Sessiz sedasız sona eren koca bir gecenin ardından esen poyrazla tekrar hayat bulmaya başlayan dalgalar kendini fazlasıyla belli eder hale gelmişti. Zaten geceler hep böyleydi. Fırtına öncesi sessizlik diye tabir edilen şey bu olsa gerek diye düşündü. Ansızın başlayan yağmur da rüzgârla birleşince evde olmak mutluluk vermeye başlamıştı. Bir duvar kadar geniş ve denizle karşı karşıya olan penceresinin önüne, her geçen dakika daha da fazla rahatlık sunan deri koltuğuna yavaşça oturdu. Bir süre donakalıp izledi doğayı.
Yazmak istiyordu fakat hayata karşı bakış açısı zaten karamsarken böyle bir havanın karşısında felaketler yaratmaktan korkar vaziyetteydi. Çekindi. Ansızın uzandı kalemine ve kâğıdı da diğer elinde buluverdi birden. Kalemine ilk dokunuşu aslında muhteşem bir sahnenin doğuşuna sebep oluyordu… Farkına varamamış olması onun için acı bir durum olsa gerekti. Derken parmakları beynine hükmetmeye başlayarak yüreğine koca bir dost oluverdi.
“Karanlık bir geceydi; oldukça karanlık bir aydınlık umabilme uğraşısı… Gerçekleşmesini istemediği sona doğru yaklaşıyor olmak onda haksız ve kaçınılmazcasına idama giden bir mahkûmun duygularını yaşatıyordu.
Camdan bakıyor ve bir deyişle özünü izliyordu. Az önce sıkı sıkıya sarıp sarmaladığı biri şimdi bir camdan aşağı baktığında görebileceği yakınlıktaydı. Bu yakınlığın giderek uzaklaşma eğilimine dönüşeceğini gayet iyi biliyor ve bu durumun canını yakışına karşı koyamıyordu. Gözleri fazlasıyla doluydu. Dört binanın çevrelediği ufak bir evin bahçesinde onun istemsizce canını yakacak biri oturuyordu. Olacakları biliyordu. Bu bilince ulaşabilmek için verdiği yüzlerce sınavın, her biri birbirinden ayrı onlarca yaşantının izinde çok olgun ve dayanaklı olmaya çalışıyordu.
Derin bir nefes aldı ve yaşlı gözlerine inat yukarı kaldırdı başını. Onu görebileceği son dakikalarını ona bakmak yerine karşıya bakarak harcadığı için canını fazlasıyla yaksa da böylesi daha iyi diye düşündü. Nitekim karşı binanın küçük bir penceresinde birden yanan ışık onun zaten var olan aşağı bakma eğilimini harekete geçirdi. Kendisiyle verdiği savaşın galibi mi yoksa mağlubu mu olduğunu anlayamadan, önce o cama ardından tekrar ona baktı.
Bahçenin ortasından yaşlı bir ceviz ağacı yükseliyordu. Öylesine yüksekti ki dalları, onun baktığı cama kadar ulaşabilmiş hatta biraz da geçmişti. İşte o ağacı tekrardan fark ettiği dakikalar hep aradığı hayatın anlamına dair bir tanım daha sunmak üzereydi. Canı çok yanıyordu. Gösterdiği metanet dahil fark edildiğinde bir yerlerde ciddi bir sorunun olduğunu aksettirir nitelikteydi. Bir yapraktı gözüne ilişen. Yaşlı ceviz ağacının bir yaprağı… Ansızın derin bir anlamı, ifadesi oluşuvermişti. İrkildi. Gözlerine ayırdığı özen yetersiz kalmaya başladığında düşmemesi için bir damla gözyaşına eliyle hükmetmesi gerekti.
Ayrılık çok zordu. Bir de bir şeyleri dayanılmaz kılan kimsenin bu acıyı hak etmeyişiydi. Onun da o an en az kendisi kadar üzgün olduğuna emindi. Hayatın acımasız yüzüne karşı onun sigarasını nasıl da derinden içine çektiğini izledikten sonra başını bir kez daha güçlükle kaldırıp yaprağa baktı. O altındaydı. Ve yaprak gözyaşlarına şahitti onun. Yaprak vardı… Yaprak hep vardı… Ama birkaç dakika, annesini o ufak bahçeden de götürdüğünde yaprak yine var olmaya devam edecekti…
Sonra odalara da veda etti. Ufak tefek eşyalara da öyle...”
Koltuğu ufak bir gıcırtıya sebep olarak sahibinin hareket ettiğini haber vermek ister gibiydi. Rüzgâr diniyordu. Yağmur şimdi daha bir tok, daha bir tane taneydi. Denizin olmadığı tarafta koca bir orman vardı. “Sanırım bu dakikalar sır olmaktan çıktı.” diye düşündü ve gülümsedi.
Mehmet Cem UYSAL