Yüzleşme….

bir insanın kendisi ile yüzleşmesi....

yazı resim

Ölü düşler uyandı gözlerinden akan her yaşta. Yüreğindeki yaraların mühürleri yavaş yavaş kalkerken içini dolduran ızdırap dev dalgalara dönüştü. Yüreğindeki yaraların kindi beklide, belki özlem yâda ne bilinir kurumadığı sevda kaynağıydı beklide derinlerden gelen. Izdırap dalgaları yüreğine koyduğu setleri döverken bedeni günden güne yorgun düşüyordu. Kör bir kaostaydı sanki. Neyi yaşamak istediğini bilmiyordu. Kimi zaman tatlı bir kahkahayla şenlendiriyordu dünyasını ve kimi zamanda bir bataklıktan çıkamıyordu. Günden güne dibe çekilmenin derin sancıları kaplamıştı tüm bedenini. Tüm hücrelerinde var olmanın umudu dolaşırken geçmişin karanlık yanı tüm aydınlıkları yok ediyordu. Ne yapacağını bilmeden dolaşıyordu kimi zaman kimi zamansa doğruları ve yanlışlarıyla savaşıyordu. Kendine verecek cevapları yoktu beklide bekli de ıssızlaşmıştı yüreği yâda kimi zaman nedenlerin beynini kavurduğu çölde taze bir serap görüyordu ansızın. Bedenin yarısı geçmişin karanlık yanınla boğuşurken, o sol yanında yeşeren aydınlığı karartıyordu bilinçsizce. Söylediği sözlerin mi tutsağıydı yoksa yaşadıklarının mı? Yâda hala beynini kurcalayan soru işaretlerinin, beklilerin kıskacında mı yaşıyordu hayatı? Yoksa yaşamak istediklerinin yerini dolduracak bir serüven miydi aklından geçen? Korkuları, yaşadıkları ve yaşayacakları takıldı boğazına. Anlam veremedi. Bazen düşünmeden nere olduğunu, kimde var olduğunu bilmeden mi davranıyordu? Yâda bir yüreğe verilebilecek acılardan sonra en tatlı en güzel günlerimi sunacaktı ona? Suskunluklar, kin ve öfke yüreğindeki sevdayı bastıramamanın yansıması mıydı? Her soruya verdiği bir cevap olduğu halde neden bu noktada tıkanıyordu hep? Neden öfkeleniyordu? En doğru cevabı vermekten mi kaçıyordu yoksa artık bitmiş olanın küllerini avuçlarına alıp gözyaşlarıyla son kez bırakmak mıydı esen rüzgârın yönüne o külleri. Yaşadığı handikapların gölgesinde yaşıyordu sadece. Günden güne omuzlarına binen yük arttıkça ne yapacağını bilmez dolaşıyordu dünyada. İçinde biriken kimseyle paylaşamadığı küçük ve önemsiz saydığı sırları farkında olmadan onu yoruyor ve beklide dipsiz karanlık bir kuyuya çekiyordu. Sol yanında ona aydınlık sunan meşale günden güne bu esintinin mağruru oluyordu beklide. Bilinmezlikler içinde yaşıyordu, ya kazanacaktı kendiyle olan savaşını yada kaybedecekti. Çünkü biliyordu bir insan ancak onun istediği kadar onun dünyasında var olabilirdi. Ve ancak o isterse kurtulabilirdi bu kaybolmuştan.

Karanlık bir gecede güneşin doğuna hasretle, aynada yansıyan yüzüne bakarak düşündü bunları. Elinde cennetin haram kılınan meşhur şerbetiyle. Ve yanan sigarasından çektiği her nefeste yüzünün aydınlanmasıyla utandı kendinken. Yüzleşemiyordu yüreğiyle ve beyniyle yüzleşemiyordu. Kendiyle ayna karşısında bile olsa bunları düşünmek derin bir yara açmıştı beklide yüreğinde. Yok oluyordu bu kör çıkmazda an be an ve yaşadığı dünya ikiye bölünmüştü beklide yâda üçe beşe ona. Bir yanda savruluşlar, bir yanda düzen içi çelişkiler diğer yanda sevdası bir yanda yılların getirdiği acılar ve diğer yanda yarınların aydınlığı. Aydınlık balçıkla sıvanmaz derledi ama ya bu kör çelişkiler içinde iyice balçığa gömülüp yok ederse aydınlığı? Korktu yaşadığı hayattan yada yaşadıklarından veya yaşatacaklarından. Söyledikleri geldi aklına ve nerede hangi koşulda var olduğunu düşündü sebepsiz bir yürekte ve yerini unutup hangi kördüğümde yaşadığını sorguladı anlamsızca. Yaşadığı dünyalar içinde mi kayboluyordu yoksa yâda ayarlayamıyor muydu ince çizgiyi? Ağzından çıkalar bir çığ gibi düşüyordu kimi zaman üstüne ve o ağırlık binince omuzlarına hırçınlaşıyordu derinden. Ve anlamlar yüklüyordu bu hırçınlığa kendi bile inanmıyordu kimi zaman. Boğazı düğümleniyordu gecenin karanlığında ve daha söylemek istedikleri ağır geliyordu beklide. Gözlerini dolduran yaşlar yanağını yıkamaya başladı geçmişin kanayan yaralarıydı beklide bu yaşlar.

Biliyordu yada bilmiyordu sol yanındaki aydınlığı o aydınlığın ateşini kendi elleriyle söndürdüğünü beklide. Beklide böyle yaşamak böyle katlanılmak istiyordu. En katlanılmayacak zamanda bile o ateş aydınlatacak mıydı onu? Belki gerçekten bunu görmek bunu yaşamak istiyordu. Yaşamadıkları, yaşayamadıkları vardı belki gelecek zamanda. Geçmişin sinsi karanlığıyla boğuldu oda. Sevdası geldi aklına bir de geride kalan zaman. Sınırda mıydı yoksa o sınırdan epey bir uzakta bir dünyamı kurmuştu kendine? Cevap veremiyordu bu sorulara. Kadehini dolduran şarap içini yakarken içindeki yanan hasret ve geçmişin külleri karıştı birbirine. Bir girdap oluştu ve çekti onu içine. Gözlerinde sessizce süzülen yaşlar hıçkırıklara dönüştü ve düğümlendi vereceği her cevap boğazına. Sıka bir şerçe misali güçsüz hissetti kendini ezildi yüreği her savruluşta. Beyninde dönen soru işaretleri içinden çıkılmaz bir hal alırken ferini kaybeden o ateş düştü aklına. Ve sonra küllerle karşılaştı yeniden ve ne yapacağını bilemeden kala kaldı bir bataklıkta öylesine çırpınışlar içinde. Ve her çırpınışında uzaklaşıyordu ve her çırpınışında söylediği bir söz sol yanına bulaştırıyordu bu balçığı. Farkında bile değildi o sol yanındaki var olan insana yaşattıklarının.

Geçsin istiyordu onu bu karanlığa iten zaman. Ne geçmiş kalsın nede gelecek kalsın istiyordu beklide. Beklide bir başına mutlu olacaktı. Yüreği sevdalara kitli, acılardan ırak ve yüzünde eksik bir gülümsemeydi tek derdi. Bilmiyordu. Kendine tüm bu soruları sorarken bir cevap bile bulamıyordu kendine verecek. Yorulmuştu, yormuştu bu süreç onu. Acılarıyla yaşıyordu her gün kanayan geçmişin acılarıyla ve göremiyordu aydınlığı beklide. Sıyrılmaya çalıştı bu girdaptan bu bataklıktan ve acıyan bir yürek düştü aklına. Kapkaranlık olmuştu oda ve çökmüştü alacakaranlık şehrin üstüne…. Ve güneş doğacak dedi birazdan ve hayat yeniden başlayacak kaldığı yerden. Bir yanda gelecek, biryanda geçmiş zaman ve hemen elinde hoyratça tükettiğinin farkına bile varmadığı şimdiki zaman. Zamana düşman başladı yaşayacağı güne, yüreğindeki kanayan yaraların lekelerini silerek ve son yudumu içti kadehten. Son sigarasını yaktı kendine acımadan. Ve boğazında düğümlendi kelimeler cevap veremedi sorulara. Yavaş yavaş suskunlaştı her geçen günde ve kendini öldürüyordu beklide her geçen gün. Yâda farkında bile değildi söndürdüğü ateşin.

Acıdı yüreği, derin bir çığlık savurdu dünyaya geçmişten sıyrılmak adına sarılmalıydı belki sevdasına ve ona sunulan armağandı belki bu sevda yaşamalıydı alabildiğine sorunsuz alabildiğine inanç dolarak. Yeniden başladı bir gün kafasında binlerce adı konulmaz sorular eşliğinde ve yeniden başladı bir gün yüreği acıyarak ve geçmişin gölgesinde var olarak. Ama biliyordu aldığı her nefeste içindeki sevdayı beslediğini ve sevdanın hangi noktada olduğunu ama yaşarken savruluyordu işte bir kıyıdan bir kıyıya bir tekne misali. Ve dalgalar dövüyordu kimi zaman hoyratça yüreğinin kimi zamansa usulca dokunuyorlardı yüreğine. Yaşıyordu işte ve yaşadıkça öğrenecekti yaşadıklarının asıl anlamını. Ama ne yüreği güçlüydü bir acıyı daha kaldırmaya nede elindeki tek sermayesi olan sevdasını bir başkasına sunmaya. Yorulmuştu işte. Ve bakalım bu hayat ona hangi hediyesi sunacaktı. Ya süslü bir hediye kutusunda gelecekti acılar ona yada bir kıl çadırda sevdayı yaşayacaktı en güzel tadında… kendine verecek cevabı yoktu ve akıyordu bilinmezlik içinde hayat….

www.hamzaekiz.com

Yorumlar

Başa Dön