Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Amerika Devlet Başkanı Turamp'ın Kudüs'ü İsrail'ın Başkenti olarak görüp bununla ilgili kararnameyi imzalaması ve öncesindeki tüm yaşananlar, İsrail ve Kudüs'ün tarihini yeniden gözden geçirmeyi şart koşmuştur. Analizler bağımsız ve demokratik bir bakış açısıyla yapılmadığı sürece, bölgedeki gerçekler anlaşılmadığı gibi din savaşları da bitmek bilmemektedir. İsrail her ne kadar Avrupa ve Batılı devletlerin çeşitli destekleri sonucunda 1948 tarihinde kurulmuş olsa da, gerçek tarih ve yaşanan olayların temel kaynağı daha eskilere dayanmaktadır. Öncelikle bir İsrail efsanesinin ne kadar saçma ve yersiz olduğuna bakmak yerinde olacaktır. İsrail ismi; sözde Hz. Yakup'un tanrının gönderdiği melekle yapılan güreş olayı ile ortaya çıkmış bir efsaneye dayandırılarak, Yahudiler böylece kendilerinin kutsal ırk olduklarına inandırmaktadırlar. Ancak her toplumda buna benzer saçma efsanelerin olduğu da unutulmamalıdır. Gerçek tarihçe ise, İsrail ismi bilindiği gibi Hz. İbrahim Peygamberin sülalesine verilen ad olan İbranilerden gelmektedir. Hz. Yakup, İsmail, Yusuf, İsak, İsa, İsrafil ve İsrail şeklinde Yahudi din ve etnik kökeni olan toplululuğun ata isimleridir. İsrail oğullarının ilk atalarından olan Sami (Samiler) ile Arapların yine ilk atalarının adı olan Hami (Hamiler) iki kardeştirler. Her iki kardeş veya amca oğulları olan bu topluluk, aynı dil ailesinden olup İbranice, Aramice ve Arapça şeklinde üç lehçeye ayrılmıştır. İbranice Yahudilerin, Aramca Asuri ve Süryanilerin, Arapça ise Arapların kullandıkları dillerdir. Her üçü de temel yapı ve kültür olarak birbirinden ayrılamayacak kadar ortak özellik taşımaktadırlar. Orta Doğu ve Asya'nın en eski halklarından olan Yahudiler ile özellikle Araplar arasındaki ayrışma ve kanlı çatışmalar şu tarihten itibaren başlamıştır. Birçok araştırmaya rağmen kesin tarih belli olmasa da, yaklaşık olarak M.Ö. 100 ya da 50 yıllarında Hz. Musa'nın Mısır'dan sürgün olduktan sonra Kudüs'e gelip Yahudilik adıyla ilk tek tanrıcı dini ilan etmesiyle Kudüs kutsal bir yere dönüştürülmüştür. Yahudi, Asuri ve Arapların büyük bir çoğunluğu bu bölgede birlikte yaşadıklarından hepsi bu dine inanmışlardır. Tekrar aradan yaklaşık 50 veya 100 yıl geçtikten yaklaşık olarak M.S. 50 yıllarından itibaren Hz. İsa'nın ikinci bir tek tanrıcı din olan Hıristiyanlığı ilan etmesiyle, Yahudiler, Asuriler ve Araplar arasında büyük bir bölünme başlamış oldu. Aynı şekilde Arapların bir kısmı Hıristiyalığa inanmaya devam ederken diğer bir kısmı ise Yahudilikten ayrılmamışlardır. Ve M.S. 610 yılından itibaren Arapların içerisinden çıkan Hz. Muhammed üçüncü bir tek tanrıcı dini ilan etmesiyle, bölge halklarında yeniden daha derin ve büyük bir bölünüp paçalanma başlamıştır. Belirtilen tarihe kadar Yahudiler, Asuriler ve Araplar gerek Kudüs çevresinde olsun gerekse Arabistan ve etraftaki diğer ülkelerde hep karışık şekilde beraber yaşamışlardır. İslamiyet'in ilanıyla her üç din arasında birbirini kötü görme ve aşağılamanın yanında, bölgeye dini, ekonomik ve siyasal açıdan hakim olma düşüncesi, sonu gelmeyen bir savaş ve çatışmaya dönüşmüştür. Bu tarihten itibaren İsrail, Filistin ve Suriye'de İslamiyet'e inanan Araplar, ifade edilen yerlerden sürgün edilmeleri neticesinde, Arabistan ve diğer ülke topraklarında yığılmaya başlamışlardır. Ancak günümüzde Filistinliler olarak bilinen Arap halkının bir kısmı bölgede yaşamayı sürdürürken, İslamiyet güçlendikten sonra savaşarak yeniden tün bölgede egemenlik kurmuştur. İslamiyet'in bölgede egemen din haline gelmesi, kendinden başka hiçbir din ve inancın yaşama hakkının yok olması demektir. Başta Yahudiler olmak üzere Hıristiyan ve diğer tüm inançları katliamlara maruz bırakılıp sürgünlerle bölgeden uzaklaştırılmışlardır. İslamiyet'in bu katliamcı anlayışını kendi içerisindeki Mezhepsel çatışmalardan ve de Haşimi Şii Araplar olan Hz. Ali sülalesinin Arabistan topraklarından sürgün ve katliamla yok edilmelerinden anlıyoruz. Bölgede her zaman en büyük savaşalar din yüzünden gerçekleştiği için Yahudi dinine inanan ve İsrail oğullarından olan halk, İslamiyet'in baskı ve sürgünleri sonucunda bölge içerisinde elli yıl boyunca oradan oraya sürülerek yaşamışlardır. Ve en sonunda bölgede kalamayacaklarını anlayınca, Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesine dağılmışlardır. İlk zamanlar Yahudiler, Avrupalılar tarafından da büyük bir baskı ve katliama maruz kalsalar da, daha sonra demokratik yapıya geçilmesiyle, Yahudiler bu baskılardan kurtulmuşlardır. İsrailliler yaklaşık olarak miladi 750- 800 yıllarından 1948 yıllına kadar bölgeden tamamen sürülmeleri neticesinde, Kutsal ibadet yeri olarak bilinen Kudüs ve İsrail devletinin toprakları, Arap ve Müslümanların egemenliği altında kalmıştır. 1900 yıllarından itibaren Avrupa ve Batılı devletlerin Yahudileri desteklemesi neticesinde, Yahudiler 1948 yılından itibaren yeniden ata toprakları olan İsrail'de kendi devletlerini kurup yaşamaya başlamışlardır. İsrail devletinin kurulmasıyla, bölgede yaşayan Filistinli Araplar bu devletin azınlık halkı konumuna düşmüşlerdir. Bunu fırsat bilen ırkçı Araplar, Arap din ve etnik ırkçılığı yükseltilerek tüm Müslümanların Yahudilere düşman olmasını sağladılar. İsraillilere karşı mücadele yürüten Filistin Kurtuluş Örgü (FKÖ) Lideri Yaser Arafat, Marksist felsefeye dayanması yüzünden, istisnaların dışında hiçbir Arap ve Müslüman devleti destek vermemiştir. Aksine Arap ve Müslüman ülkeler düşman gördükleri Hıristiyan toplumlarla her türlü işbirliği yaparak, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün yenilmesine çalıştılar. Bu düşünceyi doğrulayan tarihsel kaynaksa, Arap ülkeleri ve emperyalistler birlikte hareket edip, HAMAS gibi geri ve yobaz bir anlayışı iktidara getirmişlerdir. Ve sorunları bitirmek yerine daha da büyütmüştür. Üzerinde çatışmaların en çok yaşandığı toprak ve bölgeler arasında Kudüs, Gazze ve Batı Şeria vb. davalar aslında din ve ırk milliyetçiliğinin 1300 yıldır sürmesi demektir. Bu ne Arap ve Müslümanlara ne de İsraillilere bir şey kazandırmamıştır. İnsanca ve akıllıca tek çözüm, her iki toplumun ortak kültürel değerlere sahip olması fırsat olarak görülüp, demokratik çağdaş ilkeler doğrultusunda rahatlıkla bitirilebilir. Bu formül desteklenmediği sürece, bugün Kudüs'ün başkent olması bahane olur, yarında daha başka bir şey ileri sürülerek, Yahudi ve Müslümanlar arasında din çatışması asla bitmeyecektir. İşte bunun için haklı olan bir taraf bulunmamaktadır. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |