Fırtınalar insanın denizi sevmesine engel olamaz. -Maurois |
|
||||||||||
|
Konuşurken sıksık verdiğim ama henüz hiç yazmadığım bir örnek vardır. Belki biraz sizinle birlikte gitmeliyiz konunun üstüne. Bazı sorular soralım. Siz de kendi içinizde biraz durup yanıtlayın. Diyelim ki genç bir doktorsunuz. Bir hocanız var. Onun yanında, onun muayenehanesinde çalışıyorsunuz. Kapıda da zaten hocanın adı yazıyor. Bazı hastaları siz görüyorsunuz. Muayene sonrası hocanızın odasına gidiyorsunuz.Hastanın durumunu, düşündüğünüz teşhis veya teşhisleri, yapmayı düşündüğünüz incelemeleri ve nihayet uygulamayı düşündüğünüz tedavi olasılıklarını hocaya anlatıyorsunuz. O da size “bu doğru, bu yanlış, şunu yap, bunu yapma” gibi şeyler söylüyor ve siz de buna göre harekete geçiyorsunuz. Şimdi ilk soru: “Siz bu tarz bir çalışmada özgür müsünüz?” (Şöyle sessizce bir düşünün.) Hayır, değilsiniz. Çünkü istediğiniz kararları verip, istediğiniz biçimde uygulayamazsınız. İkinci sorumuza geçelim: “Siz bu tarz bir çalışmada sorumlu musunuz? Yani hastanız zarar görse sorumluluğu size mi ait?” Hayır, sorumlu da değilsiniz. Sorumluluk kapıda adı yazan ve tüm kararları alan hocanıza ait. Peki siz artık deneyim kazandınız, artık hoca sizsiniz, muayenehane de sizin ve kapıda da sizin adınız yazıyor. Bu kez hastanızın teşhisini, yapılacak incelemeleri ve en nihayet seçilecek tedavi protokolünü siz belirliyorsunuz. Hatta uyguluyorsunuz. Soru yine aynı: Özgür müsünüz? Evet, tam anlamıyla. İkinci soru da aynı: Sorumlu musunuz? Evet, dibine kadar hem de. Özgürlük ile sorumluluk meselesi ne yazık ki hep yanlış biçimde okunur. Özgür olmak sorumlu olmak demektir aslında. Ve ancak sorumluluğu alan birey özgür olabilir. Sorumluluk, karar almak ve kararın sonuçlarının hazzını yaşamaktır. Yukarıda verdiğim örnekte ancak sorumlu olduğunuzda hastanın iyileşmesinin getireceği mutluluğu, onuru veya hazzı yaşayabilirsiniz. Geçen hafta sadece hazza dönük anlamsız bir özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu anlatmaya başlamıştım. Bir örnek daha verelim. Diyelim ki ben 15 yaşındayım. Babamın arabasını çaldım, sonra da bir kaç şişe bira içip gidip başka bir arabaya çarptım. Karakola alındım. Babam geldi, beni oradan çıkardı, eve gelince de bir güzel patakladı. Ben bunu yine yapabilirim. Şimdiki Cem’e bakalım. Kendi arabamla kafayı çekip aynı şeyi yaptığımda artık karakolla, mahkemeyle uğraşacak olan da benim, rezil olacak olan da benim. Oysa ben şimdi çok daha özgürüm. Hatta bir babam bile yok. Bilenleriniz çoktur. Suçlular bir taraflarıyla yakalanmak isterler. Ya da henüz bir ergenken annenizin yanlış bulduğu bir şeyi yaptığınızda bir biçimde ona anlatırsınız. Aslında azar yiyecek olsanız da onay almaktır yaptığınız. Onun bilgisi dahilinde olması, bir biçimde sorumluluğunuzu azaltmaktadır. Bir yetişkin olmak, özgür olmaktır. Bir yetişkin olmak, aynı zamanda özgürlüğünün sorumluluğunu almaktır. Bir yetişkin olmak, onay gereksinimi içinde olmamaktır. Şimdi yapmamayı veya yapmayı seçtiğiniz şeylere bakın. Gerçekten seçiyor musunuz? Hissettiğiniz veya hissetmekten ölesiye korktuğunuz suçluluk duygularınıza iyice bir bakın. Onay alamayacağınızı düşündüğünüz şeylerle de iyice bir göz göze gelin. Özgür müsünüz? Sorumlu musunuz? Yetişkin misiniz? Lars von Trier’in Dogville filminde aniden özgürleşen kölelerin, özgürlüğün getirdiği sorumluluk karşısında yaşadıkları garip dinamiğin işlendiği bir bölüm vardır. Film sadece bunu anlatmaz ama bunu da anlatır. Köylerde ihtiyar heyeti ya da meclisi vardır bilirsiniz. Pek çok insan sanır ki bu heyet yaşlılardan oluşur. İhtiyar, seçmek, tercih etmek yani karar vermek demektir. Sarhoş olup suç işleyen birinin cezası azalmaz hatta artırılır. Buna ihtiyari sarhoşluk denir çünkü. Bu yazının sonunda kendi kendinize düşünmeniz için suyunuza bir taş atmak isterim. Sorumluluk kelimesinin katmanlarının hepsini birden geçip, asıl sorumluluğun ne olduğuna bir bakalım diye. Çünkü ben, istemediğiniz halde yaptığınız bayram ziyaretlerine, mutsuz olduğunuz halde sürdürdüğünüz ilişkilere, sırf kendinizi suçlu hissedeceksiniz diye evet dediğiniz şeylere “zorumluluk” diyorum. Uydurdum bu kelimeyi. “Bir tane” olan, “tekrarı olmayan” tek bir hayatım olduğunu fark ettiğimden beri böyle diyorum. Ana sorumluluğuma bakmak istediğimde, gözümü kapayacağım son anı düşünüyorum. “Vay be bir taneydi ve işte bitiyor. Ben ne için, kim için ve nasıl yaşadım?” sorusuna iyi bir yanıt verebilirsem hayat sorumluluğumu almışım demektir. İşte o zaman öldüğüm için değil, ölmek üzere gözümü kapatabilirim, koca bir gönül ferahlığıyla. Okuyanus- 1.Baskı istanbul Şubat 2011 Sf:53-54-55-56 Kendine Bakma Kitabı – Cem Mumcu Kafesin Güvenliği! Kimi ruhlar çarmıha gerilidir. Kadim yaraları yüzünden yeniden ve yeniden gerilirler her iki koldan birer çiviyle. Birisi paslıdır çivinin. Onu çıkarmak hem zor hem acılıdır. İki kolun asıldığı ve ruhu geren; gerdikçe çatlatan bu çarmıhın çivilerinden biri arzu diğeri gereklilik; ya da biri aşk öteki onaydır çoğu zaman. İçin için yansa da istediği yöne meyletmek için öteki paslı çivi tutar biteviye. Birini koparmalı, birini sökmelidir. Yoksa daha fazla dayanamayacaktır. Sökülmeye aday olan taraf çoğu zaman yeni çividir. Arzu çivisi, onay çivisinden daha kolay sökülüp atılır. Daha az korkutucudur onu sökmek. Kendini yok etmek de olsa daha az suçluluk vardır o yanda. Eski esarete boyun eğmek yine de çarmıhtan kurtulmak olacaktır çünkü. Ve fakat yeni bir çarmıh daha vardır: Nasıl yapmalı? Sorumluluk almadan, suçluluk hissetmeden… Kendini yok etmek isteyen, bunun da bulur bir yolunu. Bilir, öğrenmiştir çünkü paslı taraftan bunu yıllar boyu. Hataya zorlar ite kaka taze tarafı. Böylece kendi yapmamış olacaktır olanı biteni; kendi almayacaktır ne suçu, ne de sorumluluğu... Aslında ortada tek çivi vardır. Geçmişin çivisi… Hiç kopamadığı… O yüzden yerleşemez ruh yeni bir eve, yeni birine, yeni bir “biz”e. Ne kadar yerleşse o kadar çarmıh olacaktır. Bilir bunu içten içe… Geçmişin bilindik acısından daha ağır ve fazla gelir özgür ve sorumlu olmanın acısı zira. İstemese de, istemediği yerde olsa da, istemediklerini yapsa da daha az korkuludur bilindik boyun eğiş ve tanıdık pranga. Zaten yeni olan tarafta da aranan bağlılığın, güven ve aidiyetin aynı zamanda ruhu bağlayan, kıskıvrak eden iplere döneceğinden de korkmaktadır. Kadim olan eski acı ise bilindik olandır aynı zamanda. Zaten hep acıyan, hiç durmadan acıyan… Dahası “ya çivisiz kalırsam?” der ruh. Kendi özgürlüğünden de korkar çünkü. Sınırlarını hep başkalarının koyduğu bir yaşamdan çıkarsa kendi sınırlarını koyamayacağından korkar. İlle de bir çivi ister koluna, kendi sınırsızlığından ürktüğü için. Çivi acılıdır. Ama güvenlidir. Çünkü o karar verir, orada durmasına kanata kanata da olsa. “Ya özgür kalırsam?” diye korkar. “Kendim karar vereceğim nerede olacağıma ve de ne yapacağıma.” “Ve o zaman katlanacağım sonuçlarına.” Çünkü bilir ki özgürlüktür aslında sorumluluk gerektiren. Çivi sorumluluk değil zorunluluktur zira. Karar gerektirmeyen bir esarettir. Ne itiraz ne talep vardır orada. Sadece bir kafesin güvenliği ve birkaç tane yem… Okuyanus- 1.Baskı istanbul Şubat 2011 Sayfa:77- 78 Kendine Bakma Kitabı - Cem Mumcu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Didem Duruöz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |