Yarım Kalan Bir Resim….

YARIM KALAN AŞKLARA!.....

yazı resim

Gecenin karanlığına karıştı gözleri, yıldızlar en aydınlık halini alırken ruhu bedeni dünde kalmıştı. Esen seher yeli içini titretirken, sol yanının yarım kaldığını hissetti. Özlem sarmıştı bedenini. Çaresiz kaldığı bir özlem dalgası örttü buğulu gözlerini. Sigaraya sarıldı, kanayan yüreğini acı çeken ciğerlerini öldürmek adına art arda çekti sigaradan. Yaşadığı şehrin suskunluğunu dinledi uzun uzadıya ve bir kahve ile savurdu omzuna binen uyku yükünü.

Ayağa kalkıp voltalar attı evini terasında, yüreğindeki acıyı yormak adına ama kabullenemiyordu yaşadığı kayboluşu. Türkülere tutunmak istedi karanlık dipsiz bir kuyuda kaybolmamak için. Ama kulağına ilişen melodiyle gözleri enginlere takıldı, içinde yaraları kanarken….

“İnsanların yüzlerini göremiyorum
Boğazım düğüm düğüm çözemiyorum
istesen de yanına gelemiyorum
Tutsam şu karanlığı Tutsam da yırtsam
Ah elim tutuşmasa, elini tutsam
Susmasan konuşsan sesini duysam
Tutsam güzel yüzünü bağrıma bassam”

Sevda nedir? diye sordu yaşadığı kente. Uzaklardan tüten bir fabrika bacası haykırdı, kirli dumanıyla boğarken şehri. “işçi kızın koynundaki resimde saklı” dedi. İşçi kızı düşündü en masum yanıyla belki elini tutmadığı, bir köşe başında sadece göz göze gelip gülümsediği bir gencin fotoğrafını taşıyordu koynunda en umut dolu yanıyla. En saf, en temiz duyguyu yaşıyordu beklide damarlarındaki kan çekiliyordu sevdiğinin adını duyunca. Neden sevdalılar ayrılır? Diye haykırdı şehre. Yine o burjuvazinin karanlık yüreği gibi şehir örten dumandan geldi cevap. “ kim sevdayı yaşıyor ki?” evet kimse yaşamıyordu beklide, ama yakalamışken bir kuş olup kanatlanışlardı iki ayrı yöne arkalarına bile bakmadan kanayan yüreklerinin sesine aldırmadan. İmkânsızlıklar sarmıştı bedenlerini çığlık olmuşlardı o günden bu güne isyan kokarak ama o çığlıklar içinde susmayı seçmişlerdi uykuya düşman kalarak. ”Biliyorum!.....” dedi kendince, “o masum gözlerinde ben varım tıpkı senin benim gözlerime takıldığın gibi.”

Aşk kokan günlere daldı, Şehrin üstünü örten o kara duman o günlerin nasıl karardığını düşünerek. Bir elmanın iki yarısı gibilerdi. Delice, çocukca masumca sevmişlerdi birbirlerini. Ve bu sevdayla öğrenmişlerdi imkansızlığı ve bu sevda öğretmişti onlara yüreğin nasıl kanadığını ve bu sevda öğretmişti onlara güzel başlayan olayların göz yaşlarıyla son bulduğunu. Yada sevdalarında yarım kalabileceğini örendiler, sevdalar içinde sevdasız kalmayı öğrendiler.

Kara dumanın kirine saplandı gözleri… ve bu hayatın en kirli yanını yaşamanın çaresizliğini hissetti iliklerinde. Sonra bir ressam canlandı şehrin üstünde kuzeyden esen poyraz eşliğinde. Bir tuvale fırça nasıl işliyorsa renkleri poyrazda çizmeye başlamıştı en güzel resmi şehrin üstüne. Sanki yaşadığı tüm güzellikler canlanmıştı karşısında. Yüzünde oluşan tebessüm içini aydınlatmıştı. Bir film izler gibi izliyordu geçmişini… Doğacak güneş kendini gelli etmişti dağların ardından en güzel kızıllığıyla. Ama kara bulutlar yine kapladı mavi gökyüzünü ve kestiler güneşin önünü, kuzeyden gelen ressam kayboldu birden. Oysa sevdayı çiziyordu tam yaşadığı şehrin üsütüne. Ve şehrin üstündeki tuvalde eksik kaldı resim…. Tıpkı sevda sevda türkü türkü umut kokan yüreklerinde yarım kalan aşkları gibi…..

www.hamzaekiz.com

Yorumlar

Başa Dön