Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Tapınma: Doğal korku, bilgisizlik (Cahillik) sonucu ortaya çıkan psikolojik bir durumdan kaynaklanıp maddi, manevi ve kişilere körü körüne bağlanmaktır. İnsan her zaman bilmediği, anlam veremediği olay ve maddeler karşısında çeşitli şekillerde korku, panik ve şaşkınlığa kapılır. Bu da insanın cahilliğini göstermeye yetiyor. İlerleyen aşamalarda insan bu bilgisizliğinin (Cahilli) farkına varıp, bilgi düzeyini yükselttikçe, tapınma hastalığından kurtulur. Cahilliğin farkına varmayan ya da varmak istemeyen kişi ve topluluklar, maddi manevi tapınmaya devam ederken, her zaman dünyayı geriden takip ederek yaşarlar. İnsan psikolojisinde tapınma iki şekilde ele alınabilir; birisi kutsallık atfedilen soyut manevi güçlerden kaynaklı korkusal bağlılık, diğeriyse maddiyat ve maddiyatı kontrol eden sistemlere gösterilen teslimiyettir. Aynı zamanda tapınmacı bir yapıya, saygı duymanın ne anlama geldiğini ve geleceğini çok iyi bilip ona göre hareket etmek gerekir. Her türlü ırkçı, ukala, ben merkezci, dünyayı kendi tapındığı gücün yarattığını düşünen bir anlayışa veya yapıya, saygı duymak onun bu ukalalığını onaylayıp destek vermektir. Bu bakımdan saygı duyulacak organ ya da yapının ne olduğu bilinçli analizi yapıldıktan sonra, insani veya demokratik saygı gösterilmelidir. Demokrasi veya hümanizm gereği, insanlık düşmanı ya da dolaylı olarak herkesi kendinden aşağı gören tapınmacı bir din ya da siyasi oluşuma, asla saygı duyulmamalı. Çağımızda demokrasi adına yapılan en büyük hatalardan birisi de budur. İnsanlığı, dünyayı ilgilendiren her şey, doğru gerçekçi şekilde tahlil edilerek değerlendirilmesi hayati öneme sahiptir. İnsan kızı ve oğlu, dünya yüzünde yaşamaya başladığı en az 65 bin yıldan bu zamana kadar, aşama aşama düşüncesini kullanmakla birlikte, her dönemin koşullarına göre maddi manevi varlıklara tapınma göstererek günümüze kadar gelmiştir. M.Ö.65 ile 30 binli yıllarda Paleolitik ve Mezolitik dönemlerde, Totem ve Animist inanışla pagan tapınmacılığın ortaya çıktığını görüyoruz. Yine M.Ö.15 bin yıllarında bu defa Kadına (Ana Tanrıça) tapınmayı başlatırken, Neolitik tarım ve aile oluşumuyla, insan yaşamında ciddi bir düşünce gelişiminin sıçrayışı göze çarpar. Ve arkasından yazılı tarih olarak ifade edilen Sümer Uygarlığı, M.Ö.5000'lerden itibaren, Erkek Kral Tanrıcı tapınmacılık ve bunun devamı niteliğindeki Tek Tanrıcı tapınmacılıkla, neolitiğin gerisine düşülmüştür. Üstelik her geçen gün yazılı ve sözlü edebiyat, resim gibi sanatsal çalışmalarla birlikte, diğer buluşlara rağmen tapınmacılık, en büyük hastalık şeklinde bilinç ve düşüncenin gelişmesini sürekli engellemiştir. Sümerliler ve ardıllarının daha bilinçli, düşünce ve yaşam ortaya koymaları gerekirken, doğa başta olmak üzere kendi cinsine sürekli katliam uygulamaktan başka bir marifetleri göze çarpmıyor. Tüm bunlar günümüz insanı da dahil hepsinin ne kadar cahil, kültürsüz ve art niyetli olduğunu ifade eder. İlk satırda belirtildiği gibi tapınma, korku ve cahillikle başlayıp, açlığı cezbeden maddiyatında aynı etkiyi göstermesiyle, tanrı ve maddiyata tapınma her seferinde daha da yüceltilmiştir. Dünya toplumlarının 1600 ve 1700 yıllara kadar maddi manevi çoğu şeylere tapınarak yaşamasını bir noktada anlayabiliriz. Ancak bilimin modernize olduğu, eğitim başta olmak üzere sağlık vb. alanlarda her şey daha teknik imkanlarla ortaya konduğu halde, tapınmada bir şey değişmeden daha da yüceltilmesi, ilginç ve düşündürücü değil midir? Bir tarafta kanıtlanamayan Tanrı ve uydurdukları dinlere tapınma, aynı şekilde maddiyata bağlılıkta hiçbir sınır tanımayan düşüncelerin, modern, çağdaş, evrenselci olunduğunu ifade etmesi, ikiyüzlülüğün ötesinde utanç verici bir durum. Tanrı ve maddiyata tapınarak yaşayan birey, toplum, devlet yönetimlerinin, ne kadar çirkin tutarsız, yalancı olduklarını, modern ve çağdaşlığın gerçek anlamlarını incelediğimiz de daha net anlayabiliyoruz. Tanrıya Tapınmacılık: Her şeyden önce cahillik ve derin korku psikolojisine dayanan öz güvensizlik demektir. Bu anlayış her zaman kendi tanrısını ve etniğini diğerlerinden üstün gören ukala ırkçılıktır. Tanrıcı manevi ırkçı kişi ve topluluklar, kendinden olmayan herkesi dışlayıp katlederek yaşamayı üstün başarı ve kahramanlık destanı yapan şizofrenik hastalıklı bir yapıdır. Maddiyata Tapınmacılık: Doyumsuzluk ve aç kalma korkusunun kişiyi esir alıp, maddi ve tanrıdan başka diğer şeyleri hiçbir zaman önemsemeyen yarım akıllı sakat kişiliktir. Maddi tapınmacı mantıkla yaşayan birey ve topluluklar, tanrıcılıkta olduğu gibi mevcut maddi varlıkların hepsinin veya en çoğunun kendisinin olması gerektiğini düşünerek, gücü yettiği herkesi öldürüp ya da esir alan faşizan bir karakter demektir. Bunu dünyada sürekli uygulayanlar din ve maddiyatçı kapitalistlerden başkası değil. Aynı zamanda modern ve çağdaşlığı da bu çirkin emellerinde kullanmaktan utanmayanlardır. Modernlik: Bilimsel yöntemlerle icat edilen teknik ve elektronik araçların devreye sokulmasıyla, fiziksel insan gücü kullanılmadan birçok işin daha kolay yapılmasını ifade eder. Modernist tanrıcı kapitalistler, tanrılarına sadık hareket etmiş olsalar, insan yapımı her türlü bilimsel teknik modernliğe, tanrılarının karşı olduğunu bilir, bundan uzak durmaları gerekir. Ancak tapınmacı bu anlayış, süperegoizmden başka şey düşünmeyen samimiyetsizler olduklarından, her türlü teknik bilgi ve imkanı çıkarlarında kullanmayı modernlik olarak gören samimiyetsiz cambaz tüccarlardır. Çağdaşlık: Birlikte veya ayrı şekilde yaşayan insan toplulukları, birbirlerinin her türlü insani haklarına saygı duyarken, gerektiği zaman yardımlaşarak mantık çerçevesinde yaşamaktır. Herkesten çok kapitalistler kendilerini çağdaş gösterirken, halkların hiçbir hakkına saygı duymadan, modern veya ilkel yöntemlerle esaret altına alıp sömürmektir bunların çağdaşlığı. Özetlenenlerden anlaşılacağı gibi tapınmacılık bir kısım insanların cahillikleri sonucunda ortaya çıkıp yaşatılırken, kapitalistler her şeyin farkında olan, egolarını öldürmek istememeleri neticesinde, tapınmacılığı ilke yapmışlardır. Yazı ve eğitimin henüz icat olmadığı çağlarda, insan düşüncesi tam olarak gelişmediği için, içerisinde bulunulan dönemlerin koşullarında tapınmacılığın var olması bir noktaya kadar anlaşılabilir. Bu yüzden ilkel topluluklar, doğada karşılaştıkları çoğu olaylara anlam veremeyip etkilendikleri için tapınmacı bağlılıkları gelişmiştir. İlk tapınmacılık avcı ve toplayıcı toplulukların Totem ve Animist pagan inanışlardan güneş, su, toprak, bitki, ateş, yağmur, hayvan ve diğer canlı cansız varlıklara bağlılıklarını ifade eder. Bu dönemin tapınmacılığı fazla eleştirilecek konu değil. Çünkü dünyadaki bütün tapınma anlayışları her çağın şartlarına, insan düşüncesinin gelişimine bağlı olarak yaşanırken, modern bilgi ve teknolojik çağda tapınmacılığın, tarih öncesi ilkel topluluklardan daha geri şekilde yaşanması, gelinen aşamayı sorgulatmaya yetiyor. En son tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında belirtildiği gibi, bundan altı ya da yedi bin yıl önce, tanrının dünyayı yedi günde yarattığı hikayenin, en ufak doğruluk payı olmadığı gibi, gerçekle de uzaktan yakından alakası bulunmuyor. Buradaki tek amaç, insanları bilinmeyen üstün güçle korkutup oyalayarak, sömürü iktidarlarını devam ettirmektir. Dünyada civcivler bile en az yirmi bir günde doğarken, dünya, varlıklar başta olmak üzere, maddi manevi hiçbir düşüncenin, yedi günlük kısa bir sürede var olması, hem doğanın dinamiksel fizik bilgi kanununa, hem de insan mantığına ters bir durumdur. Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, dinsel manevi anlamda insanların çoğunluğunun tapınmacı davranması, korku ve kültürel seviye düşüklüğünden kaynaklansa da, bunun sürekli büyütülmesinin en büyük sorumlusu, gerici çarpık devlet sistemleridir. Çünkü tapınmacılığa aşık devletler; toplumu yönetip idare ederken şu dört kuralı sürekli çarpıtarak uygulamadan, halkı istedikleri gibi kullanamayacaklarını çok iyi bilirler. Hukuk, Din, Ahlak ve Görgü kuralıları, her devlet yönetiminin temel dayanaklarındandır. Demokrasiye geçmemiş çağ gerisi devletler, çoğunlukla birinci temel kural olarak dini esas alırken, maddi hukuk kuralları dinin emrettiği şekle sokarak uygulanır. Art niyetli bu çağ dışı devlet yönetimleri, insanın doğal korku psikolojisinden yaralanarak bireyi daha fazla korkutup, sistemlerini uzun ömürlü kılmak için din ile maddi tapınmacılığı sürekli büyütüp, insanları kendilerine muhtaç, iradesiz kölelere dönüştürürler. Bu bakımdan maddi ve manevi tapınmacılık adeta yaşamın tek ana kaynağı olmuştur. Onun için tapınmacılığı sürekli yükselten tek etkin güç devlet sistemleridir. Halbuki tapınma ne bir Allah emridir, ne de başka bir yüce güçten kaynaklanır. İnsanın doğal korku duygusunu sömürmek için büyüten, egemen çıkarcı cambazların oyunlarından en büyüğüdür. Daha mantıklı insanlığa yakın yaşamı arzu eden demokratik yönetimlerse, maddi hukuk kuralları temel belirleyici ilke olarak kabul etmişlerdir. Din, ahlak ve görgü kuralları bu yapılarda özerk biçimde görülüp, toplumun birbirini rencide etmeden ve devlet sistemine engel oluşturmayacak şekilde yaşanması sağlanır. Demokrasiye geçen toplumlarda tapınma ya da herhangi bir şeye soyut anlamda bağlanmak, insanın ruhsal (psikolojik) tepkimesi olarak görülüp, insanların bunu bireysel şekilde yaşamalarında bir sakınca görmezler. Aynı zamanda bilimsel demokratik mantık çerçevesinde sürdürülen eğitim ve yönetimlerle, dinler tarafından doğacak olumsuzlukların önü kesilerek, hem toplumun hem de tapınmacı psikolojiyle yaşayan bireylere bilinçli ve öz güvenli bir yaşam anlayışı kazandırılmıştır. Esasında doğaya ve insan olgusuna bilimsel, mantık çerçevesinden bakılmış olunsa, insan doğası gereği hiçbir zaman sadece tapınmacılık gibi tek bir olguya dayanarak yaşamını idame ettirmesi mümkün değildir. Korkuyla ortaya çıkan tapınmacı insan psikolojisi bir gerçek iken, diğer taraftan korkuyu yenen, bilimsel korkusuz yaşamı icat eden insan düşüncesi daha gerçektir. İşte tam bu noktada her şeyi Allah'ın iradesine bırakan korkak, tembel, iradesiz, toplumlar ile, dinci ve kapitalist çıkarcı cambazlar din ve maddiyatı tanrılaştırmakta hiçbir sakınca görmeyenler olduğu bilinmelidir. İnsanları bu mantık köleleştirdiği halde, çoğu insan buna inanmak istemiyor, çünkü öz güvensiz ve cahilliği yüzünden büyük bir boşluğa düşmekten aşırı derece korkuyor. Öncede ifade edildiği gibi birey, grup ve toplulukları tanrı, din, maddi tapınmacılığa bağlayan diğer bir etkense, çoğu insanların düşünce ve zeka yeteneğini doğru şekilde nasıl kullanılacağını bilmemeleridir. Bunun bilincinde olan cambaz tüccar feodal ve modernist kapitalistler, insanları maddi ve manevi tapınmacılıkla ilkel ya da modern şekilde köleleştirmekten en çok zevk alan sadist kişiliklerdir. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |