..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Fantastik Roman > Osman Altınbaş




27 Aralık 2023
Taşların Gölgesinde: 7. Bölüm  
Osman Altınbaş
Yönlerini o tarafa çevirdiklerinde gövdesi geniş sanki yaprakları küf rengine dönmüş yeşillikte olan ağacın dalında üstünde kirli ve sökük açık kahve renginde bir giysi olan, ayakları çıplak bir şekilde sallanan, kısa, küt soluk sarı saçlı bir insan çocuğu fısıldıyordu. “Teni, elzem soğukla titreyen bir gece, korkunun koynunda çaresiz bakışlarıyla yatıyordu. Lime lime bedeninin sarsılışı sadakati unutulmuş dost gibi olan hislerini barındırırken dehşetin kesif çığlıklarına koynundaki gecenin kanlı yaşları sarılıyor ve yüzü, mutluluğu satılık eskici hatırasına dönüyordu.”


:FFA:
BÖLÜM 7

Sawnhall, Liando ve Kaimeld tünelin çıkışında geniş ve ışıksız bir alanla karşılaştılar. Büyücü yamağı, asasının ışığıyla etrafı gezmek babında dolaşmak için adım attı. Duvarlara yaklaştıkça meşalelerin olduğunu gördü. Diğerlerine de işaret etti ve üçlü onları bir şekilde yakarak bulundukları yeri araştırmaya koyuldular. Ateşin ışığı bir nebze olsun karanlığı kovuyordu.
“Tüneldeyken duyduğumuz seslerin sahipleri ejderha mıydı sizce,” dedi elf
“Belki… Hiç duymadığımız bir dil ve çatallanmış konuşma tarzı. İyi de gördüğüm kadarıyla burası geniş te olsa onların sığabileceği giriş ya da çıkış yok,”
“Zaten öyle olsa şimdiye kadar buradan kurtulmuştuk,” diye cevabı yapıştırdı Sawnhall, tünele yakın girişe bakan ilk kolona dokunurken.
“Bence şekil değiştirmişlerdir. Buralarda bir yerdeki kapılardan girip çıkmışlardır. Alanda gerçek şekillerinde konuşurken, giderken de bizim gibi cılız bir forma dönmüşlerdir,” dedi Kaimeld duvarların yakınında yürümeye devam ederken.
Sawnhall, ateşin ışığında dokunduğu kolonun doğrultusunda ilerledi ve giriş yaptıkları yöne yakın duvardaki kısımda yukarıya doğru çıkan merdiveni fark etti. Oradan çıkarken;
“Tamam, dediğin gibi olsun da ben kapı falan görmüyorum. Şu an taştan yapılmış yedi sekiz basamaktan oluşmuş bir merdivendeyim. Siz ne yapıyorsunuz,”
“Ben de ortadaki kalın kolonun ardından gelen öndeki gibi ondan daha ince olanının duvara bağlantısı dar ve kısa yoldayım. Buranın ortasında bir kapak var ve aşağıya doğru inen kısa sütunun içinde yine aynı yöne giden o kısma perçinlenmiş demir merdiven var,”
“Aynen, benim bulunduğum girişte de benzeri var. Ayrıca bu yolun kolon bağlantısına varmadan bir düzlem olduğu görülüyor. Sağ ve soldaki duvarlardan da bu sütuna tutturulan yollarla beraber ortada yarım çember şeklinde bir platform var,”
“Söylediklerinin tıpkısı benim kolonun olduğu yerde de var,” dedi elf
“Girişteki sütunun üstteki platforma ulaşması adına bir kez dönen sarmal merdivendeyim. Buradaki i yarım çember sahanlık da aşağıdaki ile aynı şekilde yapılmış. Yukarı baktıkça böyle devam ediyor, ateşin ışığının izin verdiği kadarıyla sonu görünmüyor gibi, ki elimdeki de sönmeye yüz tutmuş durumda,”
“Aynen! Benzer şekilde devam edip gidiyor burası da, ben de senin gibi iniyorum,”
Kaimeld ise bütün yönlerdeki duvarları tek tek yoklamış, araştırmış ancak kapıya benzer hiç bir şeye rast gelmemişti. Alanın ortasındaki sonu yokmuş gibi görünen oldukça kalın kolona doğru yaklaşırken Sawnhall da duvarların köşesinde bulunan dört tane hemen hemen kareye yakın iki normal insan boyu yükseklikteki yere ulaşmak için bağlantı merdivenlerini kullanıyordu. Elf de Kaimeldin yanındaydı. Demirci köşedeki bir nevi basamağın üstünde iken duvara dokunacağı sırada büyücünün sesi geldi.“Sawnhall, bizim yanımıza gel. Ortadaki sütunda kazınmış bazı işaretler var.”
Üçlü, kolonun yanında birbirlerine bakarken yüzlerinin bir kısmı -ellerindeki meşalelerin inayetinde- aydınlıkta bir diğeri karanlıkla yıkanırken ‘çıkış yok’ cümlesi aralarında süzülüyordu.
Bulundukları yerde biri önde biri arkada aynı kalınlıkta kolon, onlarla birleşmeyi sağlayan duvarlara bir nevi yapışmış yollar, iki sütunda da üçer tane bağlantı yolu vardı. Onların hepsinin ortasında bulunan kapaktan aşağıya inen kısa sütunlar görünüyordu. Bu yollar kolonlara bağlanarak yarım çember şeklinde platform oluşuyordu önde de arkada da. Yukarı bakıldığında bu düzenleme kendini tekrar edip sonu yokmuş gibi tepeye yükseliyordu. Bulundukları alanın yukarısı var olan ışığın yardımıyla da olsa da seçilemiyordu.
Onlar kolonun üç tarafındaki kazınmış şekillere bakarken Sawnhall da yanlarına doğru geliyordu.
“Ne oldu?”
“Merkezdeki ana kolonun üç tarafında bazı çözemediğimiz şekiller var. Sanki-”
“Dur! Hançer de titreme var,” diyerek şu an alalade görünen kılıfı çıkardı.
Silahın üzerine asanın büyülü ışığı gelince yeniden dışı çözündü ve kristallerle yazıları ortaya çıkardı. Hançerin ucundaki mavi ışıltıların yansıması aralarında boşluk olarak kolonun bulundukları yerinde çember oluşturan kazınmış şekillerin ,kendilerine bakan kısımdakilerinin üstüne gelince onlar iyice belirginleşti. Sapındaki kristaller oyulmuşların birer birer şekline bürünmeye başladı. İlk şekil bir kılıçtı ve mavi kristaller hareketlenerek silahın formuna yakın bir biçim aldığında üç taraftaki bütün kılıç kazıntıları sütunun içine doğru kat ederek orada birleşti. Yol arkadaşları, açılan yollara şaşkınlıkla bakarak kolonun ortasında küçük bir boşluk olduğunu gördüler. Üç katmanlı kılıç birleşimini tamamladıktan sonra o aralıktan aşağıya düştü. Hançerdeki kristaller fal taşı gibi açılmış gözlerle izleyenlerin eşliğinde sahneye bu sefer ikincisi olan baltayı çıkarıp formuna döndü. Üç taraftaki baltalarda tıpkı kılıç gibi içe kat ederek orada üç katmanlı olarak birleşip önceki gibi tabana indi. Diğer oyuncular ise kalkan, ejderha pulu, kendisi gibi hançer ve bir asaydı. Bunlar da aynı gösteriyi sergileyip boşlukta bütünleşip üç katlı ya da katmanlı hale gelerek aşağıya kendilerini bıraktılar. Kolonda, içe doğru bölünmüş yollar oluştu. Nesnelerin tamamı alta ulaştığında hançerdeki kristaller kapı şekline döndü. Sawnhall ne olduğunu diğerleri gibi anlamasa da kulp yerindeki kristale dokununca sütunun bulundukları kısmında bir yer açıldı. Oradan baktıklarında kenarı metal bir merdivenle tutturulmuş deliği görüp hiç vakit kaybetmeden indiklerinde, silahların yerde durduğu, oda gibi bir bölmede olduklarını anladılar. Kılıç ve hançeri elf, balta ve kalkanı insan, asa ve siyah renkli ejderha pulunu da diğeri aldı. Bulundukları yerin köşesindeki kapıyı açtılar ve yukarıya doğru sarmallar çizen merdivenlerden sonra girdikleri mağaranın çıkışını buldular.
Önlerinde yoğun ağaçlarla örülmüş gibi görünen bir orman vardı.
“Tünellerden sonra ormanı mı görüyorduk daha da yol var mıydı? Biz şimdi doğu da mıyız? Arkadaşının anlattığı mı bu? Bizim yaşadıklarımız neydi dostum, bizi neye bulaştırdın?” diye soru yağmuruna maruz bıraktı Sawnhall, arkadaşını
“Al benden de o kadar,”
“Hiç bir fikrim yok! Kafam tamamıyla karıştı. Bu yaşadıklarımız gerçek miydi ki taşıdıklarımız asıl boyutlarında ve maddesel gerçi de. Bu gördüğümüz gideceğimiz yer mi, içinde bizi bekleyen var mı hiç bilmiyorum?”
Üçü de sorgulayıcı gözlerle önlerinde görünen yola, ormana bakıyordu. Nitekim yapacakları bir şey yoktu bu maceraya başlamışlardı bir kere. Onlar yaklaştıkça ağaç topluluklarına, içlerinde garip bir his doğmaya başladı.
Bir çok tür ağaca ev sahipliği yapıyordu orman. İnce yapraklılarından kalınlara, girintili çıkıntılı olanlarından düz olanlarına, alçak dallılarından yüksek olanlara, geniş gövdelilerden incelere, uzunlukları yüksek olanlarından düşüklere, genç olanlarından yıllanmışlara vs… şeklinde çeşitler vardı. Ormanın başlangıcında duruyorlar ve iki taraflı sık şekilde dağılmış ağaçların arasındalardı. Onların bulunduğu zeminde çürümüş çalılarla doluydu. Ortama uzaklardan yavaş yavaş sızan sisin görüntüsü bakışlarının mesafesine girdi. Yol arkadaşları sahip oldukları yeni silahlarını incelerken Kaimeldin, kenarları girintili çıkıntılı gri renkte asasının tepesindeki çift taraflı pençelerin sivri uçları yarım çember şeklinde ona dokunuyordu. Uzaktan bakınca sanki şeklen olmasa da biçim olarak iki göz boşluğuna benziyordu. Elindeki pul ise siyah renkteydi. Sawnhall, üç katmanlı baltasına bakarken sağ taraflarından bir mırıltı duyuldu. Yönlerini o tarafa çevirdiklerinde gövdesi geniş sanki yaprakları küf rengine dönmüş yeşillikte olan ağacın dalında üstünde kirli ve sökük açık kahve renginde bir giysi olan, ayakları çıplak bir şekilde sallanan, kısa, küt soluk sarı saçlı bir insan çocuğu fısıldıyordu.
“Teni, elzem soğukla titreyen bir gece, korkunun koynunda çaresiz bakışlarıyla yatıyordu. Lime lime bedeninin sarsılışı sadakati unutulmuş dost gibi olan hislerini barındırırken dehşetin kesif çığlıklarına koynundaki gecenin kanlı yaşları sarılıyor ve yüzü, mutluluğu satılık eskici hatırasına dönüyordu.” şeklinde
Üçlü bu berbat sözlere kulak kesilmişken ve söylenirken sol taraflarından bir dişi insanın çığlıkları hayıflanmalarını sona erdirdi. Onlar sese doğru hızlıca giderken dönüp baksalardı artık daldaki çocuğun orada olmadığını göreceklerdi. Neyin ne olduğunu tam kavrayamadan son nefesini verecekmiş gibi soluyan ağaçların arasından feryat edene ulaştılar.
Çığlık atan dişi, yaprakları gri renkte üstünde cerahatli benekler bulunan bir ağaç tarafından sarılmıştı. Onlar eğilip bükülürken ve acı içinde feryat etmeye devam eden insanın üzerindeki açık yeşil elbisenin üst düğmeleri parçalanırken, içinden çıkan minik böcekler onun bedeninden aşağıya inip yerdeki çürümüş çalı parçaları üzerinde hareket etmeye başladı. Yürüdükçe yaratıkların gövdesi ve ayakları büyüyüp kollarından ve onlardan bağımsız iskelet gövdelerine dönüştü. Ağaç dalları kollara ayrılırken ucube uzantılarıyla kadını sıkmaya devam ediyordu. Kendisi, kurtulmak için ne kadar debelense de ağacın iskelet parmaklarıyla dolu kökleriyle tırpan gibi tutuluyordu. Yer bir anda bazılarının etlerinin sarktığı, bazılarındaki gözlerin aklarının alınlarına yapıştığı ve bir kaçında sadece kandan kararmış ufak parçalara ayrılmış çatlak derilerin bulunduğu kuru kafalarla doldu. Kurbanın yüzü değişim halinde farklı bir mahlukun simasına doğru başkalaşım geçirirken o bölge kanla doluyordu. Kuru kafalar böceklerden oluşmuş gövdeleri orta kısım niyetine başlarıyla bütünleştirip ağacın köklerini parmakları babında birleştirip dallarını da ayakları yerine koyup doğruldu. Kadından bozma yaratığın dolgun vücudu değişip elbiseleri de ufak parçalara ayrılıp atıldı. Kumaş paçavraları oluşan iskeletlerin kemiklerine yapışırken gitgide büyüyüp yayılarak onların derilerini oluşturdu. Ne idiğü belirsizin bedeni çorak topraklar misali çatladıktan sonra aralarına kokuşmuş ağacın gövdesinin içinden gelen iğrenç görünen bir sıvı doldu. Onun dudakları ve çatlak teni lapa olup dökülürken bu kötü kokulu akışkan madde kuru kafalara ulaşıp oradan bütün bedenlerine yayıldı.
Çok kısa bir sürede gerçekleşen korkunç ve neye benzedikleri belli olmayan oluşumları izleyenler adeta donakalmıştı. Sanki tokat gibi çarpan rüzgarın uğultusu onlara ‘uyanın’ diyordu. Nitekim iskeletler ucube parmaklarından keskin tırnaklarını aynı anda fırlattı. Çağrıyı duyan ve kulak veren yol arkadaşlarından Sawnhall, üç katmanlı kalkanı kaldırdı ve onlar üçe ayrılıp havada önlerini kapatarak atılanlardan ve gönderilmeye devam edenlerden hepsini korudu. Demirci hemen akabinde üç katmanlı baltasını ortaya çıkarıp karşılarındakilere atınca üçe ayrılan nesneler iskeletlerin kafalarını, gövdelerini ve bacaklarını oldukça seri bir biçimde dolaşarak kesti, parçaladı ve görevini yaptıktan sonra insanın ellerine tek parça olarak geri döndü. Ardından Liando, üç katmanlı ve keskin kılıcıyla tarumar olanları en küçük ayrıntısına kadar biçti.
Kendilerine gelen üçlü, birbirlerine ‘bunlarda ne’ şeklinde şaşkın bakışlar attı. Hiç vakit kaybetmeden oradan ayrıldılar. Giderken onları takip eden kalan sivri parmaklar tamamıyla parçalandı. Onlar geldikleri yola ulaştıklarında oluşumların hepsi eriyip, sıvılaşıp toprağa karıştı.
Maceracılar ne konuşacaklarını bilemez bir halde, yolda gözlerinde filizlenip bakışlarından meyve veren endişeyle karışık korkuyla ilerlemeye gayret ederken sis ormanı daha da sarıp tümüne yayılmaya çalışıyordu.
Adımlarının sesleri daha fazla uzaklaşmadan silahları ellerinde dikkatli gözlerle etrafı dinlerken önlerinden biri gelmekteydi. ”Bu ürpertici ormanda dişi bir elf, ne kadar ilginç,” diye fısıldadı demirci diğerlerine. Sözü edilen yol arkadaşlarına doğru yakınlaşırken üçlü hazır durumda önlerindeki sahne ne ise ona uyum sağlamaya kararlı bir şekilde bekliyorlardı. Karşıdan onlara doğru gelmekte olan saçları altın sarısı, omuzlarından aşağıya doğru salınan, ince yapılı ve uzun boylu olan üzerinde donuk yeşil renkte bedenini saran elbisesi ile gülümseyerek narin ellerini uzatacak kadar yakınlaşmıştı. Önceki tuhaf olaydan dolayı şüphe içinde kalıp o şekilde davranış sergileyen arkadaşlar, yaklaşmasıyla paralel geri çekildi.
“Bu tuhaf ormanda güzel bir elf kızının ne işi olabilir. Arkadaşlar, hazır olun,” diye diğer ikisini fısıltıyla uyardı Kaimeld. Nitekim gelen ’ merhaba’ şeklini ellerinden çıkan sivri uzantılarla onlara ifade etti. Teyakkuz halindeki elf kılıcıyla kendilerine doğru gelenleri kesip biçerek karşıladı. Sawnhall elinde baltasıyla saldırıya geçerek elbiseleri yırtılıp atılıp tüylü derisini ortaya çıkaran ve yüzü de değişen ‘konuk’, darbeleri kollarına ve bacaklarına yemekten kurtulamadı. Ancak uzuvlar ne kadar kesilirse kesilsin tekrar yenilenip yaratığı ayakta tutuyordu. Mücadele ettikleri mahluk, vücudunu geriye büküp asap bozucu kahkahası eşliğinde perdeli ayaklarını yere sabitleyip kollarını yanlara açıp sağ ve soldaki ağacı uzantılarla tutup, yerlerinden söküp önündeki üçlüye fırlattı. Altında ezilmelerini umduğu hareket ,büyücünün asasını yere vurup tepesindeki boş göz yuvalarından çıkan ışın demetlerinin sayesinde, onların üzerinde bir kalkan oluşturmasıyla boşa çıktı .Dolayısıyla beklediği olmadı ve ağaçlar temas edince parçalandı. Elf, hemen yayına ok sürüp kalkanın içinden yaratığa doğru defalarca fırlattı. Uçlarının koruyucu tabakanın gücünü yüklenmesiyle düşmanlarına çarptıkça, ucube bedenine sersemletici dalgalar gönderdi. Bu esnadan yararlanan maceracılar, yaratık kasılmalarla mücadele ederken aynı anda keskin silahlarıyla dikkatlice doğrusal ve seri hareketlerle onu parçalara ayırdılar. Ufak tanelere bölünen varlık yenilemedi ve çöplük misali yol arkadaşları tarafından kenarlara atıldı.
Harcadıkları enerjiden kaynaklı soluk almalarla ‘sırada ne var’ şeklinde önlerine bakıyorlardı. Hareketlerine göre burasının ne olduğu, kendilerinin özellikle büyücü yamağı arkadaşlarının bunu nasıl yaptığını ve silahların nasıl bu hale geldiklerini anlamlandırmaktan vazgeçtiler. Birbirlerine soru sorsalar bile cevaplayamayacaklardı.
Onlar düşmanlarıyla savaşırken sis ormana tamamıyla sahip oldu.
Arkalarına baktıklarında yoğun dumanın elleri bunları karşılarken önlerine döndüklerin de ise ikizi aynı koyulukta ‘hoş geldiniz’ diyordu. Birbirlerine göz attıklarında bile görmeleri zorlanırken korku içinde olsalar da biraz dinlenme anlamında sağ taraftaki ağaçlardan birine yaslanmak için harekete geçtiler ancak tonu ağır ayak sesleri sisin içinden onlara doğru hücum ediyordu. Kenarda durup beklerken pusun içinden iki tane dev rast geldi kendilerine. Bahtsız üçlü, saklanma çabasında bir ağacın arkasına gizlenmişken kocaman burunlarıyla onların kokusunu alarak korundukları yerin önünden onu söken iğrenç suratlı devlerin görüş mesafesine girmiş oldular. Hızlıca yerlerinden hareket ederek kaçma gayretiyle ilerlerken yaratıklardan biri demirciyi yakalayıp uzağa fırlattı. Diğeri de net görmeyen gözlerle Kaimeld ve Liandodan birini tutup atmak istedi ancak ikisi de yoğun sisin yardımıyla bundan kaçınarak kurtuldu. Ağacın birinin koyu gri gövdesine bindiren Demirci, çok çaba harcamadan ayağa kalktı. Kalkanını önünde tutarak devin birinin ayaklarıyla baltasını defalarca buluşturdu ancak kalın deriye çok da zarar veremedi. Koca ayaklara sahip olan ezme çabasıyla hareket ederek insana yeniden saldırdı. Sawnhall, yana yuvarlanarak bundan sakınabildi. Neresi olursa olsun nefes nefese derin pusta saklanarak kaçmaya çalıştı. Diğer ikisi ise, öbür devle zor da olsa yana kaçma, ayak hareketine doğru öne, arkaya yuvarlanma, elle tutma saldırısından korunma şeklinde hızlı hızlı soluklarla püre olmamaya ve koca parmakların içinde sıkılmamaya çalışıyorlardı.
Devler, ağaçları fırlatarak, çalıları ezerek, hayvanların etrafa kaçmalarına neden olarak, ufaklıkları arayış içindeydi. Yine aynı rüzgarın fısıltısı Kaimelde altıgen pulu ve asayı kullanmasını arzu ediyordu. Büyücü soluk alabilse… Nitekim ormanın içinde koyuluğun bir nevi korumasında saklana saklana, oradan oraya, kaça kaça düşmanlarından uzaklaşmışlardı. Üçü de farklı yerlerdelerdi .Kaimeld, ejderha pulunu üçe ayırarak ortası açık olacak şekilde birleştirdi. Sonra birinin koluna bilezik takar gibi asayı içinden geçirdi. Bu şekilde yukarıya doğru attıktan sonra pullar her birinin üstünde değnek üçe ayrıldı. Büyücü, avucunu kapattığında pullar eriyerek üç asanın tamamının üstünü kapladı. Sağ ve soldaki sopalar iki kanada, ortadakinin alt ucu kuyruğa, orta kısmı gövde ve ayaklara, uç kısmı kafaya dönüştü. Havada sisin kucağında kapkara gözleri aç bir şekilde bakan simsiyah pullara sahip bir ejderha meydana geldi. Kaimeld, bu oluşanı el hareketiyle devlere gönderdi. Ejderha, orta büyüklükteydi normallerine göre ve ağaçlarla beraber devlere ateş kustu… İki canavar, yeni geleni yakalamak için kollarını savurdu ancak rakipleri kurtuldu. Bir kaç kaya fırlattılar fakat yine beceremediler zira taşlar eritilmişti. Sıra kendine geldiğini düşünen simsiyah pullu olan, önce onları yaktı sonra da dondurdu. Hareket edemez hale gelen devleri de büyük bir keyifle elf ve insan öncekiler gibi lime lime etti. Diğeri ise ejderhayı tekrar çağırdığında elinde asa olarak geri gelmişti. Pullarda eski halindeydi.
Üçlü tekrar yolda yorgun argın buluştu. Sis önlerinde biraz açılmıştı. Devlerin parçaları da diğerleri gibi sıvılaşarak toprağa karıştı. Arkalarına hiç dönmeden yoldan devam ediyorlardı.
“Bu artık adlandıramadığım çarpık ormanın bizden istediği ne? Yoksa rüyada mıyız? Büyücünün deney tabağında birer böcek miyiz? Yalnız, ejderha gerçekten iyi numaraydı.”
"Bana kalırsa dostum biz tünelde kaldık, kurtulamadık sanrılar görüyoruz. "
“Arkadaşlar yapacak bir şey yok! Bu lanetlenmiş ormana girdik bir kere ,illa ki çıkışı vardır. Önümüzde bir nehir var,”
“Sence oraya gitmek iyi bir fikir mi. Dinlemeye hayır demem de sudan canavar falan çıkmasın,”
“Ne oldu elf. Hani cairacocas adındaki göl hikayesini anlattığım yaratığı hatırladın mı? Ne düşünüyorsun şimdi, gerçek olabilir mi?”
“Bu yaşadıklarımızdan sonra kuvvetli bir şekilde olmaz diyemeyeceğim,”
Nehrin kenarında oturdular ve biraz soluklanmaya çalıştılar. Sawnhall ın sırtı ağaca atılıp ona vurduğundan dolayı biraz acıyordu, diğerlerinde bir sorun yoktu. Yine mırıltı duydular zira nehrin ortasında çıplak ayaklı aynı çocuk oturuyor ve;
“Karanlığın koyu dokusunu yoğun sis kaplarken içinden simaları parçalanmış kurumuş yaralarla dolmuş çarpık ve uğursuz bakışların katliama sevk almış görünüşleri süzülüyordu. Soluğunda rüzgar ılgıt ılgıt esmiyor, kanlı bir düş patlamasından yeni dönmüş yıldızların canilikle yüklü ışıltıları ise acımasızdı. Tavırları arkadaş canlısı olmadıklarını açıkça belli ediyor zalim yüzlerine yerleşen ölenlerin feryatları ise deliliğe çağırıyordu.”
“Bu ağaçta oturan uğursuz çocuk değil mi! Sustur şunu Liando!”
Elf okuyla vurup sesini keseceği sırada yumurcak çoktan tüymüştü.
Onlar asap bozan çocuğa söylenirken arkalarındaki ağaçlardan onlara doğru gelen yolcular vardı. Yılanlar önce bir iki taneydi, sonra kendilerine üç beş tane daha katılıp kafile halinde sinsice tıslayarak avlarına yaklaşıyorlardı. O esnada ganimetlerinin bulunduğu yere bir kaç tane sivri uçlu ok saplandı. Kurbanları hemen kalkarak geriye doğru kaçarak üç tane kalkanın ardına saklandı. Hayvanlar yandan ağaçlara daldan dala sürünerek yol arkadaşlarının yanına daha da yakınlaştı.
Kaimeld, nehrin karşı tarafından onlara doğru ok atmaya devam edenlere asasını gönderdi. Sopa üçe ayrıldı ve birer mızrağa dönüşerek elfin attığı oklarla beraber düşmanlarından üç tanesine teker teker saplandı. Liandonun hızlıca gönderdiği oklar da bir kaçını düşürmüştü, arkadaşlarının artık inanarak büyücü olarak gördüğü, tekrar elini geri çekip mızrakları çağırdığında üçü tekrar asaya dönüştü. Kaimeld ardından yeniden gönderdi ve üçlü, mızrak şeklinde yere düşüp sendeleyenleri de halletti. Kalan iki kişi de nehre adım attığı anda, Sawnhall onları baltasıyla karşılayıp hizmette kusur olmaz düsturuyla bir kaç darbeyle yere yapıştırdı ve ikisinin kanını nehre akıttı. Elf ise bu hengameden yararlanmaya çalışan yılanları aynı oranda keserek yolculuklarına son verdi. Üçü de sığ olmasına rağmen nehirde bir dalgalanma gördükleri anda karşı tarafa doğru hızlıca sıvıştı.
Onlar kaçarken bir kaç balık, suyun yüzeyinde zıplamıştı. Yılanların parçaları ve ölen diğerleri de sıvılaşıp toprağa karıştı.
Yol arkadaşları bu korkunç ormandan çıkışı bulmak için hızla koşuyorlardı. Arkalarına bir an bile bakmadan nefes nefese hırıltılı hırıltılı kaçarken üstlerine kocaman bir gölge düştü. Sis, ortadan kalkmış, hava biraz daha açılmıştı. Sawnhall, Liandoya işaret ederek akbabaya benzeyen fazlaca şişmanlamış kuşu yayıyla vurmasını istedi. Aynı anda ormanın çıkışından onlara doğru gelen üç tane dişleri kanla lekelenmiş, çeneleri oldukça sağlam görünen kurttan devşirme yaratık gelmekteydi. Onlar görüş alanlarına girdikleri anda elf, büyücüden fevkalade numarasını yapmasını istedi. Asa üçe ayrılıp önceki gibi dönüştü ve ejderha, yol arkadaşlarının pençelerinden sakınmaya çalıştığı kuşla ilgilenirken elf ve insan da kılıç ve baltayla gelenlerle alakadar olacaktı. Yerdeki mücadele de Sawnhall üzerine atlayan ve çeneleriyle yakalamaya çalışandan ani hareketle kaçınıp üç katmalı baltasının üç katı keskinliğiyle bacaklarını kesti. Daha sonra da hiç vakit kaybetmeden kafasını koparttı. Elfe yardım ederek diğer ikisini de hiç yara almadan kestiler. Ejderha ise havadakini çok çaba harcamadan yakarak küle döndürdü.
Üçlü artık sıkılmaya başlıyordu. Ormanın çıkışından sonra gelen düz ve tozlu bir ovada ilerliyorlardı.
“Çok yoruldum, bunaldım… Nereye gidiyoruz biz,”
“İleride bir yapı var. Keskin gözlerime güvenerek söylüyorum ki kale olabilir,”
“Elflerin görme yeteneklerine kesinlikle güvenirim. Hava iyice kararmışken daha da güvenirim,”
Onun haklı olduğunu yaklaştıkça iyice anladılar. Görünen sağ ve solda iki kule ve ortalarında büyük bir kapı ve surlar. Kapının iki yanındaki duvarlardan sağdakinin üstünde daha önce gördükleri ve artık sıkıldıkları garip çocuk yine onları karşılamıştı.
“Sessiz ve bir o kadar tekinsiz fısıltılar ormanın patikalarını haraca bağlamış, hoş beş etmeye çalışan bir kaç narin ve zarif, çürük dişli, yamuk suratlı ve feryatları korkunç, kafataslarını kaybetmişlere bile kimi zaman geçit vermiyordu. Bu küçük uğursuz yolların halefi sisin nefret yüklü ellerinde kanlı yaralardan akan sıvıyla kaplı kamçılar korkunun koynundan koparılmış gecenin tenini amansızca yaralıyor ve onun boğuk boğuk uğultularla acı acı çığlık atmasına neden oluyordu.” şeklinde de onları selamlayıp surların arkasına doğru kaçtı.
Üçlü, bu konuda daha fazla kafa yormadan, hiç zorlanmadan kapıyı açıp kaleye girdi. Biraz iç tarafa ilerledikten sonra beklemedikleri şekilde yürüdükleri yer tabana doğru bir anda açıldı ve yere düştüler. Kendilerini geniş bir kafesin içinde daha doğrusu hücrenin içinde buldular. Etrafa, loş ışığın eşliğinde göz gezdirdiklerinde üç kafes daha olduğunu ve karanlık köşelerinde hiç de hoşlarına gitmeyecek yaratıklar bulunduğunu gördüler. Geniş odadaki önlerindeki kafeste iki ayaklı ve kanatları küçük, kuyruğu oldukça uzun, dışı pullu ışıltılı gözlerle onlara bakan, sağdakilerin de gereğinden fazla büyümüş yarasanın emici türü ve soldakinde de koyu gri renkte bir kürke sahip onlara göre biraz uzun, ayakları pençeli, üstünde akreplerin kol gezdiği kafası sırtlana benzeyen bir diğeri.
“Aman ne güzel!” dedi Sawnhall ve “Yeni arkadaşlarımız ne kadar da sevimli ve şirin görünüyorlar.” diye devam etti bıkkın bir şekilde. Kalenin altındaki oda baya genişti. Nitekim çok fazla beklemediler ve parmaklıklar kaldırılıp duvarlar da açılınca kendilerini ve yeni çirkin arkadaşlarını arena da buldular. Seyirci bir taneydi, o lanet çocuktu. Gösteri başladı.
Sawnhall’ a küçük kanatları olan uzun kuyruklu sürüngen düşerken, elf çirkin suratlı akrep severle eşleşirken Kaimeldde de aşırı büyümüş yarasa türü olan emici kaldı. Kendisine doğru atağa geçen sürüngene karşı demirci, kalkanı karşısındaki kuyruğunu salladığında kaldırdı. Silah üçe ayrılarak ve ilki darbe alırken ikincisi sürüngenin kafasının arkasında basitçe durarak, üçüncüsü de düz bir şekilde kuyruğuna saplanarak yaratığı yere sabitledi. Rakibi elini kapattığında arkadaki kalkanla elindeki arasında kalan yaratığın kafası arasına sıkıştı. Diğer elini açıp ta baltayı aldığında kalkanlar ayrılırken insan da sürüngenin ayaklarını kesip onu yere yatırdı. Elf ise kendisine doğru ağzından akrep fırlatıp duranın gönderdiklerini, üç katı keskinliğindeki kılıçlarıyla aynı sayıda bölerek parçaladı. Ona doğru yaklaşan böceklere ise oklarının sivri uçlarını batırıp yayıyla havadakine atıyordu. Kaimeld ise fırlattığında ayrılıp üç tane mızrağa dönüşen silahlarla yarasayı aynı sayıda yerinden yaralamasına rağmen kanatlı aşağı düşmüş değildi.
Demirci, yerde kıvranan sürüngeni tuhaf gülüşlerle keyifli bir şekilde baltasıyla derin derin kesiyordu. Onunla işi bittikten sonra elfe yardım ederek hızla gri kürklü sırtlan kafalıya doğru ayaklarının altında akrepleri eze eze ve ona fırlatılanlardan sakına sakına kalkanıyla üç katı sertlikte ağzına vurdu. Elf, bu darbeden dolayı yaylımdan kurtularak kılıcıyla önce yaratığın ayaklarını kesti ve son atışı da arkadaşı baltasıyla kafasını kopararak gerçekleştirdi. En son kalan ise elfin üstüne attığı akreplerle cebelleşirken defalarca mızrak yemesine rağmen kanatlarında yaralar olmasına rağmen yok edilmiş değildi. Demirci elfe işaret ederek elinde tuttuğu kalkanları basamak olarak kullanmasını ve yırtıcıya doğru zıplamasını işaret etti. Liando, dediği gibi yapıp yarasanın artık daha da güçsüzleşmiş kanatlarından birine tutundu. Havadaki gelenin ağırlayla fazlaca aşağıya doğru çekilerken Kaimeld, daha net bir şekilde görüş alanına giren varlığın kafasına mızrağı sapladı. Üçü de yere düşene çöreklendi ve onu da ortadan kaldırdılar. Onları izleyen seyirci alkış tutuyordu. Yol arkadaşları öfkeyle çocuğa doğru dönüp koşarken yaratıklardan kalan parçalar da eriyip toprağa karıştı. Kovaladıkları arenada izleyicilerin oturdukları yerlerin arasındaki kapıdan girip kayboldu. Onu takip edenler de aynı yere girdiler ve önlerinde tek bir masa ve üstünde de üç tane kara zırh ve de aynı renkte miğfer vardı.
Yol arkadaşları giydikleri yıpranmış, yırtılmış ve hırpalanmış elbiselerden kurtularak zırhları giydiler, ardından miğferleri de taktılar…
Sawnhall, Liando ve Kaimeld uyandı. Ejderhaların seslerini duydukları tüneldeydiler. Etraflarında kara renkli ve üç katlı kılıç, hançer, balta, kalkan, asa ve ejderha pulu vardı. Üstlerinde kapkara zırhlar ve de kafalarında miğferler bulunuyordu. Ayağa kalkarak şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Hemen üzerindekileri çıkarmaya çalıştılar ancak başarıya ulaşamadılar.
“Bir daha bunu denemeyin. Onları çıkaramazsanız zira bunlar artık sizin gerçek deriniz,” diye zihinlerinde aynı anda bir ses duydular. “Yerdeki ormanda kullandığınız size uygun olan silahları alın ve tünelden ilerleyin, geçince de çıktığınız geniş alanda büyük bir kapı göreceksiniz!” diye de devam etti.
Üçlü sesi duyduktan sonra korkuyla etraflarına baktılar. Ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar zırhlar çıkmadı.
“Dediğim gibi denemeyin, ben sizin zihninizdeyim. Öncelikle yerden silahları alın zira onlar da sizin zırhınızdan yapılma. Üçünüzde bilinç altınız da bir savaş verdiniz. Onu düzenleyen bendim. Oradaki ormanda ve kalede öldürdüklerinizin hepsi sizin sahip olduğunuz içinizdeki bütün iyi duygular. Onları maddesel anlamda katlederek ruhunuzda ve kalbinizdekilerin tamamını temizlediniz. Bundan sonra sadece kötülüğe aitsiniz. Üzerinizdekiler gerçek deriniz olan zırhlarınız ve silahlarınız katlettiklerinizden yapılma. Onların güçlerini kullanabileceksiniz. Yani sizin iyi duygularınızın yok edilip benim tarafımdan çarpıtılmış maddesel hali onlar ve o derece de kötüler.”
“Sen de kimsin. Ne saçmalıyorsun. Biz-” diye devam edecekti ki kara zırhlılardan biri ses onu susturdu. Bomboş alanda ilerleyip büyük kapıya yaklaşıyorlardı.
“Ben ölümlülerin yaşadığı dünya, boyut, düzlem her neyse ona ait değilim. Ben kendi boyutumda yarı tanrısal olan ve efendisi Asdachen adındaki tanrıya hizmet eden bir varlığım. Yaşadığınız dünyadaki ahmak bir insanın teki kolye şeklindeki bizim düzlemimize ait tanrısal bir nesneyi kullanarak boyut kapısını açtı. Böylelikle diğer karanlık varlıklarından, boyutlarından da artık geçişler olabilecek ki onlar en tehlikeli düşmanlarınızdan olacaktır. Herhangi bir tanrısal varlığın dünyanıza giriş izni yok ama zihninizde sizi yönlendirebilirim ve de güçlerimi bu sayede kullanabilirsiniz. Üstünüzdeki zırhlar ve silahlar dahil.”
“Biz kimiz ki? Açıkçası şaşırmak içimden gelmiyor,”
“Dünyaya açılan geçitten ölümlülerin tabiriyle baktığımda ilk sizi gördüm. Bilinç altınızda sınavı geçtiniz diğer türlü başkalarını bulmam gerekecekti. Benim yardımcılarım daha doğrusu efendimizin bir nevi havarisisiniz. Sizden istediklerim onun istedikleri olacak. Daha fazla söze gerek yok silahları taşımak istemezseniz zırhınıza gömebilir istediğinizde oradan alıp kullanabilirsiniz. Kara zırhların yüzeyi sizin daha doğrusu benim düşüncemle değişkenlik gösterebilir. Yani yüzeyini yumuşatabilirsiniz, sertleştirebilirsiniz, düzleştirebilirsiniz… sonuçta sizin deriniz. Kapıdan çıkın, dışardaki üç tane kapkara ata binin ve dünyanın batısına doğru gidin. Yolda kalanlarını beyninizde duyacaksınız.”
Artık miğferlerinden sadece gözleri görünen ve dış görünüşü tamamıyla insanlıkla alakası olmayan bu kara zırhlılar atlara binip yol aldılar.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın fantastik roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Taşların Gölgesinde: 5. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 6. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 4. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 8. Bölüm
Taşların Gölgesinde: Giriş/ 1. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 2. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 3. Bölüm

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sökük: 3 [Şiir]
Bütün Dillerime Aykırısın Sen [Şiir]
Bana Bir Sen Ismarlarsın [Şiir]
Üç Yamalı Bohça [Şiir]
Sensin Yar [Şiir]
Gözyaşı Kırıkları [Şiir]
Kaygan Yol [Şiir]
Perde [Şiir]
Bağ Bozumu [Şiir]
Gül (S) Açımı Bahar Bir Buket Hüzün [Şiir]


Osman Altınbaş kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Osman Altınbaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.