Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Ey şanlı bayrağım Sonsuza dek dalgalan! Destanınla, şanınla yaşa Ey yüce vatan. Ey tarihi zaferlerle dolu millet ve eşsiz değer Çanakkale. Gel yazayım seni satırlara desem sığmazsın. Sen Çanakkale’sin, diriliş simgesisin. Vatana sevdalanış, bile bile ölüme gidişsin. Ey cennet kokulu diyar, yüce şehidimin şehadet toprağı! Son şafaktaki son dua, yüce bir ülkü içindi bu veda. Şehitlerimiz, bize bu cennet vatanı armağan ederken geriye dönmeyenlerimiz. ‘’Geldiler, gördüler, döndüler.’’ İşte Çanakkale’nin özeti. Bu sene Çanakkale zaferimizin 107. yılını yine büyük bir gururla, yüce bir idrakle kutluyoruz. Bizler bu büyük harpte dünyanın en büyük devletleri ile cenk ettik. İngiltere, Fransa, beraberinde getirdikleri binlerce sömürge askeri ve iki yüz yıl yenilmeyen donanma. Yeneceklerinden emindiler çünkü teknolojik üstünlük onlardaydı ama tek bir şeyi hesap edememişlerdi bu milletin yenilmez azmini. Yenemeyince hırs yapıp kraliyet ordusunu bile getirdiler ama yine sonuç yok. Gaz sıkmayı düşündüler bu kez de rüzgâr ters esti. Allah Allah nidalarıyla ölüme koşanların bu kez de imdadına Allah yetişti. Ne yaptıysalar olmadı, başaramadılar. Metre kareye altı yüz mermi, dehşet! Amaçları neydi peki, neden geldiler? Osmanlı’nın kalbine giden boğaz yoluna pençelerini takmışlardı amaçları İstanbul’du, Osmanlı’yı tarihe gömüp milletimizi bu topraklardan atmaktı. Bu zaferi kazanacağımız aslında yaşanmış insan öykülerinden de belliydi. Geldiler evet yıl 1915. İşgal devletlerinin ana kumanda gemisinin başında bulunan amiral, kaptan köşkünden bizim siperlere bakar ve iki bin tane top namlusu sayar oysa bir çoğu soba borusudur top sanıp korksunlar diye soba borularını koymuştuk oraya. Amiral kazanacağından emindi çünkü boğaza mayın döşediğimizi düşünüp mayınları boğazdan temizletmişti. Bu arada ‘’Nusret’’ diye bir mayın gemisi yok aslında çünkü asıl adı Nusrat’tır. Amiral yüzbaşıyı çağırıp ona boğazdaki mayınları temizleme görevini verir hem de ne görev. ‘’Yüzbaşı bu görev senin seni binbaşı yapacağım’’ der. Düşünsenize yüzbaşı hem tarihe geçecek hem de rütbe alacak. Ellerindeyse çağın en güçlü silahları, ufuklar görünmüyor her yer kan. Tarihin o sayfasında yüzbaşı Cemal Durusoy devreye girer: ’’Arkadaşlar mayınları temizleyip temizlemediklerini anlamanın tek bir yolu var mayınlar suyun beş metre altında olur bir uçak bulup keşif uçuşu yaparsak boğazda mayın olup olmadığını anlarız.’’ der. Uçağımız yok ama denildiğinde ’’zamanında ‘’İsmail Efendi’’ Kahire’ye gitmek için İstanbul’dan havalanmıştı rahmetli oldu işte o uçak kaz dağlarında düştü’’ diye yanıtlar. O uçağı bulup onarırlar. Keşif uçuşundan sonra anlarlar ki suda mayın yok çünkü düşman bütün mayınları temizlemiş. Bunun üzerine Nusrat bir kez daha mayın bırakır. Onardığımız o uçağa Japonya’da batan Ertuğrul fırkateyni’nin adı verilir. Peki Ertuğrul adlı o uçağı bu millet hatırlıyor mu? Amiralin elinde rapor, yüzbaşı raporunda boğazdaki bütün mayınların temizlendiğini belirtmiş ve tam yol İstanbul demiş. Geldiklerinde kımıldayamazlar çünkü her taraf mayın. Amiral donanmasını geri çekmek zorunda kalır. ’’Çabuk bana yüzbaşıyı çağırın ’’der. Amiral savaş mahkemesini kurdurur ve yüzbaşı yargılanır. Çanakkale savaşının en şaşkın adamıdır yüzbaşı, ne olduğunu bir türlü anlayamaz. ’’Ama ben görevimi yaptım suda mayın olmamalı’’ dese de inandıramaz karar idamdır. Tarihe geçecekti, rütbe alıp binbaşı olacaktı oysa dahası İstanbul da sevgilisiyle buluşup evlenecekti şimdi ise ölecek. Amiral öfkeli bir şekilde bağırır: ’’Yüzbaşı gemimin direğine asılacak!’’der. ’’Mahkumun son sözünü sorarlar’’ Yüzbaşı başını kaldırıp amiralin gözlerinin içine bakar. ’Babaa!’’ Amiral öz oğlunu o sabah kendi gemisinin direğine astırır. İşte bu Ertuğrul uçağının uçuşu ve Nusrat’ın mayın bırakmasının ardında böyle büyük bir dram vardır. Yürek yakan bu gerçek insan hikâyelerini anlamadan Çanakkale’yi anlamak mümkün değildir. Bir diğer hikâyeye gelecek olursak işte bu hikâye Çanakkale ruhunun özeti gibidir. Morfin yani ağrı kesici o dönemde cephaneden bile değerliydi. Bir sıhhıye çadırı kurulur ve ameliyathanenin olduğu çadırın önüne de bir masa konur her yaralı asker önce o masaya yatırılır. Doktorun elinde enjektör göreviyse sadece kurtulma şansı olanlara morfin yapmaktır çünkü morfin o dönemde oldukça azdır. Ne zor bir görev düşünsenize o doktoru çünkü ölecek bile olsa herkesin morfine ihtiyacı vardır. Sedyeyle bir yaralı getirilir bağırsakları dışarı çıkmış paramparça. ‘’Bunu kaldırın’’ der. Bir başka yaralı gelir doktor bakar eğer ki ameliyat olup kurtulma şansı varsa ona morfini yapar. Bir başka yaralı gelir sedyede inleyip yardım ister. Doktor canı yanarak da olsa yine aynı sözü söyler. ‘’Bunu kaldırın!’’ Sonra paramparça halde bir başkası daha gelir sadece diz kapağı gözükmektedir bunu kaldırın dediği anda yaralı askerden bir ses gelir: ’’baba!’’ Acıma duygusu olmasın diye elini yüzüne siper eden doktor, ‘’baba’’ sözünü duyunca elini indirir ve karşısında öz oğlunu görür. Hasta Mehmetçik bağırır: ’’Baba beni tanımadın mı, baba yardım et! ’’ Herkes öylece doktora bakakalır elinde ağrı kesici. Acılı doktor sıhhiye erlerine dönerek şunu söyler: ’’Bunu gölge bir yere kaldırın!’’ Sonra da görevini arkadaşına sevk edip yaralıların olduğu bölüme gider ve bir de bakar ki oğlu ölmüş. Bu yüzdendir ki kurtuluş savaşımızın ruhudur Çanakkale, ön sözüdür. Çanakkale zaferimiz olmasaydı kurtuluş savaşımız da olmazdı ve bizler bağımsız olamazdık. Çanakkale kimlik kazandıran zafer, dönüm noktasıdır. Tarih geçmiş değildir geçmemiştir. Bu ibretlik sayfalar da asla unutulmayacak asla geçmeyecektir. Çünkü biz o günlerimizi, şehitlerimizi unutursak önümüzü göremeyiz, hedeflerimizi bilemeyiz. Bir millet ki, zaferini sonraki kuşaklara aktarabildiği ölçüde muzafferdir. Yoksa tarih unutulup gitmiş zaferlerle doludur. Peki nedir Çanakkale’nin sırrı? Savaşı çok yakından takip eden bir İngiliz savaş muhabiri gördüklerine inanamamakta şenliğe gider gibi ölüme gidenleri anlayamamaktadır. Günlerden bir gün yolu Kilitbahir’ e düşer ve orada oyun oynayan çocukları görür ve merak edip isimlerini sorar Gazanfer, Muzaffer, Zafer, Cihat ve Fatih. İsimlerdeki ses uyumu dikkatini çeker ve anlamlarını sorar. Rum tercüman bilebildiği kadar açıklar. Bu açıklamaları işiten gazeteci ‘’ işte der Çanakkale’nin sırrı işte burada. Çocuklarına bu isimleri veren bir millet mağlup edilemez. Bu zafer inananların zaferidir. Futbol takımlarının önemli futbolcuları futbolu bırakıp, lise öğrencileriyse sıralarını bırakarak cepheye koştu. 15 – 16 yaşlarındaki liseli öğrencilerin tek bir saldırıda İngiliz makinelisi ile biçildiğini düşündüğümüzde yüreklerimiz nasıl da burkulur. Olayı gören Türk askerinin ağzı yıllardır bıçak açmamıştır. Bu hikâyelerden de anlıyoruz ki Çanakkale’yi Çanakkale yapan gelenler değildir gelenleri karşılayan o asil ruhtur. Unutmayalım ki sağlam bir gelecek umudu bu bilinçle yaşar bu milleti anlamak Çanakkale ile başlar. Bu öyle bir ruhtur ki çelik ve barut, iman ve azmin karşısında yenik düşmüştür. Seyit Onbaşının 215 kiloluk mermiyi sırtladığı ânı yanındaki arkadaşı Niğdeli Ali şöyle özetler: ‘’Kemikleri çatırdıyordu.’’ Davaları haktı, davaları VATANDI. Çanakkale öyle bir yerdir ki yokluk varlığı, maneviyat maddiyatı; özgürlük sömürgeyi yenmiştir. Esaretin zinciri kırılmış esir uluslara örnek olunmuştur. Churchill, ‘’İngiliz gururum olmasa Türkleri alınlarından öperdim’’ der. Bir tarafta güle oynaya mağrurca gelen yedi düvel diğer yanda geri dönmeyi düşünmeyenler. Cepheye gitmeden önce anaları tarafından ‘’Bayrak inecekse, ezanlar dinecekse sakın ha geri dönme ey oğul, git ya gazi ol ya şehit. Ben seni şehit anası olmak için doğurdum vatana kurban ol diye kınaladım, yaran kabuk bağlar bağlamaz yeniden cepheye git diyerek gönderilen evlâtlar, diğer taraftaysa böylesine yiğit vatan evlatlarını kovmaya gelen yedi düvel. Erdemini yıkamadığın düşmanın yenilgisinden emin olmamalısın diye boşuna dememişler. Mehmetçik öyle bir cenk ediyordu ki düşmanla, işaret parmağı yerinde yoktu ama bunu bilmeden savaşıyordu. Tek bilmesi gereken şey bu vatanın kurtulması gerektiğiydi. Mehmetçik düşmanla olağanüstü şartlarda savaşıyordu yarı aç yarı tok. Ezineli Yahya çavuş erlerine bir kurşunla iki kişiyi vurmalarını söylemiştir. Malum, cephane azdır. Yokluk içinde zor şartlarda savaşıyordu millet sadece savaşmıyor insanlık örneği de gösteriyordu. Yaralı Anzak askerini taşırken merhamet, silahsız İngiliz askerine ateş etmeyerek namus dersi veriyordu çünkü milletimiz öyle bir ruha sahipti ki özü insanlıktı, merhametti, imandı, azimdi, bağımsızlık aşkıydı. Günümüzde yok olmaya yüz tutan insanlığın tüm dünyaya örnek olan insanlığıydı. Tam da insan olmanın öyküsüydü Çanakkale. Bir milletin zenginliği milli ögeleridir. Milli ögelerini unutan bir toplum yoksullaşmaya ve yok olmaya mahkumdur. Bu destanı unutturmamalıyız. Unutursak eğer yıllar sonra çocuğunuz sorduğunda:’’ baba, anne Çanakkale nedir?’’ diye verebilecek bir cevabımız olsun çünkü atalarımız boyun eğmemiş ölüme gitmiştir. Çanakkale savaşındaki büyüklüğümüz Mustafa Kemal’in söylediği sözlerde de gizlidir. Atatürk ölen insanlarla ilgili olarak: ’’Onlar artık bizim de çocuklarımızdır.’’ der. Canlarını hiç düşünmeden bu toprağa veren şehitler için yüce Allah der ki “Onlara ölü demeyiniz onlar diridirler. Ölü değil onlar. Malazgirt şehitleri, Çanakkale şehitleri, Sakarya şehitleri, Kıbrıs şehitleri, Güneydoğu şehitleri, 15 Temmuz şehitleri ve Mustafa Kemal Atatürk... Hepimiz oradaydık, birdik bütündük bu yüzden yenemediler bizi. Çanakkale ruhu ölmediği sürece bu vatan baki kalır yeter ki bu şuuru kaybetmeyelim. Bu ruhun iki mihenk taşı vardır vatan sevgisi ve iman. Bunlara sahip olmayan bu ruhu anlayamaz. Türk ordusunun, Çanakkale’deki savunma zaferini Darülfünûn müderrisi İsmail Hakkı, 22 Şubat 1918’deki yazısında şöyle özetlemiştir: ‘’Çanakkale müdafaası yapılmış, kazanılmıştır. Lâkin vazife yalnız askerler ve kumandanlar için bitmiştir. Bizim için bitmemiştir, başlamamıştır bile. Herkes bilsin ki Akdeniz mezarına kanlarını akıtanlar ölmek için ölmediler. Hep bu tarih, bu namus ve fazilet tarihi için öldüler. Onların kan borcunu ödemek lazım...Şairler destanlarını yapsınlar, ressamlar levhalarını çizsinler, heykeltraşlar timsâllerini yaratsınlar, muharrirler hikâyelerini yazsınlar, sağ kalanları rahmet okusunlar...(Halil Ersin Avcı, Çanakkale Ruhu.) Tarih bizi çağırıyor, Çanakkale ruhu bize sesleniyor eğer ki onu iyice dinler anlarsak millet olmanın o yüce erdemine ulaşabiliriz zira özünü kaybeden milletler yok olmaya mahkûmdur. Çanakkale bu milletin özüdür. Allah bir daha miletimize zeval göstermesin diyorsak daha çok çalışmalıyız. Çünkü bizler ölüme giden, eşsiz bir vatan sevgisine sahip olan başarmış bir neslin evlatlarıyız ve ilham almalıyız . Çanakkale deyince ecdadın ruhu nasıl da dile geliyor, emanetini soruyor. Unutmayalım ki onlar ölse de o ruhu hissettiğimiz ölçüde yaşayacaklardır. Bu topraklarda açan her çiçeğin onların şehit bedenlerinden fışkıran ‘’şehadet çiçekleri’’ olduğunu unutmadan bu vatana sahip çıkmalıyız. Selam sana Seyit on başı, selam sana Bigalı Memed Çavuş, Seyid Ali ve niceleri... Onlar isimlerini tarihe altın harflerle yazdıran kahramanlar. Ey yeni nesil, bu şehitler bu bayrak sana bakıyor. Bu görevi üstlenecekleri bekliyor. İşte o bilinç sizsiniz. Sizsiniz o ölümsüz ruh, o eşsiz Çanakkale! Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun, diriliş destanımız kutlu olsun. Gaye Dilek GEZER.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © GAYE DİLEK GEZER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |