Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
Durana göre ne kadar hızlıysan, koşana göre bir başka kadar yavaşsın ama hep aynısın. Hayat! sende güç diye çırpınanlar, geriye doğru baktıklarında yaptıkları hataların hepsine kaderin oyunuydu diyecekler. Kız arkadaşından pek fazla söz etmedi. Şehirden şehre yolculuk yapan biriydi o. Farkında olmasa da Sercan’dan bir parça vardı yanında. Sercan’a yaptığı psikolojik işkencelerde kulaklarında çınlayan Sercan’ın haykırışlarıydı, eşitlik ve özgürlüktü bilinçaltındakiler. O her şehirden geçişte, o şehirde yaşayan hayal gücü geniş olan erkekler yaşadıkları maddi evrenin onlara veremeyeceği acıları tadıyorlardı. Doğumunun sekiz gün öncesi şehrin en merkezi yerinin az üzerinde bulunan entelektüel takılanların kefe’sinde, hasır tabureye oturup çay içerken elinde Cumhuriyet gazetesini okuyan adamın az ilersindeki sedirde yan yana oturan iyi giyimli, takım elbiseli ceketinin içine gizlediği kısa demir parçasını bir eliyle destekleyen adamın, muhabbet etmeye zorladığı; ayaklarında postallarıyla ve sünmüş kazağıyla duran saçları en az bir haftadır taranmamış, kırmızı çoraplarındaki deliklerin arasından teninin rengi görünen ve bohem takılan kız otobüs yolculuğu yapmayı seviyordu. Sercan’ın gidişinin on beşinci günü esmer saçlarını arkaya topuz yapmış, kot pantolonlu beyaz gömlekli ve burnunun sağ tarafındaki piersing ile dikkat çekici 170 boylarında boyuna göre ideal kiloda genç ve güzel bir bayan buldu beni. Konuşmalarından Sercan’ın kız arkadaşı olduğu anlaşılsa da anlam veremediğim cümleler kuruyordu. Bir mantıksızlık vardı, beni çok iyi tanıyormuş gibi konuşuyordu. Ben ise konuşmalarının karşısında büyük bir şaşkınlık içinde olmama rağmen belli etmiyordum. Her şey için çok üzgün olduğunu, bütün problemlerin 2012 de çözüleceğini ve bunu benim de bildiğimi, bana yaptıklarından sonra acı çektiğini ve benim bu tavrımı sürdürmemin onu çok üzdüğünü söylüyordu. Beni Sercan’ın yerine koymuştu. Onun söylediklerinden dolayı kafamda bazı soru işaretleri oluşsa da, uzun zamandır yaptığım araştırmalardan dolayı onun anlattığı şeylere yabancı değildim ve soru işaretlerini de kolayca çözebilirdim. Bu nedenle susarak bir oyunun içinde buldum kendimi. Harika bir diksiyonu ve etkileyici bir sesi vardı. Onu kaybetmemek uğruna tüm ikiyüzlülüğümle hiç iyileşme ümidi olmayan kronik bir hastayı oynamaya başlamıştım. Ondan gerçekten hoşlanmaya başlamıştım. Benim hallerim onu daha da üzüyor olmasına rağmen acı çekmesine göz yumuyordum. Zamanla acımasızlığı ve bencilliği içselleştirip ve bu şekilde kendimi kabullenmeye çalışıyordum. Ama temelimde adalet duygumla çarpışıyordum. Buna rağmen ona bağlanmam ve onunda benden hoşlanma ihtimali, onunla belirli zamanlarımı paylaşmamın verdiği haz, içimdeki çelişkileri maskeliyor ve beni mutlu ediyordu. Aslında o Sercan’ın arkadaşı idi. Sercan’ın onu hala seviyor olma ihtimali ve onunda aslında Sercan’ı sevmesi ona karşı duyduğum aşk ve nefret duygularını körüklüyordu. O benden başkasına ait olamazdı. Ait diyorum, ne kadar bencilim. Aslında kimse kimseye ait değildir. Her geçen gün o acı çektikçe ben mutlu oluyordum. Peki, ben neyin peşindeydim? Ben böyle bir insan mıyım? Beni ne bu hale getirmişti? Aşk mı? Peki, Aşk nedir? Tarihe şöyle bir baktığımda; Mevlana, Karacaoğlan, Aşık Veysel, Emrah, İbn_i Sina... Onlarcasını arayışa iten, kimini ilahi aşka kimini kara sevdaya kimini bilim aşkına iten sebepler vardı. Einstein, Hawking gibi bilim aşkı ile dolu insanları anlayabiliyordum ama Aşk neydi? İnsanların vazgeçemedikleri ve anlam verme gereği duymadan kendilerini teslim ettikleri bir olgu. Ruh eşim benim tavırlarıma dayanamayıp gittiğinde Sercan’ı tekrar buldum. Aslında ona ulaşmamın tek yolu Sercan’ı bulmaktan geçiyordu. Sercan bu sefer konuşmaya gönüllü gelmişti. İnsanların kavrayamadıkları çok şey olduğunu söylüyordu. Bu günkü düşünce sistemleriyle bunu kavramaları güç diyordu. Ben ikiyüzlülüğümü bile açıkça ifade edebilirken başkaları bundan pozitif yönde pay çıkartabilir. Başkalarının hatasını görmeleri insanlara hata yapma hakkı vermiyor. Oysa insan ikiyüzlü idi. Peki herkes birbirlerinin düşüncelerini okumaya başlayınca ne olacak? Kısa bir kaos ortamından sonra insanlar gerçekleriyle yüzleşecekler. Sercan’ın söylediğine göre, üç uzam ve bir zaman boyutunun dışında yedi boyut daha vardı. Evren 11 boyutlu olduğu halde koşullar ancak üç uzam boyutun açılmasına olanak tanımış ve diğer yedi boyut evrenin her zerresinde açılmamış halde mevcuttu. Sercan parkta paralel evrendeki eş izi ile iletişime geçmişti. O eş iz de bendim. İnsanların onu anlayamama sebebi ise, bu tür kavramların sağduyuları ile çeliştiği için akıldışı bulmaları idi. Oysaki bazı teoriler, akıldışı görülen fenomenlerin açıklanabildiği gerçeği insanlar tarafından anlaşılmaz görünüyordu. Eş izlerimizin bulunduğu paralel evrenler vardı ve yüksek enerjili foton kuşağına girme aşamasında iken insanlar ’her şeyin teorisi’ ni yakın bir gelecekte daha iyi anlayacaklardı. Sercan’ın gözleri kilo ile satın aldığı bilim dergilerindeki yazıları sünger gibi çekmişti. İyi bir okuyucu olduğu kadar iyi bir aktarıcı idi. Onu başta ukala bulmama rağmen anlattıkça ikna olmaya başladım. Fikir olarak da hoşuma gitmeye başlamıştı. Çocukluğumda otomobil tasarımcısı olmayı hayal ederdim. Belki paralel evrenlerden birindeki eş izim bu mesleği yapıyordu. Belki de paralel evrenlerden birinde eş izim ruh eşimle mutlu bir hayat sürüyordu. Sercan hayatın akışına kendini uydurmayı başaramayan her zaman boyunu aşan iddialarla ortaya çıkan biriydi. Kendini başkalarına anlatma şansı da yoktu. Onun yok olmasına hiç üzülmedim. Tüm bencilliğimle şu an öyle mutluyum ki anlatamam. Benim izin vermediğim hiçbir şey beni üzemez. Ondan çok şey öğrendiğimi kabul ediyorum, ama o bunları bir görev olarak görüyordu. İnsanlığa karşı sorumluluklardan falan bahsediyordu. Madem öyle, bana öğrettiklerinden ve miras bıraktıklarından dolayı hiç de borçlu değilim. Doğduğum evrendeki yaptığım tercihler benim tercihlerim değildi. Öyle olsaydı Sercan parkta benimle değil bir başka eş izi ile iletişime geçerdi. Yaşadıkları Sercan’ın tercihleriydi. Sercan’ı ömrüm boyunca taşımak zorunda kalacaktım. Ondan sonsuza dek kurtulmam lazımdı. O Ruh eşimi terk etmişti ve sevmiyordu. Sercan’ın ona öğrettiği değerlerden bahsedip duruyordu. Sercan’a yaptığı işkencelerde, Sercan’ın haykırışları bilinçaltına işlemişti. O farkında olmasa da Sercan’ı terk ederken içinde Sercan’dan kalanlar vardı. Benim Sercan olmadığımı anlayınca beni de terk etmişti. Bencilliğimle ben, Sercan’ı çoktan öldürmüştüm. Yapmam gereken Sercan taklidi yaparak tüm bıraktıklarına sahip çıkmaktı. Sercan yaşamıyor artık. Ondan geriye işte bu yazdıkları kaldı. BİTTİ.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Taner SARGIN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |