Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
Evren ve dünyanın oluşumu dışında, diğer somut soyut bütün kültürel kavramlar insanın kendi icadıdır. Ancak bu icatlar öyle metafizik idealistlerin tanımladığı gibi görünmeyen ve bilinmeyen tanrıcılıkla anında var olan şeyler değil. Dünyanın oluşumu nasıl ki, 5 milyar yıl içerisinde Azoik, Palezoik, Mezezoik, Neozoik, Senezoik (Kuarter) aşamalarla gerçekleşmiş ise, insanın biyolojik, fiziksel ve düşünsel yapısı da, benzer biçimde en az 12 milyon yıl içerisinde ancak şekillenebildi. Yine biyolojik canlılık ve nesnel gerçekliğin en gelişkin türü olan insan, ilkel duygu, düşünce ve sorgulama yapısını hem somut hem de soyut şekilde M.Ö.65 bin yıllarında ancak başlatabildi. Aradan geçen bunca zaman ve deneyime rağmen, insanların büyük çoğunluğu düşünebilme ve sorgulama yeteneğini hâlâ tam anlamıyla geliştirememiştir. İşte insanla başlayan bütün kör düğümlerde bu noktada toplanıyor. Düşünme ve sorgulamasını bilmeyen insan zavallı yaratık olarak ya birilerinin arkasından sürünür veya mono tanrıcılık gibi soyut avunmalarla bir şey olduğunu sanarak yanlış yaşar. Herkesin kabul edeceği gibi insan denen “Özne” olmadan, dünyanın kavranması başta olmak üzere soyut, somut değerlerle birlikte tanrı, din, inanç ve bilimin var olması asla söz konusu edilemez. Hatta insanın fizyolojik olarak varlığının bir anlamı olmayıp, düşün ve sorgu yeteneğini gelişmek zorundadır. Düşünce ve sorgulama yeteneği doğru şekilde gelişmemiş insan, insan olarak nitelendirilemez. Bu temel gerçekliği kabul etmeyip soyut tanrısal ve dini metafiziğe sarılan sözde ilimciler, sadece kariyer peşinde koşan cinsiyet düşmanı adamlardır, insan değiller. Çünkü insan olmak hem kadın hem de erkektir. Adamcılıksa sadece eril düşünceye hizmet eden, kendisini var eden (Doğuran) anasına küfredip aşağılayan kişiliksizliktir. Bu yüzden Kızılbaş Alevilik semavi (Gök Tanrıcı) dinlerden uzak, tanrısallığı doğa ve kadınla başlatır. Dünya ve insanla ilgili genel çerçeveyi bu şekil belirlendikten sonra, makalenin başlığındaki diyalektik evrimselliğe daha yakından bakmaya çalışalım. Kızılbaş Alevilik var olduğu günden bu zamana kadar hep insanı “Üst İnsan” olarak temel almıştır. Üst İnsan olunmadan inanç ve diğer bütün yaşamsal kavramların hiçbir anlamı olmayacağına inanan evrenselci bir bakış (Düşünce) açısıdır. Bu bakış açısı her çağın özelliğine ve sosyal siyasal koşulların şartlarına göre iki ileri bir geri şekilde bazen tamamen proto pozitivist olmuştur, bazende pasifte olsa idealizme işaret ederek Dualizmle kendisini tanımlamıştır. Kızılbaş Alevilik gibi birçok farklı doğa inançları da, proto pozitivist düşünceyle var oldular. Kızılbaş Alevilikte; Metafizik idealist düşüncenin varlığı görülse de çok zayıftır. Doğacı ilkel pozitivist inançların çoğu evrimsel değişimle birlikte yok olurken, bazıları asimilasyonlar sonucunda tarihten silindiler. Tüm baskı, asimilasyon ve katliamlara rağmen, doğa inançları içerisinde kendisini yaşatmayı başaran ender inançsal düşünceden birisi, Kızılbaş Alevilik olmuştur. İnsanlığın varoluşuyla birlikte Aleviliğin insan, inanç. bilim ve dinsel diyalektik gelişiminin ifadesi şu şekildedir. İnsan; dünyanın bir parçası olarak, dünya yaşamına ve diğer maddi manevi değerlere somut, soyut şekilde bilimsel kavramlar katan en gelişkin tek canlı öznedir. İnsan denen öznenin ortaya çıkış tarihi hangi aşamalardan geçerek, düşünsel sorgulama yeteneğini kullandığı net olarak bilinmeden, aklımıza düşen sorulara doğru cevabı asla bulamayız. Bu bakımdan insan olmanın tarihçesini inceleyip bilmek her insanın görevidir. Öyle düşünsel ve sorgusal hiçbir analitik zahmete katlanmadan, tanrı her şeyi anında var etti, başka araştırmalara gerek yok basitliği, insanın düşük, edilgen, aşağı sıradan varlık olması demektir. İnsanın ilk proto hayvani türleri M.Ö.12 milyon yıllarında Homo Hubilas'ın öncü atalarından Hominidlerin varlığıyla başlamıştır. Homo Hubilas diğer hayvan türlerinde görüldüğü gibi, dört ayağı üzerine yani el ve ayaklarının üstüne basarak hareket ediyordu. Tüm duygu ve düşünceleri diğer hayvanların güdüleriyle aynı aşamada iken, insan beyninin gelişimsel özelliği, her değişik hareketlerde hızlıca büyüyordu. Aradan yaklaşık 6 ile 2,5 milyon yıl geçtikten sonra, Homo Erektus insansı atamız gelişmiş oldu. Homo Erektus uzun yıllar uğraşarak yavaş yavaş ayaklarının üzerine dikilmeyi öğrendikten sonra, ancak iki ayağı üstüne yürüyüp koşmayı başarabildi. Bu aşamada Homo Erektus'un duygu ve poroto düşüncesi de epeyce gelişim gösteriyordu. Diğer ara dönemlerle birlikte yine yaklaşık, 2 ve 1,5 milyon yıllar arasında Primatlar, Neandertaller, Hobbitler, Denisovanlar gibi insansı türlerin yaşadığını da görüyoruz. Günümüz insanına en yakın olan Homo Sapiens M.Ö. 400 ile 160 bin yıllarında yaşayan, aynı zamanda ilk düşünme yöntemini kullanmaya başlayan atalarımızdandır. Homo Sapiens'in düşünme yöntemi asla günümüzdeki gibi değildi. Sadece dikkatini çeken şeylere uzun süre bakıp onu elleyerek veya taklit eden proto düşünme egsersizi şeklinde gerçekleşmiştir. Bu aşamaya kadar insanla ilgili ne bir inanç, ne bağlanma ne tanrı ne de kutsallık diye en ufak bir iz ve işaretten bahsedilemez. İfade edilen deneme veya taklitler yüz binlerce yıl içerisinde, bilinçsizce doğal diyalektik evrimsel kanuna göre kendiliğinden gelişen hareketlerdir. Sistemli üzerinde düşünüp tartışılarak yapılan bir şeyden bahsetmek oldukça zor. İlk insan atalarının yaşamları belirtilen şekilde devam ederken, durağanlığı veya sabit bir yapıda kalması mümkün olmayan insan beyni, hem bilinçsel olarak hem de düşünce ve sorgulama yeteneği sayesinde, M.Ö.65 bin yıllarından itibaren biraz daha düzenli kılanlar şeklinde yaşamaya başladı. Ateşi kullandığı halde yiyeceğini çiğ olarak tüketiyordu. Böylece çevresindeki tüm doğa ve canlı hareketler üzerinde düşünüp kendine göre birtakım sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır. Üzerinde en çok durdukları ya da dikkatini çeken olayların başında, yıldırım düşmesi sonucunda yangın çıkması. Yağmurun bazen sel olması, toprakta çeşitli bitkilerin yetişmesi, hayvanların bereketli şekilde birden fazla yavruyu doğurması gibi, doğal şekilde gerçekleşen bu olaylara, insan bağlılık göstermeye başladı. Bu vb. bağlılıklar dinsel değildi. Sadece insanın düşünce ve sorgulama yeteneğinin iteklemesi neticesinde, şaşkınlık, korku ve sevinçle ortaya çıkan sosyopsikolojik durumdur. Bilinçli bağlılıktan (İnanç) bahsedilemez. Her geçen gün gelişen korku ve sevinç psikozu, Paleolotik Çağ insanının mağara önünde yaktıkları ateş etrafında belirli aralıklarla mırıldanarak dans etmeleri, ilk (Proto) bağlanma veya inançlaşma şeklidir. İlerleyen aşamalarda bu inançlaşma biraz daha düzenli ve geliştirilmiş olarak Poloteist Totem ve Animist (Canlanma) inançlar adını almış oldu. Her iki inanç şekli doğal diyalektik evrimleşmeye dayanan olgusal (İlkel Pozitivist) yapıyla varlığını sürdürmüştür. Ancak önemli gördüğü doğa olaylarının ayırdına tamamen eremediği için, bir türlü anlam veremediği ateş, yağmur, su, toprak, boğa ve kadını tanrısallığa yakın yüceltmeyle çözmeye çalışmıştır. Poloteist inançsal yapı gelişimini sürdürerek, M.Ö.15 bin yıllarından itibaren yerini Neolitik Ana Tanrıça yapısına bırakmış oldu. Neolitik Çağ ile birlikte Ana Tanrıça düşüncesi, “Kadının; insanlık yaşamını tamamen bilinçsel ve düşünsel çerçevede belirlediği aşamanın adıdır. Ana Tanrıça düşün ve yaşam biçimi, doğanın sağladığı olanaklarla insan isterse, en güzel yaşamı icat edeceğine inanmış olması, biraz daha derinlikli ve düzenli inançsal bağlılığı geliştirmiş oldu. Ve bunu en güzel şekilde temsil edecek güç, kuvvet, güzellik ve de insan özelliğinin kadında olduğuna inanarak tanrıçalaştırmıştır. Neolitik insan; yaşamını Kadının şahsında tanrıçalaştırması proto pozitivist bir bakış açısı olduğu halde, bunu düzenli bilimsel ve net bir materyalist düşünce olarak görmek bizi bazı yanılgılara götürür. Çünkü Neolitik Çağ insanı, doğadaki fizik ve kimyasal gücün etkisinin nasıl ve ne şeklide oluştuğunu bilmiyordu ve bunların hepsini analiz edecek imkan ve eğitime sahip değildi. En çok tanıyıp analiz ettiği ve insanı insanlaştırdığına kanaat (İnanç) getirdiği kadında toplaması, çağının tek ve somut ilkel bilimsel yöntemidir. Yinede Tanrıçaların tüm güzellik ve olağanüstü yaratıcılığına rağmen, insan olmasından kaynaklı duygu, düşüncesini aşan, akıl almayacak kötülüklerin meydana gelişini basite almamıştır. Dualist bakış açısıyla “İyilik ve Kötülük Tanrıçalıkta” çözümü bulmuştur. Günümüzdeki tek tanrıcı idealizmin sahip olduğu olanaklar ve pozitif bilimsel eğitim astronomik şekilde geliştiği halde, insanın doğasındaki korku, aşırılık ve kötülükler hızından bir şey kaybetmiştir. Daha fazla yükseldiğine göre, modern çağdaki sonuç kocaman bir sıfırdır. Her iki çağ arasındaki farkı incelediğimizde, Tanrıça düşüncesi daha akılcı değil midir? Bütün bunlara neden olansa değişen çağ ve sosyal koşullara göre, insanın kendine üstün bir güce bağlanma ihtiyacını yaratan psikolojik korkunun etkisidir. Zaten tanrı ve dinlere inanmayı ya da tapınmayı zorunlu kılan nokta da insan psikolojisindeki korkudur (Fobi). Korku yok edilmediği sürece, din vb. soyut kavramlar ve bağlılıklar her zaman var olacaktır.........
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |