..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Fantastik Roman > Osman Altınbaş




7 Ocak 2024
Taşların Gölgesinde: 8. Bölüm  
Osman Altınbaş
Üç kara zırhlı, köpeklerin toprağa karışmasıyla ortaya çıkan dumanımsı şekillerin tekrar atlara dönüşmesiyle onların üzerine binip şehrin girişine varıp, büyücü tarafından efsunlanan kapıya dokundukları anda tamamı parçalandı. Cücelerin yonttuğu oldukça sağlam ve sert taş ve tahta parçalarının havaya uçuştuğu ve döndüğü ortamın içinden şehre giriş yapmışlardı. Ortalıkta dolanan bu dehşetin sağladığı kesif sessizlikti.


:GEF:
BÖLÜM 8

BATI/ CHRUBERGİNE ŞEHRİ

Bugün, şehri teslim etmesi için Bilge’ ye verilen sürenin son günüydü ancak ana kapının yanındaki yüksek duvarlarda fazlaca bulunan okçu ve kılıçlı askerlerden, kapıyı desteklemek adına arkasında bulunanlardan, komutanların direktifleri doğrultusunda aynı konumun yakınlarda müdahaleye dair yerleşenlerden ve kentin içindeki insanların hepsi olmasa da çoğunluğunun onu koruma azimlerinden… anlaşıldığına göre kolay kolay kuşatanlara devredilecek gibi görünmüyordu.

Chrubergine’ nin dışında simsiyah, büyük bir alana yayılmış topluluk görünürken takviye kuvvetler geldikçe geliyordu ki bunlara bir kaç ejderha da dahildi. Onlar, adamların üstlerinde uçuyor ve bekliyordu. Bilge de bekliyordu.

Kış yaklaşmasına rağmen hava çok soğuk olmasa da arada yaramazlık yapan çocuklar misali bir ortaya çıkıp bir kaybolan sert rüzgar ile beraber biraz serindi. Öte yandan sıcaklığın diğerine nazaran utangaçlığından yüzünü hiç göstermediği bir gündü.

Kuşatanlar arasında her hangi bir canlının hayatını önemsemeyen paralı askerler, kendilerini kimseye ya da zümreye bağlı hissetmeyen deneyimli şövalye gruplarından bir tanesi, yer altında yaşamayı sevmeyen bazı kötü niyetli cüceler, yurtlarından sınır dışı edilip kovulan elfler, ayrı bir grup şekli bozuk ucubeler ve bir başkası yağmacı orklarla beraber onların idarecisi konumunda kendilerinden daha uzun ve de akıllı, nispeten daha bakılabilir bir yüze sahip olsalar da kaslı olmalarına rağmen derilerindeki pigmentlerin doğuştan verdikleri hastalıklı görünümlerden dolayı uzak durulan kiandorlar, bulunurken bir de hayatlarında heyecan arayan, bize de ganimet düşer diyerek piyade misali öne sürülecek olan çapulcular… Bunlara da Siyah’ın tecrübeli askerleri komuta ediyordu.

Akşama, şehir kendi eliyle teslim olmazsa ağızlarının suyu akan ve bir o kadar da beklemekten sıkılan kuşatmacılar saldıracaklardı. Bu bölgenin hakimi olan kudretli Siyah için önemli olan ise, ister teslim edilsin ister edilmesin burasının her şekilde alınmasıydı. Yöntem ne olursa olsun fark etmiyordu.

Kente ise ablukanın oluşundan beri ilerleyen ve günler geçtikçe ana kapının ardında yağmacı kalabalık artarken huzursuzca etrafta dolanan korku yüklü sessizlik ve orada yaşayanların çoğunluğunun bakışlarında yetişip hal ve hareketleriyle şehrin her kısmında filizlenip diğer katılımcıların davranışlarının eklenmesiyle meyve veren endişe hakimdi. Son zamanlarda ejderhaların görünmesiyle yerini daha da sağlamlaştırıyordu.

Chrubergine kentindeki tek söz sahibi olan Bilge’ nin gözlerinde, korkuya dair hiç bir iz bulunmazken bu görünüşü sert bakışlarından, yaşayanların ondan sonra en çok saygı duyduğu büyücü, yeni gelen beş beyaz giysili insan ve diğer ileri gelenlerin yüzlerine yansıyordu. Bu arada Kırmızı Ejderha Dacassyre’ nin yeşil ziynetini çalmaya giden savaşçı Marjuarane’ den hiç haber yoktu. Büyücü, diğer ileri gelenlerle muhatapken Bilge de yeni gelenlerle istişare halindeydi. Bu beş giysili insanın burada nasıl olduğu muammaydı zira Bilge, savaşçı Marjuarane ve iki arkadaşını yolculuğa salık verdiği gün, yardım etmeleri için daha önceden gönderdiği çağrıyla gelmişlerdi. Diğerleri ise bunlardan uzak duruyordu. Aralarında geçen bir çok sohbetin içinde, bu yabancıların üstlerinden garip bir soğuk ve tüyler ürperten bir duygunun aktığı düşüncesi, bir çok ağızda seslendirilmiş diğerlerininkine misafir olmuş kimilerinde ise yatıya kalmıştı. Büyücü ise bunlara karşı sıcakkanlıydı çünkü onların kim olduklarından ve neden geldiklerinden haberdardı.

