Þahin bakýþlý, ahu gözlü, þirin davranýþlý ve tatlý sözlü idi. -Fuzuli, Leyla ve Mecnun |
|
||||||||||
|
“Ali Aða, elli-elli beþ yaþlarýnda biriydi. Saçlarý düz, þakaklarý kar beyazýydý. Bembeyaz kar taneleri, adeta býyýklarýnýn uç kýsmýna da yaðmýþtý. Bu özellik, daha baþka bir olgunluk vermiþti Ali Aða’ya. Otuz yýl önce Anavatan Türkiye’den gelmiþti. Bir ev tahsis edilmiþti Ali Aða’ya. O zamanlar, daha gençti. Sýksa, taþýn suyunu çýkarýrdý. Uzun boylu, yaðýz, mert, delikanlý biriydi. Tarla da vermiþlerdi Ali Aða’ya. On tane kadar da koyun takviye etmiþlerdi kendisine. Çalýþtý Ali Aða. Otuz yýl didindi durdu. Tarlayý, ekti her sene. Kimi zaman iyi mahsul kaldýrdý. Kimi zaman eli havada, gözleri hep bulutlarda oldu. Bir damla yaðmur için defalarca dua ettiði günler olurdu. Kuraklýk uzun sürerdi. Bazen yedi seneyi bulurdu. Umudunu hiçbir zaman kaybetmemiþti Ali Aða. Þükrederdi Yaradan’ýna. Bilirdi ki O, çalýþaný yolda býrakmazdý. Tarlasýný ekti, biçti her yýl bu nedenle… Koyunlarýný çoðalttý. Sürüsüne sürü kattý. Bir kapý kapanýrsa bin kapý açýlýrdý onun için. Azimli olmalýydý insan. Çok çalýþmalýydý. Azmini hiçbir zaman kaybetmedi yüreðinden. Aradan otuz yýl geçti. Burada, bu köyde kökleþti Ali Aða. “Topraðým” dedi. “Vataným” dedi. Benimsedi Kýbrýs’ý. Artýk o da Kýbrýslýydý. O gün Ali Aða kahvehaneden çýktý. Gri renkli bir pantolon giymiþti. Üzerinde beyaz bir gömlek ve onun üzerinde de lacivert bir yelek vardý. Baþýndan þapkasý hiç eksik olmazdý. Elinden de küçük tesbihini düþürmezdi. Ayakkabýsýnýn ökçesine hep basardý. Çocukluktan gelen bir alýþkanlýktý bu. Belki de doðup büyüdüðü yerlere has bir gelenekti. Ellerini arkasýna atmýþ, birbirine baðlamýþ vaziyette evinin yolunu tuttu. Tesbihini de sürekli çekiyordu. Yolda yürürken son günlerde Rum tarafýndan köylerine ziyarete gelen arabalara rastladý. Her geçen gün artýyordu bu arabalar… Ýçindekiler selam veriyordu. -Yassas! -Aleykümselam, diye cevap veriyordu onlara Ali Aða. Merakla da bakýyordu bu insanlara. Köyün her sokaðýndan mutlaka birileri çýkýyordu. Kimileri, kameralarla filme alýyorlardý köyü. Kimileri de durmadan fotoðraf çekiyordu. Bunlar, eskiden bu köyde yaþayan Rumlardý. Yan komþulardý. Otuz yýldýr hep yan yana yaþamýþlardý onlarla. Kapýlar, hep kapalý olduðundan birbirlerine gidip gelemezlerdi Türklerle Rumlar. Artýk Rumlar birkaç gündür rahatlýkla gelmeye baþlamýþlardý. Kýbrýslý Türkler, barýþseverliðini bir kez daha göstermiþlerdi dünyaya. Bir iyi niyet göstergesi olarak sýnýr kapýlarýný açmýþtý Rumlara. Onlar da koþarak gelmiþlerdi. Sýnýr kapýlarýný doldurarak, kuyruklarda, saatlerce sýra bekleyerek gelmiþlerdi. Onlar da özlem içindeydiler. Çocukluklarý bu köyde geçmiþti. Anýlarý vardý bu sokaklarda. Nasýl gelmesinlerdi? Nasýl da aldatýlmýþlardý yýllarca. “Türkler kötü” denilmiþti. “Türkler barbar”, “Türkler katil” denilmiþti. “Gitmeyin, huzurunuz kaçar”, “Gitmeyin soyulursunuz, öldürülürsünüz” demiþlerdi. “Onlar fakir” dediler. “Yoksul, periþan” dediler. “Aç, sefil” dediler... Türkleri kötüledikçe kötülediler. Geldiler ve gördüler. Burada da yaþayan insanlar var. Özgür, mutlu, refah, bayýndýr insanlar. Bir devlet olmanýn her þartýný yerine getiren azimli insanlar... Yürekleri insanlýk sevgisi ile dolu, barýþsever insanlar. Ali Aða yavaþ yavaþ evine geldi. Hanýmý içerde tek baþýna oturuyordu. O da yaþlanmýþ, ömrünü bu eve vermiþti. Kýzý, dýþarýda tavuklara yem vermekle meþguldü. Biraz sonra hanýmý, yemeðini hazýrladý. Ali Aða, hep yer sofrasýnda yerdi yemeðini. Böyle görmüþtü, böyle öðrenmiþti. Bu yüzden hiç alýþamadý masada yemeðe. Sofra, yere serildi. Kendisi bir ucuna oturdu, baðdaþ kurdu. Hanýmý da karþýsýna geçti. Beraberce yemeklerini yediler afiyetle. Þükreden biriydi Ali Aða. Çünkü bunu bulamayanlar da vardý. Þimdi kim bilir, dünyanýn hangi ülkesinde, hangi insan açlýktan ölüyordu? Kendisi bir lokma yiyecek bulmuþtu ya daha ne isterdi? Yemekten sonra tavþankaný çayý da içmiþlerdi. Derin bir sohbete baþlamýþlardý karýsýyla. Ali Aða, geçmiþ günlere, taa çocukluðuna dalmýþtý ki kapý çalmaya baþladý. Hanýmý Ayþe Teyze, kapýya yönelerek, kýzýna baðýrdý: -Gýzým, gapý çalýyor gapý! Bir bakýver. -Tamam ana! diye cevap verdi kýzý dýþardan. Arkasýndan hemen heyecanla baðýrmaya baþladý: -Anaa ! Gavurlar geldi! Gavurlar geldi ana! -Ne gavuru gýz? -Urumlar! Urumlar! Ali Aða bu kelimeyi duyunca þaþkýn þaþkýn hanýmýna baktý: -Hayýrdýr? Ne Urumu Haným? Harb mi çýkdý? dedi. Hanýmý da þaþkýn þaþkýn bakýnýyordu. Köyde gezmelerine alýþmýþlardý; ama eve kadar geleceklerini de beklemiyordu doðrusu. Ýçeriye bir kadýn ile bir erkek girdi. Erkek siyah ceket, siyah pantolon giymiþti. Altýnda beyaz gömlek vardý. Gözüne siyah bir gözlük takmýþtý. Otuz beþ, kýrk yaþlarýnda, esmer, orta boylu biriydi. Güleç yüzlüydü. Kadýn da, otuzun üzerinde, kýsa boylu, buðday tenliydi. Saçlarý düz ve kýsaydý. Üzerinde güzel ve pahalý bir eþofman takýmý vardý. Ayaðýnda da spor bir ayakkabý bulunuyordu. Kadýn, yetmiþ dörtten önce bu evde oturan ailenin kýzýydý. O zamanlar daha küçüktü. Yanýndaki de kocasýydý. Kapýlarýn açýlmasýndan dolayý, önceden kendilerine ait olan evlerini ziyarete gelmiþlerdi. Erkek seslendi: -Yassu re gumbaro! Ali Aða ayaða kalktý. Þaþkýnlýðýný hala üzerinden atamamýþtý. Çünkü evine ilk defa bir Rum geliyordu. Ne yapacaðýný þaþýrdý. Kýsa bir süre sonra þaþkýnlýðýný üzerinden attý. Yüzü içtenlikle gülmeðe baþladý. Rumlara dönerek: -Vay benim gardaþým! Velcome, velcome. Hoþ geldiniz, hoþ geldiniz, dedi. Onlarý samimi bir þekilde karþýladý. Buyurun oturun. Bir çayýmýzý, gahvemizi için. Ali Aða’nýn bu samimiyeti Rumlara da bir güven vermiþti. Ýçlerindeki tereddütler de tamamen ortadan kalkmýþtý. Ne de olsa nasýl karþýlanacaklarýný bilmiyorlardý. Çünkü bu insanlar hakkýnda olmadýk hikâyeler dinlemiþlerdi yýllarca. Oturdular. Yarý Ýngilizce, yarý Türkçe, daha çok Rumca dertlerini anlatmaya çalýþtýlar. Erkek önce kendini, sonra karýsýný göstererek: -Andreas, Maria; Andreas, Maria , diyerek kendilerini tanýttý. Ali Aða: -Annadým. Ben de Ali. Bu da hanýmým Ayþe, dedi. Türkçe yok mu Türkçe? Türkiþ, Türkiþ? diye sordu. Andreas: -Çok az biliyo ben Türkçe...Maria benim es. Bu evin kizi. Çok var görmedi bu evi. Küçük gitti burdan. Var, siz izin vermek, Maria evi dolasmak, gezmek. Eski günleri hatýrlamak. Ana, baba, kardes hatýrlamak... dedi. Ali Aða: -Tabi tabi gezebilirsiniz. Siz, bizim Tanrý misafirimizsiniz. Bizde misafir önemlidir. Baþ tacýdýr. Düþman da olsa geri çevrilmez, dedi. Maria, büyük bir heyecanla odalarý gezmeye baþladý. Bir o odaya giriyor, bir bu odadan çýkýyordu. Çocuklar gibi mutluydu. Eline cep telefonunu almýþ hemen kardeþini aramýþtý. Telefonda, kardeþine durmadan anlatýyordu. Arka arkaya konuþuyordu. Nefesi tükeninceye kadar konuþuyor, sonra yine nefes alýyor ve yine konuþuyordu. Duvarlarý anlatýyor, odalarý dile getiriyor, avluya çýkýyor, oradan oraya koþuyor, anlatýyor, anlatýyor, anlatýyordu... Biraz sonra gözlerinden yaþlar akmaya baþlamýþtý. Duygularý had safhaya ulaþmýþtý. Aðlaya aðlaya anlatýyordu. Arada bir kocasýna geliyor ona da bir þeyler söylüyordu. Elindeki fotoðraf makinesi ile de her þeyi görüntülüyordu. Karýsý dolaþýrken Andreas, Ali Aða’ya baktý: -Sað olasiniz. Sizler çok iyi insanlarsýnýz. Sizi, bize böyle anlatmamislardi. Çok kötülediler sizi. Barbar, cani, yamyam, hirsiz dediler. Güvenmeyin dediler. Onlarýn olduðu yere gitmeyin dediler. Bizim polis çok uðraþtý gelmeyelim. Ama hepsi yalan. Siz çok iyi insanlar, dedi. Ali Aða, -Bak Andreas gardaþ! Bunlarýn hepsi palavra, dedi. Her þeyden önce hepimiz insanýz. Durup dururken niye birbirimizle düþmanlýk yapak? Niye kötü olak? Bakýn evime gelmiþsiniz, misafirim olmuþsunuz, ne güzel. Böyle safsatalara bizim karnýmýz tok. Dostça geldiðiniz müddetçe kapýmýz size her zaman açýk. Andreas þaþýrmýþtý. Hiç beklemediði, ummadýðý bir insanlýkla karþýlaþmýþtý. Türklerin misafirperver olduklarýný dedelerinden duymuþtu ama bu kadarýný da beklemiyordu doðrusu. Biraz sonra Maria da geldi yanýna. Çok mutluydu. Dünyalarý verseler bu kadar mutlu olamazdý. Annesi hep anlatýrdý burasýný. Geniþ bir avlusu vardý. Önünde çiçekler doluydu. Kendisi daha bebekti. Annesinin kucaðýndan düþmezdi. Aðabeyi de avluda oynar koþardý. Adeta hiçbir þey deðiþmemiþti. Her þey anlatýldýðý gibiydi. Uzun uzun bakmýþ, incelemiþti evi. Geçmiþten bir iz yakalamýþtý sanki. Kalkmak için izin istediler. Yollarý uzundu. Daha Lefkoþa’ya gidecekler, oradan da Rum tarafýna geçeceklerdi. Ali Aða: -Durun, bende yýllardýr bekleyen bir emanetiniz var. Onu da vereyim öyle gidersiniz dedi. Andreas da Maria da þaþýrmýþlardý. Ne emanetiydi bu? Ömürlerinde bu insanlarý, ilk defa görüyorlardý. Anne ve babalarý da tanýmazdý bunlarý. Öyleyse ne emanetiydi bu? Kim býrakmýþtý? Ne býrakmýþtý? Niçin býrakmýþtý? Þaþkýnlýkla birbirlerine bakýyorlardý. Ali Aða, diðer odaya gitmiþti. Gitmesi fazla uzun sürmedi. Elinde bir takým eþya ile geri döndü. Bunlar da neydi böyle? Meraklarý gittikçe artmýþtý. Ali Aða, elindekileri Andreas’a uzattý. Eski, soluk bir fotoðraf albümü, çeþitli resimler, birkaç yýrtýk mektup ve bir tane de altýn bilezik vardý. - Andreas gardaþ! Buraya otuz yýl önce ilk geldiðimizde bunlar burada dolaptaydý… Bunlar herhalde size ait olacak. Otuz yýldan bu yana, nasýl olsa bir gün gelirler, diye sakladým durdum. Artýk þu emanetinizi alýn da ben de Allah’ýn huzurunda rahata kavuþayým, dedi. Andreas, hayretle aldýðý albümü Maria’ya uzattý. Maria albümü heyecanla açtý: -Oh manamu! Anne, baba, kardes, diye baðýrmaya baþladý. Gözyaþlarýný tutamaz oldu. Hýçkýrýklara boðuldu. Bir yandan aðlýyor, bir yandan resimlere bakýyordu. Annesinin, babasýnýn, kardeþinin ve kendisinin resimleriydi bunlar. Otuz yýl öncesinin resimleriydi. Mektuplarý okudu. Babasýna gelen mektuplardý. Bilezik annesine aitti. Bu güne kadar kalmýþtý. Ve bu insanlar bunlarý korumuþ, saklamýþlardý. Þimdi de gerçek sahiplerine iade ediyorlardý. Ne yüce bir davranýþtý bu. Ne asillik, ne büyüklüktü... Ali Aða da, hanýmý Ayþe Teyze de aðlýyorlardý onunla birlikte. Ýnsanlýk sevgisi birleþtirmiþti onlarý. Þimdi bütünleþmiþlerdi. Sanki ayrý milletten deðil de ayný milletten birer insandýlar. Dil, din, ýrk ayrýmý kalmamýþtý aralarýnda. Bir bütün oluvermiþlerdi. Sevgi, üstün gelmiþti. Sevgi, birbirlerine baðlamýþtý bu insanlarý. Doðruluk, dürüstlük, insanlýk galip gelmiþti. Maria, sarýldý Ali Aða’ya yanaklarýndan öptü. Ayþe Teyzeyi de sarmýþtý kollarýyla iyice. Ayrýlmak istemiyordu sanki onlardan. Andreas, eþinin omzuna kolunu attý. Bir eliyle de elini tuttu. Birbirlerine sarýldýlar. Sessizce dýþarýya çýktýlar. Ali Aða ve Ayþe Teyze arkalarýndan yolcu etmek için çýktý dýþarýya. Maria bu insanlara ilk kez konuþtu. Üstelik Türkçe: -Biz, yok düsman. Biz dost. Biz kardes. Baris, mutluluk. Ben tesekkür ediyor hepinize, siz Türkler çok iyi insanlar, dedi. Arabalarýna binip ayrýldýlar. Biraz sonra herkes kendi evinde olacaktý. Mutlu, huzurlu, barýþ içinde. Sevgi içinde. Sevgi her zaman olduðu gibi her zorluðu yenecekti. Sevginin gücünü kimse kýramayacaktý.” Not: Bu Öykü, Kýbrýs KIBATEK VAKFI tarafýndan düzenlenen Hikmet Mapolar Öykü Yarýþmasýnda Üçüncülük ödülü almýþtýr.
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |