"Bu sükût-u derun, hem de hayatımın en önemli karar noktasında. Yarın ve sonrasının yaşanılacak halini şimdi şu anda çizmem gerekirken sen bana Kaf Dağı’nın ardından salınarak bakıyorsun. Sen ki hayatımın mihenk taşı, sen ki beynim için akıl kalbim için duygularımdın. Üstadım bu olmadı. Aklımı da duygularımı da eksikledin şimdi." diye tavına getirilmeye bir çekiç darbesi kalmış demirin kızgınlığı edasıyla konuşuyordu Asistan. Sustu. Göz bebekleri yuvalarında soğuğun en şiddetlisine maruz kalmış eller misali titriyordu. Biliyordu bir kelime dahi etmeye kalksa o titrek gözlerini durduramayacaktı. Bu ise şu an için onun adına olabilecek en kötü şeydi. Sessizce döndü arkasını ve yürüyor sayılmayacak bir hızda ilerlemeye başladı. Aklında Üstad'ı vardı. Ona bu hitabı bulana kadar birkaç yılı geçmişti. Daha önceleri Profesör diyordu ona. Ama bu hitap kendisi için çok sıradan geldiğinden Üstad demeyi seçmişti. Oraya da tek çaresinin o olduğunu düşünerek her zamanki gibi onun yanında mutlaka bir karar vereceğine inanarak gelmişti. İnanç, öyle üstün ve güçlü bir histi ki görülmeyeni görülen bilinmeyeni bilinen ederdi. Asistan bunu en iyi bilenlerdendi. Zaten de bu inançla gelmişti ki, o ruhundan akıp yüzüne yansıyan bitkinliğin sebebi de buydu. Uykusuz gecelerin gündüzündeki görüntüsüyle ve aklı kördüğüm misali karışık bir halde okuluna geldi. Kimselere görünmeme gibi bir çabası olmamasına rağmen kimse görmemişti onun geldiğini. Kendisi gibi asistan olan iki arkadaşıyla birlikte çalıştığı odaya girdi. Kendi sandalyesine oturdu ve sırtını sandalyenin sırtlığına yaslandı. Sessizce pencereden dışarıyı seyrederken kendinden geçmiş ve yaşadığı dünyaya dair maddesel her şeyle bağını koparmıştı. Tam o anda içeri yaşlılığın ilk yıllarında olmayı kabullenemediği üzerindeki tüm kıyafetlerden belli olan profesör girdi. Profesör ses tonunun tüm renklerince seslendiyse de hiçbirini duymamıştı Asistan. Profesör, kral çıplak diyerek bağıran çocuğun yanındaki insanlar gibi şaşkın bir şekilde;ö elini kanadı kırık bir serçenin çırpınmasını engellemek istercesine asistanın omzuna koydu " Evladım! Bu ne dalgınlık yavrucum?" dese de Asistan ne duydu ne de hissetti. Ölüm uykusu yerine ölüm dalgınlığına girmişti. Bu duruma artık sinirlenmeye başlayan Profesör bu kez elini bir kartalın avını yakalarkenki ansızın ve sert pençesi tavrıyla attı Asistan'ın omzuna ve onu ileri geri hızlıca sallarken sert bir üslupla "Evladım!" dedi sadece. Söylenileni duymasa da sarsıntıyı hisseden Asistan kendine geldi ve neler olduğunu anlamaya çalışır bir halde bir eliyle ceketinin üst düğmesini iliklemeye çalışıyordu. Bu konuda sakin ve bol vakitli zamanlarında bile hüsran yaşayan Asistan o anda da farklı bir son yaşayamadı. Profesör: "Bırak düğmen serbest kalsın. Boğazına idam iliğini sonra geçirirsin." derken espri yaptığına inanıyor olmalıydı ki gülümsüyordu. Asistan karmaşık duyguların içinden tebessümü seçti belki de Profesör'ü bozmak istemediğinden. Ne de olsa hem hocasıydı hem de yaşı kendinden çokça büyüktü. Tüm bunlardan dolayı onunla aynı duygular içinde olması gerektiğini düşünerek "Profesör, şey ben..." sözünü tamamlamasına müsaade etmeyen Profesör az önceki samimi hissiyatını bir kenara koyarak samimiyetsiz bir kızgınlık haletine bürünerek kaşlarını çatıp "Profesör mü?" sorusuna vurgu yapmak istercesine "mü" yü iyice uzatmıştı. Görüntü olarak vermek isteği duygunun fotoğrafını sunabilmişti Profesör ama ses tonu aynı duygunun bir parçasını hissettirmiyordu. Bu yüzden şaşırmıştı Asistan. Ve o anda Profesör'ün hangi duyguya sahip olduğunu anlamaya çalışıyordu. Beden dilini de ses tonunu da iyice süt liman eden Profesör konuşmaya devam etti. Belli ki ne kızgındı ne de alay ediyordu. Sadece biraz kırgındı. Derin bir nefes alıp ellerini yere paralel kaldırıp ileri doğru uzatarak avuç içlerini dua edercesine göğe çevirip başının üst kısmını hafif sağa doğal olarak da çenesini hafif sola uzatarak "Bana Profesör diye hitap etmeyi bırakalı çok uzun zaman oldu sanıyordum." dedi. Bu duruma önce sevinen ama hemen ardından kendisi için değerli olan birini üzdüğünü görüp üzülen Asistan bu günün hiç de yaşanılası bir gün olmadığını hissetmeye başlamıştı. Artık bu gün içinde konuşmak yürümek yemek içmek dahası yaşamsal bir faaliyette bulunmak istemese de özür dilemesi gerektiğinin farkındaydı. Özür dilemek diye geçirdi aklından ve bu düşüncesinin hemen arkasına ekledi bu benim için çok kolay bir şeydi. Bunları düşünürken farkına varmadan adeta biriyle konuşuyormuş gibi beden dili kullanıyordu. Durumun ciddiyetini anlayan Profesör, Asistan'ı sakinleştirmek için diksiyon derslerinden çıkma bir sesle söze başladı. "Unut gitsin evlat. İçinden nasıl geliyorsa öyle davran. Ben sadece..." bunları söylerken sevginin sakinleştirici gücünden faydalanması gerektiğini düşünerek onun omzuna elini koymuş ve eliyle omzu ile boynu arasını hafiften sıvazlıyordu. Bir müddet ikisi de sadece pencereden o güzelim güneşli havayı seyre daldılar. Zamandan ve mekândan soyutlanıp düşüncelerinin onlara sunduğu zevki yaşadılar sadece bir süre sonra söze başlayan yine Profesör oldu ve kaldığı yerden kaldığı ses tonuyla konuşmaya devam etti. "Ben sadece senin bu sözü samimiyetsiz ya da daha doğru ifadesiyle mecburi bulduğun için kullanmayı sevmediğini hatırladım ve benimle daha içten konuşmanı istediğim için böyle bir tepki verdim." sözünü henüz bitirmişti ki göz göze geldiler. Artık konuşması gerektiğinin farkına varan Asistan söze başlamak istedi ama neresinden başlayacağını bilemedi. Bu sebepten ellerini koyacak yer bulamıyordu. Bu onda hep olurdu ne konuşacağını kestiremez ya da nasıl başlayacağını bilemezse elleri anlamsızca vücudunda dolaşmaya başlardı. Ardından şeylerle dolu cümleler gelirdi ama bu kez biraz daha dikkatli olması gerektiğinin farkındaydı. Bu düşüncelerden sıyrılıp “Hocam, ben biraz dalmıştım ve ansızın sizi karşımda görünce şaşırdım ve o panikle de kullanmayı sevmediğim ve bunu sizinle paylaştıktan sonra sizin de anlayışla karşılayıp ‘Söyleme o zaman.’ dediğiniz o söz ağzımdan istemsizce fırladı. Sizi üzmek istemediğimi bilirsiniz. Bunun için sizden özür diliyorum.” Dediğinde tüm bu sözleri içinde bir tane bile “şey” kelimesi geçmeksizin söyleyebilmiş olmanın verdiği bir gururunu yaşıyordu. Profesör biraz alaycı biraz da anlayışla “Biraz mı, ansızın mı? Kaç dakikadır sana varlığımı sezdirmeye çalışıyordum, sense öyle bir dalmıştın ki tüm çabalarımı nafile çıkarttın be evladım.” dedi. Tekrar özür dilemesi gerektiğini hisseden Asistan “Özür dilerim.” Diyebildi sakin ve üzüntülü bir ses tonuyla. Ama bu kez bir fark vardı ki o da üzgünlüğünün sebebiydi. Hocasını kırdığı düşüncesinden kurtulmuştu çünkü az da olsa onu tanıyordu. Konuşma şekli ve ses tonundan da anladığı üzere kırılmamıştı. Asistan’ınsa üzgünlüğünün sebebi Profesör’ün gelmesinden dakikalarca öncesindeki vermeye çalıştığı ama bir türlü veremediği kararıydı. Durumun farkında olan hayat tecrübesiyle dolu olan Profesör, Asistan’ın yanına yaklaşıp yine elini onun omzuna atarak konuşmaya başladı. “ bak evlat bizler özgür insanlarız değil mi?” Asistan soruyu onaylarcasına başını bir emme basma tulumba misali yukarı aşağı salladı. “ O halde bir ayağını kaldır.” Duyduğu istek karşısında şaşkınlığa düşen Asistan kendisinden istenileni yapmak için sordu:”Hangi ayağımı?” cevap kısa ve netti “Özgürsün.” Hâlâ şaşkınlığından sıyrılamamış olan Asistan hemen sol ayağını kaldırdı. Vereceğin dersin can alıcı kısmına geldiğinin farkında olan Profesör beklemeden ekledi “Şimdi de diğer ayağını kaldır.” Zaten bu olayı anlamsız bulan Asistan, iyice anlamsız bir işin içine düştüğünü düşünüp ve hocasının bu isteklerle kendisine nasıl bir ders vermeye çalıştığını anlamaya çalışırken “ Bu imkânsız hocam.” dedi. Vermeye çalıştığı mesajın uygulama biçiminin de istediği gibi gitmesinin verdiği huzuru da hissederek “Gördün mü evlat, özgür olmasına özgürüz ama sadece ilk kararlarımızda bu kadar özgürüz. Sonrasında ise kararlarımız özgürleşiyor ve bizi istediği gibi yönlendirmeye başlıyor. İpi kararlarımızın eline vermeden özgürlük sırası bizdeyken bu hakkımızı doğru kullanmalıyız. Ama şunu da unutmamalısın ki hayat bir matematik değildir. Karşılaştığımız problemi basitçe bir ya da birkaç formül kullanarak çözemeyiz. Matematik problemlerinin bir doğru üç ya da dört yanlışı vardır. Hayatınsa birden fazla doğrusu birden fazla kaybı vardır. Aslında her seçim birçok şeyin seçilmeyişidir. Bizler öngörülerimiz doğrultusunda seçimlerimizin bize sunacağı kazançlara bakarak seçim yaparız. Bazen ki maalesef çoğu zaman tahminlerimizde yanılırız. Elbette ki tüm kararlarda olmasa da geri dönüşler yapabilir, kararlarımızı değiştirebiliriz. Fakat bu noktada bile kaybımız vardır, hiçbir zararım olmadı diyebileceğimiz dönüşlerimizde dahi bizim için çok ama çok değerli olan ancak kıymetini pek bilemediğimiz zamanımızı kaybederiz. Olabilecek tüm kayıplarımızı kenara koysak dahi sadece zaman kaybetmemek adına bile en az senin kadar düşünmeliyiz ve düşünceli olmalıyız. Tüm bunlara rağmen en kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğunu söylememe gerek yok sanırım.” Bunları söylerken yaptığı tüm konferanslardaki bilgiçlik hali ve kendinden eminliği yine üzerindeydi Profesör’ün. Bu konuşmaların onu rahatlatacağını biliyordu çünkü bunlar sadece fikir değil yaşanılmışlıkların üzerine kurulmuş cümlelerdi. Profesör, ders kitaplarındaki anlatılan bilgileri –hoşuna gitse bile- insanlar üzerinde görmeden paylaşmazdı. Onun için bir bilgiyi değerli kılan iki şey vardı: “Geçerlilik ve Uygulanabilirlik” Önce empati yapar ve kendinin öyle bir durumda ne düşüneceğini düşünürdü. Bununla da yetinmez başka insanlarda o durumun yarattığı etkiyi ölçer ve tepkilerini ve de tepkilerinin sonuçlarını gözlemlerdi. Zaten de ona göre başarısındaki sır buydu: gözlem. Asistan’a anlattıklarında tüm becerileri vardı Profesörün. Paylaşmaktan en çok zevk aldığı konuydu bu konu.