Yeni Kadınım Yalnızlığım

Bunca çabuk yitirmeseydik yaşadıklarımızı, çekip gitmeseydi bunca ya da git o halde demeseydim ben, durur muydu acaba? Paylaşır mıydı yaşamımı eskisi gibi yine? Ne zaman başladı bu duygu ya da hep buradaydı da O gidince mi vardım farkına yeni kadınım yalnızlığımın?

yazı resimYZ

Sokaktayım, yürüyorum bir sürü düşünce gelip gidiyor aklıma. Yazdıklarım mesela...Çok istediğim halde başlayamadığım ya da başlayıp da devam edemediğim bir sürü yazım var. Hatta ilk cümlesini iki yıl önce yazıp orada kalan ve sonrası ancak iki yıl sonra gelen ve henüz roman mı olacak
öykü mü tereddüdünü yaşadığım daha doğrusu bilemediğim bir denemem de öyle duruyor yazılmaya başlanmış üç beş sayfa.

Yalnızlığı yazmak istedim çoğu kez yazıp yazmama tereddüdünü yaşadım hep. Hani Özdemir Asaf'ın 'yalnızlık paylaşılmaz paylaşılsa yalnızlık olmaz' dediği gibi. Yazınca büyüsü bozulur mu diye korktum yoksa aslında o ana kadar farkına varmadığım bazı şeylerin yazarken veya başkalarına aktarırken
birdenbire farkına varacak olmam mıydı beni korkutan ya da hiç bahsetmesem zaten aslında yoktular düşüncesi mi? Kalabalığın ortasında, evinde, ailenin veya dostlarının yanında, kendini dinlediğin anda birden beliriveren ve aslında o anda olmaması gereken duyguyu hissediyor olmak mı koyacaktı
bana yazarken, bundan mı kaçmıştım onu da bilmiyorum. Sokakta yürürken bunca kalabalığın arasında birden gelivermişti yine o duygu, birazdan içeri gireceğim evin kapısında da bırakmayacaktı
yakamı ve ne kötüdür ki içeriye girince daha da artacaktı.
Geldim evimin -ne kötü ki evimizin bile diyemiyorum- bulunduğu sokağa. Evim orada duruyor, apartmandan içeriye giriyorum basamakları çıkıyorum birer birer ve anahtarımla açıveriyorum kapıyı. Ne kadar isterdim kapıyı açanım olsun sarılsın boynuma 'iyi ki geldin' desin, içeriden mis gibi yemek kokuları gelsin ya da 'hayatım hadi bugün dışarıda yiyelim' desin kadınım. Giriyorum içeriye... Evim biliyorum mutlu olmalıyım evim olduğu için en azından; ama değilim.
Bunca çabuk yitirmeseydik yaşadıklarımızı, çekip gitmeseydi bunca ya da git o halde demeseydim ben, durur muydu acaba? Paylaşır mıydı yaşamımı eskisi gibi yine? Ne zaman başladı bu duygu ya da hep buradaydı da O gidince mi vardım farkına yeni kadınım yalnızlığımın?
Recep geldi aklıma, çok okurdu, dostumdu; okudukça insanlardan uzaklaştığını kendi kendine ördüğü bir kozanın içine hapsettiğini söylemişti bana üniversitedeyken.
O zamanlar adlandıramadığım nedenini bulamadığım yalnızlık duygumun, çok okudukça, insanlarla konuşacak, hele de konuşacakların okuduklarını paylaşamadığın insanlar olursa, ortak nokta bulamamaktan kaynaklandığını fark ettim. Normal insanların konuştuklarını konuşamıyor veya normal insanlarla konuşacak ortak nokta bulamamak beni o dönemde oldukça yıpratmıştı.

Şimdilerde otuzlu yaşlarımın başındayım ama düşündükçe üniversite yıllarımda da otuzlarımdaydım diyorum ya da şimdilerde onsekizimdeyim hala ve nedendir bilinmez yine kozalar, yine duvarlar örüyorum çevreme. Bu kez olayın okuyor olmakla da çok ilgisi yok. Hatta bu kez duvarlar ve kozalardan daha somut bir şeyler var sanki ya da yok...
O yok çünkü... Bu kez uçurumun başındayım ve dağlara bağırıyorum “hey” diye istediğim sesimin ekosunu almak aslında ama bir yandan da biliyorum karşı tarafta birinin olduğunu ya da
olması gerektiğini. Birden bırak karşı taraftan gelecek "hey"ime "hey"i kendi "hey"im de soğruluyor sanki. Tanrım ne büyük yalnızlıktır bu. Balkona çıkıyorum dışarısı gündüz olmasına rağmen niye bunca kararmış ki...

Ağlıyorum birden hıçkırıklara boğuluyorum -anam öldüğünden beri ilk kez gözyaşlarım böylesine özgür dışarı çıkmak için kaçarcasına uzaklaşıyorlar gözlerimden- yağmur başlıyor anlayamıyorum yüzümü ıslatanın gözyaşım mı yağmur mu olduğunu... Bağırıyorum var gücümle HEEEEEEEEEEEEY... Yok
işte, yine yok, ekom bile yok... Birden bırakıveriyorum kendimi soğrulan sesimin gittiği yöne doğru, düşüyorum, düşüyorum, düşüyorum...

Sonra kan ter içinde uyanıyorum.

Başa Dön