"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Hülya, “açsana şu kapıyı kendi anahtarlarınla!” diye çıkışınca Cemal, yeni akıl etmiş gibi kendi cebindeki anahtarları çıkartarak kapıyı açtı. İçeri geçtiler. İçeri girer girmez fark ettikleri ilk şey iğrenç istifra kokusu oldu. Cemal, su sesinin geldiği banyoya doğru gitti. Hülya, eliyle burnunu tuttu. “Aman Allah’ım!” diye bir çığlık atarak salona yöneldi. “Aklıma gelen şey olmamış olsun, ne olur Allah’ım!…” Salona girdi. Gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı. Telaş ve korkuyla Halil’in başına vardı. “Halil!… Ne oldu? Ne yaptın, sen böyle be arkadaşım?…” Halil’in üstüne eğilir eğilmez onun ağzından yayılan alkol ve istifra kokusuyla suratını ekşitti. “Çok içmişsin, çok…” Şaşkınlıkla, “hiç içmezdin sen, niye içtin bu kadar sanki?…” diye söylendi. Halil, gözlerini açarak Hülya’ya baktı. “Ne var?… Bir şey mi var?…” diye mırıldandı. Hülya, “Sen içmişsin…” diye çıkıştı ona. Cemal, “Banyodaki çeşmeyi açık bırakmış,” diyerek yanlarına geldi; gitti, salonun pencerelerini açtı. Halil Kaya, “Ben içmişim…Sen içmişin… o içmiş… biz içmişiz… siz içmişiniz… onlar içmişler…” diyerek arkasını döndü. Cemal, onun bu halini komik bularak neşelendi. “Vay ayyaş vay!… İçip kafayı bulan sensin oğlum…” Hülya, ne yapacağını bilemez haldeydi. Yerlerdeki pisliği görerek temizlik yapmak için, salondan çıktı. Cemal de Halil’i kendine getirmek için uğraşmaya başladı. “Gaggoş, aç gözlerini, kendine gel bakayım… Bu kadar çok içmene sebep neydi be oğlum…” Hülya banyoya geldi. Bir kap bulup içini su ile doldurdu. Bulduğu yer bezlerini alarak, banyodan çıktı. Salonda, elindeki bezleri su dolu kapta sık sık yıkayarak yerleri silmeye, peşi sıra, kuru bezlerle kurulamaya başladı. Cemal, Halil’in başında dikilerek üzüntüyle biraz baktı, kusmuklara bulanmış pantolonunu çıkartmak için davranırken, kızgınlıkla söylendi. “Bir gören olsa alkoliğin teki sanır. Şu haline bak!” Halil’in onu duymak gibi bir niyeti yoktu. Onun yaptıklarından dolayı Halil rahatsız olarak sızmış hali içinde mırıldandı. “Çalma cüzdanımı!… Hırsız… Bırak… Bırak cüzdanımı…” Cemal, onu sarsarak, “Cüzdan müzdan yok burada…” diye söylendi. Kemerini çözdüğü pantolonu çıkartmaya başladı. Halil Kaya, bir türlü kendine gelemiyordu. “Cüzdanımı sen çaldın…. hırsız….” diye zor anlaşılır bir şeyler mırıldanıyordu. Hülya, salondaki temizliği bitirerek su kabını alıp salondan çıktı. Su kabını banyoya getirdi, kirli suyu döküp temiz suyla yeniden doldurup çıktı. Antreye gelip orada da yerleri silip, temizlemeye başladı. Hemen sonra sildiği yerleri kurulamaya devam etti. Cemal antreye gelerek Halil’in ceketi ve gömleğine bakındı. “Ceketi ile gömleğini nereye koymuş olabilir?” Hülya, temizlik yaptığı yerden, “banyoya baktın mı?” diye sordu. Cemal, banyonun kapısından girdi. Orada bakınırken ceketi ve gömleği buldu, üzerlerine bulaşmış pisliklerden tiksinerek ceplerine baktı. Ceketin cebinden kravatı çıkarttı, bir kenara bıraktı. Gömleğin düğmelerinin durumuna baktı. “Kavga mı etti acaba?… Nerede bu cüzdan. Cüzdanı da yok.” diye söylendi. Hülya, yaptığı işleri bitirerek geldi. “Kafasına su döksek ayılır mı?” Cemal, Hülya’nın fikrini beğendi, “Gidip getirelim…” Salona gittiler. Cemal, Halil’in koltuk altından çekiştirerek doğrulttu. Yanına gelen Hülya’ya, “Tut şunun öbür kolundan da birlikte taşıyalım. İyi bir duş yapmayı hak etti bu!” dedi. Hülya, öbür koluna girdi. Gülümseyerek, “Sarhoş köpek!” diye söylendi. Birlikte sürükleyerek götürdüler. “Kurşun gibi de ağır…” Halil Kaya, “Bırakın beni… Bırak…” diyerek söylendi. Cemal de ona söylenerek, “Taşıtma kendini. Yürümeye gayret et biraz,” dedi. Halil’i çekiştirerek banyoya girdiler. “Şu iskemlenin üstüne oturtalım…” “Otur, şuraya gakkoş!” Halil’ i küçük tabureye oturttular, ama o oturduğu yerde bile duramamakta ve habire yere yatmaya çabalamaktaydı. “Oturduğu yerde bile duramıyor.” Cemal, “Sen azıcık tut da devrilmesin,” diyerek onu bıraktı, duşu açtı, eline aldığı fıskiye ile kafasını iyice ıslattı. Suyu yiyen Halil uykulu durumundan ayılarak söylenmeye başladı. “Rahat bırakın beni! Görmüyor musunuz halimi, hastayım ben…” Hülya, “Sen hasta değil, sarhoşsun…” diye söylenirken Halil onun varlığını fark ederek, “o…Hülya kardeşim… sen de burada mıydın… hık…” diye anlaşılır anlaşılmaz bir şeyler söylemeye başladı. “Nerede içtin bu kadar?” “Sana ne? Size ne? Ben hastayım. Sarhoş değilim… Çok sarhoşum… Yok… Hastayım…” Cemal’le itişip kakışmaya başladı. “Bırakın beni dedim…” Duştan akan suyu elleriyle engellemeye çalıştı. “Islatma ulan kıro… Bak gakkoşluğu bozarım sonra… Ha…” Kendisini tutarak hareketlerini kısıtlayan Hülya’nın elinden kurtulmak için çırpındı. “Sen ne diye tutup duruyorsun beni be… Çek ellerini… Çek… Cadaloz…” Hülya, şakacıktan başına vurdu. “Sus da otur uslu uslu! Ayıktığında cadalozu göreceksin!” Cemal güldü. “Ha ha ha!… Hazır elinin altındayken kes cezasını bence…” Hülya, “Doğru ya…” diyerek Halil’i mıncıklayarak, her yanını çimdikleyerek, çekerek şakacıktan hırpalamaya başladı. “Cadaloz ha… Al bakalım…” Çok geçmeden kendine gelmeye başlayan Halil ayağa kalkmayı başardı, duşu tutarak kendisini ıslatmalarını engellemeye çalıştı. “Tamam…Yeter bu kadar… İyice sucuğa çevirdiniz beni.” Cemal ve Hülya gülüş cümbüş eğlenerek ıslatmayı sürdürdüler. “Ha ha ha! Dur, donunun kıçına su deymemiş. Orayı da ıslatayım…” “Ha ha ha! Soyun da bir de sabunlayıp keseleyelim seni… Ha ha ha…” En sonunda duşu Cemal’in elinden kapan Halil onları ıslatmaya başladı. “Adam ıslatmak öyle olmaz. Böyle olur…” İkisi de banyodan kaçarak çıktılar. “Ha ha ha…” “Ha ha ha…” “Kaçmayın! Gelin buraya…” Halil, duşu kapattı, banyodan şortuyla çıktı. Antreye geldi. Salonun kapısından bakan Hülya ile Cemal’e seslendi. “Tamam. Bu kadar şımarmak yetti,” Kendi kendine söylenerek Cemal’in odasının kapısından girdi. “Sanki şımarmayı hak ediyormuşum gibi…” Hala sarhoştu ve şiddetli bir baş ağrısı çekiyordu. Yatağa uzandı. Kafasını toparlamaya çalıştı. Kendi kendine, “Nedir bu başıma gelenler, Allah’ım!…” diye söylendi. Cemal ve Hülya odaya gelerek, yatağın bir kenarına da onlar ilişip oturdular. “Kusura bakmayın ya, çocuklar. Size de rezil ettim kendimi…” Hülya, sempatiyle baktı, “Rezil filan olmadın. Tam tersine, her türlü iğrençliğine rağmen çok sevimliydin…” diye kıkırdadı. “Çok mu iğrençtim?…” “O kadar çok iğrençtin ki, midemizi alt üst ettin. Tutamadık, evin her yanını kusmuk içinde bıraktık ikimizde…” Cemal, onun elini avucuna alarak, “Niçin içtin bu kadar, be gakkoş?” diye sordu. “Üzüntümden, diyelim… Yardımcı doçentlik işini başkasına vermişler.” Cemal, “Ne varmış bunda üzülecek?” diyerek onu teselli etmek istedi. “Doktora yapmış adamsın. Sana iş mi yok…” Halil, “Yok işte iş miş…” diyerek itiraz etti. “Asıl, daha önemli bir şey var. İçki içtiğim meyhanede, cüzdanımı çarptılar. Kimliklerim de içindeydi. Hesabı ödeyemeyince de, garson, saatime el koydu.” Hülya, “Kavga filan etmedin değil mi?” dedi heyecanla. “Kimle? O ayıyla mı? Herif beni ensemden tuttuğu gibi sokağa fırlatıverdi…” Cemal, kızgın, “toplarız bizim çocukları, basarız mekanı,” diye çıkıştı. “Kafasına geçiririz şerefsizin, dükkanını!” Halil, onun dediği şeye izin vermeyecekti. “Yok öyle meyhane basmak falan. Dağ başı mı burası…” Hülya müdahale ederek “Karakola gitmedin mi?” diye sordu. “Yok. Ayakta duracak halde bile değildim. Buraya gelip, sızmışım…” Hülya, “Kalk haydi, gidiyoruz!” diyerek ayaklandı. “Nereye?” “Karakola. Kolundan zorla saat almak da neymiş… Cebinden cüzdanını da onlar almıştır. Soyup soğana çevirmişler seni. Mademki dağ başı değil burası… Karakolda cüzdanınla birlikte kimliklerinin çalındığına dair bir tutanak tutturman da şart zaten. Yoksa, kimliklerinin yenisini çıkarttırırken büyük problemler yaşayabilirsin. Hem de yenilerini çıkarttırırken isterler o tutanağı… Hemen gidelim…” Halil Kaya, “Az oturun da kendimi biraz daha toparlayayım” diyerek ona itiraz etti. Hülya, onu çekiştirmeye başladı. “Yok. Bir an önce halletmemiz lazım. Yolda bir kafeteryaya girer, kendini toparlaman için kahve içeriz.” Cemal’e dönerek, “Sen gelmeyecek misin?” diye sordu. “Gelmesem? “Görmüyor musun ev arkadaşının halini? Taşıyıver arabanla, hadi kankam…” Cemal de isteksizce ayaklandı. “Haydi, hep beraber çıkalım madem ki…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |