Ufak tefek bir yalnızlıktı içine işleyen, kendini içinde bulduğundan beri çıkıp gün yüzüne ve gök yüzüne ulaşamadığın. Öyle kalabilsin diye uğraştığın her gün daha da “ona” ulaştığını, ama aksine daha da yorgunlaştığını gördün. Hani aslında iyi olan “kocamanlık” gibiydi? Bu oda, bu esinti, bu kalp, bu gece hep kocaman olduğunda makbul değil mi? Peki tam karşısında durup o yalnızlığı ufacık tutmaya çalışmak ve kemik iliğine yeni şeklini vermiş y-a-l-n-ı-z-k harfleriyle boğuşmak neden?
Ortaya çıktığı anda izini kaybettirebilir, ya da kendini katlayarak artabilir. Yok olmayacağını bilmek ve avcunun içine baktığında onu orada görebilmek için mi bu kadar ufak tefek? Birileri fark ettiğinde zaten bildiğini yüzüne söylemeleri korkusundan mı? Yoksa kalp mi çok yorgun, eğer bu yalnızlık da “o kadar büyük” ise dayanamayacak mı?
Sorarken canın çok fazla yanmıyorsa artık acısını başka bir memlekete göndermişsin. Ne zaman aynalar görüyorsun, işte o zamanlar bakmaktan kaçtığını keşfediyorsun ve çağın hayali misali ışınlanarak sana her nereye gitmişse tekrar dönebilen “o”nu görüyorsun. òzünde var olduğu fikrine tamam, ama seni bu kadar yorması, bu kadar yıpratması, bu kadar yanında ama yine de karşında “düşmanın” olması hak ettiğin mi?...
Keşfederken yazmaya devam et…