Düþgücü güzelliði, adaleti, mutluluðu yaratýr. -Pascal |
![]() |
|
||||||||||
|
![]() Bahar mevsiminin ilk günleri olmasýna raðmen hafif bir soðuk vardý havada. Rüzgâr, rahatsýz etmeyecek derecede esiyordu. Namaz vakti olduðundan Camii ’den yükselen ezan sesi, tüm köye yayýlýyordu. Akþam namazýna geç kalmamak için köy meydanýndan koþarak camiye gidenler vardý. Camii, yol kenarýnda olduðundan arada bir araçlar geçiyordu. Bazen bir taksi, bazen bir traktör, bazen de motosiklet oluyordu bu. Camii, ayný zamanda komþu köylere giden yolun da kenarýndaydý. Bu nedenle trafik, bu yolda oldukça yoðun oluyordu. Özellikle de bu saatler, iþ çýkýþý olduðundan þehirden gelip bu yolu kullanarak evine gitmek isteyen birçok kiþi vardý. Birkaç sene önceye kadar, bu yol olmadýðý için, köy, daha duraðandý. Fazla araç, gelip geçmezdi. Köyün kuzey- batýsýnda kalan komþu köyler, büyük bir daire çizerek þehre ulaþýrdý. Ama bu yolun açýlmasý ile þehre ulaþýmlarý oldukça kýsalmýþtý. Yaklaþýk 40 dakika daha önce varabiliyorlardý þehre. Tabii ister istemez bu köyün de trafiði artmýþ oluyordu. Artýk daha fazla araç geçiyordu köyün içinden. Köyde çok fazla çocuk vardý. Köy yollarýnda, sokaklarda oynuyorlardý. Tehlike yaratabilirlerdi. Bir kazaya her an davetiye çýkarabilirlerdi. Bu nedenle de araç sürücülerinin çok dikkatli olmasý, köy içinde en düþük hýzla gitmeleri gerekirdi. Bunun dýþýnda kimseye de bir zararý yoktu. Hatta faydasý bile oluyordu. Bu sayede köydeki marketler de iþ yapmaya baþlamýþtý. Hatta bir de lokanta açýlmýþtý meydana. Hem de müþterisi oldukça iyi olan bir lokanta olmuþtu… Ben, bir ziyaret için köyün muhtarýna gitmiþtim. Muhtarýn evi, tam Camii karþýsýndaydý. Deyim yerindeyse bu yola hâkim bir konumdaydý. Gelen geçen her þeyi ve herkesi görüyordu Muhtar. Evinin Camii karþýsýnda olmasý da soranlara anlatmak için büyük bir kolaylýk saðlýyordu: -Merhaba kardeþ. Muhtarýn evini soracaktým. - Doðru gidin. Karþýnýza bir cami çýkacak. Ýþte tam o Camii karþýsýndaki ev, muhtarýn evi. Muhtar, esmer, 55 yaþlarýnda, hafif göbekli, güler yüzlü, içten davranan, misafirperver biriydi. Beni görünce her zamanki içtenliði ile karþýladý. Hemen dýþarýya bir masa ve iki tane sandalye çýkardý. Hanýmýna seslenerek kahvelerimizi söyledi. Hanýmý da güler yüzlü, misafirperver bir kadýndý. Biraz sonra kahvelerimiz gelmiþti. Tabii daha önceleri muhtarla sýk sýk bir araya geldiðimiz için, eþi, kahveleri nasýl içtiðimizi biliyordu. Ben, daima sade, köpüklü ve Sultan Kahvesi içerdim. Muhtar da Sade ve Oza içerdi. Burada kahve kültürü bambaþkaydý. Hemen herkes kahve içerdi. Kimileri sade, kimileri orta, kimileri de þekerli alýrdý. Tabii kahvenin markasý da önemli idi. Çok tiryakiler Oza içerdi. Oza, biraz daha sert ve acý bir kahve markasý idi. Sultan ise, daha hafif ve daha yumuþaktý. Bu köyde genellikle Oza içiliyordu. Arada bir Mehmet Efendi içenler de vardý. Ama bu kahve, kahveyi çok hafif içenler için geçerliydi… Kahvenin yanýnda mutlaka bir bardak da su gelirdi. Biz, çocukluðumuzdan öðrendiðimiz bir gelenekle veya alýþkanlýkla, önce fincanýn içine sudan birkaç damla döker, biraz bekledikten sonra içerdik. Bunu sorduklarýnda da hep büyüklerimizden duyduðumuz hikâyeyi anlatýrdýk: “Padiþah, bir gün kahve içerken veziri: -Padiþahým, kahvenizin içine zehir atýldýðýndan þüpheleniyoruz. Ýçmeden önce bir kontrol edelim, demiþ. Fincanýn içine biraz su damlatmýþ. Fincan hemen köpürmüþ. Tabii bu da kahveye zehir atýldýðýnýn kanýtý imiþ. Zehirli olan kahveye su damlatýlýrsa kahve köpürürmüþ. Zehir yoksa herhangi bir þey olmazmýþ. Kahvenin telvesi dibine çökermiþ. Padiþah, bu iþi yapaný hemen buldurup idam ettirmiþ. Ýþte bu hikâyeden dolayý, kahve fincanýna su damlatmak, bir gelenek halini almýþ. Etrafýnýzda kahve içen birinin fincana su damlattýðýný görürseniz hiç þaþýrmayýn. Sebebi bundandýr. Yüzyýllar öncesinden gelen bir ananedir… Kahveleri içerken, Camii Avlusunun yanýndan geçen, komþu köye giden yoldan sarýþýn bir bayan ile yanýnda küçük bir kýz çocuðu gördük. Etraflarýna bakýnarak köye doðru yürüyorlardý. Kadýn, kýrmýzý kýsa bir þort ve üzerine beyaz bir tiþört giymiþti. Küçük kýz da pantolon ve gömlek giymiþ baþýna da bir þapka geçirmiþti. Bize doðru yöneldiler. Adýmlarý muhtarýn evine doðru hareketlenmiþti. Hava henüz kararmakta olduðu için kim olduklarýný tam olarak seçemiyorduk. Muhtara bakarak: -Misafirlerin var, dedim. Buraya geliyorlar. Muhtar: -Ben tanýyamadým. Yan köyden galiba, dedi. -Þimdi anlarýz, dedim. Bize doðru yaklaþan kadýn, anlamadýðýmýz bir þeyler söyledi. Muhtar bana dönerek: -Ne diyor? dedi. -Anlamadým, dedim. Kadýn ve küçük kýzý, iyice yanýmýza geldiler. Artýk, yüzleri tam olarak beliriyordu. Saçlarý sarý, gözleri mavi, yüzü çil çil olan bayan, gülümseyerek bize bakýyordu. Kýzý da týpký kendisi gibi sarý saçlý, mavi gözlü ve yüzü çil çil idi. Kadýn: -Execuse me, (Affedersiniz) dedi. Muhtara dönüp: - Kadýn Ýngilizce konuþuyor. Yabancý sanýrým, dedim. Karanlýktan ve uzak mesafeden göremediðimiz için kadýnýn kucaðýndaki minicik köpeði ancak o zaman fark ettik. Kadýn, kucaðýndaki köpeði okþayarak seviyor ve bize Ýngilizce bir þeyler anlatmaya çalýþýyordu. Bana dönerek: -Sorry, dedi. Do you speak English? (Özür dilerim, Ýngilizce biliyor musunuz?) Ben, “Çok az” anlamýna gelen: - A little speak English, dedim. Kadýn: - Ok, diyerek, anlatmaya baþladý. Fakat o kadar hýzlý ve seri konuþuyordu ki ben hýzýna yetiþemiyor ve onu anlayamýyordum: - Sorry. I dont understand you. Plaese, slow talk me? Yani anlamadýðýmý, yavaþ yavaþ konuþmasýný rica ettim. Bunun üzerine kadýn da tane tane Ýngilizce konuþarak, derdini anlatmaya çalýþtý. Anladýðým kadarýyla: “Köpeði, yolda bulduðunu, sahibinin kim olduðunu” soruyordu. Ben de bunu bilmediðimi söyledim. Muhtar, bana “Büyük bir ihtimalle köpeðin, sahipsiz olduðunu, birilerinin oradan geçerken yola atmýþ olabileceðini, eðer istiyorsa onu alýp götürebileceðini” söyledi. Ben de kadýna, bunu, dilimin döndüðünce Ýngilizce olarak anlatmaya çalýþtým. Kadýn anlamýþtý. Yine kendi diliyle: “Köpeði alamayacaðýný, bulunduðu yerde buna izin verilmediðini” söyledi. Üzgün olduðumuzu, yapacak bir þeyin olmadýðýný anlattým. - Ok, diyerek dönüp kýzýyla birlikte köy meydanýna gitti. Meydanda bulunan market ve lokantaya girdi. Kýsa bir süre markette kaldý. Biraz sonra da dönüp tekrar bizim yanýmýza geldiler. Kadýn da, küçük kýz da çok durgun ve mutsuzdular. Belli ki dertlerini bir kimseye anlatamamýþlar, köpeðin sahibini bulamamýþlar ve bu nedenle de üzülmüþlerdi. Kadýn: - This is very sweet dog,(Bu, çok tatlý bir köpek) dedi. - Yes, dedim. - Please,take it. You see (Lütfen ona siz bakýn) - Oh am sorry, l can’t look. (Özür dilerim. Ben, bakamam) - Ok am sorry… (Tamam. Özür dilerim) Kadýnýn gözleri doldu. Konuþamaz oldu. Köpeði, küçük kýz, kollarý arasýna aldý. Bir eliyle de okþuyordu. Biraz sonra küçük kýz aðlamaya baþladý. Annesine dönerek: -Will it die, (Ölecek mi?) diye sordu… Kadýn: -No, (Hayýr) dedi, sevgi dolu bakýþlarla kýzýna. Þimdi o almýþtý kucaðýna köpeði -Wiil not die. (Ölmeyecek?) O anda, bisikletleriyle gezen köylü çocuklarý yanýmýza geldiler. Onlar da merak içindeydiler. Çocuklardan biri: -Amca, köpek sahipsiz mi? diye sordu. Ben: - Galiba, dedim. Bu yabancýlar da köpeðin sahibini arýyor. Çocuklardan biri: - O köpeði, az önce bir taksiden býraktýlar. Ben, gördüm. Diðer çocuk, aðlayan küçük kýza bakarak: - Bu çocuk niye aðlýyor, diye sordu. Ben: - Köpeðin sahipsiz olmasýna üzülüyor. Ölecek diye aðlýyor, dedim. Çocuk kurtarýcý gibi: -Ya amca niye ölsün. Sen, bu köpeði bize ver. Biz, onu, yarýn köpek bakým evine veririz, dedi. -Öyle bir yer var mý burada? dedim. Çocuk: -Var tabii. Köyün 2-3 kilometre dýþýnda, belediye yaptý. Sahipsiz köpeklere orada bakýyorlar. Daha geçen gün, yine böyle bir yavru köpeði götürüp verdik, dedi. Alýyorlar… -O zaman bunu da götürün, dedim… -Tamam, Sen hiç merak etme, dedi bilgiç edasýyla. Kadýn merakla bizi izliyordu. Hiçbir þey anlamamýþtý: - What you say? (Ne söyledi?)diye sordu. Kadýna durumu anlatmaya çalýþtým. Anlatabilecek miyim diye endiþe ediyordum. Ama o kadar da zor olmadý. Kadýn anlamýþtý. Sevindi: -Please, promise me. (Lütfen bana söz verin) Bu kelimeyi bildiðim için hemen anlamýþtým. - No problem, trust me… (Sorun yok. Bana güvenin) - Ok. I trust you. Thank you very much. (Peki. Size güveniyorum. Çok teþekkür ederim.) Çocuklar, köpeði alarak gittiler. Muhtar da sýký sýký tembih edip: -Köpeðe iyi bakýn çocuklar. Yarýn da götürüp teslim edersiniz… Çocuklar bisikletleriyle giderken kadýn ve küçük kýz sevinçle arkalarýndan bakakaldýlar. Umutlarý vardý artýk. En azýndan köpek, sokakta olmayacaktý bundan böyle. Sevinçliydiler. Küçük kýz, köpeðe el sallýyordu: -See you again. Bye bye… Kadýn, tekrar bize dönerek: -Please, tomorrow, dedi. -Ok my friend. -Thank you very much. Bye bye. Muhtar, bana dönerek: - Ya misafirleri yemeðebuyur edelim. Akþam vakti. Bunlar açtýr þimdi. Ben, kadýna dönerek: -Sorry. Will you stay for dinner with us. Ýf you stay me we are very happy. (Bizimle akþam yemeðine kalýr mýsýnýz? Çok mutlu oluruz.) -Oh sorry. Very late. (Özür dilerim, çok geç oldu) -Do you drink Turkish Cafe with me? (Türk kahvesi içer misiniz?) -Thank you very much. We must go. Because very late. (Çok teþekkür ederim. Gitmemiz gerek.) -Ok. You know. (Peki, siz bilirsiniz) Hava artýk iyice kararmýþtý. Akþam kendini hissettirirken soðuk, biraz daha artmýþtý. Üþümeye baþlamýþtýk sanki. Kadýn ve kýzý arabalarýna doðru yürüdüler. Biraz sonra arabaya bindiler. Küçük kýz durmadan bize el sallýyordu. Araba motorunun sesi duyuldu. Birkaç saniye sonra da araba gecenin karanlýðýnda kaybolup gitti. Muhtar ile biz baþ baþa kalmýþtýk yine. Muhtar: - Yahu, bu Avrupalýlar, hayvanlarý ne kadar çok seviyor böyle. Biz olsak dönüp bakmazdýk bile. - Bakmamayý býrak Muhtar, neredeyse aðlayacaktý kadýn, dedim. - Çocuða baksana nasýl da aðladý. Daha þimdiden bu hayvan sevgisi aþk olsun vallahi bunlara. Ben de yarýn çocuklarý takip edeyim de köpeði yuvaya versinler. En azýndan sözümüzü yerine getirelim… 02.04.2018 Güvercinlik
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
![]() | Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2023 | © Hakan Yozcu, 2023
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |