Yeni Osmanlı Çılgınlığı

Ülke ve ulus olarak başımızdaki onca sorun yetmiyormuş gibi, bazı çevrelerin, üstelik de bazı batılı düşünürlerle birlikte, yeniden Osmanlı diye tutturmaları karşısındaki görüşümü dile getirmek istedim. Geçmişte Osmanlı'nın varlığından ne hayır gördük ki, yokluğundan yakınalım.

yazı resim

Amerikan emperyalizminin içerideki uzantısı AKP’ ne yandaş yazarların bir bölümünde, bir süredir Osmanlı konusunun işlendiğini gözlemekteyiz. Orta Doğuda yaşanan acıların dünya kamuoyunda olsun, Türk kamuoyunda olsun yarattığı elemden de yararlanarak geçmişteki Osmanlı dönemine övgüler düzme şeklinde başlamıştır süreç. Ancak konu giderek başlangıçtaki nostaljik niteliğinde kalmamış, günümüzde yörenin gene Osmanlı benzeri bir düzenleme ile huzura kavuşturulabileceği görüşü dahi işlenir olmuştur. Gerek tarihsel yorumlardan, gerekse güncel siyasal değerlendirmelerden bazı insanların ne kadar yoksun bulunduklarına şaşmamak elden gelmiyor. Üstelik bu fikir ve yorumlar, mahalle kahvelerinde sıradan insanlardan değil, yazılı ve görsel medyada yer tutmuş, her biri çeşitli yüksek tahsillerden gelme iddialı kişiler tarafından ortaya atılmaktadır. İnsan, böyle bir akıma tepki vermek istediğinde konunun neresinden başlayacağını şaşırmaktadır.

Her şeyden önce Osmanlı, batmış bir imparatorluktur. Bazılarının ifade ettiği gibi, emperyalistlerin ekonomik sömürüsü ya da askeri saldırısı sonucu batmış da değildir. Hakkında yazılan, yerli ve yabancı, ciltler dolusu araştırmada da belirtildiği üzere, kendi sistemindeki hatalar sonucu batmıştır. Ekonomik üretkenlik ve yaratıcılık yerine vergi ve haraca dayalı olduğu için batmıştır. Fetihlerle sürekli beslenmek zorunda olan bu vergi ve haraç mekanizması, fetihler Avrupalılar tarafından önlenince çökmüştür. Kaldı ki, yerelliği ve yerel hanedanlığı tanımayan Osmanlı devlet sistemi, aşırı merkeziyetçiliği ile yerel gelişmeleri önlemiş, koskoca ülkelerin merkezden yönetilmelerinin yarattığı bürokratik yapı, her türlü israf, verimsizlik ve hırsızlıklarla sürekli yozlaşarak adeta erimiştir. En acı olanı da, --gerçeği buldum- iddiasındaki Osmanlı kendini, yarattığını korumak zorunda hissettiğinden, başta siyasal olmak üzere her alanda koyu bir tutuculuk içine düşmüştür. Bu tutucu idari-siyasi yapı ise, her yüz yıla ayrı bir ad verilebilecek kadar evrimsel gelişme içinde olan, Osmanlı’nın rakibi durumundaki Avrupa ile arasının sürekli açılmasının yolunu hazırlamıştır. Çöküntünün asıl nedeni de bu süreçtir. Evrimsel gelişme dışı kalan Osmanlı ülkeleri, ekonomik, sosyal, bilimsel, teknolojik ve akla gelen her alanda sürekli geri kalmış, bu geri kalış, çöküşe kadar sürmüştür. Osmanlı’nın elinden 19 ve 20 nci yüzyıllarda bağımsızlığını kazanan tüm ulusların, geri kalmışlıklarının nedeni olarak Osmanlı dönemini göstermelerinin nedeni de budur. İşte, -Orta Doğuda yeniden Osmanlı- diye zırvalayanlar karşısında içine düştüğümüz hayretin nedeni bundan kaynaklanmaktadır. Kaldı ki, Orta Doğuda öyle ya da böyle kurulmuş olan devletlerin, bağımsızlıklarından Türklerin yararına fedakârlık edip etmeyecekleri de bu aklıevvel sözde yazarların umurunda bile gözükmemektedir. O ülkeler ki, geçmişteki Arap uygarlığının yerle bir olmasından açıkça Osmanlı düzenini sorumlu tutmakta olup, Türklerden nefret etmeyi adeta saplantı haline getirmiş bulunmaktadırlar. Şimdi, bu tarihsel boyutu burada kesip biraz da güncel politik tabloya değinelim.

Bu alanda gerçek dışı ilk yaklaşımlar, daha birinci Körfez savaşı sırasında başlamış bulunuyordu. Turgut Özal’ın ABD’nin Körfeze askeri müdahalesine Türkiye’nin aktif katkı vermesi ile ilgili kazanç hesaplamaları hatırlardadır. Batı Alemi, Türkiye’nin doğu ve güney doğusunu sürekli tartışmada tutarken ABD’nin bölgede Türkiye’ye hangi çıkarı tanıyacağı hatıra bile getirilmemiştir bu dönemde. O ABD ki, zamanında bölgede bir Ermeni ve Kürt devleti kurulmadığı gerekçesi ile Lozan Antlaşmasını bugün dahi imzalamış değildir. Kaldı ki, ABD’nin Körfez savaşlarını, başta petrol olmak üzere bölge egemenliği uğruna yaptığı, baştan beri çocukların bile malumudur ve siyaset bilimsel olarak başkasının olması da mümkün değildir. Bir ülkenin evlatlarını ölüme göndermesi, yalnızca ülkenin öz çıkarları uğruna olur. Soğuk savaş sonrası ortamda, ABD’nin, gerek Orta Doğu egemenliği, gerekse İsrail’in güvenliği bakımından Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulmasını kararlaştırdığı sır değildir ve kurulmuştur da. Bu çerçevede, Türkiye’nin katkı ve katılımı ne olursa olsun, bu plandan elde edebileceği bir çıkar, ne öncesinde, ne sonrasında söz konusu değildir. Gerek ciddi ABD kurumlarında gayrı resmi mahiyette önümüze konulan ve Türkiye’nin güney doğusunu ayrılmış olarak gösteren haritalar, gerekse başımıza geçirilen çuval, verdiğimiz ya da vermediğimiz katkılarla ilgili olmayıp, ABD’nin yaptığı ve ciddi bir biçimde uygulamaya koyduğu planla ilgilidir. Bundan ötesi kendini, ya da Türk kamuoyunu kandırma denemelerinden öte bir anlam taşımamaktadır ki yıllardan beri yapılan da budur.

Günümüzde Türkiye ve Türkler için tablo, Orta Doğuda büyüme ve yayılma olmayıp, giderek kendini daha fazla hissettiren bölünme ve küçülme sorunudur. Bazı düşünür ve yazarların bu tabloyu yok sayarak, bir Osmanlı yayılmacılığını gündeme getirmeleri, “aç tavuk, kendini darı ambarında sanır” özdeyişini çağrıştırmaktadır.

Yorumlar

Başa Dön