Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes |
|
||||||||||
|
Eskiden ırkçı “faşistler”, Kürt devrimci ve demokratlarını aşağılamak için; “Ermeni dölü”, “Moskof” vb. yakıştırma söylemler kullanırlardı. Sayın Erdoğan da, tutturmuş ikide bir, “onlar Zerdüşt’türler” söylemiyle aynı ırkçı ve köhnemiş politik ahlakı sürdürmeğe çalışıyor. Aslında bu tür söylemleri bir başbakan söyleyebiliyorsa, başta Kürt gençleri olmak üzere, her halktan tüm gençler, ilgili inançlara ve halklara hakaret olan bu terimlerle ilgili, eleştirel bir metotla tarihsel bir araştırmaya girmelidirler. Araştırmalarının sonucunda göreceklerdir ki, Ermeniler ve Kürtler, bu bölgenin en kadim halklarındandır; belki Türkler Orta Asya’da bile tarih sahnesine çıkmamışlarken bu halklar, bu bölgede otantik olarak yaşıyorlardı. Birinin veya birilerinin dini inancı gereği Zerdüşt olması, kimi niçin gersin ki? Herkesin din ve vicdan özgürlüğü hakkı olması gerekmez mi? İnançlar üzerinden insanları aşağılamak, kime, ne faydası olabilir ki? Ortamı germekten ve saygısızlık üretmekten başka!.. Hiçbir halk, aşağılanmayı hak etmiyor. “Moskof”, dedikleri de şimdiki Rusya’nın başkenti olan Moskova şehri kast edilip, dönemin dünyasında, emperyalizme karşı, kendince alternatif bir süper güç olan SSCB’nin de başkentiydi, diye hakaret anlamında, karşıt güçlerce kullanılıyordu. Bunlar, hakarete konu olmamalıydı aslında, belki kıskanmaya konu olabilirdi. Dönemin emperyalist, kapitalist, faşist rejimleri ve yandaşları kendi muhaliflerine olan tahammülsüzlükleri nedeniyle, aklı sıra böyle bir aşağılama yolunu tercih ederek, onları alt etmeyi umuyorlardı veya kendilerini ancak böyle kandırarak, statükocu gerici fikirlerinde tatmin olabileceklerini düşünüyorlardı. Şimdi de, aynı mantık yaklaşımıyla, Sayın Erdoğan, çözmek istemediği Kürt sorununu, PKK’nin(veya Apo’nun) şahsında terörize etmeği amaçlayarak, beş bin yıllık Zerdüştlüğü, günün keşfiymiş gibi ortaya atmaktadır. Bilerek veya farkında olmayarak Zerdüşt dininin günümüzde ve bölgemizde yaşayan mensuplarına da hakaret etmiş oluyor. Bir başbakana yakışır mı bu tavır; üstelik o, bu ülkeden yaşayan Zerdüştîlerin/Ezdîlerin de başbakanı olmak durumundayken!. Yoksa o, kendi ülkesinde yaşayan halkları ve dinleri bilmeyecek kadar, kendi ülkesine yabancı mıdır? Neden kendi atalarının dini (hayvan totemlerine tapınma dini olan) “Şamanizm” ile PKK’lıları suçlamıyor da, Zerdüştlükle suçluyor? Çünkü, Zerdüştlük Kürt orjinli bir din olup, mensupları, Ezdilik adı altında ağırlıklı olarak Güney Kürdistan başta olmak üzere, bölgemizde ve diğer parçalarda hâlâ yaşamaktadırlar. Amaç Kürt orjinli kriterlere saldırmaksa, anlaşılan, PKK işin bahanesi ve kılıfı oluyor. PKK’lılar, bu toprakların insanlarından oluştuğuna göre, onların aileleri kendi çocuklarının dinini bilmezler mi ki, Sayın Erdoğan’ı referans alsınlar? Onların içinde Ezdî Kürtler de olacaklardır elbette; çünkü Ezdîler, bu parçada ve diğer parçalarda da yoğun olarak yaşıyorlar ve kendi dinî ve millî kimliklerinin inkârından ve Kürtlerin genel haklarının reddinden ve imha kültüründen onlar da rahatsızdırlar. Demokratik çözümler gelişmedikçe, o dağlara Ezdîler de, Ermeniler de, Süryaniler de gidebilir ve öyle olunca da, hiç de Başbakan gibi, boş bakıp hayretleri oynayamayız biz. Etki, tepki meselesi… Zerdüştîlik, yani Ezdîlik de bir dindir, resmen tanınmaları, hak ve hukukları gözetileceği yerde, onları aşağılamak veya başkalarına yafta gibi yapıştırmak insanlığa sığmaz ve hiç de etik değildir. Herkes, din, dil, ırk, renk farkı gözetilmeksizin, kanunlar karşısında eşit görülmelidir. Yirmi milyondan fazla Kürt ulusunun hak ve hukukunu inkâr eden ve köklü bir çözüme karşı olanların adı “Müslüman” olsa ne yazar; her şeyden önce öylelerin ırkçı duruşları, İslam dinine en büyük hakaret olmaktadır. İslam, selam, selamet, barış ve kurtuluş anlamını taşıyan bir dinin mensubu bu kadar itici olabilir mi? İslam dini bir fıtrat dinidir; biz de, her şeyden önce birer insan olmalıyız. Özellikle Kürt tarihçileri, araştırmalarını derinleştirmeli ve çalışmalarını acilen yoğunlaştırmaları gerekiyor. Egemen baskıcı iktidarların, inkâr ve red kıskacında imhaya çalıştıkları tarihlerini, en bilimsel bir tarzda yeniden yazmaları gerekiyor. Bunun için ilgili bütün ülkelerin arşivlerini ve arkeolojik kazılarını tek tek incelemeleri; nerede bir kırıntı varsa, araştırıp bulmaları ve tarih bilimi marifetiyle yazıya dökmeleri üzerlerinde farz olan bir yurtseverlik görevidir. Zerdüşt adıyla tarihte üç Kürt peygamberin geldiği iddia ediliyor; bunlardan birincisi M.Ö. 3000 yıllarında yaşayan Mahabad; ikincisinin M.Ö. 2040 yıllarında yaşayan Haşeng ki, Urfalı Hz. İbrahim olduğu söylenir; Hz. Muhammed de, Hz. İsmail yoluyla onun soyundandır. Üçüncü Zerdüşt ise, M.Ö: 600-700 yıllarında yaşayan, günümüzde, Kürtler arasında Ezdîlik (Yezdanîlik), (Hindistan’da Manî, Mazdekî, Mecusî, vb.) şeklinde inancı hâlâ süren ve iddialarda söz konusu edilen asıl Zerdüşt peygamber budur. Zerdüştlük, beş bin yıldan fazla önceleri, Tek Allah’a inanan, Kutsal (Avesta – Mishef a Reş)Kitabı olan, Vahiy Meleği, Sırat Köprüsü, Cennet-Cehennem, Şeytan, Oruç, vb. iman kaideleriyle diğer semavi (Yahudilik, Hiristiyanlık, Müslümanlık gibi) dinlere de kaynaklık ettiği iddia edilen semavi bir dindir. Unutmayalım ki dünyaya yüz yirmi dört bin peygamber gelmiş ve (üçü tartışmalı olarak)bunların sadece yirmi sekizinin adı Kur’an’da geçiyor. Hz. Adem’ den bu yana tüm hak dinlerin inancı bir, şeriatları ayrı olarak gelmiştir. Her ne olursa olsun, bu dine (ve tüm dinlere) ya da mensuplarına hakaret etmek veya aşağılama malzemesi olarak kullanmak hiçbir insana yakışmaz, yakışmamalıdır. Hele özellikle Sayın Başbakan, böyle bir hatadan kaçınmalıdır. Hani dinler