Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
“Burası insanların sustuğu, mermilerin konuştuğu, güllerin yerine barutun koktuğu, ırmakların yerine kanların aktığı, kuşların uçmaya, kurtların yaşamaya korktuğu Gabar Dağlarının tam ortası. Şırnak Beytüşşebap’tır burası. Batıda şafak sayanların değil, tezkereye bir gün kala şehit olanların yeri” Yavrum... Nasıl da şiirsel dillendirmiş... Anası, kabına sığmaz, dizgine gelmez korkularını evren kadar sınırsız sevgisiyle örtüp uğurlamıştı Onur’u. “Vuracaksın!” dediler Türk çocuğu, üniformalı Onur’a, “Vuracaksın!”... “Vatan için ölecek, öldüreceksin” dediler. Öldü. “Vuracaksın!” dediler, poşusunu burnuna kadar sarmış Kürt çocuğu Reşo’ya, pusu kurup “Vuracaksın!”... “Bu vatan senin, bağımsız olmalı, vuracaksın!” dediler. Vurdu öldürdü; tepesine yağan bombalarla yandı, kavruldu, öldü. Ve analar ağıda durdu... Durmadan durmadan çoğalan ölülerin evlerinde bitmeyecek ağıtlara durdu analar... Öfkeler bilendi de bilendi, kınına sığmaz, öldürmeye doymaz, kana aç bıçak oldu. Çünkü ölüler, öyle çoktu, öyle çoktu ki... Onurların tabutları geldi dizi dizi, sayısız tabut... Namazlar kılındı, dualar edildi, “Kanı yerde yerde kalmayacak” dendi. Reşoların tabutları gelmedi. Ama antlar içildi. Onun da kanı yerde kalmayacaktı. Her yer kan ve barut koktu. ................. “Lanetler üstüne olsun” mu diyeyim sana, oy benim “Sana ne, otur keyfine bak” diyemeyen aklım ve yüreğim?... “Çeneni tut, sus!” desem susmaz, “Dur! ” desem durmazsın... Ben sana ne diyeyim? Aklına ve yüreğine koymuşsun şu modası geçmez, insanlığın kadim özlemi bir büyük ütopyayı. “Özgürlük, eşitlik, adalet, barış” demişsin. Demişsin de başına gelmedik kalmamış, susmayı öğrenmemişsin. ................. Tut ki doksan yaşındayım. Şimdi modası geçmiş denilen cumhuriyetin okul görmüş bir çocuğuyum. Yıl 1968’di... Dedim ki: Bu iller... Doğu ve Güneydoğu illeri. Açtır; yolsuz, okulsuz, eğitimsiz, topraksızdır. Toprak verin işlesinler. Fabrikalar kurun, üretsinler. Okullar açın, ağanın, şeyhin şıhın zulmünden kurtulsunlar. Dinlemediler. Sonra yatırım yapılsın, dediler, paralar verdiler. Verdikleri paraları şeyhlerle, ağalarla üleşip mezralara değil de Marmara kıyılarına yatırdılar. Hepsinin çocukları yurtdışında okudu, uzun kuyruklu Chevroletlere, Buicklere, Cadillaclara bindiler. Marabalar, mağaralarda, tezekle örülü damlarda yaşadı ve şeyhin, ağanın eline bakakaldı yine. Ben böyle derken, 6.Filo geldi limana dayandı. Meyhaneler ve kerhaneler güzelce boyandı, süslendi. “Kovalım şunları” dedim. Gelişleri hayra değil. Dedim de karşımda kimleri gördüm?... Barış gönüllüleri geldi, Anadolu’ya yayıldı, baş üstünde ağırlandı. Dayanamadım, bari ben gideyim Doğu’ya, dedim. Köprüler, yollar, okullar yapayım imece usulü. Öğretmeni olayım dil bilmez çocukların... Taylan, Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, Sinan, Ulaş, İbrahim, Harun ve nicesi oldum, düştüm yollara. Vuruldum, kırıldım, öldüm Kızılderelerde, Nurhaklarda, Ovacık mezralarında, ucu ilmekli iplerde... İşkencelere uğradım, volta attım mapusanelerde. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, Vaşington’da, Pentagon’da işlenmiş apoletler ve melon şapkalarla vura vura yok ettiler beni. Mamak, Metris, Gölcük ve diğerleri pek kötüydü ama ille de Diyarbakır Cezaevi... Neler yapılmadı ki... Öfke birikti, öfke acıktı kana, Fırat’ın boylarında, yakıp yıkılan dağ köylerinde, mezralarda, mağaralarda, tezek kokulu damlarda... Öfke acıktı kana, abisini, babasını, ablasını bulamayan çocuk gözlerde, çocuk yüreklerde... .............. 1973 sonrasıydı. Bir uyanış başlamıştı ülkemde. Grev çadırlarında davullar çalınır, türküler söylenirdi. Üniversitelerde, ülkedeki eşitsizliğe, yoksulluğa, adaletsizliğe karşı direnişler başlamıştı. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde, Hitlervari kamplarda ve Işıklı kamplarda eğitilmiş genç Anadolu çocuklarını sürdüler kardeşlerinin üstüne. Arkalarında koskoca devlet vardı ve hak arayan kim varsa komünistti, katli vacipti. Diğerleri de silahlandılar sonra, vurdular birbirlerini kardeşler, kırdılar geçirdiler. İki taraftan ölenlerin bedenlerinden, aynı silahtan atılmış kurşunlar bile çıktı. Bir silah, karşıt iki elde tetiği nasıl çekerdi? Soru yanıtsız kaldı. Elbette ölenlerin çoğu, arkalarında devlet olmayanlardı. 1977’de davullar zurnalarla kutlanan 1 Mayıs, kana bulandı birden. Otuz dört ölü. Ve Kahramanmaraş, Çorum, sonra Sivas... Aydınlar, gazeteciler, işçi önderleri, profesörler vuruldu. Kemal Türkler, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Kutlar, Tütengil, Kaftancıoğlu ve nice aydın, nice genç... .......... 1968’lerde, Ankara’da Mülkiye öğrencisiydi Apo. Birden ortadan kaybolduğu söylendi. Apo ortaya çıktığında Apocular adlı grup, önce, ilerici Kürt öğretmen Mehmet Çakmak’ı vurdu Lice’de. Çakmak, sevilen, sayılan, dinlenen Töb-Der’li bir öğretmendi. Sordum, kim bunlar?: Yeni bir devrimci grupmuş, sosyalistmiş onlar da... Dedim ki: Bu işte bir gariplik var. Zaten gariplikler de artmıştı iyice. .............. 1985 sonrası... Sovyetler dağıldı. Dünya dengeleri alt üst oldu. Meydan ABD’ye kaldı. Binlerce yıllık sömürü deneyimiyle, yetmiş yıllık sosyalizmin hemen başedemeyeceğini bilmez mi dünyanın doymak bilmez aç kurtları? Planlarını çoktan yapmış, sonuca varmışlardı işte. Sürüldü piyasaya, bol petrol dinarları, beyaz elbiseli, cakalı, agelli Arap kralları, şeyhleri... Pakistan ve Afganistan mollaları... Halkları inleten diktatörler, hepsi emre amade... Dünya egemenine kim karşı koyabilir artık? “Hayır” derlerse eğer, diktatörlükleri, krallıkları, şeyhlikleri alaşağı oluverir. Ne iktidar kalır, ne İsviçre bankalarındaki çil çil paralar, ne de çokuluslu şirketlerdeki ortaklıklar... Olup biteni dünya halkları anlamasın diye ne yapmalı? İyice uyutmalı. Afganistan’da yetiştir esrarı, geçir Anadolu’dan, işle Avrupa’da, yay dünyaya. Porno ve Holivut endüstrisini, bol gürültülü müziği eklemeyi de unutma sakın, zıplamaktan bitap düşsün gençler. Tek tip düşünce, bol uyku. Körükle de körükle de. İnsan bu... Alan razı satan razı. Diğer yandan, kapıştır İran’la Saddam’ı, sat silahları. Sür Saddam’ı Kuveyt’e, o bahaneyle kur yeni üsleri, iyice yerleş. Çekiç güçler, 36.paralel, ordular, bombalar derken Saddam’ın hakkından gel, çöreklen Irak’a. Babil’den kalma tarihi yağmalarken, gözün ille de petrolde. Ivır zıvır sektörlerde de Türk şirketleri at koştursun. Dinarla Türk lirası, doların denetiminde ortak olsun, böylece gerektiğinde Türkçü, gerektiğinde Kürtçü olurlar. Elbette sen hangisini uygun görürsen. Petrol şirketlerine el koyuver, Aşiret reislerine pay ve paye vermeyi de unutma ki örnek olsun dört bir yana. Anadolu’nun, İran’ın, Suriye’nin Kürtleri, bu yeni doğan uydu devletlere özensin, örnek alsın. Onlar, uyuşturucuyu Anadolu’dan geçirip bol para kazanır ve bağımsızlık sevdasıyla tutuşurken, biz de hepsine silahları satalım, paraşütlerle atalım, paraya el koyalım. Para peşin ya da veresiye olsun varsın... ............. Suyun başında birileri zenginleşirken durmadan öldü çocuklar... Durmadan öldüler, öldüler, öldüler... Öldük. Ama şu Anadolu yok mu, o Anadolu? Bu coğrafyada, 1923’te dünya egemenlerinin çıkarlarına, çomak sokan bir topraktır o. Ortadoğu halklarını uyutur gibi uyutulmaz ki Anadolu halkı... Mustafa Kemal’den başlayalım işe, çullanalım üstüne. Zaten Nato’ya girdikten sonra ve darbe üstüne darbe yapılırken, onun, bol bol kullanılıp iyice aşındırılan adını, saygınlığını da yok etmek zor olmasa gerek. Bol bol putlaştırıp, özünden çoktan uzaklaştırmıştı darbeci yandaşlarımız... Sağolsunlar... Onun, isyankâr, bağımsızlıkçı, bilimci yanını çoktan unutturmuşlardı. Her devrimin hatası vardır. Hatasız devrim yoktur. Biz, hatalarına hata ekleyelim, yalan üstüne yalan katalım, un ufak edelim cumhuriyet devriminin son kalıntılarını da... Yarım yamalak gelişmiş bilimsel kafayı yok edelim; devrimleri, yapıldığı çağdan koparıp bugünün kafasıyla eleştirelim; işe yaramaz hale getirelim. Koyalım yerine yeşil kuşağın ılımlı İslamını, hoşgörüyle baharatlayıp sunalım. Okullardan önce gelmeli Kur’an kursları. Önce yüce dinlerini öğrenmeli çocuklar. Ama yüzlerce yorum içinden yalnız bizim istediğimiz yorumla öğrenmeliler ki, kafaları karışmasın, sapmasın sapıtmasınlar. Kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez. Dolarlar, dinarlar ne güne duruyor... Toplarız Anadolu çocuklarını, yatılı okullara, kurslara, yeşile boyarız beyinlerini. Toplumun üstüne ölü toprağı serptin say gitsin... 12 Mart’ta, 12 Eylül’de iyice korkutup ürküttüklerimizi de yanımıza katalım, tek koro kuralım, inandırıcı olsun. Pek özledikleri demokrasi, insan hakları falan dedik mi kanıverir onlar. İşbirlikçilerine, işte böyle buyurdu dünya egemeni ve yanındakiler. İzledim, izledim... Okudum, okudum... Düşündüm taşındım... Tartıştım durdum... Sonunda, ben böyle anladım Onurlarla Reşoların, kan ve ölüm kokan, bitmeyen acılı öyküsünü. Kan gövdeyi götürürken, görmedim, duymadım, sustum, diyen üç maymunun ruh halini, işte böyle algıladım. Özetin de özetini verip size de aktarayım, dedim. Bok yedirilen Yeşilyurt köylülerini unutuyordum. Eruh-Şemdinli- Bingöl- Çukurca-Dağlıca katliamlarını... Öldürülen bebekleri... Ve faili meçhulleri... Vedat Aydın, Musa Anter ve nicesi... “ Başka bir çözüm” dedikleri için faili meçhule giden subayları unutuyordum: Bahtiyar Aydın, Eşref Bitlis, İsmail Selen, Rıdvan Özdenler... Faili meçhullere imza atıp, sonra konuşmaya kalkan Cem Ersever... Sonra, Avrupa ülkelerinde, bir bakıyorsun el üstünde tutulan, bir bakıyorsun basılan Kürt derneklerini unutuyordum. Yakın dostumuz yüce ABD ile süregiden, (uydulu muydulu) yüksek teknolojik işbirliğine rağmen nedense bazen hedefi şaşıran kobralar, bombalar, roketler... Karışan koordinatlar... Ölen askerler... Yanıp yıkılan köyler... Göç, göç, göç... Kentlerde, ellerinde kâğıt mendil, eteğine yapışan çocuklar... Tinerciler... Artan fuhuş... İşte ben, olan biteni böyle algıladım, size de anlatayım, dertleşeyim, paylaşayım, dedim. ............. Dedim ki Türk ve Kürt kardeşlerime: Sanki, ipler çeşit çeşit ama bir kuklacının iki elinin parmaklarında. Yanında yardımcıları, içerde işbirlikçileri var gibi. Derdimiz, kuklacı, yardımcıları ve kuklalar olmalı. Perdenin arkasına bakalım, şu işi çözelim, ipleri keselim. Dediler ki: Vayyy... Sen de Kürtçü oldun ha... Dediler ki: Vayyy, laikçi Kemalist budala... Dünya konjöktürü değişti. ABD dünyanın efendisi. Ezilen halkların talepleriyle efendinin taleplerinin çakıştığı noktaya gelindi. Tarihin bazı dönemlerinde, olur böyle şeyler... Vayyy, şoven milliyetçi... Ezilen halkın kurtuluş mücadelesine dil uzatmak haaa... Dedim ki: O nasıl bir noktadır ki ezenle ezilenin çıkarları bu kadar kesişir, çakışır? Ya Türklerin ezilen kesimleri? Dünyanın ezilenleri?... Hani yani, ezilenlerin birleşip de tüm ezenlere, yani şöyle hep birlikte....... Dediler ki: İki ezilmeyi bir tutmaya utanmıyor musun? Diktatörle muhalefeti aynı kefeye nasıl koyuyorsun? Dedim ki: Kabul, Kürt kardeşlerim daha çok ezildi. Ama kurtuluş hareketi dedikleri hareketin önünde yine güçlü ağalar, aşiretler var. Kendilerinden başkalarına, diğer ezilenlerin seslerine karşı sağırlar. Töre töre diye doğranan kadınlar da pek umurlarında değil, töreler de... Aşiretler de umurlarında değil, aşiret bağlarının getirdikleri de... Sağlık, eğitim sorunları ve pek çok eşitsizlik de umurlarında değil sanki... Bizler, “Hangimiz daha çok ezildik?” diye tartışıp dururken, bölüp parçalarsak birbirimizi, ufak ufak ayrıştırırlarsa hepimizi, topraklarımızı, küçük küçük lokmaları, efendiler birer birer yutmaz mı? Bakın Kuzey Afrika’ya, madenler uğruna Somali ve Sudan’ın düştüğü hale bakın. Mısır’a, Yemen’e, Libya’ya bakın... Tepe tepe kullanılıp atılan diktatörlere, yerlerine gelenlere/getirilenlere bakın. Çizilecek yeni sınırları düşünün. Özlediğimiz dünyaya mı gidiyor bu yol? Dediler ki: Seni gidi eski kafalı seni... Yeni dünya düzenine, globalleşen dünyaya aklın ermiyor bir türlü... Sesini kes, otur oturduğun yerde... Hımmm... Yoksa... Dedim ki: Bu dolaşık, süslü laflarla ikna olamıyorum nedense. Amma, aklı ermez bir eski kafalıysam da anayım ben ana... Tut ki aklım erdi, ana yüreğimi ikna edin kolaysa... Kulaklarımı tıkayamam, evlerden yükselip arşa vuran anaların ağıdına... Tıkayamam... Oy ve iktidar uğruna yapılan açılımlara da güvenemem, kapalımlara da... Evlatlarını yitiren ve yitirecek olan tüm Türklerle Kürtler!... Hep birlikte el ele vermeyince, bugün Kandil’e yağar bomba, yarın kentlerde patlar... Çünkü, bu topraklarda otuz yıldır süregiden pis bir kısır döngüdür. Aralayalım perdeyi, ardındakileri görmeye çalışalım. Bitmez tükenmez ağıtlara duran Türk, Kürt tüm anaların çığlığını duyalım artık, duyalım!... Susarsa, ancak böyle susar silahlar... 18.08.2011 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |