kapasitem sınırlı, algılarım zayıfmış meğer. dehâ, bana uzak bir yerlerde salak salak geziniyor olmalı. ben küçük, önemsiz ve aptal bir adamım. insanlara yaranmak imkansız. iyi taraflarını anlatsan kendini övüyor, kötü taraflarını anlatsan kendine acındırmaya çalışıyor oluyorsun. ortası yok. kendisini asla başka birinin yerine koymayıp, onu anlamaya kendi düzleminden çalışan birine ne yaparsınız? “gerçeği gördüm ben” demek neye yarar ki. bir noktayı geride bırakınca yapılacak her şey boş. inanın boş. ben denedim. incelikler dünyasından çıkıp ormana dalan bir ayı durumuna düşmeniz an meselesidir. ben düştüm. ben küçükken (küçük dedimse eşek kadardım aslında ama okşanmamış bir kalbiniz varsa hiç büyümezsiniz değil mi?) annemin ve babamın ölmesi için dua ederdim. babam işe yaramaz asalağın tekiydi ölümü hiç kimsenin hayatında bir şeyi eksiltmeyecekti. ben ve kardeşlerim için çırpınan annemden ne istiyordum? yetim olmak istemiştim. bazı insanlara yaşadığınız kötü hayatı anlatmak için şifreler vardır. annesizlik ve babasızlık en etkileyici olanlarıydı. istediğim acınmak değildi hayır. yaşadığım hayat annesi-babası ölmüş bir çocuğun yaşadıklarından daha kötüydü ve bu durum beni anlamalarını değil, anlamaya biraz yaklaşmalarını sağlayacaktı. yaptığımın bencillik olduğunu biliyorum. yaşadıklarımı kimseye açıklamak istemeyecek kadar sağlam karakterli, ne istediğini, ne yaptığını bilen biri olmak isterdim. ama durumum buydu. neden beni anlamaları gerekiyor derseniz; ben herkesin beni anlamsını değil (tam tersine genel olarak insanların beni anlamaması tuhaf bir zevk veriyor) sadece sevdiklerimin beni anlamasını istiyorum. neden çevrem bencillerle dolu acaba. sonuçta ben seçiyorum çevremi. şeyler falan bir yerden sonra hikaye geliyor. ailemi seçme hakkım yok ama etrafımda bana yakın insanları ben seçmedim mi? iyi de neden? ya herkes anlayışsız bencil, ya da ben hep yanlış seçimler yapıyorum. ya da daha kötüsü ben kökten ve hepten bir yanılgının kucağına oturmuş gerçeğin canımı acıtmasını ağlara doğru ilerleyen topu seyreden kaleci gibi seyrediyorum. acı içinde. asıl acı olansa bildiğim bir şey; ne yaparsan yap acı hafiflemeyecek ve hep sürecek.
geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz. ben bir şey göremiyorum. sildim, süpürdüm, unuttum. hani derler ya ‘en iyi hatırladığınız en çok unutmak istediğinizdir’ diye o söze inat unuttum her şeyi. unutmak bir yalan değil asla. ihanet değil. itiraf değil. unutmak yeniden başlamak. hatalardan ders çıkarmak falan gibi salak saçma laflara inana inana büyüdük. ve bir işe yaramadığını defalarca gördük. gördüm. unuttum gitti işte. ne var yani.
size önemli şeyler söylemek isterdim; örselenmiş kalbinizi kahreden kelimeleri peş peşe dizmekten, aşktan, hayattan, dünyayı ardında bırakabilmenin dayanılmaz hazzından.
ama, hayır, buradayım, sizinle birlikte.
ve yazmak için yaşadıklarımı seçtim.
Yaşadıklarımı Seçtim Yazmak İçin
ben denedim. incelikler dünyasından çıkıp ormana dalan bir ayı durumuna düşmeniz an meselesidir. ben düştüm.