... ve Kederi de Yaşamalısın

Ne denilebilir? Ne diyebilirim ki? Bu kadar zayıf olmayı yakıştıramıyorum kendime. - Henüz on sekiz yaşında- Toprağa yakışır mı onu koynuna almak....

yazı resimYZ

Eğitim ve Öğretim yılının son günlerindeyiz. Mezun olacak öğrencilerimle birlikte doyumsuz bir veda gecesinin ardından Cimri oyununu sahneye koyacağız . Öğrenciler oyun için giysilerini değiştiriyorlar. Sahne gerisini bilirsiniz , koşuşturmalar, espriler. İnanılmaz bir heyecan dalgası esiyor oyun öncesinde.
Daha anneliği tatmadan öğrencilerimle hissettim anne olmanın dayanılmaz lezzetini. Onların heyecanı benim, başarısı benim Salonda boş yer kalmamış. Ayakta izlemeye hazır velilerimiz için neler yapabileceğimizi düşünüyorum. Gençlerin heyecanını kontrol altına almaksa hayli zor. Sahnedeki eksiklikler canımı sıkıyor. Derken Hocam diyor Esra - oyun için giysisini giymeden önce- Bakar mısınız koltuğumun altında bir beze var. Kanser olabilir mi? Şaşırıyorum, dürüst olmak gerekirse onca telaşenin içinde biraz da önemsemiyorum: Allah aşkına Esra her beze kanser mi olur? Voleybol oynarken attığın servislerden olmuştur. Şimdi böyle şeyleri düşünmenin sırası mı? Allah esirgesin. diyorum.
Sonra unutuluyor her şey. Oyun aksamadan, başarıyla, yapabileceklerinin en iyisiyle sonlanıyor. Sonraki günler, mezun olmanın keyfi, okuldan ayrılıyor olmanın hüznüyle birleşiyor. Okul bitiyor.
Yaz tatilinde memleketteyim. Sürekli haberleşiyorum öğrencilerimle. Esradan bir kart geliyor: Ankarada hastaneden yazıyorum. İnanamıyorum. Kendimi önemli bir şey olmadığı konusunda ikna etmeye çalışıyorum. Arkadaşlarından aldığım tek tük haberlerle avunuyorum.
Dönüşte hasta yatağında buluyorum onu. Üzerinde sabahlık, bir şeyler ikram etmeye çalışıyor:
-Artık iyiyim hocam, inanın endişelenecek bir şey yok.
-O zaman çıkar üstündeki şu sabahlığı, diyorum.Gören de hasta olduğunu sanacak.
Gülüyor: :
-Bir daha geldiğinizde sizin sevdiğiniz blue-jean takımımı giyeceğim, göreceksiniz, diyor.
Sonraki ziyaretimin hastanede olması epeyce moralimi bozuyor. Hazımsızlık demiş doktorlar, yediği mısır ağır gelmiş, midesini yıkamışlar. Kanser teşhisinin adı bile anılmıyor. Herkes o sözcüğü unutmuş sanki. Hepimiz iyi olduğuna inanmak istiyoruz.
-İyileşeceğim, zaten önemli bir şey değil.
-Tabii değil, diyorum, üstelik dediğime de inanıyorum.
Sarılıyoruz birbirimize sıkı sıkı ama bir daha birbirimizi göreceğimizden emin. Bir daha sımsıkı sarılacağımızdan
Sabah telefonun sesiyle uyanıyorum. Telefondaki ses artık Esranın yaşamadığını söylüyor. İnanamıyorum. Bir yanlışlık olmalı. diyorum. Yine öğrencilerin çocukça, dozu kaçmış şakalından biri olduğunu düşünüyorum. Koşarak, gözyaşlarıma aldırmadan soluğu evlerinde alıyorum. Şaka değil, herkes ağlıyor, herkes inanamıyor - Henüz on sekiz yaşında- gerçek suratıma bir tokat gibi çarpıyor.
Titriyorum, gözyaşlarım kuruyor, konuşamıyorum. Şadiye Hanım:
-Gel hocanım,, gel,diyor. Kızımızı Esramızı kaybettik. Bir annesi de sensin, beni en iyi sen anlarsın.
Ne denilebilir? Ne diyebilirim ki? Bu kadar zayıf olmayı yakıştıramıyorum kendime. - Henüz on sekiz yaşında- Toprağa yakışır mı onu koynuna almak. Siyah pardösüsünün eteklerini savura savura gelişi geliyor gözlerimin önüne. Bir daha onu görememek Varsın sevdiğim blue-jeani olmasın üstünde, sabahlığa razıyım ama ölmemiş olsun, yine boynuma sarılsın. Tüm kalabalık siliniyor gözümden. Ben kimim? diyorum. Onu ben doğurmadım, günlerce uykusuz kalmadım onun için, hastalığında başucunda değildim, ne verdim ona? Üç yıllık sevgimden, yaşama sevgisini kırbaçlamaktan, sevgimi bilgiyle pekiştirmekten başka?!..
- Sizi sordu akşam, diyor Şadiye Hanım.
- İyileşir iyileşmez hocama gidelim, dedi.
Ne verdim ona?!..
Ataol Behramoğlu: Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle. der çok sevdiğim şiirinde. Böyle yaşadım bu acıyı, günlerce, aylarca, dolu dolu.. Esranın manevi annesiyken Şadiye Hanımın manevî kızı oluvermiştim birden.
Yirmi yılı hayli aşkın bir zaman oldu. Artık ben de bir çocuk annesiyim. Ve acıların olgunlaştırırken neler alıp götürdüğünü çok iyi biliyorum.

] ]

Başa Dön