Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter |
|
||||||||||
|
Sosyal medyada iki tür dilenci var; biri hastalara yardım adı altında resmi ve sponsorlu dilencilik. Diğeri, depremzede, yoksul, dağılmış aile fertlerinden oluşan ayakta kalmaya çalışan bir güruh ki, bu grup içinde eski mahkûmlar da var. Sadece sosyal medyada sanal dilencilik de değil, benim yaşımda kiler ve benden büyükler bir kaç yaş küçükler de hatırlar 1970 ve 1980'li yıllarda her yıl okullara ramazan ayında Kızılay zarfları yollanır, gerçekten bir şeyler yapmaya çalışan Kızılay için fitre ve bağış tıplanırdı. Kurumlar alanen hırsızlık yaptığı için normal zamanlarda paraya ihtiyaç duymuyor, adet zamanlarında halka arz olunup ne koparırlarsa kâr sayıyorlar. Asıl diyeceğim ramazan ve sair zamanlarda da, kamu kurumlarına Kızılay ve zarf mantığıyla hasta çocuk tedavi parası toplanıyor ve biz ülke olarak o kadar çok hırsızı doyuruyoruz ki, övündüğümüz sosyal devlet olarak vatandaşlarımızın ilaç ve hastane giderlerini karşılayamıyor, özel izinlerle kamu kurumlarında yapılacak dilenciliğe destek oluyoruz. Avrupa bizi kıskanıyor. Avrupa hırsızları bizi kıskanıyor. Çünkü hiç bir Avrupa ülkesinde yöneticinin yönettiği bir devleti soyduğu görülmüş şey değil. Hatta Japonya'da zimmetine para geçirme iftirası bile bir yöneticinin onurunu incitip intiharına sebep oluyor. Bizim ülkenin iki önemli hırsızları dan biri Çiller, diğeri Mesut Yılmaz'dı. Mesut Yılmaz kendi alçaklıklarını kapatmak için 2003 yılında Erkan Mumcu ile günlerce süren kim daha kirli polemiğine tutulmuştu. Çillere bakın, son zamanlarda devlet hazinesinden çaldıkları bitmiş ya da azalmış olmalı ki, iktidarın yanlışlarını bile topluma güzel gösterme çabasına girmiş. Hani belki biraz da buradan nemalanır düşü içinde. Bunun temel nedeni ve Toplumun zaaflarını iyi bilip kullanan yöneticiler. Bu toplumun iki önemli zaafı var; biri din, diğeri vatan ve millet. Bunlara inanmasa da, bunları kurallarını yaşamasa da inanmış görünmek ya da inanmak işine geliyor. Toplumun büyük bir kesimi futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmakta. Ben bu insanlardan farklı bir algı içinde düşünüyorum da, biz ne zaman sosyal devlet olmaktan çıktık. Bizim anayasamızda mealen "Devlet ihtiyaç sahibi vatandaşlarının ihtiyaçlarını ve sağlık giderlerini karşılamak zorundadır" diye bir madde vardı. Anladığım kadarıyla bu madde uzun yıllardır kullanılmıyor. Halk da senin partin, benim partim kavgasından bunları ya önemsemiyor, ya bilmiyor. Bir devlet nasıl olur da binbir çeşit vergi aldığı vatandaşını kendi eliyle resmi imza ve mühürle tabiri caizse "Dilenmesinde sakınca yoktur" belgesiyle sokağa salıp dilendirir. Devlet bilgisiyle dilenmek meşru da, devletin bilgisi olmadan dilenmek mi gayr-i meşru oluyor? Dilenciler toplatılıp, ceplerindeki paralar alınmıyor mu? Bu uygulama Kemal Sunal, Zeki Alasya ve Metin Akpınar filmlerine bile konu oldu. Bu dilencilerin toplatılmasının sebebi haksız kazanç ve vergi vermemeleri mi? Çünkü bir yanda devlet, dilenciliği resmi izinlerle teşvik ederken, diğer yandan dilenciliği engelliyor. Bu uygulama sizce de çok garip değil mi? Hastane katkısı ve ilaç katkı payları üstüste gelince, sosyal güvencesiz alınan ilaçlardan sosyal güvenceye alınan bir çok ilaç daha pahalıya geliyor. Sağlık giderlerini ben karşılıyorsam, ilaçlara ciddi ölçüde katkı sağlıyorsam, o zaman devlet ne işe yarıyor? Sadece resmi yolla dilencilik yaptıran ve ihtiyaç sahibine değil, işine gelene yeşil kart dağıtan bir resmi kurum mu devlet? Diyelim ki, halkın güvenliğini sağlıyor devlet. Aslında onu da sağladığı yok. Sokaklarda birbirini tanımayan insanlar birbirine şiddet uygulayıp öldürürken devleti göremiyoruz. Bir çocuğun gözü önünde annesi boğazlanırken, kurbanlık hayvan gibi yere yatırılıp, kolları bacakları doğranırken, minibüsle götürülüp önce tecavüz edilip, sonra yakılarak öldürülürken, samuray kılıcıyla sokak ortasında kadınlar doğranırken, elde bir tüfekle, boşandığı eşinin can güvenliği olmadığına dair dilekçesi olmasına rağmen, bütün aile fertleri katledilirken, İstanbul'da bir evde Azeri Türk'ü bir kadın taciz ve tecavüze maruz kaldığını bildirmesine rağmen öldürülürken, Suriye ve Afgan sığınmacılar tarafından sokakta kadın ve kızlara sarkıntılık yapılırken, sınırdan elini kolunu sallayarak geçen teröristler metropol kentlerde bomba patlatırken devleti nedense vatandaşlar olarak göremiyoruz. Bu devlet kim ve nerede? Sabah bir ara görünüp kaybolan Sabah yıldızı mı, yoksa hakkını savunmak için aldığı izinle yürüyüş yapıp basın açıklaması yapmak dışında bir suçu olmayan işçi ve memurların coplatan mı acaba devlet? Güpegündüz elimizde telefon fenerleriyle ülkenin her kentinde, her kentin her sokağında arayıp da bulamadığımız, sadece duvarlarda kalan adalet de bu devletsizlikten mi kayboldu, ne dersiniz? Ve ne korkunçtur ki, seçmen hâlâ devlet erkânının bir bildiği vardır düşüncesine sımsıkı satılmakta. Kendisini sömüren bir yönetime kayıtsız şartsız destek vermekte. Hoşça kal devlet, hoşça kal adalet. Millet çok derin bir uykuda. Ufuktaki mutluluğa rüyasında ulaşmaya çalışıyor. Seçim yakın, bakın bu millet bizi gene yanıltmadan kendisine eziyet edecek bir zümreyi hamdolsun nidalarıyla seçecektir. 26 Şubat 24 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |