Bakıştılar. Gözlerini kaçırdı takım elbiseli adam. Pardösüsünün yakalarını kaldırdı havanın soğukluğu boynunu ve yanaklarını okşayınca. Yaşlı adamsa hiç hareket etmeden, istifini bozmadan bakıyordu adama, sanki gün içerisinde gördüğü yüzlerce insandan biriymişçesine. Takım elbiseli adam, tekrar baktı yüzüne ihtiyarın, arabasına yürüdü.
Bankanın kapısını güvenlik açıyor. Güvenliğin yüzünde sahte bir yüz var. Bu yüzün görevi, sahte de olsa, mesai saatleri içerisinde güler yüzlü olup, gelen müşterilere yardımcı olmak ve onları yönlendirirken anlayışı giyinmek. Sabah erkenden gelip mesaisi bitene kadar, sıkıntıdan, yoğunluktan nefes alamasa bile, bu giysiyi çıkartamıyor. Çıkartsa bile, sokakta onun yerinde olmak isteyen bir çok kişinin olması, işvereni tarafından yadırganmıyor. O da bu yüzden elbisesini monotonluğuna yakışır bir şekilde ve sahtelikte giyiniyor. Kapıyı açarken, soğuktan gelen şubenin hatırı sayılır müşterisine en samimi gülücüğünü gönderiyor. İçeriye giren adam, dışarıdaki soğuktan daha soğuk. Elbiseleri şehirden daha gri. Bakışları duygusuz. İşi, iş hayatını abartmış ve hayatta başka bir amaç için çabalamayan insanlarda görülebilecek her klişenin vücut bulmuş hali. Elinde çantası, vücut dengesini yitirmemek için bir ileri bir geri adımlarına senkronlayarak, doğruca onunla ilgilenen banka çalışanının odasına gidiyor.
Müşteri temsilcisi, bu yağlı müşterisini görünce ki bu yağ ne kadar iştah kabartsa da saatlik ücretinde herhangi bir oynama yaratmıyordu, hemen ayaklanıyor, odasının kapısında karşılıyor saygın iş adamını. Öyle ya, saygınlık, her yerde yaftalandığı kişiyle beraber dolanır. Telefonla müşterisine hemen bir kahvesini söylüyor temsilcisi. Havaların soğukluğundan, faizlerin düşüklüğünden, memleketin halinden konuşuluyor. Borsanın halinin hiç iç açıcı olmadığı karıştırılıyor lafla, yutulup gidiyor. Yabancı sermayeye tanınan imkanların, yerli sermayeye tanınmamasının haksız rekabet oluşturduğundan dem vuruluyor. Türk Lirasının yabancı paralar karşısında değerlenmesinin, ihracatçıları ne kadar zor duruma düşürüldüğü, ekonomi programlarında dile getirildiği gibi insanlığa yakışır şekilde dillendiriliyor. Kahve geliyor. Yoğun iş adamı, artık kahveye bile zaman ayıramadığından dem vurarak yudumluyor kahvesini. Tek zevkinin arabalar olduğunu, hatta daha yeni bir tane satın aldığını gözlerinin içi sanki arabayı kendisine almışçasına şen olan müşteri temsilcine anlatıyor. Temsilci, hak üstüne hak veriyor müşterisine. Kendileri gibi başarılı iş adamları sayesinde bu memleketin ayakta durduğuna, bünyelerinde çalıştırdığı işçilerin bankaları üzerinden maaş almalarını sağladığı için övünerek her gelişinde olduğu gibi yineliyor. İş adamı övünüyor. Her şey ülkem için diyor. Aklına haftaya ödenecek gelir vergisi geliyor, vergiden düşülecek giderleri muhasebeye iletmeli diye düşünüyor.
Büyük ölçekli kredi üstüne konuşuyorlar. Şartlar üzerinde anlaşıyorlar. İş adamı sen gerekli evrakları halledersin diyor temsilcisine, çok masraf çıkarmamasını da güzelce tembihliyor. Müşteri temsilci güler yüzünü hiç eskitmeden hay haylıyor iş adamını. Tokalaşıyorlar. Hem banka, hem iş adamı, hem de ülke için önemli bir iş gerçekleştirilmiş oluyor! Aslında olmayan değerler üzerinden, bir takım kağıtlara yüklenen gereksiz anlama dayanarak bir takım insanların yine aynı bir takım kağıtlara yüklenen gereksiz anlamdan kazanmaları sağlanıyor. Hiç kimsenin itirazı olmayan bu gidişatta, kağıtlar insanların efendisi oluyor. Kağıtlar tanrılaşıyor, insanlar kağıtlar uğruna kan döküyor. Tapınıyorlar kağıttan ilahlara.
Ülke için oldukça mühim ve değerli ve gerekli iş adamı bankanın merdivenlerini kendisine yakışır bir enerjiyle iniyor. Elinde sallanan bond çantası içerisinde kim bilir ne kıymetli planlar projeler var. Kapıyı yine şen bakışlı güvenlikçi açıyor. İşini halletmiş olmanın verdiği mutlulukla iş adamı huyu olmamasına rağmen gülümsüyor güvenliğe. Güvenliğin günlük sadakasını verircesine.
Bankanın kapısından çıkarken ayağı bir başka ayağa takılıyor. Tökezliyor ülkenin sağlam kolonu. Dönüp kendisini tökezletene bakıyor. Kalıyor. Bankanın kapısının yanına uzanmış, eli yüzü kirden pasaktan seçilmeyen bir ihtiyar yatıyor. Üstünde eskimiş battaniyeler, altında karton. Havanın soğuğuna alışmış bir vaziyette, ağzında sigarası hayatın geçmişine sövercesine duruyor. Gözleri kavuşuyor ikisinin. Traşlı yüzünü dikiyor ihtiyarın yüzüne iş adamı. İhtiyar elleri yokmuşçasına sigarasını içiyor, ağzının bir tarafında sigara, diğer tarafında duman. Gözlerini kaçırıyor iş adamı, iğreniyor düşüncesinde ama bunu yüzüne yansıtmayacak kadar insansever. Elini cebine atıyor, bir kağıt çıkartıyor. İhtiyara uzatıyor. Biz ona değer vermeyi keseli çok oldu beyim! diyor ihtiyar, almıyor kağıdı. İş adamı, duraksıyor, hiç beklemediği bu durum karşısında şaşırıyor. Neden diyebiliyor sadece. İhtiyar cevaplamıyor. İş adamı bir süre bakıyor ihtiyara, esen rüzgarla irkiliyor. Pardösüsünün yakasını kaldırıyor, sonra adama dikkatlice bakıyor. İrkiliyor. Arabasına dönüyor. Biniyor, şoförüne sürmesini emrediyor.
Cüzdanını alıyor eline, bir fotoğraf çıkartıyor içinden. Bakıyor.