Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Halk arasında iktidarı ne zaman eleştirmeye kalksak, seçmenin gösterdiği ilk tepki “Kime oy verelim?” oluyor. Ben de doğrusu adres göstermekte tereddüt ediyorum. Ülkede sağlıklı muhalefet yazık ki yok. Arada sırada, irili ufaklı çıkan muhalifleri de iktidar ortadan kaldırmayı iyi biliyor. Bunu iki yolla yapıyor; muhalif karaktersizse satın alıyor, karakterliyse hain ve münafık damgasıyla uyurgezer seçmenin önüne koyup, onu bitiriyor. İktidar eleştirilince de seçmen doğal olarak “Kime oy verelim?” sorusunu gündeme getiriyor. Muhalefet ne yapıyor? Muhalefet, iktidara gelmemek için ne gerekiyorsa, onu yapmaya, bu durum çok eleştirilmesin diye de, çok nadir de olsa, doğru şeyler yapmaya devam ediyor. İktidar kendi yaptıklarıyla değil, muhalefet iktidardaymış gibi, muhalefetin yapmadıklarıyla propaganda yaparak ayakta kalıyor. “Ey CHP!” diye başlayan konuşmalar iktidarın kendi yapmadıklarının gerekçelerini muhalefete yıkarak kenara çekilip oy topluyor. Muhalefet ne kendini seçmen karşısında sağlıklı bir şekilde savunabiliyor, ne de ortaya iktidarın yapamadıklarını nasıl yapacağına dair bir veri ortaya koyabiliyor. Yani elinde seçmeni inandıracak hiçbir veri yok. İktidar hiçbir şey yapmadan, birkaç yılda bir çöken yollar, halkın sırtından sömürülerek yapılan geçiş garantili köprüler, hasta garantili hastaneler yapıp aracı firmalara para yedirebilmek için dünyanın parasını da farklı firmalara aktarmaktan imtina etmiyor. Ancak seçmene dönüp baktığınızda söyledikleri iki şey var; biri “Adam namaz kılıyor”, diğeri “Her şey var, kuyruk yok. Daha ne istiyorsunuz…” oluyor. Seçmenin gözünde namaz ahlakı kurtarıyor, kuyruk olmaması ülke ekonomisini. Oysa hastaneler için aradıkları randevunun bir ay sonraya verilmesi, kuyruk yerine evinde beklemesi her şeyi kurtarıyor. Eskiden derlerdi ki, “Bir gram et bin ayıbı örter”. Şimdi bakıyorum da bir namaz bin yolsuzluğu ve bin ahlaksızlığı rahat örtüyor. “Provokatörlük” kavramının doğrultusunda gerçekleşen olaylara bir göz atalım. Benim gençlik yıllarımdan hatırladığım ilk olay, Özal’a düzenlenen silahlı saldırıydı. Saldırıyı gerçekleştiren kişi yakalandı, ama kendisine küfür edilmedi ve aşağılanmadı. En azından alenen yapılmadı. Sonra Süleyman Demirel’e darp saldırısı oldu. Ecevit’e, Mesut Yılmaz’a, Kılıçtaroğlu’na filan… Hiçbiri kendilerini doğrudan darp eden kişilerin hiçbirine aşağılayıcı bir tutum ve davranışta bulunmadılar. Gelelim iktidara; Soma’da, yakınlarını ve arkadaşlarını toprak altında bırakan bir maden işçisi zırhlı otomobile tekme attı bahanesiyle tekme tokat dövüldü. Derdini anlatmaya çabalayan bir adama provokatörlük yaptığı gerekçesiyle “Ananı da al, git” denildi. Bir şehit kardeşi subay iktidar partisini eleştirdi diye görevden alındı. Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir. Bütün bunları yapan bir iktidar, kendi yaptıklarını unutarak Lütfü Türkkan’ı kınadı. Yıllardır, muhalefetin uyuklamasından yararlanıp iktidarını sürdüren AKP, perde arkasında neler döndüğünü bilmiyoruz, ama birbirleriyle kanlı bıçaklı olup, birbirlerini sokak çatışmalarına davet eden MHP ile birdenbire “Can ciğer kuzu sarması” oldular. MHP kendisini koltuğa mı sattı, ihalelere mi sattı, bilemiyoruz. CHP hâlâ cd ve kaset olayının şokunu atlatamamış olmalı ki, kendisine bir çekidüzen veremedi. Yarım yamalak çıkışlarla ve ispatlamak istemediği suçlarla iktidarın kendiliğinden iktidardan düşmesini bekliyor ya da dua ediyor. İYİ parti sivri bir çıkış yaptı ve muhalif düşünceyi bir anda umutlandırdı. Her ne hikmetse Ümit Özdağ, parti içinde FETÖ yaygarası çıkararak, seçmenin bir anda aklına kuşku düşürerek, partinin bu çıkışını sanki sabote etti. Bu durum MHP ve AKP’nin işine yaradı. Bütün bu olanlardan sonra, CHP’nin HDP ile, HDP’nin de PKK ile yakınlaşması gündemde tutularak (CHP kendi içinde bir kararlılık gösteremeyip, iddiaların doğru olduğunu gösterir bir biçimde tutum sergilemesi), oy oranının kaybına neden oldu / oluyor. Hatta çocuklarını HDP kapısında bekleyen ve iktidarın başaramadıklarını HDP’den uman anneler ve bu eylemlerin yanlışlığının vurgulanması yerine bu senaryonun CHP tarafından desteklenmesi de cabası. Gelelim Lütfü Türkkana… Ülkede en çok üzüldüğüm şeylerden birisidir. Kişiler karakterlerine uygun isim almamaları. İşte bunların başında da, Türk kavramı geliyor. Şimdiye kadar özellikle soyadında Türk kelimesi geçen ne kadar kişi tanıdıysam yamuk çıktı. Türk kavramını soyadında bulunduran, ama dürüst olan insanlardan özür diliyorum. Sanırım bendeki bir şanssızlık. Lütfü Türkkan da bu yamuklardan biri. Ancak Lütfü Türkkan’a baktığım zaman, geçmişte de Kocaeli’nde bir arazide kaçak yapılaşmaya neden olmuş ve bu olayı ortaya çıkaran gazetecilere de bir saldırı yaptırmıştı. Her ne hikmetse İYİ Parti o dönemde de bu yaratık hakkında herhangi bir işlem yapmamıştı. Lütfü Türkkan’ın bu tutumu AKPlilerin geleneksel tutumlarına çok benziyor. Acaba bu garip varlık, bu tür tutumları sergileyerek, İYİ Parti’nin toplum gözündeki itibarını zedelemek için özel bir çaba mı sarf ediyor, diye aklıma tuhaf sorular da gelmiyor değil hani. Benim asıl endişelendiğim, CHP yıllardır kalıcı muhalefet için çaba gösteriyor ya, İYİ Parti de mi bu kalıcı muhalefetin kalıcı ortağı olmaya aday? Bunu doğrusu anlayamıyorum. Lütfü Türkkan denen bu yaratık ve bunun zihniyetindekiler bu partinin içinde olduğu sürece, İYİ Partinin gelecekte adı ve simaları değişmiş yeni bir AKP olacağı endişesini doğuruyor bende ve ben temkinli bir tutum takınıyorum. Bugün milletvekili kabadayılık yapan bir partinin iktidardayken yapacaklarını düşünemiyorum, düşünmek de istemiyorum. Ben doğrusu bu ülkenin başında bir kabadayı görmek istemiyorum. Bunu istesem, zaten AKP iktidarda ve onunla yetinirim. Umut ediyorum ki, bu saçma sapan tutum ve davranışlardan muhalefet vazgeçer ve kendilerine bir çekidüzen verirler. Lütfü Türkkan gibileri de partilerinde bulundurmazlar. Madem ülkeyi güç ve baskıyla yönetmeyi istiyorlar, ülke içindeki mafya mensuplarını partilerinden aday göstersinler ki, bizler de kimlerle birlikte, nereye yürüdüğümüzü bilelim. Lütfü Türkkan, sizin söylediklerinize gelince, bunlar sürç-i lisan değildi, sizi affedecekler de adam değildir. Sürç-i lisan eyledikse affola. 7 Kasım 21 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |