Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
BÖLÜM : 1 RÜYA Her zamanki gibi kolay oluyordu. Bilgisayarın başına geçti ve kızı düşünmeye başladı. ” Kimsenin yerinde olmak isteyeceğini sanmam” dedi içinden, ‘’kendi de pek bir hevesli başına gelecekleri bilmeden. ’’ Kupasını kahveyle doldurdu ve paketinden bir sigara çıkardı. Düzeltiyorum, bir sigara “daha” çıkardı çünkü bir öncekini daha söndürmemişti bile ve yenisini onun ateşiyle yaktı. İlk dumanı sertçe çekti ve ellerini klavyenin üstüne koyar koymaz zihninde şimşekler çakmaya başladı. Görüntülerle dolu bir tünelden geçiyordu sanki, ya da bilinç altının derin sularına olta atıyor ve her çekişinde görüntüler çıkarıyordu. Hepsinde o vardı. Kanın, keskin nesnelerin, korkunun haşerelerin ve soundtrack gibi susmayan çığlığın haricinde değişmeyen tek şey oydu görüntülerde. Kız… Angie… Başlığı attı… “GERÇEK” En büyük yalanın bile başına yada sonuna ‘’ bu bir gerçektir ‘’ yazarsanız, bunun gerçek olduğunu söylerseniz, inandırıcı olmasa bile şüphe uyandırır. “Ulan ya harbiden gerçekse?” şüphesi… Bu bile yeterlidir bazen. Bir şeyler başarmak için. “Yaşayan Ölülerin Dönüşü” filminin başında tüm olayların gerçek olduğu söylenir. Yine söylenene göre sadece özel isimler değiştirilmiştir ve film sadece halkı bilgilendirmek için yapılmıştır. Ordu süper asker çalışmaları için ölüleri diriltecek bir gaz bulmuştur. Kurşunlarla ölmeyen bir ordu yaratmak için çözüm arayan bilim adamlarını ifşa ediyordu bu film. Tabi bu bilgilendirmeyi çıplaklık, pornografi ve her tür vahşet sahnesini de kullanmaktan çekinmeyerek yapıyordu. Ama her ne kadar bunun gerçek olamayacağını düşünseniz de başındaki o ibare o filmi her birine anlatırken mutlaka bahsedeceğiniz bir şey olur. Bir hikâyede yazdıklarınızı, hikâyeyi gerçek yapabilmek. İşte önemli olan bu. Bunlar yazan kişinin sadece bir saniye içinde aklından gelen şeylerdir. Hikâyenin adını “gerçek” koyduğu andan itibaren paragrafın başına geçene kadar süren düşünceler öbeği. Gece insanlara ait bir zaman dilimi değildir. Bu yüzden gece olduğu zaman insanlar uyurlar. Uyumadan önce de dua etmeyi çoğu zaman unutmazlar. Çaresiz kaldıkları her zaman yaptıkları gibi. Çünkü gece insanlara ait bir zaman dilimi değildir. Gece olduğu zaman tüm dünyanın dominant ırkı olan insan “diğerlerine” göre hiçte dominant değildir. ”Diğerleri” gölgelerin içinde yaşayanlar, bu dünyadan baktığınızda göremediğimiz, oysa onların dünyalarından görünen dünyamızda; gece olduğunda dominant olanlardır. Gündüz ise onlar uyur ve dua ederler. Ettikleri dualar insanların ölmemeleri içindir. Aynı şey gibi. Bir insanın can düşmanının trafik kazasından ölmesini asla istemeyecek olması gibi. Onu öldürme zevki kendine ait olmalıdır. Silah, tercihe göre bıçak veya tabanca olmalıdır ve hasmının gözünün içine baka baka öldüren kişi olmak ister insan. Can düşmanı pisi pisine gitmemelidir. İşte diğerleri de bu yüzden dua ederler ve doğal sebeplerle ölen bir çoğumuz için, aralarında birçoğu üzülürler. ”keşke ben öldürseydim” Sam paragrafı okudu. Uzun zamandır yazdığım en dandik giriş oldu diye düşündü İçinden ama bu konuda çok da seçim hakkı yoktu. Ghost Writer. Hayalet yazar ya da perde arkasındaki yazar. Kendisi kitap yazamayacak olanlar için kitap yazanlara böyle söylenir, sektör gibi bir şeydir aslında. Ama Sam’ in hikâyesini yazdığı ‘’ şey ‘’ onu emri altına alan ve onu mühürleyen ‘’ şey ‘’ hikâyesi pek bilinmeyen, ama artık bilinsin isteyen bir karanlık varlığa aitti. Paragrafı tekrar gözden geçirip tekrar beğenmedi ama yine de konuya girerken anlatmak istediği şeyi anlatmıştı. Gece olduğu zamanbelki de en iyisi dua edip uyumaktır. Ne olacağını asla bilemeyiz öyle değil mi? Bu dünyanın şekilsiz ve görünmez ruhları birden katliama susayıp kendilerine bir şekil vermeyi düşünebilirler. Belki gece ettiğimiz dualar onları uzak tutabilir. Böyle şeylere inanmaktan nezarar gelir? Aklına gecenin bu saati Angie ’nin ne yaptığı düşüncesi düştü. Saat 01:19 Bu aralar işleri yoğundu, gergindi ve bu saatlerde uyumak üzeredir yada uyumuştur diye düşündü ama bir şekilde uyuduğuna emindi. Telefonunu doğru dürüst çeksin diye köşesine koyduğu pencerenin pervazından aldı ve bir mesaj yazdı. ” Bu aralar yoğun olduğun için erken uyuyorsun ve bu alışık olmasan da iyi, yoksa yorgun düşersin yapma öyle. Yemeğini düzgün yemeyi de ihmal etme, hem zayıfsın hem kilo verme derdindesin. Olmuyor böyle. Sana bir iyi geceler öpücüğü ve dualarla 4’de melek yolluyorum. Ta ki sabah olana kadar başında nöbet tutacaklar ve onlar seni adınla koruyacaklar Angie. İyi geceler ve tatlı rüyalar. ” Mesaj yollandı ve bir müddet cevap gelmeyince Sam anladı. Hissettiği doğruydu, kız uyuyordu. Umarım güzel rüyalar görüyordur”dedi. ”Birazdan hayatını kabusa döndüreceğim çünkü” Sırıttı kendi kendine… * * * Diğerleri özellikle bu dünya için bir anlam ifade eden kişileri kendilerine hedef seçerler. Bunu biliyorum çünkü bende onlardan birinin hedefiyim. Bu hikâyenin anlatıcısı olarak şunu söyleyebilirim ki onlar sizi hedeflerse, ya amaçları sizi öldürmek ve bunu mümkün olduğunca kanlı yaparak son nefesinizi huzursuzca verişinizi seyretmek, yada size bir şey yaptırmaktır. Kendilerinin yapamadığı yapmakta zorlandığı ve sizin daha kolay yapabileceğinizi düşündükleri bir şey yaptırmak. İşte beni hedeflerinden biri yapan özelliğimde bu. Anlatmak. Bazen onların hikâyelerini anlatıyorum. Bunun için şanslıyım ya tersi olsaydı, beni öldürmek istiyor olsalardı şu an bu hikâyeyi anlatamıyor olabilirdim. Çünkü buna karar verdiklerinde artık kaçışınız yoktur… Karanlık köşeler, kuytular gece olduğu zaman şişmeye, genişlemeye ve nefes alıp vermeye başlar. Dikkatli kulak kesen herkes bunu duyabilir ama tavsiye etmem, duymaya çalışmayın. Bunu duyanlar erkenden uyuyanlar ve yatmadan önce dua edenlerdir. Yaşayıp nefes alıp veren karanlık onların,”diğerlerinin” kapılarıdır. Oradan buraya gelirler amaçları için… Ve bu gece bu amaç Angie… Bir sigara daha yaktı diğerinin sönmeye yüz tutan ateşiyle. Dumanı odasının karanlık köşesine doğru üfledi. ”Orda olduğunuzu biliyorum Allah’ın cezaları” dedi. ” Cesur Hareket… ‘’Onları anlattığım yeter’’ diye düşündü. Zaten daha fazla anlatması, açıklaması; oluşturmaya çalıştığı gizem olgusunu bozabilirdi. Artık Angie ‘ ye geçmenin zamanı geldi. “Saçmalıktan korku yaratmak” diye içinde tekrarlayıp duruyordu. Gece aniden uyanıp yanı başında bir yaratık görmek saçmadır. Elinde baltası ile duran ve tam olarak alnının çatısına vurmak üzere olan birisini uyanıp görmek. Bu diğerine göre biraz daha olasıdır. Bu herkesin başına gelebilir… O ESNADA ANGİE ‘ NİN EVİ Kız uykusunda dönüp duruyordu. Rahatsız bir rüya gördüğü çok belliydi. Gözleri sanki hafif aralanmış gibiydi. Sanki açılmak istiyorlardı. Açılmak ve gördüğü kabustan uyanmak. Ama bir başka güçte gözleri kapalı tutmak istiyor gibiydi… Sam ise aynı esnada hikâyesini yazıyordu… Ofisteydi. Herkes gitmişti. Sanki eli sopalı onlarca maganda ofise girmiş ve her tarafı yakıp yıkmış dağıtmış gibiydi. Bilgisayar ekranları paramparçaydı ve her adımda ayaklarının altında ufalanan cam parçalarının çıtırtılarını duyuyordu. Ortalıkta boğuşma izleri, duvarlarda kanlı tırnak izleri, vücudunda ağır kanama olan birinin yerde sürüklenmesiyle oluşmuş olması muhtemel izler ve tekrar her tarafta cam kırıkları. Angie ne olduğunu anlamıyordu. Tek istediği eve gitmek oldu. Eve gitmek ve buraya bir daha gelmemek. Sanki daha önce orda hiç çalışmamış gibi. Çığlık atmak istiyordu. Gördükleri ve hissettiklerinin içinde yarattığı sıkışmışlık hissinden kurtulmak için işe yarayabilecek bir şey olabilirdi. Ama ağzı hareket ettiği halde, boğazındaki yırtılma hissi bile canlandığı halde sesi çıkmıyordu. Tek yapabildiği gözlerini kapamak oldu. Açtığında evindeydi. Ofise olan her şey evine de olmuş gibiydi. Tek eksik kan izleriydi. (Sam bu satırları yazarken ona ailesi ile ilgili kötü hisler hissettirmenin gereksiz olduğunu düşündü) Odasına gitti. Her taraf dağılmış, gardırobu parçalanmış, eşyaları didik, didik edilmiş ve kıyafetleri sanki pençelerle parçalanmıştı. Yatağının üstünde bir gazete kağıdı vardı. Başlık ürküttü. “GELDİLER,” Gazeteyi elinde tutarken, kağıttan aldığı his gerçekten rahatsız ediciydi. Sanki elini yakıyormuş gibi fırlattı attı gazeteyi. O esnada aynada yüzünü gördü ve çıkmayan sesi, artık gırtlağını yırtarak bir infilak gibi patladı. Yüzü kurtlanmıştı. Burnunun deliğinden ıslak görünümlü şişman bir kurt aşağı sarkıyordu. Hatta alnında da bir sülük vardı. Aynada onu gördüğü anda acısını hissetti ilk defa. Kanını emerken verdiği iğrenç hisside. Angie panikle yüzünü silkelemeye başladı. Hatta tokatlar gibiydi. Burnundan sarkan sütümsü renkli şişman kurtçuğu da çekip almak istedi ama yaratık kaygandı ve parmaklar bedenine temas eder etmez burun deliğinden geri içeri kaçtı. ”Dışarıda tehlike var” diye düşündü kurtçuk. ”Oysa burada ne güzel et ve kan var ve ne güzel kokuyor” diye geçirdi içinden Angie ‘nin genzine o boğum, boğum bedeni ile sürünürken. Angie içten gıdıklanıyor gibi oluyordu ama gülmek yerine tırnakları ile kendi gırtlağını parçalayıp o kurtçuğa ulaşmak ve onu yere atıp üstünde tepinmek istiyordu. Aynaya tekrar bakmaya korkuyordu. Yüzündeki küçük kurtçuklardan ve sülükten kurtulmuştu ama yine de bir şeyler hareket ediyordu. Saçlarının arasında, belki pireler… Birden telefonu aklına geldi tüm o kabusun ve gerçek dışılığın içinde… Bunun bir rüya olduğunu fark etmişti artık. Ama yine de uyanamıyordu. Telefonunu çıkardı. Sam’ in numarasını buldu rehberden ve ara tuşuna bastı. Neden bunu yaptığını bilmese de bir şekilde doğru olduğunu sanıyordu. Hatta emindi. Bu arada lanet kurtçuk genzini dişliyordu neşeyle. Hatta”ne tatlı, pek lezzetli et ve kan emmeli de emmeli” diye basit sözleri olan aptal bir şarkı söylüyordu zihninden minik ağzı ile kemirirken onun boyutu karşısında etten duvar olan genzi. Hat düştü… Sam daha “efendim” diyemeden Angie bağırdı. ”Bir son ver buna, yalvarırım bir son ver, artık dayanamıycam…” Hat anında koptu… Tatlı bir mırıltı yükseldi o anda. Angie kabusun sona ermeye başladığını anladı. Pusulanın 4 yönünde ışıklar yandı odasında. Tatlı mırıltının sesi biraz daha yükseldi. Sanki çok güzel sesli(sonsuza dek şarkılarını dinlemek isteyeceğin kadar) kız çocukları güzel bir ninni söylüyordu. Bu kurtçuğun mırıldandığı “ne tatlı, pek lezzetli et ve kan, emmeli de emmeli” şarkısından çok daha sevimliydi. Pusulanın 4 yönünden yükselen ışık büyüdü ve büyüdü. Sanki dev bir güneş gibi parladı son olarak ve o tatlı şarkı hala kulağındayken Angie gözlerini açtı. Artık uyanmıştı. Son hatırladığı kabusla ilgili; isminin 4 yönden birden söylendiğiydi… Angie Angie Angie Angie 4 yönden adı aynı anda söylendi sanki ama 4 kere yankı yaptı. Onu adıyla uğurlamışlardı sanki… * * * Sam kupasını tekrar artık zift gibi olmuş kahvesi ile doldurdu ve kahvenin bardağa dolarken çıkardığı sesi huşu ile dinledi. Yazdığı ve kendisine fısıldanan kabus sahnesini çok beğenmişti çünkü. Şimdi zihninde zorlama bir şekilde hikâyeye dahil ettiği kendini, hikâye içinde nasıl bir mantığa oturtabileceğini düşünüyordu. Fazlada sürmedi. Angie bir keresinde ona “seninle konuşmak bana iyi gelmiyor değil, moralim kötüydü ama şimdi iyiyim, bak hem de ne çok şey öğreniyorum” demiş ve gülmüştü. Hikâyede Angie kendisini şey olarak düşünüyor olabilirdi, şey… Buldu. Peter Pan ‘ da tipler uçmak için güzel bir yer ya da rahatlatıcı bir düşünce bulmak zorundaydılar. Belki de bilinç altında bu vardır Angie ’in benimle ilgili. Sırıttı. ”Ben onun koruyucu meleğiyim” Bir şeyleri yazmayı bu yüzden seviyordu. Yaratmak… O ESNADA ANGİE’NİN EVİ Geçen saliselerle birlikte rüyasında gördükleri ile ilgili tüm anıları yerini hiçliğe bıraktı. Sadece gazeteyi hatırlıyordu. “geldiler “ Telefonla ilgilide bir şeyler vardı. Tam olarak hatırlamasa da. Saate bakmak için telefonuna uzandı. 03:19 Birde mesaj vardı… Gönderen : Sam “Bu aralar yoğun olduğun için erken uyuyorsun ve bu alışık olmasan da iyi, yoksa yorgun düşersin yapma böyle. Yemeğini düzgün yemeyi de ihmal etme, hem zayıfsın hem kilo verme derdindesin. Olmuyor böyle. Sana bir iyi geceler öpücüğü ve dualarla 4’de melek yolluyorum. Ta ki sabah olana kadar başında nöbet tutacaklar ve onlar seni adınla koruyacaklar. Angie. İyi geceler ve tatlı rüyalar. ” “4 melek” Işıkları hatırladı. Her şey parça parçaydı sanki. Rüyayı tam olarak hatırlayamayacağını anladı. Sadece geriye bıraktığı kötü hissi ışıkları ve birde gazeteyi hatırlıyordu. “geldiler” Mesaja cevap yazdı. “berbat bir kabus görüyordum uyanmışım ama hala toplayamadım. evet bu aralar yorgun Oluyorum. Melekler için teşekkür ederim, gerçekten. İyi geceler” Mesaj gitti… Angie sabaha kadar uyumamaya karar verdi ve eline bir kitap aldı… Önsöze başladı. Göz kapakları tekrar ağırlaşmaya başlamıştı bile… BÖLÜM 2 : KABUS O gece gerçekten kendi kendine bir savaş verdi. Sabah olup ta zaman geldiğinde erken sayılabilecek bir zamanda kalkacak ve işe gidecekti. Ama ya gözleri? Bir insanın kendi kendiyle savaşında kazananda kaybedende kendisi olur. O zaman ne anlamı kaldı savaşmanın? Angie sabaha kadar an be an daha da ağırlaşan göz kapakları ve aklındaki düşüncelerle savaştı. Uyumak istemiyordu ve güneş doğduktan çok sonra bile uyanık olduğuna göre savaşı kazanmıştı. Öyle mi? Ya tüm gün boyunca çektiği yorgunluk ve baş ağrısı? Bu mudur zaferin ödülü? Hayır, o savaşı kazandı ve kaybetti. Berbat bir gün geçirdi. Bitmek bilmeyen problemler, laftan anlamayan umarsız cins insanlar, aklında dönüp duran düşünceler… Bunları düşünürken boş bir anında öğlen saatlerinde Sam’ i aramak istedi. Rehberden adını bulup tam arayacakken deja vu hissiyle doldu. Bu anı daha önce yaşamıştım. Tabii ki daha önce onu aramıştı. Ama hiçbir zaman böyle hissetmemişti ki? Aradı ve bir müddet hafif neşeli sayılabilecek bir konuşma oldu. Şimdi gerçekten de biraz daha iyi hissediyordu kendini ama konuşma bittikten sonra bu his yerini git gide mide bulantısına bıraktı. Bir şey yememiş, aksine devamlı bir şeyler içmişti. Sütsüz şekersiz bok gibi kahve, ama bolca… * * * Sam evde yazdığı yazıyı iş yerine de getirmiş burada da yazmaya devam etmek istiyordu. Boş zamanlarında. Kabuslarda ilerleyen, kabus gibi bir hikâye. Vakit buldukça parça parça cümleler ekliyordu ve son rötuşlardan sonra aşağı yukarı şuna benzer bir şeyler yazdı… Ertesi gün daha da kötü olacaktı… Zaten işler kötü giderken hep ertesi gün dünü aratır. Geldiler… Kız bunu zihninden tekrar edip duruyordu. ”Kim geldi? Neden geldi? Yoksa bana mı geldiler? Oynatıyor muyum?” “Bu gece uykuya yenilmemeliyim. ” Çay ve kahveye devam. Artık hareket ettikçe midesinden gelen lokurtuları duyabiliyordu. Uyumamak için ne yapacağına tam karar verememişti, belki de güzelce uzatsa bacaklarını, güzel şeyler düşünerek yumsa gözlerini, belki her şey yolunda giderdi? Peki ya arkadan gelen sesler? Rüyada olmadığına emindi. Ardına baktı. Arkasındaki varlığın hissi o döner dönmez yok oldu. ”her zamanki gibi” dedi ve telefonu eline aldı, ekranı açmadan önce telefon camından kendi aksini gördü ve bir anda sıçradı. Yüzü… Bir an ekranın karanlık köşesinde gördüğü aksi; kötüydü. Yine kurtlar… Elini yüzüne götürdü korkuyla. Yüz hatları haricinde bir şeye dokunmaktan korkuyordu. Korktuğu başına gelmedi. Sadece o an için… Paranoya yaptığını da düşünüyordu hatta emindi ama bir yandan da odada kendisinden hariç biri yada bir şeylerin varlığını da hissediyordu. ”Belki de çıldırmaya başladım” demeye kalmadan omzunda göremediği bir el hissetti. Aynı hızla tekrar arkasına döndü. Yine kimse yoktu ama omzundaki ağırlık? Hala ordaydı ve onu yatağa savurdu… Angie yatağın yumuşak zeminine çarpmak yerine sanki orası kara ve uğursuz bir delikmiş gibi içine düştü ama yatak o sanki hiç dokunmamış gibi duruyordu. Kız ıslak bir zemine düştü ve karanlık… * * * Suyun içinde bir şeyler oynaşıyordu ama balık olmadığına neredeyse emindi. Sırtı normalde incinmiş ve beli kırılmış olmalıydı ama bir şeyi yoktu. Sadece kafası zonkluyordu. Korkuyla sırtını yaslayabileceği bir duvara doğru sürüklendi ve zorlukla nefes alıp vermeye başladı. Artık mantık duygusunu yitirmişti. İçinde bulabildiği tek cesaret bu yaşadıklarının kabus olduğuna ve biteceğine dair bir düşünceydi. ”Bitene kadar korkucam evet, ama aydınlık bir güne uyanıcam” Buna inanmak istiyordu. “Neler oluyor?” Adının çağırıldığını duydu yine. Ama bu sefer son rüyasında gördüğü gibi değildi. Düşmancaydı bu. “benden ne istiyorlar, neden ben?” Yine göremediği iki kol onu koltuk altlarından yakaladı ve sürüklemeye başladı. Korku ve çaresizlikle bağırıyordu ama bu çaresiz bir çırpınıştan ileri gidemedi. Sürükledikleri yer yavaş, yavaş gözü karanlığa alıştıkça beliriyordu. Çok silik mum ışıkları ile aydınlatılmış çember bir oda. Tam karşısında her tarafına farklı iriliklerde kem gözler oyulmuş, sanki tek bir parça devasa kemikten kakılmış bir tahtta oturan bir karanlık suret vardı. Mumların ışığı, odanın içini azda olsa aydınlatabiliyor olsa bile “onu” aydınlatamıyordu… Görülmeyen eller kızı tahtın dibine, oturan karanlık suretin ayaklarının dibine fırlattı ve gittiler. En azından odadaki varlıklarının hissi yok oldu. Angie’ nin tüm kıyafeti ile birlikte fırlatıldığı anda yüzü de kanlı bir çamura bulandı. Bu çamuru oluşturan sıvı kandı evet ama ya diğer ele gelen şeyler, yok hayır bunun ne olduğunu düşünmenin zamanı değil. Tüm duyu organları alarm veriyordu ama en çok bağıranı koku alma duyusuydu. Mantık sınırlarının dışında, gerçek olamayacak, gerçek olmaması gereken berbat koku genzini yakıp kavuruyordu. Karanlık suret ayağa kalktı… *** Sam saçmalıyorum diye düşündü. Beğenmiyordu yazdıklarını Kendisine gösterileni tam olarak kelimelere dökemiyordu. Kısa sürede bunu anlatmak zor. Bu hikâye başlayış ve bitiş olarak yüzlerce sayfa almalıydı ama ben doğrudan olaya girmek zorundayım çünkü bu bir hikâye olmalı diye düşünüyordu. Oysa birebir gerçek hayattan aldığı Sam ve Angie karakterlerini anlatmak istiyordu aslında. Tanışmalarındaki sohbetler, samimiyet, sonralarında arkadaş olmaları, görüşmeleri, mesajlar telefonlar… “Ya hepsi büyük bir planın parçasıysa?” Tüm o korkunç olayların anlatımında kullandığı korkunç kelimelerin, kanlı vahşetli sahnelerin dışında aslında bunları da yazmak istiyordu, bunun ardındaki gizem hakkında komplo teorileri döndürmek istiyordu ama bir yandan da hikâyeyi kısa tutmak istiyordu. Fazla uzatmadan anlatmak ve finalini yazmak. Nedenini bilemese de… “Belki de fazla zamanım kalmamıştır. Yazmam gerekeni yazmak zorundayımdır” Bu tür düşünceler nedeniyle acele ediyordu ve acele ettikçe de yazdıklarından tatmin olmuyordu. “İleride romanlarım yayınlandığında –hani olmaz ya - toplama hikâyelerimde kitap olarak yayınlansa bu hikâye içine girilmesi en zor hikâye olacak” diye geçirdi içinden. “Eh, yazdığım en iyi şey olmasa bile…” Son cümlelerini yazdığı sırada gece olmuş ve Angie ne zaman daldığını hatırlamasa bile uykuya dalmıştı. BÖLÜM 3 : SEBEP Bir sigara daha yaktı. Artık finali yazıp bitirmek istiyordu. Sanki Angie ‘ ye fazla acı çektirmek istemezcesine… “Burası rüyaların dünyası ve ben onun efendisiyim” Ses karşısındaki karaltıdan değil de sanki odanın tamamından geliyordu. Sanki odanın, hatta rüyanın kendisi konuşuyor gibi geldi Angie’ ye. Rüyada olduğunu bu söylemden çok önce anlamıştı ve bu sayede bedensel acılarını hissetmiyordu. ”Bu bir Freddy Krueger kabusu olmadığına göre ölmeyeceğim” diye geçirdi içinden ve sinirle ayağa kalktı… “Sen rüyaların efendisi olabilirsin ama ben rüyaların kölesi değilim” Biri sufle verse ancak bu kadar olabilirdi. Ağzını açtığında bu cümleyi kurmakla ilgili en ufak bir düşüncesi bile yoktu ama söylemişti işte… “Sen burada olduğun sürece benim kölemsin. Ben her istediğimde seni buraya alabilirim ve birazdan örneğini vereceğim işkenceleri her gece yapabilirim sana. Burada zaman uyandığın dünyadaki gibi değil kızım. ” Gölge konuşurken bir yandan da görülmeyen ama hissedilen varlıklar bir insan getiriyorlardı. Perişan görünüyordu. Orta boylu üstü başı yırtık pırtık kıyafetler içinde ve saçları hatta saç derisi kazınmış biri. Öne eğik başını kaldırdığı zaman Angie gözlerine inanamadı. O getirdikleri kendisiydi. Bir gözü yuvasından kaymış, diğerinin kapağı koparılmış, burnu defalarca kırılmaktan şeklini yitirmiş dişleri kırık, bir kaç el ve daha fazla ayak parmağı eksik ve zayıf çok zayıf. Belki 3o küsur kiloda. Her tarafı yara içinde olsa da kız tanıdı. Bu kendisiydi. Angie bu sahneyi gördükten sonra artık ölümü ciddi, ciddi düşünmeye başlamıştı. Gölge konuşmaya devam ediyordu…. “Burada yıllarca işkence görür, kan dökersin. Günlerce ağlarsın ve kırılmış dişlerinle ve kesilmiş dilinle yardım için bağırırsın ama sesini kimse duymaz. Tırnakların sökülüp bedenine tahmin edemeyeceğin ıstıraplar verilir burada ve hepsinin acısını uyandığın dünyadan çok daha fazla çekersin. İnan bana kızım bunu sağlayabilirim. Her gece uyumamak için elinden geleni yapsan bile ben seni buraya getiririm çünkü sen hedeflendin artık. Bu ölecek olsan bile mahşer gününe kadar buraya gelmeni sağlar bu ve inan bana kızım o güne çok var. Bunları yaşamak ister misin benim için küçük bir iyilik yapmak yerine?” Gölge son cümlesini söylerken ona gösterilen sureti de gözünün önünden alındı. Mesaj ulaşmıştı. Yerin altından neşeli çığlıklar geliyordu. Zemin aşağıda”her kimlerse” sevinenlerin tepinmesiyle sallanıyordu. Çıkardıkları sesler “benim” diyen akıl barik kişiyi bile bozacak kadar kötüydü. Belli ki onlarda konuşan karanlık suretin ve kabusların köleleriydi. Kızın bir dakika önceki direnci kırıldı. Duydukları hiç hoş şeyler değildi. Ölümün bile kurtuluş olamayacağı bir cehennem. Yaşarken ve ölünce bile kurtuluşun olmadığı bir cehennem. Birden aklında bir ışık yandı. Son bir çare belki. ”4 dedi içinden” Onları düşünüyordu. Pusulanın 4 ana yönünden, kuzey, güney, doğu ve batıdan gelen ışık. Sam’ in gönderdiği melekler. Nasılı yapıyor ki bunu, romantik bir söylemden ibaretmiş gibi duruyordu oysa. İlgilenen, önemseyen bir adamın söyleyeceği bir şeydi. Şimdi rüyada daha iyi idrak edebiliyordu. Sam mesajla yazdığında yada ona söylemese bile içinden geçirdiğinde onlar burada oluyordu. Ya şimdi? Ben çağırırsam… Gözlerini kapadı rüyada. Gerçek dünyadaki bedeni çoktan yatağına uzanmış uykuya yenik düşmüştü. Yarın kalktığında tabii ki hatırlayamayacaktı bunun nasıl olduğunu. Tabi kalkarsa… “Dört” diyordu zihninden. ”Benim adım Angie. Yardım edin” Rüyaların efendisinin yaşayan gölgelerden oluşan eli Angie’nin yüzünü tuttu ve kendine çekti. ”Ben buranın efendisiyim” Nefesi ölüm kokuyordu, tabi o bir nefesse… Angie cevap vermedi ve zihninden “Dört” dedi. ”Pusulanın dört yönü. Ben Angie. Beni götürün buradan” Gölgeler erimeye başladı. Odayı bir sıcaklık kapladı. Çember odanın etrafında duvarlara serpiştirilmiş mumlar inanılmaz bir hızla eriyip söndüğü halde içerisi aydınlandı. 