Kiraz ağaçları,
rengarenk çiçek açmış.
Erguvanlar,
mor elbiseleri ile arzı endam etmiş.
tüm canlılar,
bahar ile uyanırken güzelliklere,
ağlayarak dünyaya gelmiş
bir bebekmiş o.
kırmızı bir kamyon ile yapılan
beklenmedik yolculuk,
bebeği çocuk yapmış.
Çocukluk nisan yağmuru gibiymiş,
mutlu olabilecek kadar yoğun
alışılamayacak kadar kısa sürmüş.
Ama duyarlı ruhun gökkuşağı,
o zaman oluşmaya başlamış.
yıllar geçmiş,
birbirine benzer
birbirinden apayrı.
günler geceler yaşanmış
mutlu, hissiz, kederli.
kıskançlık ve aşk acısı,
ilkokulda çöreklenmiş yüreğine.
öpücüğü tokatla savuşturmuş
ama engel olamamış,
uzaklara giden sevdiceğin,
çantasına saklanan,
ilan-ı aşk mektubuna.
Sonraki aşkları da,
önce inkar
sonra delicesine vurgun
kavuşma esnasında kaybediş
ile gönül hezeyanlarına dönüşmüş.
çünkü zormuş bir insanı sevmek
önce kendinden geçmen
sonra gözlerini kör etmen gerekirmiş.
hayatta kendinden başka anlayanı olmayan,
acılarını, sevinçlerini hesapsızca paylaştığı tek dostu,
yalnızlığı ile en büyük aşkı yaşayan
adam için cinayetmiş,
bir başkası için tek dostundan vazgeçmek.
hayal kırıklıklarının, keşkelerin
ilmek ilmek dokuduğu
duyarlılık ağları
engelmiş gözü kapalı
atlamaya
sevda denizlerine.
ama o derinlerdeki
ruhun en ulaşılması zor yerindeki,
karşı konulmaz istek;
bütünleşeceğin birini sevme,
sadece kendin olduğun için sevilme,
hayali
sarınca tüm geceleri,
başlarmış
inkar ve itiraf nöbetleri...
sonu
ayrılık da olsa
yaşananlar
iz bırakmış
bu balta girmemiş
okyanus ötesi
sevgi dehlizinde.
hiçkimseye açık olmayan,
hiçbir yerin,
tek sakininin,
bu izlerden;
aşkı,
nefes almanın anlamını
ve
hayat ödülünü,
bulacağı
günler
yakınmış.
Göğünde
çığlık çığlığa
uçan bir martı
getirecekmiş
çok yakında
bu büyük yolculuğun
haberini.
O
zamana
kadar
gözleri masmavi gökyüzünde
seyre dalmış...