Bilge, yabancılarla konuştuktan sonra ötekiler ve büyücü ile beraber kütüphaneden çıktı. Binanın dışında bekleyen deneyimli şehir savunucuları ana kapının oraya daha önceden konuşlandırılmış şövalye gruplarından birinin yanına gönderildi. Önemli olan yer bu noktaydı ve tamamıyla müdahale başladığında mümkün olduğunca dayanmalıydı. Ayrıca denize kıyısı olan bu şehir, liman tarafından da olabildiğince güvence altına alınmalıydı. Bunun için bir kaç kuvvet de oraya yerleştirilmişti.
Sürenin sonuna gelindikçe şehirde yaşayanların üzerinde kaygının ve korkunun derecesi artarken kuşatanlarda da yağma heyecanı tavan yapıyordu. Deniz kıyısının ilerisinde korsan gemileri bulunuyor ve onlar da bu ganimetten pay almak istiyordu. Kağıt üstünde bunların hepsinin gücü daha fazla görünürken dışarıda yüzlerce kan düşkünü ölümlü düğmeye basılmasını bekliyordu.

Abluka altındaki yerin ön tarafını tamamıyla saranlardan bir kaç paralı askerin gözüne, kentin dışındaki bulundukları yerin şu an bakış hizalarının doğrultusunda olan uzaklardaki tepelerin birinden inen bir toz bulutu çarptı. Bu görüntü kuşattıkları yere göre tersi istikamette ilerdeydi ancak bir hortum misali hızla onlara doğru yaklaşıyordu. Yanlarına vardıkça dağılıp belirginleşen bu kümenin içinden üç kapkara ata binmiş kara zırhlı çıktı. Atların toynakları toprağa bastıkça yeri grileştiriyordu .Bu değişim topluluktaki diğerlerinin de dikkatini çekti. Üstlerinde herhangi bir ayrıntının bulunmadığı, miğferlerinden sadece göz boşluklarındaki gölgelerin göründüğü ,basit ve düz görünen tepeden tırnağa kara zırhlıların amacı Chrubergine şehrine girmekti lakin önlerindeki geniş bir alana yayılmış büyük bir kalabalık engel teşkil ediyordu. Onların gelişiyle bir anda hava kara bulutlar yönünden biraz daha zenginleşirken ortamdaki daha da sertleşen rüzgarın soğukluğunu da üzerlerine yüce gönüllüğüyle dağıtıyordu.
Gelenler atların dizginlerini bırakıp eyerlerinden kalkıp onlardan indiler. Baktılar ki önlerinde çok büyük ve kısmen bazı yerleri dağınık bir topluluk var, öyle geçip gidemeyecek gibi görünüyorlardı. Soğuyan ortamla dizginlerinden yularlarına, gemlerine, eyerlerinden üzengilerine kadar üstlerindeki bütün teçhizatları koyu olan atların burunlarından çıkan nefes havaya karışıp toynaklarının bastıkça daha da grileştirdiği toprağa düştü. Ardından yerden üç kapkara dumanımsı şekil yükselip kara zırhlıların hareketiyle kendilerinden haberi olanların ya da olmakta olanların üzerine salındı ve aralarında daha da genişleyerek tamamına yayılma amacında ilerledi. Onun yol almasıyla topraktan çıkmak için hazırlanan gri kökler ufaktan ufaktan kuşatanların ayaklarına doğru ulaşmayı bekliyordu. Siyah’ ın adamları şaşkınlık içindeydi; aralarında kol gezen bu sis de neydi? Bunlar da kimdi? Bu yabancılar… Bir çoğunun düşüncelerinde bu iki soru gezintiye çıkmış yeni gelenlerle amaçsızca dolaşırken liderlerininkinde ise acaba bunlar şehirde yaşayanlara yardım etmek için mi geldi fikri bir anlamın limanına ulaşmıştı ama iskele farklıydı. Dolayısıyla onlar da bundan emin değildi.

Yeni gelenler, silahsız görünüyordu ancak ellerini zırhlarına dokundurarak daha doğrusu gömerek içinden bir tanesi üç katlı baltasını ve kalkanını, ikincisi üç katlı kılıcı ve hançerini ,diğeri ise üç katlı asasını ve ejderha pulunu çıkardı. Bu nesneler diğerlerinin ve önlerindekilerin bakış açısıyla elbiselerinden kendilerine göre bedenlerinden ayrılırken küçüktü ancak ellerine tamamen aldıklarında normal büyüklüklere dönmüşlerdi. Yağmacılar daha da gerileyerek ve daha fazla yaklaşmalarına izin vermeden bütün gruplardaki liderlerinin emriyle sisin bazılarının miğfersiz yüzlerine dokunan, yaşı geçmişlerin öpücüğü misali nahoş duygusuyla sırtında yayı olan askerler, hazırlandı ve oklarını saldı. Onlarcası yabancıların üzerine yağarken, ana komutanlardan biri, bu gördüklerinden sonra korkuya kapılmış ve haddinden fazla ok gönderilmesi emri vermişti. Yerinden kıpırdamayan ve herhangi bir korunma teşebbüsünde bulunmayan kara zırhlıların ve atlarının üzerine yağmur misali inen oklar teker teker tümüne saplandı. İsabet eden oklarıyla sevinenler bir süre sonra bu kadar fazlaca teslimatın tam olarak yerine ulaştırılmasına rağmen bu yaratıkların ve bineklerinin yere düşmeyip bir heykel gibi sabit durmalarıyla korkunun en derin dehlizlerine sürüklenmeye başladılar. Bunlar her neyse ölmeleri gerekirdi ancak bekledikleri olmamıştı.

Oklar, atların derisine ve kara zırhlıların tepeden tırnağa her tarafına saplanmıştı. Metalimsi sivri uçlu oklar zırhlara değdiği anda, saplarına doğru eriyerek ve elbise içine kat ederek aktıktan sonra onunla bir oldu. Atların derisine de aynısına yapan metalimsiler, zırhlardan farklı olarak hayvanların dış kısmından içine doğru her tarafını eriterek onların tamamen toprağa akmasına neden oldu. Sonrasında yerin altındaki kökler sıvılaşanların bir kısmını üstüne bir nevi giyerek yeryüzündeki ölümlülerin ayaklarına doğru uçları sivrileşerek bekledikleri yolculuklarına başladılar. Bu sırada da üç karanın derisi olan zırhlardan çıkan uzantılar havada serbest halde damlalara dönüştü. Elinde asası olanın diğer elindeki üç katmanlı kara ejderha pulundan çıkan minik minik -saplanan okların birebir sayısına göre adeti- olanlar onların üzerini kapladı. Etraflarını dolanan sisin dokunuşuyla beraber ve aynı yabancının el hareketiyle okçulara gönderildi. Onlarca yolcu daha da dumanla bütünleşerek tıpkı bir sivri ok uçlarına benzer şekillerde değişim geçirerek nereye kaçmaya çalışırlarsa çalışsınlar biraz da yerden çıkan kapkara köklerin onların ayaklarına sarılıp yere sabitleyerek tamamının adreslerine ulaştı. Üzerlerindeki elbiselere, zırhlara ,açıkta kalan derilerine çarpan bu ziyaretçiler oralarda eridiler ve böylelikle buluştukları yerleri daha da zayıflatıp zarar görmelerini kolaylaştıracaklardı. Köklerle tırpan gibi tutulanlar diğer yabancının elindeki bütünlenmiş halde bulunan baltasını savurduktan sonra onun üçe ayrılmasını ve el hareketleriyle onlara doğru yönlendirmesini çaresiz ve korkulu gözleriyle izlerken zira ne kadar çabalarsa çabalasınlar ayaklarına sarılanlardan kurtulamadılar. Silahlar bir nevi işaretin okçuların neresinde(kafa, bacak, kol, gövde vs…) olursa olsun bulunduğu yerlere isabet ederek hızlıca önden, arkadan, yandan hangi yönden olursa olsun oralardan girip çıkarak kesip, biçip parçaladılar. Bu dehşete maruz kalanlardan kopan uzuvlarından fışkıran, etrafa saçılan kanlar -kimilerinde kara kökler yavaş yavaş üstlerine tırmanmaya başlarken, kimileri yine sıkıca yere sabitlenmişken, serbest hareket etmekte olanlar arkalarına bakmadan diğerlerinin çığlıklarına kendilerinin ki karışıp kaçmaya çalışırken- üzerlerine sıçradı Daha sonra baltalar kanla boyanmış, deri parçalarının yapıştığı uçlarıyla, saplarıyla tek parça halinde hareketlerini sonlandıran kara zırhlıya geri döndü. Bunlar, hangi grubun neresinde olursa olsun lime lime olup feci şekilde feryat ederek öldüler. Cesetlerin kafaları, bacakları, kolları parçalanıp dökülen, sıçrayan kanların üzerinde yüzerken bu vahşeti gören diğerleri rütbesi yüksek olanlar(hesap vermek zorunda oldukları için) hariç her neresi olursa olsun kaçmaya çalıştılar ancak daha da çoğalan ve gittikçe, kötü rüyalarda ortaya çıkan canavarlar misali dişleri keskinleşen kökler ve kaygan zemin onları durdurdu.

Toprağa karışan atların bir kısmı köklerin üzerindeyken kalan kısmı da artık yavaş yavaş kokuşmuş ve iğrenç izlenimlerini bürünen yerin üstüne üç kapkara vahşi köpek olarak şekillendiler. Bunlar, buraya gelenlerin bilinç altlarında savaştıkları kurttan devşirme olanların tezahürüydü. Onların ortaya çıkmasıyla kalan deneyimli komutanları dahil diğer kuşatanlar, oraya buraya kaçışmaya devam ederken yakalananların vücutları yaratıkların ağızlarına lime lime oluyordu. Özellikle şekli bozuk ucubeler ve korkmadıklarını göstermeye çalışan ve hala oradan kaçmayan gururlu ahmaklar, kılıçla, baltayla, mızrakla saldırmalarına rağmen bir sonuç elde edememiş ve kara zırhlıların silahlarının ucunda et parçası olmaktan kurtulamamıştı. Binleri geçen kalabalık acımasız ve zalim yabancıların, nerden peydah olduğu belli olmayan korkunç köpeklerin, derilerine batıp kanatan ve onları durduran köklerin ve bunların arka fonunda sisin eşliğinde katliam devam ediyordu. Kara zırhlılar, herhangi bir ırkı ayırt etmeden önlerine kim gelirse gelsin üç katlı silahlarıyla kimi zaman fırlatarak kimi zaman bahtsızlarla birebir muhattap olarak, yerde ceset parçaları varmış, kollar, bacaklar, kopan kafalar onları hiç umursamadan kemiklerden kırıldıkça çıkan seslerle üzerlerine basa basa ilerleyerek ön kapıya doğru yaklaşıyorlardı.
Bozguna uğrayan kalabalıktan bir çoğu, neresi olursa olsun bu dehşetten kaçmaya çalıştılar ancak takviye kuvvet olarak çağrılan ve kuşatma esnasında bir zorlukla karşılaşılınca askerler arasında sızmaları önlemek için ve onların kargaşaya düşmemeleri için gönderilen ejderhalar tarafından geri sürüldüler.

Kanatlılar ,daha müdahale de bulunmamış ve şaşkınlıkla, biraz da yavaş yavaş üstlerine üşüşen korkuyla ve kendi derilerini de düşünerek ne olacağını bekliyorlardı. Her hangi bir ölümlünün hangi ırka mensup olduğunu gözetmeksizin yabancılar bir çoğunu parçalamış ve onları alanın her tarafına dağıtmıştı. Kararmış kökler de ayaklarına sarılıp ağızlarından girdikten sonra kafataslarından çıkıp vücutlarını parça parça edip yok etmişti. Acıdan bir nevi feryatlar koy veren yeryüzü çok fazla zaman geçmeden ceset parçalarıyla ve çürümüşlüğün kokusuyla dolmuştu.

Orklar ise kendi canlarını düşünüp bu kabus ortamdan kaçmaya çalışan kiandorların gidişiyle başıboş bir halde bu katliamdan nasıl kurtulacaklarını düşündükten sonra, çıkış yolunun olmadığını, buradan kaçamayacaklarını anlamış ve ya gözcü ejderhaların ateşi ya da bu dehşetle yüzleşmek için üç kara zırhlıya doğru saldırıya geçmişlerdi. Pis baltalarıyla sayıca yüzleri bulan kalanlar yanlarına yaklaşamadılar zira asası olanın tepesindeki iki göz boşluğundan çıkan ışınlar onların önlerinde kalkan olmuştu. Gözlerinde kaçınılmaz olarak korkuyla ve rakiplerine her ne olursa olsun vahşeti yaşatmak isteyen bakışlarla orklar kalkana çarpıp zayıflatmaya çalışıyordu. Ona attıkları baltalarla, gürzlerle, kargılarla, palalarla destekleme çabasında buna devam ederlerken katliamcılardan biri üç katlı hançerini çıkarıp keskin uçlarını aynı doğrultuda herhangi bir yön fark etmeksizin çevirerek ve bunu hızlandırarak zihnine düşen ‘Mai ra Quaraschar’ cümlesini seslendirdi. Yani ‘Quaraschar’ ın ismiyle. Hançerler, saplarının bir noktada birleşip kesiştiği dönüş hareketlerinin sonucunda o bütünleşilen yerde dışa doğru bir anafor oluştu. Bu girdabın içinden silindirimsi bir şekilde yol oluşturacak biçimde kalkana ulaşıp ona nüfuz eden boşluk meydana geldi. Orklar kalkana çapmaya devam ettikçe boyutsal anlamda küçülüp silindirimsi boşluğun içinden geçebilecek şekilde ilerleyip hançerin sapındaki girdabın içinde hapsoldu. Bunu görenler dokunmayı bırak duvara yaklaşmaktan vaz geçtiler. Hançer, sapındaki kesişim noktası bir nevi kiracılarını aldıktan sonra kapanıp üç katmanlı tek parça haline geri döndü.

Şehrin ana kapısının bulunduğu geniş alandaki yoğun kalabalıktan eser kalmamış yeryüzü ceset parçalarıyla, kanlı iğrenç sıvılarla kaplanmış, kopan, kesilen, biçilen uzuvlar, kırılmış oradan oraya savrulmuş, kimileri ayaklar altında ezilmiş, kimilerinin üzerinde kanlı deri parçaları kalmış kesik kafalar her tarafta dolmuşken, bazılarında irinli yaralarından kabuk bağlamış, gözlerine dolan kanlar kurumuş ,korkunun dehşetiyle öylece bakan can çekişenlerin asap bozucu çığlıkları şehir surlarından olan biteni daha net görenlerin artık kulaklarını inletiyordu. Bu kabusa tanık olanlar küçük dillerini yutmakla kalmayıp ana kapıdakiler de dahil, korsanların haber alıp arkalarına bakmadan kaçtığı deniz kıyısına doğru korkunun verdiği duyguların derin tünellerinde hiç duraksamadan koştular. Haberleri alan kente yaşayan diğerleriyle beraber tüm satıhlardaki savunucular buradan vahşetten kurtulmak için neresi olursa olsun yaşlıları, çocukları da alarak her yöne savruldular. Katliamı duyan Bilge ve diğer beş yabancı yerinde kalmıştı.
Kabusu getiren yabancılar kuşatanların tamamını hiç acıma, merhamet ve benzer duyguları hissetmeden katletti. Kafalarını çevirdikleri alandaki gökyüzünde bulunan yüz ile yüz on ayak uzunluğundaki kendi türlerindeki ortalamalara göre orta büyüklüğe yakın olanlar sahneye adım atmak zorunda kaldılar çünkü şehrin daha kolay alınması için gönderilen bu kanatlılar, kaçarak olumsuz bir haberle üç yüz elli ile dört yüz ayak uzunluğunda değişen devasa üç ejderhadan Siyah’ ın gazabıyla karşı karşıya gelmek istememişlerdi. İkimizin ateşi bu ucubeleri yakıp kavuracaktır düşüncesiyle gözlerinde çoğunlukla korku yerleşmiş bulunmasına rağmen taarruza geçmek için hazırlanmaya başladılar.

Üç kara zırhlı, havada pike yapan ejderhaların, üzerlerinde ürkütücü etki uyandırmaya çalışan gözlerine baktılar ve kahkahaya benzemeye gayret eden bir ses çıkarıp yerdeki çürümenin, etrafta dolanan karabasanın çığlıklarını giyerek dehşet dolu karanlık bakışlarla onlara karşılık verdiler. Üstleri ıslak kanlarla boyanmış, kurumuş olanlarıyla lekelenmiş herhangi bir yerlerine delici, kesici, yaralayıcı aletin ucu isabet etse de hemen yenilenmiş biçimde duran üçlü, ellerinde silahlarla havadakileri bekliyordu.

İki orta büyüklüğe yakın kırmızı ejderhadan oluşan bu grup, aynı anda bunların üzerine alev kustu. Kara zırhlılar da karşılık olarak onlar tam nefeslerini aldıkları zaman ellerinde bulunan kapkara silahları pul dışında hayvanlara doğru göndermişti. Beş nesne de asa dahil katmanlarına ayrılarak kendilerinden çıkan kara uzantılarla birbirleriyle birleştikten sonra akışkanlaşıp bir kalkan oluşturmuştu .Alevler, süvariler misali onu kızıla döndürmüş ancak etkisi sadece renk değişimi olmuştu. Ejderha pulundan çıkan uzantıların kalkana dokundurulmasıyla duvar ayrışıp tekrar silahlara dönüştü. Bu sefer sahip oldukları nesnelerdeki fark ise ejderhaların alevleriyle kızıla dönüp ateş saçmalarıydı. Bir çok ölümlüyü midelerine indirmiş, köylerini kasabalarını hiç düşünmeden yakmış bu boyutları ortalama olsa da zalim yaratıklar, tekrar alev kusmadan üzerlerine doğru bunları fırlattılar. Hızla ilerledikçe ateş saçan bu silahlar asa dahil dokungaçlar misali çıkan alevli uzantılarla ayrı ayrı konumda olmalarına rağmen ikisinin pullarına ve derilerine yapışıp kılcal damarlar misali kanatları dahil, gövdelerine, kafalarına, kuyruklarına yayıldı. Alevlerle cebelleşen ejderhalar, oradan oraya yanmakta olan kanatlarını çırpıp savrulurken kara zırhlılardan biri asasını geri çağırmıştı. Diğer ateşli olanlar sahiplerinin yönlendirmeleriyle uzantılarla tutunmaya devam ediyorlardı. Sonlarının yaklaştığını anlayan ama bunu engelleyemeyen bir nevi kıvılcımlı ellerin yakıcı dokunuşuyla her taraflarına yayılan ateşle beraber acı içinde, sanki öldürdüklerinin korkunç çığlıkları kendilerininkine karışırken düşmanlarının biri ateşli asasını ikisinden birine fırlatıp üç tane mızrağa dönüşüp derisini yarıp kanları oluk oluk akarken, geri çağırıp aynı hareketi tekrar edip öbüründen de benzer oranda kan akarken, kurbanlar git gide meşalelere dönerken acılar içinde daha fazla havada duramayıp kokuşmaya ve çürümeye yüz tutmuş, iğrenç salgıların her tarafta boş vermiş olanlar gibi gezdiği yere doğru düştü. Onları öldürenler, ikisinin yanmış, kavrulmuş küle dönmeye başlamış bedenlerini diğer cesetlerin üzerinde buldular. Daha sonra elinde kılıcı olan ölenlerin küllerini toplayıp asası olana verdi.

Üç kara zırhlı köpeklerin toprağa karışmasıyla ortaya çıkan dumanımsı şekillerin tekrar atlara dönüşmesiyle onların üzerine binip şehrin girişine varıp, büyücü tarafından efsunlanan kapıya dokundukları anda tamamı parçalandı. Cücelerin yonttuğu oldukça sağlam ve sert taş ve tahta parçalarının havaya uçuştuğu ve döndüğü ortamın içinden şehre giriş yapmışlardı. Ortalıkta dolanan bu dehşetin sağladığı kesif sessizlikti.
Atların toprağa bastıkça grileştirdiği alandan koyuluk her tarafa yeniden yayılırken yandaş olarak ta ölenlerin feryat figanlarını yanına alıp binalar dahil her tarafa nüfuz edip çürütürken tiksindirici kokuların birleşimini salıyor ve şehri aynı renge döndürüyordu. Yaratıklar aradıkları binanın, kütüphanenin önüne gelmişti. Şehrin artık parçalanmış kapısının içinden gelen sanki dışardaki vahşice ölenlerin korkunç o şekilde katledildikleri saydam yüzleri doğal olmayan koyu dumanın arasında havanın dokusunda süzülüyordu. Bunlar yoğunlaşmış köklerin çürüttüğü kısımlara çarptıkça acı içindeki maruz kalanları dehşete düşüren deliliğin asap bozucu koridorlarına götürecek kadar ortaya çıkan çığlıklar şu an karşı karşıya olan üç yabancı ve Bilge hariç beş beyaz cübbeli insanın kulaklarını kapatmasına rağmen hala duymasına ve onların gözlerinden bunlara dayanmaya çalışırken yaşlar akıyordu .Kütüphanenin ilerisindeki demircinin kapısının önünde pejmurde görünüşünü pespaye giysilerle tamamlayan birinin kulaklarına da bu uğultular eziyet ediyordu .Ondan diğerlerinin haberi yoktu.
Yabancılardan elinde pulu tutan binanın önündekilere hitaben;
“Sizin kim olduğunuzu ve ne olduğunuzu biliyoruz.(Bilge’ ye bakarak) yanılsamadan vazgeç ve diğerleriniz, yani ışığın büyücüleri olarak kendilerini adlandıranlar sizler de dahil kimseye acımayacağız. " diye onları tehdit ettikten sonra asasının tepesindeki gözlerden çıkan ışınları Bilge diye çağrılana gönderdi.

Üzerine aldığı darbelerle ileriye savrulan Bilge diye adlandıranın ‘uzun zaman boyunca aynı şekilde kalma’ büyüsü çözüldü. Kolları, bacakları, kafası ve gövdesi değişerek, genişleyerek gittikçe büyüyerek uzun kuyruğu etraftaki binalara çarpan, büyük kanatlarıyla duvarlara vuran yavaş yavaş havaya yükselen kocaman kafasındaki yılanımsı gözlerle yerdeki minik böcekler misali olanlara bakan yüz altmış -yüz seksen arası ayak uzunluğunda kendi türlerine göre boyutsal anlamında büyük kavramına yakın pulları bembeyaz bir ejderhaya dönüşmüştü. Buna şahit olan dilenci görünümlü şahısın kızıl gözlerinden ateşler fışkırıyordu adeta. Işığın büyücüleri şaşkınlıkla bir ejderhaya yardım ettiklerini anlayarak oradan kaçtılar.

“Seninle savaşmamıza gerek yok ejderha! Bize istediklerimizi söylersen ölmene gerek kalmaz,” diye bağırdı çok yüksek tonda aşağıdakilerden birisi. Yaratık ise bunun cevabı olarak onlara doğru dalışa geçerek kanatları kenarlardaki dışları çürümüş köklerle bürünmüş duvarlara sürterek de olsa elinde baltası ve kılıcı olan kara zırhlıların bedenlerine onların pençelerini geçirip, tutup salladıktan sonra ileriye doğru savurdu. Bir tanesi kütüphaneye sertçe çarpıp onun aslında bir kule olduğunu üzerindeki ilüzyonu ortaya çıkarıp yerle buluşurken, diğeri de başka bir binanın duvarına hızlıca vurup oradan yerdeki koyu köklerin üzerine düştü .Diğer kalan böcek ise ona mızraklara dönüşen asasını savurmuştu. Silahlar onun derisine zarar vermeden geri sekip zırhlının eline tek parça olarak asa şeklinde yeniden dönmüştü.

Güneyin sahibi olarak kendini gören onun iki katı büyüklüğündeki Beyaz’ ın birinci adamı olan ejderha, geniş ağzından aşağıdakilere buz kustu. Kara zırhlılar hiçbir şey olmamış gibi toparlanıp elinde baltası olan üç katmanlı kalkanın ikisini diğerlerine attıktan sonra kendisi de altına girip bu ataktan korunakları buz gibi katılaşarak kurtuldular. Kalkanlar uzantılarla yere tutunup büyüyerek onları korumuştu. Dışarıda katlettikleri kırmızı ejderhaların aleviyle giyinmiş silahlar buzun temasıyla soyundu ve ilk hallerini tekrar kuşandılar. Şu anda aşağıdakiler savunma halindeydi .Asası elinde olanın onun tepesindeki gözlerin çıkardığı ışınların oluşturduğu bir diğer kalkan sayesinde gelen buz fırtınalarından korunuyorlardı. Kara zırhlılardan elinde kılıcı olan dışarıda hançerde olduğu gibi onların keskin uçları farklı yönde kabzaları aynı doğrultuda farklı şekilde yine dönmeye başladı. ‘Mai ra Quaraschar’ diyerek kabzaların birleşme noktasında oluşan anafor önceki gibi silindirimsi hale dönüp, yol alarak kalkana nüfuz etti. Asası olan içinde küllerin bulunduğu torbayı çıkarıp korunaklarına doğru savurduktan sonra atlara işaret ederek üstlerini kaplayan buz parçalarıyla bezeli koruyucu duvara atlamalarını işaret etti. Binekler kalkandan geçince 30 ayak uzunluğunda üç tane kara ejderhaya döndü.

Ardından bu oluşumlar sinirli ve tuhaf gözlerle bakan Beyaz ejderhaya yöneldi. Bunların amacı düşmana zarar vermekten ziyade daha çok onu meşgul edip diğerlerinin daha kolay saldırmasını sağlamaktı. Üzerlerine doğru gelenleri yarasa misali görüp pençelerini savurdu. Atağa geçme sırası kara zırhlılara gelmişti. Baltası ve kılıcı olanın zırhlarından çıkan dokungaçlar ya da uzantılar Beyazın iki kanadının pençelerinin ucundaki aynı maddeye yapışarak ikiliyi onların uçlarına çekti. Ellerindeki balta ve kılıcı onun sert derisine saplamaya başladılar. Üç katı keskinliğindeki silahlar yaratığın kalın derisine pek zarar veremedi ancak geniş kanatlarında bir kaç yara açabildiler. Öte taraftan aşağıdaki, asasını mızrağa çevirip kanatlarına, gövdesine, kuyruğuna… attıkça atıyor ve aynı yerlere temas ettikçe mızrak uçları az da olsa orayı açıyordu ama bu böcek ısırığından farksız etki ediyordu.
Ejderha, üzerindeki ne olduklarını tam olarak anlamadığı iki hamam böceğini üstünden atmak istiyor ama gövdesinin altını tırmalayanı ve kanatlarına zarar vereni uzantılarıyla sıkıca tutunmalarından dolayı silkeleyemiyordu. Öteki taraftan ona saldıran üç küçük kertenkeleyi de savuşturmak zorunda kalıyordu. Nihayet zor da olsa iki böceği de aşağıya attı. Köklerin yatağına düşenler tekrar ayağa kalktı. Kılıcı olan silahın ucunu yere dokundurarak köklerin içinden sızan sıvıyı ona yükleyerek havaya doğru savurdu. Kesici aletin hareket kısmında kalan ve serbest halde duran sıvı parçalarına üç katmanlı ejderha pulundan çıkan minik sayılamayacak kadar çok pulcuklar önceki gibi yapışıp asanın sahibi tarafından el hareketiyle yukarıdaki ejderhanın her tarafına gönderildi .Dışları sivri parçacıklar yaratığın pullarına saplanıp oralardan akarak deriyi daha da yumuşattılar.

Beyaz, tutup oradan oraya savurduğu, o bina senin bu benim şeklinde çarpan üç tane oluşumun ağızlarından çıkan kapkara dumanların meydana getirdiği bir bulutun içinde kalmıştı .Buradan çıkıp üzerine yapışan minik koyu renkli parçaların zarar vermediğini düşünerek bir kez daha aşağıdakilere doğru geniş kafasıyla dalışa geçti. Yerdekiler onun saldırısından kurtulmak için oraya buraya kendilerini atarken ellerindeki balta ve asayı yaratığa salınan kuyruğundan kaçarken fırlattılar. Üçe ayrılan silahlar daha da yumuşayan derilerin olduğu yerlere temas edince oraları yarıp yabancıların ellerine geri döndüler. Beyaz, gövdesinden kanatların bağlantı noktasından bacaklarından isabet eden yerlerden gelen acıyla böğürdü. Yarılan bölgelerden kanın boşalışı çok daha fazla olmaya başladı. Düşmanları iyice zayıflarken üç kara zırhlıdan aynı anda bedenlerinden çıkan uzantılar binaların çatılarını yerle bir edip acısından oraya buraya bindiren ejderhanın kocaman ağzından buz kusacağı sırada onu kalın bir halat misali sarmalayıp açmasını engellediler. Diğer üç siyah oluşum ejderha koca kütleli beyazın yavaş ta olsa kan boşalan yerleri küçük pençeleriyle daha da tırmalayıp, yarıp boşanmasını arttırırken diğerleri uzantılara tutunarak kafasının üstünde silahlarıyla gözlerini yaralarken ejderha daha fazla havada kalamadan gri köklerin bulunduğu, çürümüş binaların olduğu geniş bir alana yayıldı. Acılar içinde yerde kıvranırken onu karşılayanlar, sivri dişleriyle kemirip, derisine daha da batarken iyice hareket edemez hale geldi.

Yerde korkunç acılar içinde kıvranan, çığlıklarının uğultusu ortamdaki devamlı dolaşan vahşetin feryatlarını yüklenmiş dilenci kılığındaki uzaklara doğru gitmiş Büyük Siyah Ejderha Tischveria nın kızgın bile olsa insan gözlerinden düşen yaşlara onları bırakırken, kara zırhlı, elinde asası olanın tepesindeki gözlerden çıkan ışınların temas ettikçe beynine zerk ettiği pulları, kan revan içinde, derisinin her tarafı deşilmiş ölmekte olana hitaben;
“Söyle bize Chirraphreix. Kuleler Şehri nerede?” diye basitçe hiç bir duygu belirtmeksizin sordu.

Daha fazla acıya dayanamayan yaratık onlara duymak istediklerini söyledi.
Onu öldürenler üç kapkara ata binip yıkılmış kapıdan çıkıp gitti. Onlar ayrılırken gözlerindeki son ışıltı da sönerken kendi kanı içinde yatan Chirraphreix en son kendisini buraya gönderen efendisi Büyük Beyazı gördüğü sahneyi düşündü.

Güneyin sahibi olarak kendini gören Beyaz geniş bozkırlardan birinde sinirli sinirli dolanıyor ve kanatlarını toprağa saplayıp saplayıp çıkarıyordu. Gözleri çılgın gibi etrafa bakıyor ve pençelerini sanki kırmızı ejderha Dacassyre’ ye geçirmişçesine savurup duruyordu. En gözde hizmetkarlarından biri olan Bora adındaki ejderha Kırmızı’ nın topraklarına girmiş ve gideli çok olmuş ama ondan her hangi bir haber alınamamıştı .Biliyordu ki anlam veremediği bir şekilde Dacassyre, kendi türünü tuzağa düşüyor ve özlerini bir taş içinde topluyordu. Neden doğunun sahibinin böyle bir şey yaptığını bir türlü bulamıyordu. Aklının kapısını önce bir düşünce çaldı, yanındaki getirdiği fikirle Beyaz onu içeri aldı ve muhakemeden sonra taşı onun ininden almaya karar verdi. Öncelikle bir plan yapmalıydı. Biraz düşündükten sonra Chirraphreix adındaki bir başka gözdelerinden olan şu anda ininde bulunan beyaz ejderhayı yanına çağırdı.
“Sence Dacassyre, neden türümüzü avlayıp ruhlarını toplayıp bir taşın içine koyuyor?”
“Bana göre Kırmızı, kuzeyi de istiyor ve bundan dolayı da bizim cinsimizin özlerinden güç toplamaya ya da askerlerine onların vereceği gücü aktarmaya çalışıyor olabilir.”
“Ya da yeni bir ordu kurmak için onlardan yararlanabilir. Aslında düşüncen aklıma yattı, ejderha özlerinin gücünden oluşturulmuş bir ordu uygun da olsa da… Eh, yine de pek ihtimal vermiyorum bu çıkarımına,”
“Ne yapmayı düşünüyorsunuz efendim. Onu durdurmak mı istiyorsunuz ya da türümüzün intikamını mı almak arzusundasınız. Zira duyduğum kadarıyla bir çokları ondan rahatsız,”
“Aslında Onu da Siyahı da yok etmek istiyorum da şu anlaşma yüzünden onların bölgelerine müdahalede bulunamıyorum ama ben giremiyorsam da sen yapabilirsin,”
“Ne yapmamı istiyorsunuz efendim?”
“Siyah, kendi hakimiyetindeki bölgeleri hükmü altına almak için hizmetkarlarına kuşattırıyor ve nihayetinde teslim alıyor. Bir sonraki hedefi Chrubergine adındaki liman şehri olacak. Orada Bilge diye çağrılan şehirde yaşayanların çok değer verdiği ve sözünü dinlediği bir insan yaşıyor. Sen onun kılığına gireceksin ayrıca korkulan ama sevilip sevilmediğini bilmiyorum da bir büyücü var, onun da formunu alacaksın. Büyücü, Siyah’ a hizmet eden üç önemli olanından biri değil ama onların küçük karanlık grubunun alt seviye bir üyesi. Bu sayede sinsi büyücülerden de haberdar olmuş olacağım senin yardımınla çünkü benim üçü dahil hiç birine güvenmiyorum,”
“Hem Bilge’ nin kılığına gireceğim hem de büyücünün,”
“Aynen öyle. Kılıktan ziyade ilüzyon olacak, neyse ayarlarsın. Sonuçta sen de şeklini aldığın bir ölümlünün zihnini beynine aktarabilme yeteneğin var. Onun geçmişini kendi zihnine alabilirsin böylelikle şehirde sıkıntı yaşamazsın. Daha sonra bana üç tane cesur, gözü pek ve yurdunu ölmek pahasına olsa seven, birbirine bağlı savaşçı insanlar bulacaksın. Yakında şehir kuşatma altına girdiğinde seçeneklerini yaptığın gözlemler sonucunda daha aza indirip bana araştırmanın neticesini daha sağlam verebilirsin. Bunu istememin sebebi Kırmızı’ nın değerli taşını almak için yaptığım planda insanları kullanacağımdan,”
“Neden batıdaki bir şehir ve neden bir insan, elf ya da cüce değil. Beni mazur görün sorduğum için,”
“Önemli değil aşırı kaçmamak kaydıyla istediğin seviyede konuşabilirsin. Yaptığım araştırmalara göre Batının insanları çok çetin savaşçılar ve her ne pahasına olsun ki ölmeleri de dahil yurduna bağlı insanlar. Benim topraklarımdakiler de güçlü ama batıdakiler kadar sürdürülebilir cesarete sahip değiller ve de onlara göre daha sinsiler. Doğudakileri hiç düşünme zaten. Elfler zayıf cüceler de çok huysuz. Neyse… Bu üç insandan birinin liderlik vasfı olması lazım. Seçtiğin kişiye taşıyabileceği büyülü bir nesne ver ki onların yolculuğunu hem sadece bana rapor veren gözcülerim hem de ben ara sıra da olsa merak duygusuna kapılırsam takip edebileyim. Ayrıca Onun inine girmesi için ufak yaratıklar lazım. Küçük boyutlular pek fark edilmez de,”
“Onları ölmelerinin büyük olasılıkla gerçekleşeceği Kırmızının inine çıkacakları yolculuk için nasıl bir sebep sunabilirim sizce?”
“Kuleler Şehri’ ni ve efsanesini biliyorsun değil mi. Evet, evet ben de bilmiyorum nerede olduğunu. O şehir hakkında araştırma yap kitaplar falan karıştır. Siyahın kuşatmayı yapıp biraz da süresi ilerleyince seçtiğin lidere yurtlarındaki insanları kurtarmaları için Kuleler Şehri’ ne götüreceğini söyle. Anlatılanları biliyorsun; Ona liçlerden bahset ve bunları alt edebilmek için de ejderhaların özlerinin barındığı taş olursa bunu gerçekleştirebileceklerini kabul ettir. Sonuçta sen Bilgesin. Savaşçılardan biri taşı çalsın ben ondan rahatça ödülümü alırım.”
“Siz nasıl isterseniz.”
“Son olarak Siyahın bölgesinde olacaksın ve hiçbir şekilde gerçek şeklinde görünmeyeceksin. O korkakla uğraşamam.”
Ve ejderhanın yaşamdaki son perdesi kapandı. Dilenci huzursuzca, kızgınca ve hüzünlü bir şekilde oradan ayrıldı.

Chrubergine şehri kara zırhlılar bir sonraki duraklarına doğru yol alırken onlar gelmeden önceki haline dönmüştü. Burada hiç kimsenin olmadığı, ne kokuşmuşluğun ve çürümüşlüğün nahoşluğu ,ne yerden çıkan kökler, ne de duydukça deliliğe sürükleyen ölenlerin feryatlarının gezinmediği bir yerdi ki bu ölümlülerin görebileceğiydi. Bu boyuta ait olmayan kolyenin kullanılmasıyla Cypraqual’ a ayak basanlara ya da basacak olanlara ise bu dünya içindeki yeni, bir bir nevi aynı dünya içindeki geçidin başlangıcı olarak görünecekti. Kilitliydi ve bu savaşta ölenlerin ruhlarının gücü burada hapisti ki kapıyı yerinde tutuyordu.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın fantastik roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Taşların Gölgesinde: 5. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 6. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 4. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 7. Bölüm
Taşların Gölgesinde: Giriş/ 1. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 2. Bölüm
Taşların Gölgesinde: 3. Bölüm

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sökük: 3 [Şiir]
Bütün Dillerime Aykırısın Sen [Şiir]
Bana Bir Sen Ismarlarsın [Şiir]
Üç Yamalı Bohça [Şiir]
Sensin Yar [Şiir]
Gözyaşı Kırıkları [Şiir]
Kaygan Yol [Şiir]
Perde [Şiir]
Bağ Bozumu [Şiir]
Gül (S) Açımı Bahar Bir Buket Hüzün [Şiir]


Osman Altınbaş kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Osman Altınbaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.