4 yandan yanan neonlar gibi. 4 ışınında birleşimi Angie’ yi buluyordu ortada. Işık 4 yönden yüzünde parladı ve kız gülümsedi. Bunun nedeni duyduğu müzikti. Işıklar aynı zamanda tatlı bir esintide gönderiyor gibiydi ve zemindeki kanlı çamurla birbirine yapışan kızıl saçları açıldı ve dalgalanmaya başladı. Işıkla aydınlanan duvarlarda orda yaşananların izleri vardı. Duvarlara saplı kalmış tırnak parçaları, kurumuş kan izleri. Çember oda çok “çirkindi” Kız uçuşan saçları ve 4 yönden yüzüne vuran ışıkla birlikte o gülümsemesiyle ortaya çıkan güzelliği o odaya çok fazlaydı. Kurtuluşa doğru gittiğini hissetti. İçine dolan güven hissi muhteşemdi. Hele o kulağına çalınan tatlı mırıltı.. 4 yönden geliyordu ve mırıltının arasında yine adını duyuyordu. ”Angie” Beklide o mırıltı bir duaydı ve içinde ismi anılanı kutsuyordu. Ne harika değil mi? İyice aydınlanan odanın tek köşesi hatta tek noktası karanlık kaldı. Bir insan, ama çam yarması bir insanın gölgesi gibi görünüyordu şimdi ama o gölgenin içinde bile bir şeyler hareket ediyordu. Sıvı gölgeden yapılmış dolaşım sistemi gibi. İki adımla tahtın yanına yürüdü ve kollarını koyduğu yerin hemen yanından bir şey aldı ve sanki bir düğmesi varmışta ona basmış gibi bir hareket yaptı. O elindeki kabzaydı ve harıldayan ateşten bir kılıç oluşturdu o düğmeye basış hareketi. “Yanımda cehennemin ateşi var. Cennetin meleklerine layık” Gülüyordu. Lanet olasıca gülüyordu bunları söylerken. Hızlı adımlarla Angie’ nin yanından geçti. Kız paralize olmuştu. Şarkıyı dinleyip oradan kurtulup uyanmayı bekliyordu. Gölge yanından geçti ve kuzeyin ışığı kesildi. Şarkının sesi kısılmış gibiydi. Angie biraz önce kapattığı gözlerini açtı. ”Kötü bir şeyler oluyor” Gölge saat yönünde kızın soluna doğru yürüdü. Bir hışırtının ardından güneyin ışığı da söndü. Şarkının sesi kısıldı. Angie şarkının haricinde odanın içindeki sesleri de duymaya başladı. Yerin altındaki şeytanlar “biraz önce sevinç çığlıkları atanlar” şimdi iyice coşmuşlardı. Takırtılı bir alkış sesi bile geliyordu. Kim bilir ellerinde ne tarz tırnakları vardı. Ya da toynaklarında… Birkaç adım sonra doğunun ışığı da söndü ve şarkı zar zor duyulur oldu. Birkaç adım daha. Işık odanın içinde hareket etti. Angie artık sadece odayı görüyor ve şarkıyı duyamıyordu. Gölge pençesinde bir şey sürükleyerek yanından geçti ve yüzünü elindekiyle birlikte kıza döndü. Kızın yüzü” hayallerin suya düşüşünün resmi” olmuştu. Gölge yerden pençesindeki şeyi ayağa dikti. Bu meleklerden biriydi. Hüzünle özür diler gibi bakıyordu Angie’ ye. Bedeni 20 li yaşlarında bir kız bedeni gibiydi ve çıplaktı ama yüzü 5-6 yaşlarında gibi duruyordu. Lüle lüle sarı saçları ve cennet nehirlerinin yeşilinden gözleri vardı. Dolu olan gözler… “Gözlerini aç ve sığındığın son umudun ellerimde yok oluşunu izle” dedi gölge… Kılıç meleğin gırtlağının üstünden geçti ve ani hareketiyle yarattığı kızıllık Angie’ nin gözünde bir leke gibi kaldı birkaç uzun saniye boyunca. Meleğin gırtlağı 3 parmak kalınlığında yarıldı ve içinden ıslak beyaz bir şeyler ışıdı… “affet…” meleğin sesinden son duyduğu bu oldu… Narin bedeni silikleşti, silikleşti ve yok oldu… 4’ün sonuncusu da göçtü… Angie ağlıyordu. Böyle bir masumiyetin ve güzelliğin cehennem ateşleriyle lekelenerek ölüşünü izlemek içinden bir şeyler eksiltti sanki. Eli ayağı boşaldı ve dizleri üstüne düştü. Gölge mağrurca gerindi cehennemin kor ateşinden yakılmış kılıcını düşüncesiyle söndürürken. Kabzayı kemikten, kem gözlerden oluşan tahtının yanına bıraktı ve ağlayan kızın yanına geldi. İradesi ile onu ayağa dikti ve pençesi ile çenesinin altından tutup yüzünü kaldırdı. Kızın gözleri yaşlanmıştı ve ani hareketle dolan gözlerinden damlalar aşağı döküldü. Gölge mutluydu. Hayvan gibi haykırdı. ”Sana zaten ispatlamadım mı her şeyi yapabileceğimi?” “Ne istiyorsun?” Kuru gırtlağından ses gıcırtı gibi çıktı. Teslimiyet anına yakındı artık… “Biri var, biri…biri…. Olmayan savaşların, var olmayan dünyaların hikâyesini anlatan. Tanımadığım yada kim olduğunu bulamadığım bir sinsi bir varlık onun kulağına fısıldıyor ve oda yazıyor. Damgalanmış olan. Onu buraya seni aldığım gibi alamıyorum. Yolunun kendiliğinden buraya düşmesi de engelleniyor sanki. Sen onun kaderini değiştirdin. Biz elimizden gelen her şeyi yaptık. Yazmaması için. Durması için ve durdurduk. Artık yazmıyor ve damgası siliniyor. O ölecek. Ama onu itiyorsun. O kulağına fısıldayan varlığa doğru. Sana adını söyledi onun. Ama kulaklarıma onu duymak yasak. Kim bilmiyorum. Onun hakkında tek bildiğim o kişi bileğinde, can damarının tam üstünde onun damgasını taşıyor ve her seferinde ölümden dönüyor. İsmi bana yasak olan onu koruyor ve kulağına fısıldıyor. Her şey değişmişti. O ölecekti ama sen araya girdin. Bunu nasıl bildiğimi anlayamazsın. Bu senin aciz zihninin çok ötesinde” “Sam…” Gölge kızın zihnini okudu. Kimden bahsettiğini anladığına sevinmişti. Fazla konuşmak istemiyordu… Çünkü gölgeler konuşmazlar. En azından fazla konuşmazlar… “Onu hayatından çıkaracaksın. Sesini duymayacaksın ve yüzünü görmeyeceksin ve adını anmayacaksın. Onun için iyi şeyler dilemeyeceksin. Onun gülmesini istemeyeceksin. Yaşamasını istemeyeceksin. Ölmesini isteyeceksin. Tüm kanının vücudundan yerlere boşalmasını isteyeceksin. Etlerinin çürümesini, gözlerinin üzüm taneleri gibi patlamasını, kurtların o suratını yemesini, haşerelerin üstüne pislemesini isteyeceksin. ” Sesi gitgide heyecanlanıyordu. ” Damgalı olan” a gerçekten bunların olduğunu hayal ediyordu gölge ve zevkleniyordu. “ve ruhunun bana gelmesini isteyeceksin. Şu an burada bulunduğun ve benim tutsağım olduğun gibi onun burada olmasını isteyeceksin. Avuçlarımın içinde. ” Gölge pençesini sıkıyordu şevkle. Konuştukça büyüyordu sanki ve sesi de daha yüksek çıkıyordu. Çember odanın etrafında tekrar mumlar belirmişti ve cümlenin sonlarına doğru meşale gibi yanmışlardı… “sen bunları istediğin zaman bunlar olacak. Sen isteyeceksin ve olacak. Ondan sonra bir daha buraya gelmeyeceksin. Uyanık olduğun dünyadan bir daha ne kendi kendine nede köpeklerim tarafından asla buraya gelmeyeceksin. Harika bir yaşam yaşayacaksın. Her istediğin olacak. O kadar çok güleceksin ki” Angie gülüyordu. Birkaç saniyede aklından o kadar çok şey geçti ki… Gölge kızın zihnini ve kalbini okudu. Ne olduğunu tam anlamasa da neşe görüyordu. İstediğim çok da zor bir şey gibi gelmedi demek ki diye düşündü. Zaten “damgalı olan” kim ki? Neden onun için cehennemi görsün… Kız başını salladı. Alevler söndü, gölgenin sinsi kahkahaları Angie’ nin yolculuğuna yarenlik etti. Angie uyandı… * * * Parmaklarını çıtlattı. Kahvenin artık pelteleşmiş son demlerini de bardağına boşalttı ve bir sigara yaktı. Yine diğerinin ateşiyle. Angie’ nin işkence görmüş halini betimlerken rahatsız olmuştu. Onu o şekilde hayal etmek görmek rahatsız etmişti. Ama bir yandan hikâye kurgusu içinde bu gerçek bir şey olmadığı için ve bunun engellenmesi ihtimali olduğu için içi bir parça rahattı. Ama yine de gözünde o şekilde canlandırmak hoş olmamıştı. Zihnini bu görüntüden temizlemek için instagramdan resimlerine baktı, sonra hatta onu ravioli yaparken hayal etti, elinde açtığı hamuru parça parça kesmiş içlerine ıspanaklı harcı koyup kapatıyordu, yüzü hafif unlu gülüşü hafif yorgun ama güzel. Biraz sonra hikâyenin son kısmını yazacaktı ve bu belki daha çok kalbini kıracaktı ama yine de olabilecek tek bir son vardı bu gidişatta zihninde. Angie’ nin böyle bir durumda kalsaydı ne yapacağını düşündüğü zaman aklına bir cevap gelmiyordu. Gölge’ nin söylediklerini birebir yapacağını sanmasa da, öyle bir duruma düştüğünde kendini kurtarmak için bir şeyler yapacağına emindi. Aramak istedi. Sesini duymak. Rehberden kayıtlı numarayı buldu ve aradı. Saat: 00:19 Telefon 7. kez çaldıktan sonra yine açılmayınca kapattı. Uyuduğunu düşünmüştü ama birkaç dakika sonra bir mesaj gelecekti… O SIRADA ANGİE ‘ İN EVİ Nasıl olduğunu anlamadığı şekilde, e n son bilgisayarda bir şeylere bakarken şimdi yatağından uyanmıştı ve her şeyi, kabusundaki her bir anı; tadı ve kokuyu anımsıyordu ve bu hiç olmazdı. Tir tir titriyordu Angie. Elleri tir, tir titriyordu. Birbirine kenetledi ama yine de durmadı. Kollarının titremesini daha hızlandırdı. Çok uzun süre ışığa bakmışta sonrasında gözünde leke kalmış gibi kabusunda gördüğü kendi hali, o işkence ve ıstırapla bitmiş tükenmiş hali gözünün önünden gitmiyordu ve ağlıyordu. Gözyaşları o yanaklarının üzerinden usulca süzülüyordu. Telefonun sesiyle irkildi. Kimin aradığını biliyordu. Hem de çok iyi biliyordu ama ne yapacağını bilmiyordu. Emin değildi. Telefon elinde çalıyordu. Sessize bastı Angie ve düşünmeye devam etti. Telefon çalıyordu ve gözünden bir damla yaş arayanın isminin yazdığı kısma düştü. Telefon sustu. Geride bıraktığı sessizlik kızın içini gıcıklattı. “Ona bunu nasıl yaparım?” “Ya kendimi bile bile nasıl yakarım?” Duvarlar üstüne üstüne geliyordu sanki. Yapabileceği bir şey yoktu. Fazla bir şey… Telefonundan mesajlar kısmına girdi ve arayan kişiye, Sam’ e bir mesaj yazmaya karar verdi. Böylesi daha kolay olacaktı… “Sam en azından bir müddet görüşmemeliyiz. Lütfen ben seni arayana kadar beni arama. Şimdi, şu anda bana nedenini sorma, cevaplar bekleme veremem. Sadece bu isteğime saygı duymanı istiyorum. Kendine çok ama çok dikkat et…!” Mesajı gönderdi. Kendini çok garip hissediyordu Angie. Tarifsiz bir his. Sanki küçük bir çocuğu yüksek bir yerden ölsün diye aşağı fırlatıp sonrasında düşerken o yüzündeki kırılmış ve şaşkın ifadeyi izlemek gibi. * * * Sam elinde keçeli kalemle bileğinde silikleşmeye başlayan işareti yeniliyordu. Bir yandan da Angie’ i merak ediyordu. Nedense sanki uyumuyor olduğunu anlamış ve bilerek cevap vermediğini biliyordu. İçinde garip ve rahatsız bir his vardı. Telefonun mesaj sesi bu sefer onu irkiltti. Ama sanki her zamankinden daha acı bir şekilde çıkmış, sessizliğin huzurunu hançerlemişti ses. Sam mesajı okuduğunda telefon elinden yere düştü. Sanki bir saniye içerisinde sarhoş olmuş gibi pencerenin önünde durduğu yerde yalpaladı ve yere oturdu. “gerçek olamaz” “başka bir şey olmalı. Bir öküzlük yaptım. evet bir şey yaptım yada bir şey dedim, bu yüzden oldu. ” “evet evet kesinlikle bu yüzden oldu. ” İdrak anı çok tatsızdır. Hele de idrak ettiğiniz şey tatsız bir gerçekse, farkında olmadan yaptığınız bir salaklık, başkasına zarar verebilecek bir hareketi fark etmek. Bu berbattır. Sam bunu yaşıyordu işte. Bir yandan inanmak istemese de yazdığı rüya –kabus- sahnelerinin, o aptal hikâyenin bir şekilde gerçek olduğunu düşünüyordu. Angie’ ye nasıl olsa hikâye gerçek değil diye bol keseden yaşattığı ıstırapları. “ama nasıl olur?” “olamaz, kabul etmiyorum. ” Telefonu düştüğü yerden aldı. Bataryası yerinden oynamış ve telefon kapanmıştı. Düzeltti ve tekrar açtı. Mesajı tekrar okudu… “Sam en azından bir müddet görüşmemeliyiz. Lütfen ben seni arayana kadar beni Arama. Şimdi, şu anda bana nedenini sorma, cevaplar bekleme veremem. Sadece bu isteğime saygı duymanı istiyorum. Kendine çok ama çok dikkat et…!” Reply dedi. Bi r süre düşündü ve… “bilmeden seni üzecek ve kıracak bir şey yaptım sanırım. Af dilemiyorum, gözümde seni kırmanın affı yoktur çünkü. Kendim için bile. Sadece şunu bil ki canım bu görüşmeme süresi umarım kısa sürer. O zaman kadar, her zaman tüm kötülükler senden uzak olsun, senin için kötü bensem bende dahil. Glasyalabolas’ ın mührü üzerine olsun, hani anlatmıştım ya o acayip karakter işte bana hikâyelerimi anlatan kendine koruyucu diyen ses, kendine çok dikkat et sende. Eğer bu son durumdan sonra seni rahatsız etmeyecekse öpüldün…” Mesaj gitti… Böyle olması için yalvarıyordu. Bir yanlış yapmış yada söylemiş olmasını istiyordu. Hafızasının en diplerine kadar kurcaladı fakat bulamadı. Hafızasına güveniyor olsa da “bir hata” yaptığını ve hatırlamadığını kendine inandırmaya çalışıyordu. Ama bu çok zordu… Bilgisayarın ekranına baktı. Hikâye orda duruyordu. İçi kinle doldu. Saf, katışıksız kin. Hemen kalktı ve sildi hikâyeyi. Ona baş rolünde kendisinin olduğu bir hikâye yazmaya söz vermişti ama Allah biliyor ya böyle olsun istememişti. Dosyayı sildikten sonra bilgisayarı direk düğmeden kapattı. Sigarasını çakmağını alıp pencerenin yanına gitti. Aklındaki düşünce sabaha kadar orada düşünmek ve sigara içmekti. Sol eliyle çakmağı çakarken bileğindeki işareti gördü. Gülümsedi… Bir öncekine göre “rahatlatıcı” bir idrak anıydı yaşadığı. O SIRADA ANGİE’ NİN EVİ Angie mesajı okuyunca ezildi. Yaptığından utanmak üzereydi ki sondan ikinci cümleyi tekrar okudu. Ve tekrar Ve tekrar… Mühür, internetten ne olduğuna baktı. Zihni açık, bezgin olsa da bedeni gergindi. O an yapmak istediği şeyi doğal yollarla yapması imkansızdı. Sakinleştirici, uyumasına yardımcı olabileceğini düşündüğü tüm ilaçlardan birer tane toplamda 4 tane ilaç buldu. Cd’ lerin üzerine yazabilen keçeli kalemlerden birini buldu ve bileğine, tam nabzının attığı, can damarının geçtiği yerin üstüne şekli çizdi. Bir şekilde fotoğraf gibi hatırlıyordu, bir kez daha bakmasına gerek kalmadı resme. Haplarını içti ve yatağına uzandı. Hem gülümsüyor hem de korkuyordu. Birkaç dakika sonra tavan üstüne doğru inmeye başladı sanki. Uyanık olduğu dünyanın sessizliği yerini uyuduğu dünyanın sessizliğine bıraktı yavaş yavaş. Önce hiçbir şey yoktu. Fakat sonra bilinci açıldı. Çember odaya giden koridorda olduğunu fark etti. Nasıl olduğunu anlamadan ayağa kalktı. Sanki kendisi kalkmamıştı. Bileğine baktı. Şekli çizdiği yer şişmişti. Sanki kan toplanıyordu oraya. Birkaç yere sağlam basan adımla çember odaya girdi. Ama adımları atan o değildi. Gölge tahtında oturuyordu ve onu görünce sevgiyle selamlamak üzere ayağa Kalktı. Henüz gelenin kim, kimler olduğunun farkında değildi… BÖLÜM 4 : SONUÇ “Köpeklerim haberi iletti. İstediğimin tam olarak aynısı olmasa bile başlangıç için İyi. Sadakatini bildirmek için mi geldin kızım” Angie gölgenin tahtına yaklaştı. Ama onu bir önceki geldiğindeki gibi gölge olarak görmüyordu. Olduğu gibi görüyordu. Saklamaya çalıştığı gerçek şekli. Gözlerinin olması gereken çukur yerlerinde iki parlak yeşil kıçlı bok böceği duruyordu. Yüzü kurtçuklar tarafından kemiriliyordu ve kafasındaki saça benzer kılların arasında ve alnında pireler yüzüyordu. Teni kahverengiye çalan morumsu çürük bir renkteydi. Birkaç açık yaradan da kan sızıyordu. Neden gölge olduğuna şaşmamak lazım diye düşündü Angie… Hiç duraksamadan tahta doğru yürümeye devam etti. Gölge bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibi Angie’ yi incelemeye başladı. Kızın gözlerinin içine baktı ve işareti gördü. O zaman anladı ve var oluşundan beri ilk defa irkildi. “sen…” “demek sendin o “ Angie kendi bedeninin içinde bir seyirci gibiydi. Ama mutlu. Çünkü yapmak istediği şeyi başarmıştı. Onu yanında getirmişti, mühür sayesinde. Yerin altından iniltiler ve korku yüklü sesler yükselmeye başladı. Şeytanlar anlamıştı sanki. Angie ayağını birkaç santim havaya kaldırıp müthiş bir hız ve güçle yere vurdu. Koyu bir yankılanma duyuldu aşağıda ve sesler kesildi. Aşağılarda bir yerde yer yerinden oynamıştı galiba ve aşağıdaki şeytanların tavanları tepelerine çökmüştü. “Ben Klan ’ın en karanlık kanıyım. ” Dedi Angie. Sesi biraz kendi sesi gibiydi. Ama biraz. Daha çok korkunç yaratığa aitti çıkan ses. Gölge tahtının yanındaki sunağından kabzayı aldı. “Buraya gelemeyeceğini sanıyordum” Angie gülümsedi. İçten içe güldüğü gibi şimdi yüzü de gülmüştü. “Ben Glasyalabolas’ ım” Gölge kulaklarını tıkadı. İsim içini kemirmişti sanki… “Ben Cennet bahçelerinde yürüdüm ve cehennem çukurlarında insan eti yedim. Dünyada ve cinler aleminde savaşlar yürüttüm. Aşağılıkları kral yapıp kullandım. Kralları aşağıladım. Tanrı’ya beni yarattığı için teşekkür, yok etmediği içinse küfrettim. Ben tüm alemlerin tek yolcusuyum. Şeytanın soyunu önce yok ettim sonra tekrar yarattım ve legion’ u dağıtıp klan’ ı kurdum. Buraya gelemeyeceğimi sandın. Ben buraya gelmedim. Bu aşağılık odaya hapis kalmış rüyalardan kabuslardan beslenen, klana giremeyen aşağılık bir iblisi, bir sülüğü kaale almadığım için gelmedim. Benim adımı ananlara musallat olmak da ne demek…” Gölgenin kılıcı parladı. Sıfatı ve bedeni iğrenç perişan görünüyor olsa da çok büyük bir kudrete sahip olduğu belliydi. ”Benim türümden hiç kimse ile karşılaştığını sanmıyorum” dedi tehditkar bir sesle. Angie/ Labolas köpek dişlerini göstererek gülümsedi. Şimdi Gölge’ ye gerçek sıfatı ile gözüküyordu ve gölgenin cesareti kırıldığı gibi kılıcının yaydığı ışıkta azaldı. Labolas uzun siyahımsı kestane saçları inanılmaz bakışları, sırtından çıkan şekilsiz ince kol ve pençelere örtülü kan rengi kanatları, savaş kıyafeti ve keskin kuyruğu ile; tam bir savaşçı iblis olarak gözüktü. Sırtındaki kınından kılıcını çekti. Kılıç süssüz, sade bir kılıçtı. “kılıcın süsü hikâyesidir” Kılıcı tutan eli koldan itibaren insana benzese de bileğe doğru değişim geçiriyor ve keskinleşip daha kırmızı bir renk alıyordu. Kan kırmızısı… Kılıcı Gölge’ ye yöneltti. İçinden “eğleniyor musun” diye sordu Angie’ ye. Kız gerçekten de eğleniyordu. Gölge kılıcını savurdu tüm gücü ile. Labolas sadece kılıcıyla savunma duruşu yaptı ve gölgenin kılıcı paramparça korlar halinde parçalanıp büyük bir patırtı ile odanın etrafına dağıldı. Gölge afalladı ama tüm kini ile bu sefer pençelerini savurarak saldırdı. Labolas iki pençesini de yakaladı ve sadece pençeleri değil iki kolu birden bedenden söktü. Kolların yanından çürümüş bir sıvı yayıldı ve gölge yere düştü. Angie ellerini ve ağzını yönetebilseydi kesinlikle alkış yapıp ıslıklar hurralar yapacaktı ama yönetemiyordu. Kontrol ondaydı. Labolas yere kapaklanan yaratığın üstüne çöktü ve bir zamanlar gırtlağının olduğu çürümüş et parçasına dişlerini sapladı. Bir lokma et kopardı ve açtığı delikten gölgenin ruhunu içmeye başladı. Açık gözlerinden bedenin bir gölge haline bir normal haline dönüşüp durduğunu görebiliyordu Angie. Gölge Labolas tarafından yok edilirken ezilen böceklerin çıkardığı sesler gibi çıtırtılar ve vızıldanmalar çıkarıyordu ve bu bir dakika bile sürmedi. Geriye ölü derilerden başka hiçbir şey kalmadı yerde. Labolas her zamanki gibi kurbanını yok ettikten sonra başını gökyüzüne yada yerine göre gökyüzünün ve Tanrı’nın olması gerektiği yere doğru kaldırıp inanılmaz bir uluma sesi çıkardı. Yer yerinden oynadı ve duvarlardan sıvalar döküldü. Sustu… Angie titredi ve yere kapaklandı. Canı acımamıştı yine. Korunuyordu… Artık bir beden değillerdi. Kendisine uzatılan eli tutup ayağa tekrar kalktığında gerçek kötüyü, şeytanın değil şeytanlığın özünü karşısında gördü. Gözleri… Çok farklı bakıyordu… Labolas “onun söylediklerini unut. Anlamsız şeylerdir onlar. ” dedi. Başını geriye çevirip kendisi boş tahta bakıp bir yandan da Angie ’ye tahtı gösterir gibi bir hareket yaptı. “Burada kalıp kabusların kraliçesi olmak ister misin? Birileri burada olmak zorunda” dedi. Kız saygıyla başını öne eğdi. ”Eğer siz istiyorsanız evet Lordum. Ama ben en azından şimdilik istemiyorum. Yaşamam gereken bir hayat var” İblis kızın boynuna doğru eğilen çenesini uzun tırnaklı baş parmağı ile yukarı kaldırdı ve yüzüne baktı. Gözleri… Gözleri çok farklı bakıyordu… Glasyalabolas elini havaya kaldırdı ve tersi ile bir tokat savurdu. Eli havada karanlığı yarıp kızıl bir ışık yarattı resmen ve kızın suratına patladı… * * * Aniden bilgisayar başında irkildi. Nihayet uzun zamandır beklediği hikâyenin sonunu okuyordu işte ama bir kabustan uyanmış gibiydi. Hemen bileğine baktı. Bir an için orda işareti gördü sanki ama sonra yok oldu işaret. Görüntüler, tokadın acısı, gölge, Glasya’nın gözleri, daha dün Sam ’e telefonuna cevap vermeyip ardından gönderdiği o mesaj, yüzündeki kurtlar, ofiste olanlar, evde olanlar, çember oda. Sanki bütün bir resmin yap boz parçaları gibi dağılıyordu. Evet yaşamıştı bunları ama saniyeler içinde silindi gitti sanki o görüntüler hatıralarından. İrkildi. Artık tüm yaşadıkları anılarından değil okuduklarından ibaret gibiydi. Sanki… Sanki sadece okurken hayal etmişti. Sanki hiçbiri olmamıştı. Sanki hiçbiri gerçekte olmamıştı. * * * Sam Labolas’ın her zamanki gibi yapması, yazması gerekenleri rüyasında gördü. Sildiği hikâyeyi sildiği yere kadar belki biraz daha farklı bir yorumla tekrar yazdı ve kaldığı yerden sonrasını da yazması söylendiği şekilde yazdı. Rüyasında –kabusunda- Angie ‘ye olanları unutacağını ve sadece okuduğu bir hikâyeden parçalar olarak hatırlayacağını duyduğu zaman çok sevinmişti. Farkında olmadan Angie’ yi gerçekten inanılmaz acılara sürüklemek üzere olduğunu düşündükçe… Kendinden nefret ediyordu… “Ben lanetliyim” dedi içinden. “ve bu lanet etrafımdakilere de sıçrıyor” * * * Birkaç saniye daha sonrasında Angie’ nin tüm anıları kayboldu. Hikâye onu çok etkilemişti ve geçen gece bir kabus gördüğünü hatırlatmıştı. Kabus görmüştü, kötüydü buna emindi ama ne olduğunu hatırlamıyordu. Yüzünde bir gülümseme ile hikâyeden bahsetmek üzere telefonunu aldı ve whatsapp ı açtı. Ona okuduğunu ve ne düşündüğünü anlatacaktı. Sam yazanın Angie olduğunu görünce ve konuşmalarında irkilmiş bir ton yerine güzel bir ton fark edince o da gülümsedi. - Hikâyeyi beğenmene sevindim, ben de yazarken içselleştirdim bu yüzden iyi oldu, sağlam da kahve içirdi ama meret…’’ Her şey yoluna girmişti. En azından şimdilik…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Erdem İlker, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |