Kalabalıkların içindeki yalnızlığıma nefretim. Çığlığım her geçen gün büyüyor. Anlamıyorum, anlatamıyorum ve susuyorum. Öyle bir yalnızlık ki içimde büyüyen kaplıyor bedenimi yavaş yavaş ve ele geçiriyor bütün kalelerimi, isyanlar çıkarıyorum nafile. Darağacına yolluyorlar. Önce korkularım sallanıyor ardından yalnızlığım. Çırpındıkça çırpınıyor. Ölmüyor.
Yalnızlığım o kadar büyüyor ki yine de kimse duymuyor. Orda yabancı burada yabancı. Nereye ait olduğumu bilmeden fütursuzca yaşıyorum. Göçebe gönlüm yine oradan oraya ilerliyor elinde bir bavul dolusu yalnızlık. Yalnızlığın manifestosunu ilan ediyor. Yalnızlığının içindeki yalnızlıklara okuyor bildirgesini. Belki birileri duyar belki birileri görür diye daha çok yalnızlık diliyor Allah’dan ama olmuyor. Ne gören var yalnızlığını ne duyan. Karanlıkların içinde bir başına ilerliyor, başının üstünde duran küçük gri yalnızlık bulutuna aldırmadan, ebr-i yalnızlık.
İnsanın doğumu da yalnızlık içinde ölümü de yalnızlık içinde. Yalnızlıktan gelip yalnızlığa gidiyoruz. İki yalnızlık arası bir gel-geç durağıyız beklide. İki yalnızlık arasında asılı duran sırat köprüsü. Başın dönse düşeceksin nereye kadar uzandığını bilmediğin bir deliğe. Kara bir deliğe hak vererek şu dizeye:
“Bu gece dağ başları kadar yalnızım “
Attila İlhan
Yalnızlık Manifestosu
"Bu gece dağ başları kadar yalnızım"