlayış içinde; ancak bir resim estetiğinde şiirler yazar. Doğa ve insan doğal ve yerli bir atmosferde birliktedirler şiirlerinde. Sonbahar onun şiirlerinde şöyle biçimlenir:
Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim
Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim
Yâr yâr .Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Sonbahar Geliyor adlı şiirinde ise Cahit Külebi serçe için duyduğu endişeden söz ederken, somutla soyut arasında lirik bir anlayışla şairane bir gezinti yapar:
Sonbahar geliyor serçe
Yuvanı ne yapacaksın?
Ayva çiçek açmadan önce.
Meyvelerin içi geçecek
Rüzgâr başka çeşit esecek
Yağmurlarla ıslanacaksın.
Halbuki ne kadar sıcaksın!
Edebiyatımızda Maviciler adı verilen grubun en önemli ismidir Atilla İlhan. Atilla İlhanın sosyal realizminin egemen olduğu şiirlerde duygu ve romantizm ön plandadır. Adım Sonbahar bunlardan biri:
Nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
Sosyal Gerçekçilerin en önemli ismi olan Nazım Hikmet, gerek manzum öykülerinde gerekse destanlarında, Türkçenin olanaklarını zorlamış, eski ve yeni edebiyatın tüm öğelerinden yararlanmış, özellikle son dönem şiirlerinde insan sevgisine ulaşan, özümlenmiş bir şiir anlayışı geliştirmiştir. Güz şiirinde:
Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?
Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
içtim yarıya kadar bir başıma
seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?
Fakat işte ballı meyveler
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
biraz daha gecikseydin eğer...
Bir bunaltı ve sıkıntı edebiyatı olan Varoluşçuluk da Sembolizm ve Empresyonizm kadar konu ve duygu itibariyle sonbaharı işlemeye ve imge olarak kullanmaya müsaittir. (Demir Özlüyle ilgili tespitlerini Sayın Metin Turan dile getirecekler.) Ben İkinci Yeni şiirinin sonbahara bakışından kısaca söz etmek istiyorum:
Egzistansiyalizmin yani Varoluşçuluk akımının izlerini taşıyan özellikle İkinci Yeni şiirinde de Sonbahar temi farklı biçimlerde işlenir:
Cemal Süreyya kendi biçemiyle anlatır Sonbaharı :
Sevdiğin kentlerin selamı sanki
Sülüs kamyon şoförleri
Kufi hamallar
Anılar hep sonbaharda gibidir
astrakan gecede
süt yıldızlar
Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar
Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin:
çiçek durumu aşklar,
yaprak düzeni siyasalar.
Turgut Uyarda ölümü çağrıştırır Sonbahar:
Bir gün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.
Sezai Karakoç Hz. Muhammede seslenişinde ömrün son günlerini benzetir sonbahara :
yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
çatı katlarında bodrum katlarında
gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
hep kanlıcada emirganda
kandillinin kurşuni şafaklarında
seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Şiirimizde konusu, imgesi Sonbahar olan o kadar çok örnek var ki Bu isimlere ekleyebileceğimiz o kadar çok isim
XXI. Uluslararası Kıbatek Edebiyat Sempozyumu/ Edebiyatta Sonbahar
17.11.2011
] ]