arası diyalog, toplumlar arası diyalog söylemine ne oldu? Söz konusu Kürtler olunca, yan çizmek olur mu? Herkes, herkese saygılı olmak zorundadır. Artık günümüzde Kürtlere hakaret etmek, çapı ne olursa olsun, herkesi aşar. Ortadoğu labirentinde, bin bir tuzaklı ve çok patnerli bu nazik sahada, günübirlik değişebilen politika ortamında, herkes, ne söylediğine iyice dikkat etmesi lazımdır. Kendi heva ve hevesi uğruna, kendi halkının ve ülkesinin başını derde sokmak, her politikacıya fazladan bir lüks olarak görülmelidir. Halklar ve dinler arasındaki nazik sınırları zorlamamalıyız ve lütfen nezaketimizi bozmamalıyız. Kim ne derse desin, artık inanıyorum ki, Kürt sorununu gerçekçi anlamda çözmek, Sayın Erdoğan’ın aklından bile geçmiyor. Çünkü tüm söylemleri bu yönde; Kürtlere ait ne varsa sanki onun hedefi haline gelmiş ve sürekli aşağılayıcı bir dil kullanmaktadır. Kürt halkına karşı bu tür ırkçı söylemler, onda bir saplantı haline gelmiş gibidir. “Kürt Kardeşlerim” derken bile, inandırıcı olamamaktadır. Sayın Erdoğan, “Kürt Kardeşlerim” derken, ciddiyse ve yürekten söylüyorsa; Kürt sorununu tam olarak çözsün de, varsın Apo boşluğa düşsün. Kürt sorununu çözsün de, varsın PKK’ın (“terörist” dediklerinin) elinde gerekçeleri kalmasın. Ama yok; Kürt sorununa çözüm yolunu bilerek kilitleyerek, ardından diyanet başkanlarından bile dini bilgileri daha derin olan, “Kürt melle” lerini aşağılayacaksa; alakasız ve asılsız “Zerdüştlük” yakıştırmalarıyla kafaları karıştırmak adına Yezidî vatandaşlarımıza böylece hakaret edecekse; yüzlerce açlık grevine girenleri, bedenlerini, (kendilerince) davaları uğruna ölüme yatıranları, tüm dünya gördüğü ve bildiği halde, bir tek kendisi “yok böyle bir şey” deyip onları, ölüme ramak kala “şov” yapmakla suçlayacaksa, kimse kusura bakmasın, onun, Kürt sorununa ve çözüme dair yapıcı bir yaklaşım sergilediğini söyleyemeyiz, belki niyeti de yoktur veya hiç olmayacaktır. Ucunda ölüm olmayacak bir diyalog mümkün olmayacak mıdır bu ülkede? Muhaliflerin, diyalog yolunu açmak için bedenlerini ölümlere yatırması mı gerekiyor? Bu çağdışı koşullar, her hangi bir Avrupa ülkesinde rastlanabilir mi? Düşüncesi bile saçma olur oralarda. O zaman böbürlenmenin âlemi var mıdır? Güya bu ülke, bu iktidarla, başka ülkelere örnek olacakmış; böyle mi olunacak?.. Peki, başkalarının dinlerini aşağılayan mantık, halkların ekseriyeti Müslüman olan bir ülkede bu durumu kendi halkına reva görmesi insanî midir ya da İslamî midir? Yani, başbakan veya iktidar, Kürt ulusunun sorununu, demokratik yoldan çözmeyi dayattı da, Kürtlerce ret mi edildi? Hayır, çözüme dair ciddi bir adım yoktur ortada. İcraat gerekiyor bu yolda, icraat. Sürekli birilerini suçlamak veya inançları aşağılamak, demokratik diyaloglara hizmet etmeyeceği gibi, hiçbir soruna çözüm de üretmez, ancak tıkayıcı olur. Bence, başbakan çok konuşuyor; konuştuklarının yüzde seksenini hükümet sözcüleri dile getirebilir aslında. Demek ki, o, hiç kimseye güvenmiyor olmalı ki, olur olmaz her konuda ve her sahada kendisi konuşuyor. Böyle çok konuşarak, gittikçe kanıksanıp, gözden düşecektir. Konuşmaları öyle bir bıkkınlık getirecek ki, gün gelecek, kimse onun ne konuştuğunu merak bile etmeyecektir. 54 gündür bedenlerini ölümlere yatıran (fikirleri kendilerine) yüzlerce insanımızın, göz göre göre helâk olmaları veya kalıcı sakatlıklara maruz kalmaları, hiç kimseye yarar getirmeyecektir ve demokratik bir barışa da hizmet etmeyecektir. Kürt sorununa bir çözüm düşünülüyorsa, onların istekleri bu yolda atılacak adımlar içinde olması gereken, gayet makul görülebilecek taleplerdir. Hatta bu talepler, çok öncesinden iktidar tarafından gerçekleşmesi gereken adımlardır. Ölümler olursa, sorunlarımızı artıracak ve daha da içinden çıkılmaz hale sokacaktır. İktidar, böyle olsun mu, istiyor? Artık adımlar atılsın, toplumu daha fazla germenin ve ülkeyi bir iç savaşa sürüklemenin gereği yoktur, olmamalıdır. Bu ülke hepimizin ise, bu insanlar da bizimdir, uzaydan gelmediler. Hükümet de, PKK ve BDP de ellerinden gelen özveriyi yapıp bu işe el atmalıdırlar. Talepler, haklı olsa da, hükümet, bazı talepleri şimdilik karşılayamaz durumda olabilir; kendileri veya kamuoyları buna henüz hazır olmayabilir. Kısaca, zamana ihtiyaçları olabilir; ama açlık grevindekilerin sayılı günleri, buna yeterli olmayacaktır. Çözüm için, ortak bir yol bulunmalıdır. Hemen gerçekleşebilir talepler, karşılanıp, diğerleri, makul bir zamana yayılabilir. Yeter ki, kimse ölmesin ve ardından çözümler gelebilsin. Artık, birbirilerimizi dostça ve dürüstçe kabullenelim; birbirimize tahammül edelim. Çözümden başka bir çıkar yol yok; başka yol, çıkmaz sokaktır. Yoksa hepimiz, top yekûn bu topraklarda yok olabiliriz. Başkaları da cirit atar. Unutmayalım ki, hiçbir halk, öldürmekle bitirilemez. Başka bir halkı ezen bir halkın kendisi de özgür olamayacağı tüm tarih şahit... Ya birbirimizi birlikte özgürleştireceğiz veya birbirimizi boğazlarken, çaresizlikten başkalarının esiri olup, yardım adına, onların ayaklarına kapanacağız. Bu zilleti birbirimize yaşatmayalım. Kardeşçe yaşadığımız bu topraklarda, mevcut sorunlarımızı en demokratik yollarla, barışçıl bir şekilde çözmenin yolunu tercih edelim. Bu topraklarda yaşayan tüm halkları, kendi kimliğiyle ve onuruyla yaşayabilir hale getirmek bizim elimizdedir. Bu topraklarda artık hiçbir ana ağlamasın, hiçbir ana kuzusu ölmesin; bir orman gibi hepimiz kardeşçe ve birer ağaç gibi özgürce yaşayalım. Bu da, pek de zor veya imkânsız değildir. Yeter ki hepimiz olaylara birer özgür insan gibi bakalım ve vicdanımızın sesini dinleyerek, bu yolda birer adım atabilelim; arkası kendiliğinden gelir. Selam ve sevgiyle kalın. M.Nazım Güler -04.11.2012 info@mnazim.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |