Özgürlük sevdası insanın başkalarına duyduğu sevgidir; güç sevdası insanın kendine duyduğu sevgidir. -Hazlitt |
|
||||||||||
|
Hele ki o, unuttuklarımızdan biri, bir tarihte ülke çapında, “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya!” olduğumuzu, âdeta beynimize perçinleyerek, anlatan bir bilge olsa dahi… Oysa henüz onu tanımadığımız, 1950' li yılların ortasından; 1960' lı yılların sonuna kadarki, ilk ve orta öğretim yıllarımızda, beynimize hep mevcut kurulu düzenin buyurgan sloganları ile dopdolu idik ve " imtiyazsız,sınıfsız , kaynaşmış bit kitleyiz" masalları ile uyutulan, itaatkâr ve uslu çocuklar idik. Her sabah okul bahçesinde avaz avaz " andımız "ı okuyor,sınıfımıza girdiğimizde de zaman zaman : " Atamız tarih oldu; babamız Celâl Bayar " nidâları ile sınıfımızı inletiyorduk. Allah’ a şükürler olsun ki, rahmetli ablacığım, bana 5 yaşlarında okuma yazmayı öğretmiş, H. 1319 tevellütlü (M.1903) rahmetli Kadirî Dervişi olan babam NECİP Efendi de, daha 6 yaşlarımda, neyin ne olduğunu bana anlatmaya başlamıştı. Tabii bunları okulda dile getirmemem ve anlatılanlara itiraz etmemem kaydı ile… Ne zaman ki 1960' lı yılların sonlarına doğru, Üstâd’ ın Ankara Türkocağı' nda bir konferansını dinledik ve de sonrasında, BÜYÜK DOĞU dergileri ile tanıştık, düzenin suskun, uysal ve tekdüze bir genci olmaktan çıktık, tarihimizi, dolayısıyla kimlerin torunları ve mirasçıları olduğunun idrakine iyiden iyiye vardık. Ya onu tanımasaydık; ileriki yıllarda, hatta hayatımızın sonuna kadar yaşayacağımız zamanlar ne kadar tatsız ve monoton olacaktı, bunu şimdi çevremize bir göz attığımızda daha da iyi anlıyoruz. Vefâtından, tam yarım asır önce ; 1934’ de, 30 yaşında iken, ilâhî kaderin hükmü ile, şeyhi Abdülhakim Arvâsî Hz.'lerini tanıyıp; Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız; Rûhuma büyük temel çivisini çaktınız !.. diye hayata geçirdiği beyitinde de belirttiği gibi, büyük bir kişilik restorasyonu yaşayacaktır. Bundan sonra, âdeta, başlayacağı davâsının kavgasını, daha sonra bir beyitinde anlatacağı gibi : Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım! şeklinde haykıracaktı. 1940’ lu yıllar Türkiyesi, hem Avrupa’ da, hem de ülkemizde yükselen faşizmin hüküm ve etkisi altında ve de üstüne üstlük, sürmekte olan, II. Dünya Savaşı’ nın kâbusu ile âdeta kıvranıyordu. Kendisine bizzat verdiği “ Millî Şef “ sıfatıyla hüküm süren İsmet İnönü’ ye, hiç kimse, “ gözünün üzerinde kaşın var” deme hakkı ve imkânına sahip değildi. İşte; daha 14 Mart 1936’ da, imtiyaz sahibi ve başyazarı olarak; Türkiye İş Bankası’ nın maddî desteği ile çıkardığı AĞAÇ edebiyat dergisinde; o günlerde, her ne kadar, kültür ve sanat alanında, ülkenin millî ve mânevî meseleleri üzerine yazılar yayınlanıyorsa da, bu yazı metinlerinin satır aralarında ülkeyi yöneten mevcut yönetime de dolaylı bir muhalefet seziliyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın en sıkıntılı günleri yaşanmaktadır. Necip Fâzıl Bey, artık mevcut iktidara muhalif bir dergi çıkarmaya karar verir. 1 Eylül 1943’te ilk sayısı çıkacak olan Büyük Doğu dergisi, zaman zaman kapatılıp açılsa da, özellikle, tek parti yıllarındaki İsmet İnönü’ nün şahsında, CHP’ ye karşı verdiği amansız mücadele ile, 35 yıllık bir dönem içerisinde önemli bir yayın organı kimliğini kazanacaktı. Büyük Doğu, siyasî kimliğinin ötesinde, aynı zamanda Türkiye’ de, 1920’ li yıllarda başlayıp, 1950’ ye kadar devam edecek olan, İslâm karşıtı bir Devlet politikası ile, özellikle o dönem içinde seküler ve İslâma bigâne olarak olarak yetiştirilen gençlere, İslâm dinini tanıtan bir okul da olacaktı. Tabii ki dönemin ceberrut yönetimi, yeni devletin ideolojisine böylesine aykırı , böylesine muhalif bir yayın karşısında suskun kalmayacaktı. Dergi, sıkça polis vasıtasıyla toplatılacak, Bakanlar Kurulu , ya da mahkeme kararıyla kapatılacaktı. Kendi kalemiyle, “Millî Şef” in, bizzat adalet(!) dağıttığı, o günleri şöyle anlatır Üstâd : ..." İnönü, zamanın Adalet Bakanının çağırıp, şu emri vermiş: " Ne yaparsanız yapın, bu adamı bertaraf edin!.." Temyiz mahkemesince bozulan fakat yine mahkemenin üzerinde ısrar ettiği Türklüğe Hakaret Davası' ndaki beraat hükmünü, Temyize bu sefer nihai olarak bozdurmak için 1 yıldır sarfedilen gayreti birdenbire hızlandırdılar. Vaziyet emindi. Doğrudan doğruya politikadan emir almak vaziyetinde kalan o zamanki Temyiz Mahkemesi, bu hükmü nasılsa bozacaktı. Fakat hemen bertaraf edilmem için bir tevkif bahanesi bulmak lazımdı. Derhal buldular. Doğrudan doğruya, partiye yönelttiğim bir hücumu hükümetin manevi şahsiyetine yönelmiş saydılar ve beni tevkif ettiler. Bu davadan hakimin huzuruna çıkar çıkmaz beraat ettiğim ve salıverilmeyi bekledigim gün, o anda yetistirdikleri Temyiz' in bozma kararı üzerine beni bir mahkemeden diğer mahkemeye aktardılar…" Önce, şaibeli 1946 seçimleri ile bir dönem daha zoraki iktidarda kalacak İnönü’ ye, milletin 1950 seçimleri ile nihaî tokadını atmasında elbette Üstâd’ ın cansiperâne akıncı rolü, inkâr edilemez bir gerçektir. Demokrat Parti döneminde dahi, o ısrarla, savunduğu davânın adamıdır. İnanç ve ideallerinden aslâ en ufak bir tâviz vermeyecektir. Bu sebeple de, daha 1952 yılında aldığı mahkumiyetin cezasını çekmek üzere yine hapishane hayatı başlar. Hapis yıllarında, en değerli eserlerinden biri olan, Cinnet Mustatili’ni yazacaktır. Daha anlaılır bir dil ile; Cinnet dikdörtgeni; yani hapishane… 1950-1960 arası, 10 senelik zaman diliminde Necip Fâzıl ile dönemin başbakanı Adnan Menderes arasındaki ilişkiler her ne kadar inişli çıkışlı bir seyir gösterirse de, karşılıklı muhabbetleri kalben hep devam edecektir. 27 Mayıs 1960 darbesi olduğunda ilk tepkisi; “ Yoğurttan bir hükümete; mukavvadan bir amçer saplandı, Hükümet teneke olsaydı, hançer kırılırdı” olacaktı. Aynı günlerde Demokrat Parti iktidarı mensuplaryla birlikte, o da tutuklanacak, hatta, DP ile olan ilişkileri sebebi ile, Yassıada’ nın darbe uşağı sözde hakimlerince, o da yargılanacak, ve cezasını , 2 yıl hapis ilçekecektir .. Menderes ; Yassıada’ da, kendisine biçilen idam cezasının infazı için, İmralı’ da darağacına götürüldüğünün sonrasındaki günlerde, Üstâd, o acı ile yazdığı destansı şiirinde; “ZEYBEĞİN ÖLÜMÜ” “Zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular; Çukurda üstüne taş doldurdular. Bir de, ya kalkarsa diye kurdular… Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana? Allah deyip, şöyle bir doğrulsana! ………………………………………. başlıklı ve girizgâhlı bu şiiri ile, âdeta acı bir AĞIT yakacaktır. 1961 Anayasası’ nın kabulü ve akabinde sivil yönetime geöilen Türkiye’ de İsmet İnönü yeniden Başbakanlığa getirilir. Üstâd, hâlâ cezaevinde mahpustur. O sıralarda bütün şiirlerini “ Çile” isimli kitapta toplar. 1962 ve onu takibeden yıllarda, Türkiye sathında vereceği konferanslar, yoğun bir şekilde devam edecektir. 1980 yılına kadar gerek gazete yazıları, gerekse çeşitli türden eserleri, kitaplar halinde okurlarına sunar. Aynı zamanda RAPOR ismi ile çıkardığı dergileriyle, aktüel siyasetin de içindedir. Aynı yıl içinde, Türk Edebiyatı Vakfı’ nca kendisine Sultânü’ ş Şuarâ ünvânı verilir. 1968 senesinde kaleme alıp, “Vatan Haini Değil-Büyük Vatan Dostu Vahidüddin” isimli kitabı yayımlandıktan sonra, defalarca takibata uğrayıp, davaları beraat ile sonuçlansa da, 1982 yılında Cunta Yönetiminin başı Kenan Evren tarafından, yeniden yargı önüne getirilir ve ilgili mahkeme tarafından, 2 yıl hapis cezasına hüküm giyer. Şayet, 25 Mayıs 1983 günü vefat etmeyip, ayağa kalkabilse idi, 12 Eylül Cuntası onu bir defa daha demir parmaklıklar ardına göndermekte aslâ tereddüt etmeyecekti. Netice-i kelâm, yazımızı, davâ arkadaşı merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ nin, vefâtından sonra onu tarif eden, şu cümlelelri ile bitirmek istiyoruz : “ Necip, farklı bir adamdı. Ne onun yükseldiği yere yükselebilirdiniz, ne de düştüğü yere düşebilirsiniz. Sonuna kadar zirve, sonuna kadar derinlik… Necip Fâzıl, ol kişidir ki, hakkında kolay kolay karar verilemez. İnsanı hükümsüz bırakır. Necip Fazıl; noktasız, virgülsüz bir adamdı. Ne dur bilirdi, ne durak. Ondaki, hayata hükmetme hırsı sonsuzdu. Ölürken dahi, yaşıyorum diye sesini yükseltecek bir adamdı. Mağlubiyeti asla kabul etmezdi. Necip Fâzıl öldü. Ölmeyebilseler Peygamberler ölmez. Herkes şu beylik lafı ediyor: bıraktığı boşluğu kimse dolduramaz. Boşluk bırakmadı ki doldurulsun… Her şeyi doldurdu gitti; kafaları doldurdu, gönülleri doldurdu. Allah, rahmet eyleye…” Salih Zeki Çavdaroğlu 25 Mayıs 2020 https://ferahnak.wordpress.com/2020/05/26/sultan-us-suara-necip-fazila-dair-hatirlayabildiklerimiz/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |