|
Çelişkilerle hayatı tüketiyoruz. Zamanın pençesinde kıvranıyor, önümüzdeki kapıları zorlama gereği duymuyoruz. Zamanın bilinçsiz kullanımı, yitirdiklerimizi çok sonraları fark etmemize neden oluyor. Elimizdeki imkan ve fırsatları kaybetme noktasına gelince son çırpınışların bizi kurtaracağını sanıyoruz. Bir türlü bugün beyaz dediğimize yarında beyaz diyemiyoruz. Nesnelere bakışımızdaki bu çelişkili durum, arzu ve tutkuların esiri olduğumuzun ve kendimizi aşamadığımızın en önemli göstergesidir . Arzu ve tutkuların değişkenliği, bizim, hayatımızı üzerine bina ettiğimiz zemini kayganlaştırıyor ve bizi ha bire yer değiştirmek zorunda bırakıyor. Göçebeler gibi, düşünceler ve arayışlar da sürekli yer değiştiriyor, bir türlü içimizdeki isimsizi doyuramıyoruz. Cazibelerin ve değişkenlerin peşine takılıp gidiyoruz. Tutarlı bir tavır sergileyemiyoruz. Bu tutarsızlıklarla günü yaşayamadığımız gibi yarınlar için de yatırım yapamıyoruz. Gündelik hayatın girdabına kendimizi bırakmışız, bu girdaptan kurtulmak yerine oturmuş, eli kolu bağlı, hayattan ve insandan şikayetçi olma psikolojisi oluşturuyoruz. Hayatına müdahale edemeyen, kendini oluşturamamış pasif konumdaki insan hayatı anlamsız şekilde tüketmeye mahkumdur. Bir yerde şikayet etme hakkı yoktur. Sütün içine düşen iki sinek belli bir süre çırpındıktan sonra, güçleri tükenme noktasına gelir. Biri, artık çırpınmanın anlamasız olduğunu, sonuçta öleceklerini, boş yere çırpınmanın faydasız olduğunu söyler ve kendini süt kabının derinliklerine bırakır. Diğeri ise, ölünceye kadar uğraşmak gerektiğini düşünerek, çırpınmaya devam eder. Bu çırpınmalar sonucunda sütün yüzeyinde yağ tabakası oluşturur ve kurtulur...Ve hayat, mücadele etmezsek, emek vermezsek, gözyaşı dökmezsek, yorulmazsak, bize gülen tarafını göstermeyecektir. Bunun aksi mutluluk değil, hayattan bıkmışlık ve monotonluktur, doyumsuzluktur...
|
|