Dışarı itiyor beni bir güç.
Her gece olduğu gibi…
Yavaş hareket eden asansörün kapısı gıcırdıyor, bana bir şeyler anlatırmışçasına. Pek aldırmıyorum, dünyayı aldırmadığım gibi. Zaten apartmanda anason kokuyor, sigaramın dumanıyla dans ediyorlar.
Binadan dışarısı ayrı bir gezegen. Elleri kelepçeli atlar, endişeli ruhlarla volta atıyor karanlık sokağımda. Hiç biri görmüyor kafamda yanıp sönen yeşil ışığı, görmek istemiyor. Robotlar tarafından programlanmışçasına aynılar…
Yürüyorum,
Yabancı karanlıklar beni yeni seslerle tanıştırıyor. Nefret yüklü sevişmelerin iniltileri, hiç âşık olmamış insanların düşleri, karnını kin ile doyuranların hikâyesi…
Sıkılıyorum,
Eh, ben böyle gecelerde bir kadeh şarabın etkisi altında da kalıyorum.
Tanıdık ten yoksulluğu diyorum bu parçalanmışlığa, çakmak kullanmayı bırakıyorum. Ardı ardına yakılan nemli tütünler parçalıyor boğazımı.
Karşıma yüzündeki makyajı akmış, çirkinler kralı bir palyaço çıkıyor, ağlamaklı.
Diyor;
“Ne duruyorsun burada, kafanın içindeki trenler kaçıyor…”