..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




14 Aralık 2018
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 27  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Kendi kendime ustura muhabbeti yaparken beni şaşırtan bir olay oldu. Neredeyse çığlık atacaktım, kendimi zor tuttum. Çünkü usta traş ettiği adamın sağ kulağını usturayla kesti, kulak kepçesini sanki çöpmüş gibi duvarın yanındaki orta büyüklükte bir sepetin içine attı.


:ACEG:
     Serseriliğim kısa sürdü, tam tamına bir gün. Bana göre değilmiş. Yaşım daha genç olsaydı... Yerleşik hayatla ilgili alışkanlıklarım bu kadar fazla olmasaydı... Rahatlığa bu kadar alışmasaydım... Belki...
     Bir otelden içeri girdim. Resepsiyona doğru ilerledim, üzerine tiril tiril beyaz bir gömlek giymiş, kıravatlı, düzgün traşlı görevli şaşkın şaşkın bana bakıyor. Burası dört yıldızlı bir otel. Görevli, benim ya yanlışlıkla girdiğimi ya da adres soracağımı düşünüyor galiba. Çünkü saçı başı dağınık, sakalları uzamış, ayağında ütüsüz bir pantolon, sırtında kocaman çantayla bu adamın böyle bir yerde işi ne?
     -Buyrun, bir şey mi istemiştiniz? Diye sordu.
     -Evet, bir oda istiyorum. Tek kişilik olsun?
     -Kimin için? Siz, sizz, sizin için mi?
     -Neden bir başkası için oda isteyecekmişim? Tabii kendim için...
     -Affedersiniz. Bizim fiyatlarımız...
     -Fiyat önemli değil. Bir geceliği ne kadar?
     -İki yüz seksen beş lira.
     Cebimden üç tane yüzlük çıkarıp önüne koyunca;
     -Kimliğiniz lütfen, dedi.
     Kimliğimi verdim. İçimden “İyi ki adınız, soyadınız ne?” diye sormadı dedim. Sorsaydı ters bir cevap verebilirdim. Çünkü sorulmasından hoşlanmadığım bazı sorular var. Bir tanesi işte bu. Adım neyse ne, hem bu ad da nereden çıktı? İlk insanların adları mı vardı? Sonradan insanlara ad konmuş. Kim koymuş? Tabii gene insanlar. Binlerce sene bu böyle devam etmiş, sonra bu yetmemiş bunun yanına bir de soyadı eklenmiş. Belki de bundan binlerce sene sonra soyadının yanına da başka bir şey eklenecek! Hoşuma gitmeyen bir başka soru da: İşiniz ne, ne iş yapıyorsunuz? Aklıma gelen ilk cevap bu soruya “Sana ne!” oluyor. İşinden kovulmuş bir kişiye bu sorunun sorulduğunu bir düşünelim. Ne desin, nasıl desin? Bir diğer gıcık olduğum soru da: Hemşehrim nerelisin? Sorunun faul olduğu açıkça belli. Hemşehrim dediğine göre nereli olduğumu biliyorsun demektir. Yani sen nereliysen ben de oralıyım. Bu soruya da “Uzaylıyım!” demek istiyorum. Evet ben uzaylıyım, sen de, tüm insanlar da. Cevapta bir yanlışlık yok. Hepimiz uzaylı olduğumuza göre de hepimiz hemşehriyiz, hepimiz akrabayız, hatta hepimiz kardeşiz...
     Ben bunları düşünürken görevli işlemleri tamamlamıştı. Kayıt işi bittikten sonra:
     -Bu odaya giriş kartınız, kapının kilit yerine dokundurun, açılır. Oda numaranız dört yüz on iki. Dördüncü katta ve asansör de sağ tarafta. Sabahları kahvaltı servisimiz olduğunu da hatırlatayım, taşınacak eşyanız varsa biz odanıza göndeririz, deyip kimliğimi ve kartı bana uzattı.
     Oldukça büyük bir oda, benim yıkılan evimdeki odamdan da geniş. Her taraf tertemiz, rahat bir yatak, seyretmek isteyen için televizyon, konuşmak isteyen için telefon, yazmak-çalışmak isteyen için masa, buzdolabı, çay demlemek için araçlar, ütü, traş malzemesi, sabun, diş macunu, diş fırçası, terlik... kısacası her türlü konfor var. Banyoya girip duş alacağım. Lavabodaki aynaya bakıyorum. Az önce kendimle ilgili yaptığım tasvirden çok daha kötü, perişan bir görüntü çıkıyor karşıma. Avurtlar çökmüş, gözler cansız, beden iskelet gibi... Saçtan sakaldan ise hiç bahsetmesem daha iyi.
     Duştan sonra yattım, yatak çok rahat. Hemen uyudum. Sabah erken uyandım, kahvaltı henüz hazır değildir diyerek biraz oyalanmalıydım, ama nasıl? Sonra aklıma geldi, çantama bir tane de kitap atmıştım. Çıkardım. Okudum. Heyecanlı bir roman, yazarın üslubu akıcı. Farkında değilim ama kitap beni bir hayli oyalamış, kahvaltı için indiğimde masaların çoğunun dolu olmasından bunu anladım. Birçok gözün beni izlediğini fark ettim; belki de bu insanların bazılarının iştahını bile görüntümle kaçırmışımdır! Kahvaltı açık büfe. Dilediğin yiyeceği dilediğin kadar alıyorsun. İyice karnımı doyurdum. Daha bir hafta bu otelde kalabilirdim. Kahvaltıdan sonra resepsiyondaki görevliye bu isteğimi söyledim ve gene şaşkın bakışları altında bir haftalık ücreti peşin olarak ödedim.
     Dışarı çıktım. Bugün bende önemli bir değişim olacaktı. İlkönce bir berbere gidecektim. Beş-altı berber dükkanını inceledim, hiçbirini gözüm tutmadı. En sonunda birinde karar kıldım. Bu berberin iki adet müşterilerin traş olurken oturdukları koltuğu ve dört kişilik de bekleyenler için koltuğu vardı. İki kişi çalışıyorlardı ve ikisi de meşguldü. Biraz bekleyeceğimi kibarca söylediler. Bekleme koltukları boştu, yani birinin işi biter bitmez sıra bana gelecekti. Berberlerin biri kırklı yaşlarda, saçlarında biraz kırlaşma olan, hafif göbekli bir adamdı. Usta olabilir. Diğeri otuzunda bile göstermeyen ince uzun boylu, top sakallı bir genç. Bakalım hangisi işini önce bitirecek ve benim traşımı hangisi yapacak?
     Sehpa üzerinde dergi ve gazeteler vardı. Bunları bir müddet karıştırdım. Sonra berberleri izlemeye başladım. Genç berber hızlı hızlı müşterisinin saçlarını makasla keserken usta olan sakal traşı yapıyordu ve elinde de hakiki ustura vardı. Şaşırdım, çünkü yıllardır berberlerde hakiki usturaya hiç rastlamıştım, çocukken gördüğüm bir traş aletiydi bu. Şimdiki kullanılan da usturaya benziyor ama farkı jilet takılıyor olması.
     Kendi kendime ustura muhabbeti yaparken beni şaşırtan bir olay oldu. Neredeyse çığlık atacaktım, kendimi zor tuttum. Çünkü usta traş ettiği adamın sağ kulağını usturayla kesti, kulak kepçesini sanki çöpmüş gibi duvarın yanındaki orta büyüklükte bir sepetin içine attı. Müşteri feryat edecek diye beklerken hiç sesi çıkmadı. Sonra sol tarafına geçti adamın ve aynı hareketlerle bu kulağı da kesip sepete attı. Müşterinin gene gıkı çıkmadı. Şaşırtıcı olan diğer bir şey de adamın iki kulağı kesik olduğu halde kan akmamıştı. Usta, hiçbir şey olmamış gibi traşa devam etti ve tamamladı. Müşteri koltuktan kalktı, elini cebine attı, ücreti ödedi. Yüzüne baktım, kulakları yerindeydi.
     Usta, elindeki havluyu birkaç kere koltuğa vurup oradaki saçları temizledi ve beni davet etti. Kesilmiş kulakları gördükten sonra bu berbere traş olunur mu? Ben başımla hayır işareti yapıp, genç berberi gösterdim. Ona traş olmak istemediğimi anladığından usta ısrar etmedi. Dışarı çıkıp bir sigara yaktı.
     Genç berberin işi bitince koltuğa oturdum. Berber bana;
     -Saç mı sakal mı amca? Diye sordu.
     -Saçı kısaltalım, sakalı da kökünden keselim. Dedim.
     Berber, hem gülümsedi hem de aklı sıra espri yaptı:
     -Amca, en son kaç yıl önce traş olmuştun?
     Cevap vermedim. Çünkü verecek cevap bulamadım. Soruda gerçek payı çoktu.
     Benim traş uzun sürdü. Bitince aynadaki görüntünün bana ait olduğundan şüphe ettim. Dağ adamı gitmiş yerine yaşlı ama kibar görünümlü bir bey gelmişti.
     Berberden sonraki durağım büyük bir giyim mağazası oldu. Elbiseden ayakkabıya kıravattan iççamaşırına her şey satılıyordu. Fiyatları sanırım oldukça yüksekti. Sanırım diyorum, çünkü uzun süredir bu çeşit ihtiyaç malzemesi almamıştım, o nedenle piyasayı bilmiyordum. Mağazadaki malların markaları da bende bu kanaate yol açmış olabilir.
     Takım elbise, ayakkabı, gömlek, çorap ve iççamaşırı aldım. Pantolonun paçalarının dikilmesi için biraz bekledim. Aldığım eşyaların -iççamaşırı dahil- hepsini orada giydim, eskileri de çöpe atmak üzere bir poşete doldurdum. Tam götürürken orada bana yardımcı olan eleman poşeti atacaksam zahmet etmememi, atma işini yapabileceklerini söyledi. Bu teklif işime geldiğinden poşeti orada bıraktım ve mağazadan ayrıldım.
     Öğlen olmuştu, acıktım. Lüks bir lokantaya girip karnımı doyurdum. Daha sonra yıkılan evimin istimlak bedelinin nereye yatırıldığını öğrenip bankaya gittim ve parayı vadeli bir hesap açıp yatırdım. Evim için ödenen bedel, tahmin ettiğimden de yüksekti.
     Otele dönüyorum. Bir kitapçıya uğradım, üç kitap aldım. Oradaki adam ben kitaplara bakarken devamlı yanımda durdu. Bazen sağımda, bazen solumda, bazen de arkamda. Nezaketten mi, yardım etme arzusundan mı yoksa bir başka nedenden miydi bu takip?
     Her taraf insan dolu; kaldırımlar, mağazalar insan kaynıyor. Nereden çıktı bu kadar insan? Bir ara bunların hepsi gözüme birlikte kıpırdayan binlerce arı, karınca, solucan, sinek, yılan, kuş topluluğu olarak göründü. Kendimi toplamalıydım, bu tür kötümser görüntülerden kurtulmalıydım. Güleryüzlü, tatlı dilli, pozitif düşünceli biri olacaktım. Bu kararımı uygulamaya geçirdim ve otelin kapısından güleryüzle içeri girdim.
     Resepsiyon görevlisi bir şeyler yazıyordu, beni hemen görmedi. Gördüğünde yüzüne eklediği saygı ve sempati etiketli görüntüyle, hafif kibarca gülümsedi:
     -Buyrun efendim. Hoş geldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim? Dedi.
     -Dörtyüz on iki numaralı odanın kartını rica edeceğim, dedim.
     -Ama orası dolu efendim. Size başka bir oda verebiliriz.
     Konuşmasından beni tanıyamadığını anlamıştım. İyice resepsiyona yaklaştım ve sesimin de şiddetini artırıp:
     -O odada kalan müşteri benim, deyince tanıdı.
     -Çok özür dilerim efendim, deyip kartı bana uzatırken yüzü utancından kıpkırmızıydı.

           ● ● ●
(Devam edecek...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.