Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
Nerede yaşadığı? Kiminle oturduğu? gibi temel bir takım bilgilere sahiptiler. Adı, Nurseyda Soyadı, Kara. Arkadaş çevresinde Nur olarak çağrılan bu kadın, Annesi ile birlikte oturuyordu.2001 yılında Barış Bilal Horzum diye bir adamla 4 yıl süren bir evlilik yapmış bu evlilikten bir kız çocuğu dünya’ya getirmiş, çekişmeli ve olaylı bir boşanma yaşayarak kocasından ayrıldıktan sonra Annesinin evine geri dönmüştü. Babası Abdulllah efendi gelenek ve göreneklerine bağlı bir adamdı.Erkek kardeşi Süleyman ise; ipe sapa gelmez serserinin tekiydi. 2003 yılında henüz daha evliyken babasını kaybetmişti. Boşanma arifesinde eve geldiğinde Erkek kardeşi Süleyman, İngiltere’ye kaçak gideceğim diyerek evden ayrılmış, sırra kadem basmıştı. Annesi ile birlikte hayata direnmeye çalıştılar. “Işşttt Ali?...” “Ali bey…” “Size sesleniyorum …” Dalmıştı Ali. Nurseyda, kısaca Nur’un hayatına. “Söyle jale…” “Niye ağlıyorsunuz?...” “Hiç be jale..öylesine dosyada yazılanlardan sanırım.” Ne yapacaktı bu adamla?... Hem gerzekliğine kızıyordu. Hem de çocuk gibi saf tertemiz bir adamdı. İnsanlara ve hayata karşı ürkekliği, demirden ve çelikten örülü vahşi,katı ve gözünün yaşına bakmayan hayata bilinçsizce sırıtışı. Ona, böyle olduğu için hem kızıyor, hem de koruyup saklanmak istiyordu. Erkeklerden, insanlardan… Nefret ediyordu. Ali ise; onun için belki de, hayata çıkış yolunun nadide ve korunacak önemli bir eseri olabilirdi. Kadın olarak saklanmayı, üzerine giydiği erkeksi katılıkla başarmaya çalışsa da. Yapamıyordu jale… Katı ve deli dolu görünüşünün altında seven sevilen bir kadın olma arzusu, İnsan olarak hayata çocuksu bir manifesto ile bakma iç güdüsü ile birleşerek yakıp, yıkıyordu içini. O, barda bir gece ansızın Zigo’ya söylediği cümleler geldi aklına. Zigo her zamanki gibi birasını yudumluyor, yanından gelen geçen adamları süzüyordu. Ağzından bir anda çıktı o cümle. “Zigo, ben lezbiyen olmak istiyorum!...” Önce boş gözlerle baktı Zigo. Sonrasında ağzında olan bütün birayı üzerine boşalttı. Kahkaha ile karışık cümle kurmaya çalıştı Zigo. “Kızımm sen iyi misin? Git birkaç bardak su iç ya da yüzünü yıka gel,lezbiyen olmak istiyormuş, Allah’ım ya deli bu kadın, hadi hadi git yıka yüzünü.” Çok ciddi bir bakışı vardı. Zigo, Jale’nin gözlerindeki bulutlanmanın geçmesini bekledi. Kararlı bakışı devam ediyordu. “Lezbiyen olmak istiyorum, Zigo…!” Geriye doğru rahat bir şekilde oturduğu sandalyesinden doğrularak, Jale’ye yaklaştı. Gözlerinin içini kısarak cevap verdi. “Kızım sen manyak mısın? Bu böyle ısmarlama bir şey mi? Lezbiyen olacağım da ne demek? Olacağım demek ile olunur mu? Bak şu yandaki adama, deminden beri gelen geçen erkeklerin hepsine kırıtıyor, göz süzüyor. İçine düşüyor, içineee. Yani kardeşin Zigo’ya harbiden rakip çıkıyor. Ama bu adamı yargılayabilir misin? Koca bir hayır tabi. Çünkü kendine göre normal, bu şekilde hissediyor.Topluma göre tam bir arıza. Hastalıklı yani. Ama bulaşıcı değil. Absorve edilebilir yani… Öyle şunu olacağım, bunu olacağım demek ile bu iş olmuyor.Ama tabi sen neden durup dururken bunu söyledin artık bilemeyeceğim…” “Her şeyden bıktım be Zigo…” “İnsanlardan, erkeklerden, iki yüzlülükten her şeyden Allah’ım, her şeyden…” “Eh yani… lezbiyen olunca bütün bunlardan kurtulacak mısın?” “Bir kadın bir kadını anlar be Zigo…” Kahkaha ile karışık cevapladı Zigo. “Ha sen kendini parmaklamaktan usandım diyorsun, derdin seks galiba…” Köpürdü Jale. Zigo’nun dalga geçer gibi olan cevabına. “Ne diyorsun sen be geri zekalı.. Ben dokunmaktan, dokunulmaktan,anlaşılmaktan, istismar olmadan anlaşılmaktan bahsediyorum.Bir kadın bir kadını anlar.” Zigo Jale’nin bu saçma söylemi ile başa çıkamıyordu artık. “Ha dokunmak seks değil yani. Başka bir şey. Kızım sen rahibe terassa gibi yaşamaktan kafayı yemişin, kendine doğru düzgün bir erkek bul, aşık ol sev yani…Böyle saçma sapan şeyler söyleme. Yani ben hadi arkadaşınım başkaları duyarsa yemin ederim tecrit olursun.” “Anlaşılmaktan, bahsediyorum Zigo.” Zigo yüzüne tuhaf,tuhaf baktı. Arkasında zayıf ama; yanıp sönen bir ışık belirdi. Işık öylesine hızlı yanıp sönüyordu ki. Gözlerini kamaştırıyordu. Sonrasında gittikçe yoğunlaştı. Kuvvetli sapsarı bir ışık gözlerini kör ederek üzerine doğru geliyordu. Ardından, kuvvetli bir korna sesine gözlerini açtı. Pers yeşili tosbağanın içinde, direksiyonun başında, karşıdan gelen büyük bir kamyon ile karşı karşıyaydı. Donup kalmıştı. Ali’nin bağırışları kulaklarını çınlatırken, Tosbağanın bir anda, gidiş yolunun tersine doğru hızla döndüğünü fark etti. Oldukları yerde dönüyorlardı. Zaman, zaman durmuştu sanki… Ayaklarından birinin çektiğini hissetti. Tam olarak nerede olduğunu bilmiyordu.Sadece koyu bir karanlık ve uzaklardan, çok uzaklardan gelen bir ses Bir kuşun kanatlarını çırpması ile gözlerini açtı. Tepesinde ulu bir ağaç, güneşten çaldığı ışığı gözlerine yansıtıyordu. “Ne ağırmış bu kadın yahu, dirisi bu.Ölüsü bir ton ağırlığında gelir.” Birisi onu çekiyordu. Kafasını kaldırdığında orta yaşlı bir adamın iki eli bacaklarından sıkıca kavrayarak bedenini yavaş, yavaş çekiştirdiğini gördü. “Nerdeyim ben? … Sen kimsin be adam? Niye beni çekiyorsun.” Adam kendine gelen kadını görünce sevinçle haykırdı. “Offf şükürler olsun bacım kendine geldin mi?” “He geldim sen kimsin? Ben neredeyim be adam?...” Adam bir teşekkür bekler gibi baktı kadına. Öylesine durdu dondu bir an. “Bacım, az önce bir kaza yaptınız aha araba şurada yolun kenarındaki tarlaya girdi.” Bedenini olanca kuvveti ile kaldırdı jale. “Sağol be amca iyi yapmışın Allah razı olsun,olsunda burası neresi?” “Adım Hüseyin bacım şu karşı köyde oturuyorum. 45 yaşındayım Amca pek sayılmam amma ben olmasaydım…” “Amcacım anladım, tamam Allah razı olsun, ben neredeyim? Ali? Ali nerede?...” Durgun ve donuk bir ifade ile bıyık altı bir gülüşle cevap verdi adam. “Ali, Ali herhalde şu tarlanın ortasında bağdaş getirip oturan adamı söylüyorsun bacım. Döndür başını bacım bak orada…” Boynunu çevirmekte zorlanıyordu. Başında müthiş bir ağrı vardı. Ayağa kalkmaya çalıştı, başaramadı. Bu çabasını gören adam, aniden yanına gelerek elini uzattı. Adamın yardımı ile ayağa kalktığında karşıda ağaca toslamış tosbayı, onun ötesindeki geniş uçsuz bucaksız bir tarlanın tam ortasında bağdaş getirip oturan Ali’yi gördü. Sanki, kaza sonrasında arabadan hiç bir şey olmamış gibi inmiş, tarlanın ortasına kadar zar zor yürüyerek oracıkta bağdaş getirerek sessizce ölmeyi bekleyen ya da o şekilde ölü sessizliğinde durmuştu Ali. Kımıldamıyordu. Ayağa kalktıktan sonra, palas pandıras adamın elinden kurtularak Ali’ye doğru yürümeye başladı. “Ya ne oluyor be Allah’ım, Ali? Ali iyi misin sen? Cevap versene geri zekalı mahluk.” Yürürken tökezledi. Sendeleyerek düşer gibi oldu. Ancak vazgeçmedi. Ağır aksak adımlarla Ali’nin yanına varmayı başardı. “Ali ?.....” “Ali?....” Adam tarlanın ortasına bağdaş getirerek sessizce oturuyordu. Yanına vardığında bir ses ile irkildi. Ağzında patlattığı sakızın sesiydi bu. Ardından cevap verdi Ali. “Efendim Jale…” Gözlerine inanamıyordu. Adam tarlanın ortasına oturmuş sakız çiğniyordu. “Ali iyi misin? Allah’ım, Allah’ım şok geçiriyor galiba, iyi misin Ali?...” Sakız çiğnemesini hiç bozmadı Ali. Arada bir de ağzında patlatarak cevap verdi. “İyiyim jale, sen nasılsın?...” Bu cevapla kendine geldi jale… “Ulan Allahın cezası gerzek, neyin var senin ne oldu bize böyle?...” “Kaza geçirdik jale, sen direksiyonda daldın, karşıdan büyük bir kamyon geliyordu…” Sonra, sonra dedi jale… “Sonra ben el frenini çektim.Şimdi buradayız.” Kazanın şokunu henüz atlatamamıştı. Ali’nin bu pişkin vurdumduymaz tavrı ağzından çıkan her sözü kafasında uğulduyor,çoğunu algılayamıyordu. “El freni mi? dedin…” “Evet el freni dedim, jale…” “Neden, peki neden, direksiyonu kırmadın?.” Ali’nin açıklaması çok basit ve netti. “Annemle seyahat ederken, araba’da acil bir durum olursa el frenini çek derdi bana, acil bir durum vardı jale, bende el frenini çektim. Direksiyonu ağaca kıran ise; Sendin…” Jale’nin başı çatlıyordu . Gerisin geriye dönerek hayatını kurtaran adama doğru yavaş, yavaş sendeleyerek yöneldi. Yanına geldiğinde adam onu yine donuk ve durgun bir ifade ile karşıladı. “Ali’nin durumu iyi bacım endişe yapma…” Jale’nin ise; Aklında tek bir şey vardı. “Çok sağ ol var ol be amcam.. yanında telefonun var mı?...”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © erdal divriklioğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |