Zaman dostluğu güçlendirir, aşkı zayıflatır. -La Bruyere |
|
||||||||||
|
Düşünmekten yorulmuştu, vazgeçti bundan. Orupta’ya tahılların azaldığı söylenmişti.Klanın kalabalık şekilde tahıl toplamaya çıkması gerekiyordu. Az olan tahıl stoğu dün gece ki şölende yetersiz hale gelmişti. Orupta mızrağını eline aldı ayağa kalktı. Irmağa son kez baktı. Aklına güzel şeyler geliyordu. Düşünceleri kutsal dairelerdeydi. Onları inşa edip gizemli görüntülere kavuşturmuş, sonra onları toprakla üstünü örterek gömmüş, bu sayede sonsuza kadar onun olmuştu, ta ki daireler bulununcaya kadar. Orupta buna ihtimal vermiyordu. Toprağın altına gizlenenler doğal tepelere dönüşmüştü. Yabancı birinin keşfetmesi için derince kazması gerekiyordu. Üzerinde ağaçlar, bitkiler otlar bile büyüyünce toprağı bitiremezdi. Ne yağmurlar ne rüzgarlar, hiçbir şekilde bitiremezlerdi. Bölgenin ortasına gelince bağırdı Orupta. “Hemen hazırlanın, tahıl toplayacağız. Avcılarda hazır olsun.” Avcılar erkeklerden oluşacaktı. Tahılları ise kadın, yaşlı, genç çoluk çocuk toplayacaktı. Orupta’nın çağrısı kısa süreden karşılık buldu. Orupta “Bölgemizin nöbetçileri yabanilerle karşılaşırsa onlarla anlaşsın. Ne istiyorsa verilsin. Onlarla savaşırdık ama bir şeyler vermek daha akıllıca olur. Zaten neyimiz kaldı ki, çadırlarımız var. İsterlerse verin onları. Çadırlarımızı birkaç günlük seri avlarla yeniden kurarız. Bölgemize vahşi hayvanlar girerse bekçilerin insafına bıraktım.” Dedi sözünü bitirdi. Orupta’nın peşinde kadınlar ve diğerleri vardı. Hayvan avına ise Akaptu önderlik ediyordu. Avcılar daha neşeli gibiydi. Bu Orupta’nın gözünden kaçmadı. Onların et yiyeceğini biliyordu. Neşeleri ondandı. Kadınlar ve diğerleri için avcıların dönüşü önemliydi. Onlarda neşelerine böyle kavuşacaktı. Uçsuz bucaksız ovada ilerliyorlardı. Her zamanki yere gidiyorlardı. Orupta gençlere konuşmaya başladı. “Siz bilmezsiniz ama gideceğimiz yer öyle bereketli ki orada hep yaşamak isteyeceksiniz. Neden orada yaşamıyoruz diyeniniz çıkacak, söyleyeyim. Atalarımız o yerde hep avlanırdı ama o yerde her avlanmada yaralananlar olurdu. Normal bir şey değildi bu. O zamanın kahini ile toplantı yaptılar. Kahinin ismi Namçehut idi. Toplantıda kimisi avlara eziyet ettiklerini, kimisi güneş batarken avlandıklarını, kimisi de bu yerin kutsal olduğunu ve hayvanları koruduğunu söyledi. Ve bu yerde avlanmayı bıraktılar. Öyle ki avlanma bırakılınca ertesi sene topraklardan öyle bereketler fışkırdı ki otu, böceği, ağacı, meyvesi daha görülmedik nice yeni şeyler yetişmeye başladı. Oysa atalarımız oraya yeni hiçbir şey ekmemişti. Başkası ekmiştir diyeniniz olabilir. Ve biz biliyoruz ki oranın dışında hiçbir yerde o yeni şeyler yetişmiyor. Biz bunu çok denedik. Yeni bitkileri bölgemize götürdük, şefkatle büyümelerine çalıştık, olmadı. Sonunda şu karara vardık. Bitkilerin yerini değiştirmek orada hayvan avlamak kadar tehlikelidir dedik.” Namuşkuput adlı genç sordu. “Neden biz gençler bu şeyleri bilmiyoruz. Şimdiye kadar bizden neden sakladınız. Bir şeyleri bilmek klanımızı daha güçlü yapmaz mı?” Orupta “Bazı şeyleri size açıklamıyoruz. Bu şeyleri zamanla sizin bulmanızı istiyoruz. Mesela anlattıklarımı bilseydiniz hemen gideceğimiz yere gizlice gider kendi başınızla anlattıklarımızı tecrübe etmeye kalkışırdınız. Şimdi bana sorarsınız, şimdi niye anlatıyorsun diye. Şöyle, bir sır uzun süreler saklanır ama sır bulunduğu kabuğu mutlaka bir gün çatlatır. Bu sır böyle bir şey. Bunu ben size söylemeseydim doğa ana mutlaka size fısıldardı. Bilgiyi bizim gibi ehil elden almanızı istedim. Mesela bilmek istediğiniz önemli bir şey varsa bunu ilk elden bizden öğrenin, ehil olamayanlardan öğrenmeyin. Çünkü ehil olmayanlar ne kadar doğru şeyler söylese de onların bir şekilde yanıltıcı yönlendirmeleri olur. Siz hiç yabancı birinin durduk yere ikramını kabul eder misiniz. Acaba içinde bir kötülük var mı diye düşünürsünüz. Güven konusunda önce kendinize danışın. Doğruları yabancılardan almayın. Ta ki doğaya her şeyi ile açıldığınızda başkalarına da güvenebilirsiniz.” Kadınlardan biri “İşte tahıl tarlalarımız. Sarı başaklar göründü.” Diye sevinç içinde söylendi. Orupta “Şimdi bütün deri torbalarını açın ve birbirilerine bağlayın. Sofra ne kadar büyük hale gelirse o kadar güzle olur, topluca taşımak kolay olur. Dikkat edin, buğday sapını kökleyeceksiniz. Başaklara zarar vermeyin.” Dedi kalabalığa. Kalabalık dört bir yana dağıldı. Birkaç kadın deri torbalarını açarak birbirine bağlamaya başladı. Torbalar büyük bir sofra oluşturdu. Kadınlar geniş tarlaların içine dalıp ellerinde biriktirdikleri buğday başaklarını getirip sofralara bırakıyordu. Gökyüzünde güneş sıcağı ile onları bezdirmeye çalışıyordu. Onlar yılmıyordu. Çünkü kadınlar başak toplamayı çok seviyordu. Ne kadar çok topluyorlarsa kış mevsiminde o kadar rahat edeceklerini biliyorlardı. İşleri ancak akşama biterdi. Orupta gençleri yakın mevkilerde ava yolladı. Çalışmak ve bunu keyifle devam ettirmek için av etine ihtiyaçları vardı. Namuşkuput ve Lakipan iki grup oluşturdu. Gençler bu iki kişiye bölüştürüldü. Namuşkuput grubuna “Öncelikle oklarımızı kullanacağız. Uzak mesafeden mızrak atmak yok. Bir av gördüğümüzde çevresini ne kadar sararsak o kadar iyi olacak.” Dedi, grubu ile harekete geçti. Namuşkuput etrafı dinledi. Kuş cıvıltılarını duydu sadece. Bir tepeye doğru ilerlediler. Tepeye çıktılar. Etrafı gözlediler. “İleride antilopları görüyorum. Ne dersiniz ava başlayalım mı.” Dedi Namuşkuput, ekledi “Avların peşinde yırtıcı hayvanlarda vardır. Dikkatli olalım.” Gençler cesurdu, yırtıcı hayvanlardan korkmadıklarını söylediler. Tekopur isimli genç “Antiloplara ağaçların üzerinden saldırırsak avantajlı olur. Bizi görmek için kafalarını kaldırmayacaklardır. Henüz bunu tecrübe ettiklerini sanmam. Baksanıza kafaları yerde, ha bire ot yiyorlar. Onların kafaları yerde biz de yerdeysek mutlaka bizden ürkerler. Ama bizi ağaçta görürlerse bizi maymun zannederler bizimle ilgilenmezler.” Namuşkuput “Haklısın Tekopur ama antilopları ürkütmeden ağaçlara nasıl çıkacağız. Onlara avcı olmadığımızı hissettirmek için yerimizde zıplayarak, şaklabanlıklar yaparak, şaşırtmaca yapmamız gerekir.” Başka bir genç “İkinizin taktiği de güzel. O zaman ikiye ayrılalım. Onları şaşırtırken diğerlerimiz gizlice ağaca çıksın.” Bu görüş yerindeydi. Aynen uygulandı. Gençler bağırıp çağırırken birkaç antilop ürktü ama kaçıp uzaklaşmadılar. Diğerleri antilopları ürkütmeden iki avlara yakın iki ağaca sessizce ve görünmeden çıktılar. Av okları fırlatıldığında dört antilobun okları yediği görüldü. Yaralı antiloplar uzaklaşmıştı fakat avcıların takibinden kurtulamadılar. Gençler tahıl toplama alanına doğru dört antilobu sırtlamış ağır ve uzun bir yürüyüşten sonra getirdiler. Az sonra Lakiban’ın grubu da iki geyikle çıka geldiler. Birkaç kadın tahıl toplamayı bırakıp görenlerin dişlerini kaydıran avları büyük bir şevkle temizlemeye başladılar. Okriyan hiddetle köpürdü. “Kimse bizden izinsiz o tahıl alanında harman yapamaz. Biz ki kudretli bir klanız. Mızraklarınızı alın. Baltalarınızı hazırlayın. Kavgaya giderken beş nöbetçi geride dursun. Görelim bakalım, baltalarımız kafalarında kırılacak mı.” Okriyan’ın yanında kardeşi Pesehten ve iki avcı, onların gerisinde küçük ama dağları onlar yaratmış gibi yürüyen yirmi yedi avcı vardı. Avcılar ne sağa bakıyordu ne sola. Zihinlerinde istilacı avcılar vardı. Acaba onları kovabilecekler miydi. Tabi ki. Bir kapışmada onların üzerine yoktu. Kazandıkları kavganın haddi hesabı yoktu. Bu onları düşünmeyen, acımasız, yok edici bir klan yapmıştı. Orupta birbirine bağlanmış deri torbaların üzerine yığılmış buğday saplarının yeterince biriktiğini düşünüp “Bu kadar yeter. Hadi toparlanın gidiyoruz. Hepiniz deri halatlardan tutun ve çekin.” Dedi. Kadın ve erkek avcılar büyük deri örtünün dört bir yanından tuttular. Sonra deri halatlarını ellerine aldılar ve deri örtüyü ikiye katlayıp çekmeye başladılar. Buğday sapları ağır değildi, kolayca çekilebiliyordu. Küçük patikaların bir kaçını geçerlerken mola veriyorlardı. Bu molaların birinde Buloktin söylendi. “Birileri geliyor bakın. Hepsi erkek avcı. Bir şeyler yapacaklar galiba. Öyle yürüyorlar. Ellerinde baltalar mızraklar.” Orupta “Hemen hepiniz başınızı eğin, ses çıkarmayın. Bizi akşamın karanlığında fark edemezler. Bunlar Okriyan klanı, saçlarının örgülerinden belli. Bunlar yabani avcılar.” Birkaç avcı görünmeyecek şekilde otların arasında yabanileri dikkatle izledi. Okriyan klanı durmuştu. Yerde izler mi bulmuşlar ne. Bloktin “Akşamın karanlığı var ama izlerimiz gün gibi açık. Gelirken döktüğümüz buğday başaklarına bakıyorlar galiba.” Orupta “Sus şom ağızlı. Hem sesimizi duyacaklar hem onlara akıl veriyorsun. Geçip gitsinler de başka bir şey istemem.” Yerde sinen avcılar gökyüzünden sessizce inmiş yaratıklar gibiydi. Böyle toplu bir kaygı ruhlarını adeta onlara kalkan yapmıştı. Tanrı Tamumbu onlardan yanaydı. Ormanın ruhları, ses çıkaran baykuşlar, tilkiler, parslar onları koruyordu. Nihayet Okriyan klanı uzaklaştı. Orupta “Bu bir tuzaktır ama mecbur ilerleyeceğiz. Okriyanlar çok sinsi olur. Bakmayın onlardan kurtulduğumuza, onlar akşam olsa bile izlerin ne yöne gittiğini bilirler. Biz şöyle bir şey yapacağız. Ne kadar boşta olanınız varsa tüm deri halatlardan tutacak ve taşıma işini koşarak yapacağız. İstikamet büyük kaya tapınağımız. Oraya vardık mı gerisi kolay.” Tüm halatlar daha çok kişice tutuldu. Ve koşmaya başladılar. Sarsıntıdan buğday başaklarından dökülen olduysa da buna aldırış etmediler. Karanlığı koşarak yaran sadece onlar değildi. Okriyan avcıları peşlerindeydi. Az önce geride bırakılan Buloktin koşarak gelmiş bunu Orupta’ya söylemişti. Tek çıkar yol vardı. O da daha hızlı koşmak. Öyle de yaptılar. Yüklerini karanlıkta bir filin koşmasına kendilerini de fili kovalayan tilkilere benzettiler. Bu yorucu espriler gençlerden geliyordu. Orupta hiç öfkelenmediği kadar öfkelendi ve gençler sus pus oldu. Uzaktan kaya tapınağı görünmüştü. Gökyüzünde ki dolunayın ışığı bunu görünür hal ediyordu. Orupta “Ayda olmasa bitmiştik biz. İyi ki dolunay var ve kaya tapınağı görünür halde. Ha gayret, biraz daha koşacağız, az kaldı.” Dedi. Kaya tapınağına kadar iki yüz metre koştular. Sonra kendilerini birden tepeden aşağıya yuvarlanır buldular. Orupta ay ışığında gördüğü manzaraya baktı. Topladıkları tüm başaklar etrafa saçılmıştı. Orupta “Meliktu, Candeme, Arkeot siz gizlenerek burada bekleyin. Biz hızla gidip kaya tapınağına sığınacağız. Şayet Okriyan klanı başakları görmez ise etrafı kolaçan ederek yanımıza biriniz gelsin, haber etsin. Gideceğimiz kaya tapınağında ki mağarayı kimse, hiçbir yabani bilmez. Mağara girişini ben tesadüfen bulmuştum. Giriş kısmında hiçbir yaşam izinin olmaması beni bu yerin bilinmezliğine ikna etti. Şimdi gidin ve gizlenin.” Boşalmış deri örtüyü toparladılar ve dört avcı tarafından sırtlarına alındı. Kadın, çocuk, yaşlı, genç ve savaşçı avcılar hızla oradan uzaklaştı. Bulakotin konuştu. “Bakın geliyorlar. Sesimizi duyamazlar ama bu yanıltmacayı da atlatırsak Orupta geceye doğru kesin kutlama yapar.” Candeme “Sus Buloktin. Hikaye anlatmanın sırası değil. Hikayenin kutlamada uydurursun.” Okriyan ve avcıları aşağıya patikaya baktılar. Okriyan “Sizi gidi hırsızlar. O buğdayları biz ekelim, hep siz çalın öyle mi. Söyle Pasehten nereye gitmiş olabilirler?” Pesehten ısrarcıydı. “Ben derim ki rüzgarı yine arkamıza alalım ve devam edelim. Biz insan avcılar da hayvanlar gibi biliriz ki kokumuzun saklanması gerekir ve rüzgarı arkamıza almamız gerekir. Bu durumda tam dik derece önümüzdeler.” Dedi. Okriyan “Peki bu dağılmış başakları ne yapalım. Toplayıp içine koyacağımız örtümüz bile yok. Söyle Pesehten bir çare düşün.” Pesehten “Başakları bekleyecek iki nöbetçi koyalım. Bizde takibi sürdürelim. Hırsızları yakalarsak ellerinde örtüleri de olacaktır. Onlardan onu alır geri döner başaklarımızı toplar gideriz.” Okriyan “Sanki o örtüyü alacağımız avcılardan hesap sormayacakmışız gibi konuşuyorsun. Onları elime bir geçirirsem Tanrımız Tunkatik’e armağan edeceğim.” Pesehten “Her zaman ki gibi onları çalıştırıp bize hizmet ettireceksin demek. Ya bunu kabul etmezlerse, gözlerini nasıl korkutacaksın?” Okriyan “Çok kolay, birini öldüreceğim. Öleni görenlerin dilleri tutulup bize karşı susacaklar.” Pesehten “Galiba hırsızların kimler olduğunu biliyorum. Bunlar Orupta klanı. Gayet dürüstler. Belki bizim başakları sahipsiz zannettiler. Galiba böyle olmalı.” Ağaçların arasından hışırtı ile çıkana baktılar. “Bizler Orupta’nın klanındanız. Adım Candeme. Kulak misafiri oldum. Zannedersem yanlışlık oldu. Orupta kllanını dürüst diye nitelemenizden cessaret alarak ortaya çıktım.” Dedi Candeme. O an Candeme’ye yirmi mızrak birden çevriliydi. Tek bir emir bekliyorlardı. Okriyan acımasızdı. Bu Orupta klanı da olsa haddini bildirmesi gerekiyordu. “İki nöbetçi ellerini bağlasın, geriye bölgemize götürsün.” Dedi Okriyan. Ve çekip gittiler. Buloktin ve Arkeot son anda kurtulmuşlardı. Candeme’nin ortaya çıkışını seyretmişler ama Candeme’nin derdest edilmesiyle uzaklaşarak ikisi de bir ağaca tırmanmışlardı. Tehlikenin geçtiğini anladıklarında plan yaptılar, karar verdiler. Candeme’yi kurtaracaklardı. Ağacın gövdesinden kayarak aşağı indiler. Meliktu ve Arkeot izleri kolayca takip ettiler. Candeme’yi görüyorlardı. Elleri arkasına bağlanmış, arada sırada hızlı yürümesi için nöbetçilerin iteklemesine maruz kalıyordu. Sesleri duyuluyordu iki gardiyanın. Biri “Ne dersin Kurukye bunu hemen burada öldürelim mi. Okriyan’a elimizden kaçırdık deriz. Bunun eninde sonunda salınacağını düşünüyorum. Bu hiç işime gelmiyor.” Dedi. Kurukye “Ben de aynı fikirdeyim Namulka. Esirimizle bir süre alay edeceğiz. Bu biraz eğlenceli olacak. Her defasında eğlence yine bitecek. Ama esirimizi öldürürsek hem Okriyan’a hesap verme heyecanı hem zevk için öldürme heyecanı yaşayacağız. Söyle nasıl yapalım bu işi.” Namulka “Yere çukur kazalım, canlı canlı gömelim. Çukuruda düzgün kazalım. Hatta çukurda bir delik oluşturalım. Esirimiz nefeste alsın ama açlıktan acı çeke çeke can versin.” Candeme telaşa düştü. “Ne olursunuz yapmayın böyle. Kumpankana adına, ben ölürsem elinize bir şey geçmez. Yamyam değilsiniz, beni yemezsiniz. En iyisi beni salın, ben kaçayım, beni yakalamaya çalışın. Bu daha zevkli olur.” Dedi. Namulka “Gerçekten zekisin, sen kaçacaksın biz yakalayacağız. Yakaladığımızda sana ne yapacağımızı biliyor olmalısın. Söyle bakalım seni yakalarsak ne yapacağız.” Candeme “Beni bir kere yakalayamazsınız. Bu sizi daha çok heyecanlandırır. Şayet ayağım taşa çarpar düşersem ben size yine yalvaracağım. Bana acırsanız sizin için başka heyecanlı planlar düşüneceğim.” Namulka “Demin Kumpankana dedin. Bu bizim klanın çok gizli bir sırrı. Söyle bize nerede ve kimden duydun bunu.” Candeme “Kumpankana benimde sırrımdır. Rüyamda bana bu simi söylediler. Onun tüm avcılar için cesaretle yanardağa girdiğini, orada ölümsüzlüğe geçtiğini söylediler.” Namulka “Söylediklerin sırrımızın bir kısmı. Bunu nasıl öğrendin bilmiyorum, Ama ölümsüz avcımızın adına seni öldürmeyeceğiz. Seni serbest bırakacağız. Biraz sonra başlayacak olan kovalamacada yakalanırsan seni yok edeceğim için üzülürüm. Ne de olsa sırrımızı biliyorsun. O yüzden iyi koş ve yakalanma.” Namulka Candeme’nin arkadan bağlı ellerini çözdü. Candeme koşmaya başladı. İyice uzaklaşmıştı. Namulka başla işareti verdi ve kovalamaca başladı. Candeme ağçların arasında can havliyle koşuyordu. Meliktu ve Arkeot ağaçlar arasında ki kovalamacayı geriden sürdürüyorlardı. Kovalamacayı sonlandırmak ve Candeme’nin yalnız olmadığını belli etmek istiyorlardı. Meliktu “Bu böyle olmayacak, onlara yetişsek bile kanlı bir kavga olacak. En iyisi bağıralım ve caydırıcı olalım.” Diye söylendi koşarken. Arkeot ve Meliktu “Hey hey.” Diye bağırdılar birkaç kez. Ama seslerini kimse duymadı. Birden geriden ses duydular. Dönüp baktılar. Bu Candeme’ydi. Candeme “Gelin buraya görünmeyin. Beni kovalayanlar uzaklaştı. Hemen ırmağa girip karşıya geçelim.” İleride ırmak yatağı vardı. Irmağa girdiler, yüzerek karşı kıyıya geçtiler. Soğuk su ile kendine geldiler, sakinleştiler. Sonra üçü ormanın içinde ilerlemeye başladılar. Bölgelerine doğru ilerliyorlardı. Orupta’nın peşindekileri de unutmamışlardı. Klanı kalabalıktı, bir kavgada yene taraf olacaklarını biliyor, takipten de kurtulup bölgelerine döneceklerini tahmin ediyorlardı. Orupta ve klanı gece yarısına kadar mağaradan çıkmadı. Orupta’nın aklı ise geride bıraktıkları tahıllardaydı. Onlara ihtiyaçları vardı. Tahıl stokları azalmıştı. “Geri döner ve tahılları alabilirsek çok güzel olacak. Peşimizdekiler günlerce bizi kovalayacak değil. Diyorum ki bir kez daha deneyelim. Tahıllarımızı alıp eve dönelim.” Dedi Orupta Akaptu’ya. Akaptu “Yanımızda tahılları taşıyacak soframızın olması sevindirici bir şey. Okriyan klanı tahıllarımızı alıp götüremez. Bunun için uzun bir zamana ihtiyaçları var. Ellerinde de bizlerde ki gibi sofraları yoktu. Oraya dönersek üç beş nöbetçiden başka bir şeyle karşılaşmayacağız. Onları alt etmek kolay olacak. Belki dökülen tahıllarımızı tamamen terk etmişlerdir. Çünkü bizi korkmuş zannediyorlardır ve gecenin bir karanlığında etrafa saçılan tahılları toplamak oldukça zordur.” Orupta “Başka çaremiz yok, tahılı bırakıp başka şeylerle beslenmede zorlanırız. Bizi ne meyve doyurur ne de o renk renk sebzeler. Sen de farkındasın tahılsız bir yemek insana daha çok yedirir. Bu da hiç sağlıklı değil. Avlanırken ağırlığımız bize çok sorun çıkarır. Şimdi dışarıya çıkıyoruz ve tahılların olduğu yere geri dönüyoruz.” Mağaradan çıktılar. Tek sıra halinde ormanda ilerlemeye başladılar. Orupta önden iki genç gönderdi. Tahıllara bakıp geleceklerdi. Nöbetçi varsa kaç kişi olduklarını öğreneceklerdi. Gergin bir bekleyiş süreci başladı. Az sonra iki genç çıka geldi. Gençlerden biri “Orada iki kişi var. Etrafa baktık iki kişinin dışında kimse göremedik.” Dedi. Diğer genç “Oraya gidelim ve o iki kişiyi kovalım. Ve hızlıca tahıllarımızı alıp tüyelim.” Orupta “Hemen gidiyoruz. Kanuyer’in dediği gibi nöbetçileri kovalım. Kan dökersek başımıza büyük iş açarız. Zannedersem Okriyan’ın klanı ile bölgemizde karşılaşabiliriz. Bir kavga çıkacağı kesin. Onların nöbetçilerini öldürüp onları daha da öfkelendirmeyelim.” Harekete geçtiler. Tahılları bıraktıkları yere yaklaştıklarında Orupta ve klanı hepsi birden ıslık çalmaya başladı. Nöbetçi iki Okriyan avcı şaşkınca etraflarına baktı. Islık seslerinin yaklaştığını hissettiklerinde hızlıca koşarak nöbet bekledikleri yeri terk ettiler. Orupta ve birkaç genç dürülü deri torbaları açtı. Ardından klan seri bir şekilde buğday başaklarını sofraya yığdılar. Sofrayı iki büklüm ettiler. Sonra deri halatlarından çekip patikayı çıktılar. Ardından klanın hepsinin yardımı ile hızlıca koşarak tahılları sürükleyerek yol aldılar. Orupta klanı bölgelerine sorunsuzca geldi. Henüz gece yarısı olmamıştı. Klanda bir tedirginlik vardı. Okriyan klanı her an gelebilir saldırabilirdi. Gece olmasına rağmen kimsenin gözüne uyku girmemişti. Sabaha kadar uyanık kalacaklardı. Bir gerginliği ancak bir değişiklikle atlatabilirlerdi. Sabah oldu hala Okriyan klanı yoktu. Öğlen oldu yine yoktu. Ve akşam oldu. Olayın üzerinden bir gün geçmişti. Rüzgar çıkmıştı birden. Klanı sevinç kapladı. Bu buğday başaklarını kabuklarından elemek demekti. Tüm klan buğday başaklarını ayakları ile ezip kabuklarının kırılmasını sağladılar. Ve rüzgarda buğday tohumlarını kabuklarından elemeye geçtiler. Elenen buğdaylar hemen dişi avcılarca taş parçaları ile kırıldı, ufalandı. Sonra ıslatıldı. Bir süre sonra ağaç dallarına hamur parçacıkları olarak serildi ve toprak ocağın içinde pişmeye başladı. Kısa sürede yiyecekleri ocaktan çıktı. Kanpe Dikmus dairesinin önünde yerde, halka olmuş erkek avcılara dağıtıldı. Ekmeğini kimisi, hamurdan yapılan biralarla tüketiyor kimisi sulu meyvelerle yiyordu. Birayı avcı erkekler içiyordu. Gençler imreniyordu onlara ama içmeleri yasaktı. Klanın büyükleri bu yasağın bilincindeydi. Büyüme evresinde ki gençlerin bünyeyi değiştiren birayı içmeleri ilerideki avcı yeteneklerini körelteceğinden bu yasağı koymuşlardı. Gençlerin bu mahrumiyetine karşılık onlara et yemede hep öncelik veriliyordu. Gençler Neridya Kunna dairesinin önündeydi. Yiyeceklerini bitirmişler birbirileri ile şakalaşıyorlardı. Büyükleri avcılarda yiyeceklerini bitirmişler sohbete başlamışlardı. Her zamanki gibi gençleri yine merak saldı. Klandan birkaç yaşlı ve Akaptu ile Orupta konuşuyordu. Yine gizemli şeylerden bahsediyorlardı. Bu gizemleri ancak seçilmiş kişiler arasında olurdu. Bu yasağa uyan büyük avcılar köşelerine çekildi. Birkaç genç yasağı delmeyi denedi. Kanpe Dikmus dairesinin arkasından dairenin içine girip oradan dinlemeye başladılar. Orupta anlatıyordu. “Bilin ki gizli bir şey saklanmaya değecek güçte ise bunu kullanmak çok değerlidir. Bu gizliliği bir kişi bile bilse ölümde bile söylememeli. Çünkü gizlilik söylendiğinde ruh gizliliğe bağlanır. O kişi gizlilik gücünü yitirene kadar bu dünyada hapis olur. Gizlilik söylenmediyse öteki dünyada o sır denen şey ona yine arkadaş olur ve belli bir zaman sonra kendini sahibine bildirir.” Orupta’nın gözüne uyku girmiyordu. Kendisi gibi diğer birkaç avcı da bir tedirginlik yaşıyordu. Orupta önünde ki mızrağı alıp ayağa kalktı. Kanpe Dikmus dairesinin yanında ki avcılara doğru yürüdü. Avcılar ayağa kalktı, karşıladılar Orupta’yı. Orupta “Az önce gönderdiğim habercinin geldiğini ve söylediklerini işittiniz. Biz dişi erkek bir hayli kalabalığız. Okriyan Klanı sadece elli iki kişiden oluşuyor. Çıkacak bir kavgada mızraklarımız onları kolaylıkla deler. Er yada geç Okriyan Klanı bize saldırıya geçecek. Siz avcılarımla bu vakit şimdi, harekete geçeceğiz. Gecenin bu vakti onları savunmasız yakalayıp yok edeceğiz. Rahat bir hayat yaşamak istiyorsak onları yok etmeliyiz.” Avcılardan Keyaki “Bizde aynı şeyleri konuşuyorduk. Habercimiz Okriyan klanının sadece erkeklerden oluştuğunu aralarında hiçbir dişinin bulunmadığını da söylemişti. Savaşçı bir klanın acımasız tabiatının zaafları da büyük olur. Acımasız tabiatları kendilerini dişisiz bırakmalarından dolayı. Bir dişi avcı neler öğretmez ki, omların öğrettiği sessizlikle, bazen onların ne konuştuklarını bilmeden, bazen günler sonra gelen bir öğretiştir. Varsın Okriyan Klanı dişisiz olsun. Savaşa tutuştuğumuzda dişi avcı yok etme diye bir sorunumuz olmaz. Biliriz ki dişi avcı yok etmek zordur. Acırız onlara, bu da bizi zayıf düşürür.” Orupta “Biz de dişisiz saldıracağız ama yaşantımızın hep dişilerle olduğunu da hatırlatırım. Bu bize dişisiz de olsak ayrı bir güç katacak. Mızraklarımızı, sopalarımızı, kızlarımız, çocuklarımız için savuracağız.. Bu bizi daha hırslı yapar ve kaybetmek diye de bir seçeneğimizin olmaması bizi birbirimize kilitler. Bir sopa kalktığında inerken on sopa kuvvetinde iner. Şimdi siz avcıları teker teker uyandırın. Burada hazır olun.” Avcılar heyecanlı bir emri yerine getireceği için ellerini ileriye uzatıp “Selam Orupta.” Dedi, Orupta’nın yanından ayrıldılar. Heyecanı bir kargaşa başladı, Uyananlardan kimi söylendi, kimi ne olduğunu anlamak için sorular sordu. Orupta kendi çadırında mızrağını ve keskin taştan kamasını kontrol etti. Saldırıya hazırlık dişi avcıları tedirgin etti. Dişilerden sözü geçer Aleyun “Bizleri geride bırakıp başınıza buyruk olmayın. Savaşmaya gidiyorsunuz ama biz dişiler beklemekten canımız çıkar. Ya sizinle savaşacağız veya gerinizde durup savaşınızı seyredeceğiz. Bu ikisinden birini kabul edin.” Orupta hararetli tartışmanın üzerine gelmişti. “Kim gidiyor kim seyrediyor. Ne oldu anlatın bakalım.” Dedi. Avcılar dişilerin isteğini aktardı. Orupta “Bak bu güzle olur. Dişiler görünmeden bizi izler ve onları yardıma çağırdığımızda gelebilirler. Okriyan Klanına fena bir oyun oynamış oluruz. Benim planım dişilerin olmamasıydı. Bu bizi savaşırken zaafa uğratabilirdi. Seyretme bize daha çok kuvvet verecek. Düşmanımız zihnimizden ne geçtiğini bilmeyerek bir yanları hep yanlış olacak ve zihinlerinde karmaşa yaşayacaklar. Ve savaşta en büyük gücümüz bize gizlilikten gelecek. Şimdi hazırsanız harekete geçelim.” Erkek avcılar hep bir ağızdan “Selam Orupta.” Diye ellerini uzatarak seslendiler. Dişi avcılar da ardından aynı şekilde Orupta’ya selam verdi. Harekete geçtiler. Ormanı geçmiş ırmağa varmışlardı. Karşıya geçmek için ırmağın en geniş yatağını seçtiler. Birer ikişer ırmağı geçtiler. Erkek avcılar öndeydi. Dişi avcılar ve genç avcılar beraber gidiyordu. Gençlerin dişilere eşlik etmesini Orupta istemişti. Okriyan Klanına karşı böyle bir savunma yapmışlardı. Her an karşılarında bir düşman avcı grubu sökün edebilirdi. Orupta en önde Akaptu ve Arkeot’la ilerliyordu. Konuşuyorlardı ama sessizce. Orupta “Okriyan Klanı bölgesine yaklaşıyoruz. Bölgelerine vardığımızda mutlaka gece nöbetçileri olacak. Planım şöyle, önce aynı anda bütün nöbetçilere mızrak saplayıp yok edeceğiz. Çadırında uyuyanların başına çadırlarını yıkacağız. Biz onların iki katıyız. Mızraklarımızı ne kadar hızlı saplarsak o kadar işimiz kolaylaşır.” Akaptu “Bilmende fayda var Orupta. Okriyan avcılarının elinde ki taştan kamalar bizimkiler gibi keskin. Eğer onları yalnız biz erkek avcılar esir almaya kalkarsak yabanilikleri bunu anlamaz, kamaları her an bize zarar verebilir. Yapacağımız en iyi şey onları dişilerimizle de beraber esir alalım. Dişilerin savaşa girmesi onları şaşırtacaktır. Böylelikle onlarla rahatça, hiçbir avcıyı haklamadan anlaşma gidebiliriz.” Dedi ekledi. “Benim anlaşma planım şöyle, Okriyan Klanı ekinlerini bizimle paylaşacak. Bunu kabul etmezlerse ellerinde ki av aletlerini alacağız. Daha da sorun çıkarırlarsa onları bölgelerinden zorla uzaklaştıracağız.” Orupta “Ya bize saldırırlarsa. Hiç mi kan dökmeyeceğiz. Senin planın zayıf gibi. Dişisiz bir klan her türlü vahşiliği göze almış demektir. Ve biz savaş üzerindeyken caydırıcı şeyler bizi zayıf düşürür. Oraya gideceğiz ve hepsini yok edeceğiz. Savaş bu ve kendimizi tehditte hissediyoruz. Bak sözlerimle bile zayıflığa düştüm.” Tam o anda bir geyik sesi duydular. İleriden bir ateşin yandığını gördüler. Orupta “Bak şu işe bizi göreceklerdi.” Dedi ekledi. “Bunlar bir grup avcı değil. Burası Okriyan Klanının bölgesi. Bu kadar kalabalık avcı, bir grup oluşturmaz.” Klan bölgesinde neler olup bittiğini öğrenmek için gizli bir şekilde bölgeye yaklaştılar. Üç avcı keyif ve neşe içinde şakalaşıyordu. Yeni kestikleri geyik ile meşguldüler. Üç avcı o an geyiği alıp ağaç dalına takarken karanlığın içinden üç mızrak hızla böğürlerine saplandı. Birden yere yığıldılar. Orupta ve avcıları hızla çadırlara yöneldi. Elleri ile çadırları içinde uyuyanların üzerine yıkmaya başladılar. Yıkılmış her çadırın üzerine mızrak girip çıktı. Ölüme uykusunda yakalanan avcılar bağırarak can veriyordu. Savaş kısa sürmüştü. Yüzün üzerinde avcı çadırları kolaylıkla yıkıp gafil avlananları öldürmüştü. Orupta çadırın içindekilerin çıkarılmasını istedi. Ölüler tek tek orta yere yığıldı. Klanın lideri ölüler arasından belli oluyordu. Başında ki kuş tüylerinden yapılan bir taçtan tanınmıştı. Orupta “Şimdi bütün av aletlerini ve diğer aletleri toplayın, yanımızda götüreceğiz. Çadır derilerini bırakın. Burayı terk etmek istemem fakat vahşi hayvanlar sırasını bekliyor. Bilin ki biz gidince leşçiller büyük bir ziyafet çekecek. Öcümüz alındı, hesabımızı sorduk.” Diye konuştu. Alet ve edevat toplamaya dişi avcılar da katıldı. Dişiler ölü avcıların taktıkları süs takılarını da alıyordu. Gençler Okriyan Klanının çadırdan oluşan yiyecek ambarına dalmıştı. Yiyeceklerin çoğu kurutulmuş etlerdi. Bir iki deri torbalarda tahıl yığınları vardı. Onları da sırtladılar. Orupta’nın yanına geldiler. Orupta “Avcı öldürmeyeli uzun zamanlar olmuştu. Bir avcı öldürülünce bütün dünyası da celladın elinde olur. Bunu gördüm ve yaşadım. Artık gençler ava katılmama konusunda bahane bulamaz. Yeni mızraklar onlara yeter artar bile. Haydi her şeyi topladıysak dönüşe geçelim.” Dişiler sevinçliydi. Yolda hep ele geçirdikleri ziynet eşyalarını birbirilerine gösterdiler, üzerlerine takıp birbirilerini süzdüler. Dişiler ziynetlere öyle dalmışlardı ki erkek avcı kafilesinin bir hayli gerisinde kaldılar. Orupta “Artık tehlike de değiliz. Ölecekler öldü. Beni tedirgin eden dişilerin bizden daha soğuk olmaları. Biz mırak saplarken bu kadar soğuk değildik.” Akaptu “Gerçekten doğru. Az önce bir kıyım yaşandı. Ve dişiler acımasızca ziynetlerle gülüp oynuyor. Bilmeyen birisi olsa avcıları ziynetler için yok ettiğimizi zanneder.” Arkeot “Bir öneri getireceğim. Okriyan Klanını yok ettik. Biz avcılar da fazla sayıdayız. Demem o ki Okriyan bölgesine klanımızın yarısı yerleşse iyi olmaz mı. Öyle güzel bir yer ve birbirimize düşman konusunda tamponda oluruz. Çevremizde hiç yabancı klan barınamaz.” Orupta “Bazen benden güzel şeyler düşünüyorsun. Bölgemize varalım, bu konuyla ilgili uzun uzun konuşuruz. Üzerimizde vahşice avcı yok etmeyi atabilirsek yeni şeyler için gücümüz olacak. Bölgemizde bir kutlama düşünüyorum. Bu avcı yok ettiğimiz için değil, korku içinden tedirginlikten kurtulduğumuz için olacak.” O an iki avcı zafer şarkısı söylemeye başladı. Şarkıları anlamsız sözlerden oluşuyordu. Onları ancak bu neşelendirirdi. Şarkı zaten konuşma denen şeyi alaya almıyor muydu. Ama en iyi anlamsız sözleri Orupta söyledi. Akaptu şaşırdı. “Sanki konuşulan bir dilde söylüyorsun ama güzel söylediğin için itiraz etmeyeceğim.” Dedi o da Orupta’nın anlamsız sözlerinin nakaratını yaptı. SON Tuna M. Yaşar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |