Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Türkiye’nin bugüne kadar sürdürmüş olduğu gerek iç politikasında gerekse dış politikalarına baktığımız da, hiçbir zaman huzur dolu bir günün geçtiğini söylemek ne hazindir ki mümkün değildir. Bu ifadeler kullanılırken gerçekten üzülerek dile getirilmektedir. Çünkü ister mevcut hükümetlerin siyasi düşüncelerine katılalım ister de katılmayalım. Hepimizin tek ortak noktası, bu ülkede birlikte yaşamak mecburiyetimizin olmasıdır. Onun için tüm siyasi partiler ve devlet yöneticileri her ne kadar kendilerine has bir ideolojik düşünceleri olsa da, temsil etmiş oldukları makamın, tüm Türkiyeli insanlar adına kullandığını asla unutmamalıdırlar. Bunun için de doğru ve kalıcı barışa hizmet edecek politikaları her zaman temel ilke edinmeleri gerekir. Birini öne çekip diğerini yabancı ya da öteki görerek aşağılayan siyasal politikalar, geri kalmış kültürsüz toplumların uyguladığı bir sistemdir. Türkiye artık bu anlayıştan vazgeçip, çağdaş toplumlarla entegre olmak zorundadır. Yoksa çatışma ve kaoslardan asla kurtulamayacaktır. Bir toplum ve ülkenin kendi içerisinde ve çevresiyle korkusuz, barış içerisinde yaşamasının tek dayanağı, o ülkenin öncelikle iç barışını sağlamasına bağlıdır. Ve hemen akabinde bu barış felsefesine dayanan evrensel, gerçekçi ve anlaşılabilir bir dış siyasi politikalarla birlikte, hem halk tarafından hem de diğer ülkelerce ciddiye alınıp taktir edilecektir. Ancak Türkiye devleti var olduğu günden bu zamana kadar yürütmüş olduğu tüm iç ve dış politikalarının kronolojisine baktığımızda, ne acıdır ki gerçek bir barış yaşamının olduğunu söylemek çokta mümkün değildir. Bu düşüncemizi doğrulayan o kadar canlı olaylar ve belgeli kaynaklar mevcut ki, hangisinden başlasak binlerce sayfayı dolduracak kadar fazladır. Biz yine de özetleyerek hafızaları tazelemeye çalışalım. Örneğin… 1-1927 yılından 1938 yılına kadar Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yaşayan Alevi ve Sünni Kürlere karşı yapılan askeri tenkil ve tedip operasyonları. 2-1940 ve 1960 yılları arasında Ermeni, Rum ve Gayri Müslimlere karşı çeşitli zaman dilimlerine yayılarak yapılan bireysel görünümlü saldırı ve yakma olayları. 3- 1970’li yıllardan 1980 yıllarına kadar, çeşitli siyasal düşünce farklılığına dayandırılan çatışmalarla birlikte, Alevi ve Sünni çatışması adıyla yapılan katliamlar. 5-1987 yılından itibaren silahlı olarak ortaya çıkan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) bahane edilerek, Türkiye’nin genelini kaplayan Terör Kanunlarının uygulanması ve bunun sonucunda ortaya çıkan çatışma, kaos ve huzursuzluklar. 6-İfade edilen tarihler arasında Sivas Madımak ve Başbağlar köyünde yaşanan olaylarla birlikte, günümüze kadar hâlâ devam eden Kürt, Alevi, Gayri Müslim ve İşçi sınıfının sosyal ve siyasal haklarını tanımayan despot bir devlet anlayışının devamı. 7-Düne kadar Fetullah Gülen başta olmak üzere tüm cemaat Şeyhlerine her türlü destek ve imkânını sunan devlet yetkilileri, bugün muhterem Şeyh Haziretleri dedikleri Gülenle düşman kesilmeleri. Bunlara benzer binlerce iç siyasi huzursuzlukların yaşandığı bir devlet yapısında, barış ve huzurun olduğunu kim söyleyebilir. Özetleyerek vermiş olduğumuz bu vb. olaylar şunu göstermektedir. Türkiye’nin iç politikasında ne kadar samimiyetsiz ve ilkesiz olduğunu kanıtlamaya yetmektedir. Diğer taraftan bir de dış siyasi politikalarına genel olarak göz atar isek, Toplumun nasıl bir kaos ve korku içerisinde ayakta kalmaya çalıştığını daha net öğrenmiş olacağız. 1-1923’ten itibaren Ermeni sorununu ve Kıbrıs ta hâlâ devam eden Türk ve Rum çıkmazı. 2-Irak başta olmak üzere İran ve diğer sınır ülkeleriyle beş yılı bile geçmeyen ticari ve siyasi ilişkilerin, bir anda biterek en büyük düşmanlık şekline dönüşmesi. 3-Düne kadar Kuzey Irak Kürt Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’ye postal yalayıcısı diyenler, bugün Cumhurbaşkanlığı köşkümde ağırlanması, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmüş değildir. 4-Yunanistanla Adalar sorununun yüzyıldır devam etmesi ve hâlâ gerçekçi bir çözüme varılamaması. 5-Elli yıldan bu zamana kadar Türkiye, Avrupa Birliğine üye olmak için can atarken, ne gerçek bir üyelik sıfatını yerine getirmiştir ne de bu sevdasından vazgeçememesi. 6-Aynı şekilde elli yıldır NATO’ya üye olmasına rağmen efendim NATO Hıristiyan Kulübüdür, bizi sevmiyorlar deyip ne ayrılmışlardır ne de seviyeli bir üye olunmaması. 7-NATO ve Avrupa ülkeleriyle birlikte hareket edip, Suriye’yi parçalama planları yapan Türkiye, Rusya’nın karşısında yüz seksen derece çark edip, şimdi de Beşar Esad’ın her türlü muhatap alınacağı ifadeleri. 8-Benzer şekilde düne kadar Rusya’ya söylemediklerini bırakmayan Türkiye, bugün hiçbir şey olmamış gibi Rusya ile yeniden canciğer kuzu sarması olmaları. 9-İsrail’e karşı gerek toplum olarak gerekse devlet politikası, Yahudi bozması deyip her seferinde aşağılayan bir anlayışla hareket edilmesine rağmen, İsrail ile hiçbir zaman siyasi ve ticari ilişkilerini kesmeyen bir Türkiye. 10-IŞİD gibi Müslüman dinci haydutlara her türlü desteği sunup, Türkiye’yi Orta Doğu bataklığına çeviren hükümet politikacıları, bugün IŞİD’e saldırıyormuş gibi yapıp, onun yerine başka bir dinci gericileri destelemesi, asla gerçekçi ve doğru bir politika değildir. Çünkü bir zamanlar NATO’nun tüm emperyalist üyeleri ve bunların yanında yer alan diğer uşakları, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) karşı şöyle bir ikiyüzlü politika yürütmüşlerdi. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) özgürlük mücadelesini baltalamak için, İsrail ile her türlü işbirliği yapan emperyalistler ve yardakçıları, Hamas denen şeriatçı gericileri desteklemekte en ufak bir sakınca görmemeleri. Türkiye’nin de içerisinde olduğu aynı politik güçler, bugün sözde Özgür Suriye Ordusu adıyla, Beşar Esad yönetimine ve Rojava’ya karşı kullanmaları, Hamas ile ne kazanmışlarsa burada da aynı akıbeti yaşayacaklardır. Adeta tarih yeniden tekerrür etmektedir. Dün Hamas’ı destekleyenler bugün Hamas’la yeniden savaş durumunda değiller mi? Aynı şekilde düne kadar IŞİD canavarını destekleyip var eden emperyalistler, bugün IŞİD’i sahneden silerken, Hamas benzeri sözde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) denen çeteleri desteklemeleri, kendilerine çok şey kazandırmayacaktır. Ki bu ÖSO’nun da IŞİD’den çok farklı bir yanları bulunmamaktadır. Türkiye başta olmak üzere diğer emperyalistler, Özgür Suriye Ordusunu her türlü desteklemelerine rağmen, istedikleri amaca ulaşmayacaklardır. Çünkü ÖSO’ya güvenerek küçük bir kasaba olan Carablus’u elde etmek ne bir zaferdir ne de başarıdır. Son kullanma tarihi biten İslamcı DEAŞ canavarları, kendileri gibi düşünen Özgür Suriye Ordusuna Carablus’u devir ederek, başka yerlere kaçabilenler kaçarken, büyük bir çoğunluğu orada bulunan yerli halkın arasına karışıp, yeri geldiğince yeniden ÖSO adıyla devreye girmeyi düşünmektedirler. Onun için ne Carablus’ta ne de başka bir alanda herhangi bir çatışma yaşanmadığı için zaferden söz etmek asla söz konusu değildir. Sadece Türk Ordusu serbestçe Carablus topraklarına birkaç kilometre girmiştir hepsi bundan ibaret. Ve daha fazla ileri gitmeleri ise söz konusu değildir. Nedenine gelince, Türkiye ve Koalisyon güçleri Suriye topraklarını tam bir bataklığa dönüştürmeleri neticesinde, karşılarına Rusya gibi Konvansiyonel silah gücü olan bir devleti bulmuş oldular. Bu güce karşı açıktan savaşmak ne NATO’nun göze alacağı bir durumdur ne de Türkiye’nin. Koalisyon güçleri başarabilirlerse, sadece ÖSO denen dincilerin belirli bir bölgede kalıcı olmalarına çalışacaklardır. Bu da şu anlama gelmektedir. Suriye toprakları üçe bölünerek hem Kürtlerin Rojava Özerk Yönetimini kabul etmek anlamına gelmektedir, hem de Türkiye’nin tüm politikalarının ne kadar yalana ve temelsiz olduğunu kanıtlayacaktır. Ve Suriye’nin üçe bölünmesi çok kısa zamanda uluslararası platform olan Birleşmiş Milletler (BM) de onaylanacaktır. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin sürekli ağzında sakız yaptığı Suriye’nin toprak bütünlüğü politikasının ne kadar ilkesiz olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin diğer bir havada kalan politikası ise, Özgür Suriye Ordusuna çok büyük bel bağlamasıdır. Hâlbuki (ÖSO) var edildiği günden bu zamana kadar üç defa dağılıp parçalanırken, bazıları IŞİD denen dinci haydutlara katılmışlardır. Ve ellerindeki birçok silahla birlikte mühimmatı da IŞİD’e teslim etmiş olmaları. ÖSO, çok yakın zamanda yeniden parçalanacak ve yerine yeller esecektir. Çünkü bu düşüncemizi haklı çıkaran çok nedenler vardır. Bunlardan en önemlisi, ÖSO denilen yapı, Arap ve Türkmenlerden oluşan gerici yobaz bir yapıdır. Her iki yapıyı oluşturan Arap ve Türkmenler aynı derecede aşırı Milliyetçi olmaları birlikte yaşamalarına en büyük engeldir. Her iki grubun demokratik bir yaşam ve dünya düşünceleri olmadığı için, çok kısa sürede birbirlerini yok etmeye çalışacaklardır. Bu da yakın zamanda kendi içlerinde parçalanıp dağılmaları demektir. Bu düşüncemizin boşa çıkması için tek bir yol vardır oda, Arap ve Türkmen Milliyetçilerinin demokrat ve ilerici bir düşünceye sahip olmalarına bağlıdır. Arap ve Türk Müslüman milliyetçilikleri için, demokrasi ve ilericilik her zaman öcü olarak görüldüğüne göre, her iki dinci ve milliyetçi yapı birbirini yemeye devam edecektir. Tüm bu yaşanan olaylardan anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin her politikasında eli boş dönmesi, Türkiye’yi şöyle bir travmaya sürüklemektedir. Sürdürdüğü temelsiz politikalar neticesinde, toplumun ve dünyanın gözünde ciddi bir prestij kaybına uğramaktadır. Bunu atlatabilmesi içinde sürekli küçük olayları abartıp şovence aslı astarı olmayan kahramanlıklar senaryosuna sarılması. Ancak dünya ülkeleri, Müslüman Türklerin bu tür şovlarının içi boş olduğunu çok iyi bilmektedirler. Çünkü 1919 yılında Yunanlılarla yaşanan çatışma da, İngilizler şöyle bir ifade kullanmışlardır. Türkler, Yunanlıları dört ayda yenerlerse dört günde yendiklerini söylerler. Bu vb. düşünceler, Müslüman Türklerin ne kadar şoven ve aslı astarı olmayan şeylerle kendilerini tatmin etmeye çalışan, geri kalmış bir toplum olduğunun en açık ifadesidir. İşte bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere Avrupa ülkeleri, Türkiye’ye karşı işlerine geldiği gibi hareket etmektedirler. Yeri geldiğinde Türkiye’yi pohpohlayıp çıkarlarında kullanırken, işlerine gelmediğinde ise her türlü aşağılama ve azarlamayı da sürdürmektedirler Bu yüzden ABD Fetullah Güleni vermeyeceği gibi, Türkiye de hiçbir zaman Avrupa’nın bir parçası olamayacaktır. Böylece eskiden olduğu gibi şimdi de, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin İslam Şeriat Cumhuriyet hevesi, boğazında kalacaktır, Ne bunu yutup kurtulabilecekler ne dışarı atacaklardır. Öyle içlerinde bir Tümör gibi birlikte yaşamaya devam edecekler. İşte Türkiye’nin siyasal politikaları kısaca bunlardan ibarettir. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |