Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Erkekli köyünün evleri kerpiçten duvarları, tavanları ahşap kereste ile kaplı çatıları ise içinde samanla sertleştirilmiş kilden yapılmıştı. Bu çorak damlar silindirle düzlendiğinde yağmur sularının odalara sızması bir nebze önlenirdi. Ağustos ayında yıkanmış buğdaylar burada kurutulurdu. Kimse çalmasın diye mi yoksa gelenek midir bilinmez ancak, ailelerin buğdaylarıyla yan yana yattığı da olurdu çoğu zaman. Nadir bulunan iki katlı evlerin alt katındaki güneş almayan bir odasında ateşi uzun süre sönmeyen bir ocak bulunurdu. Tezekle yanan bu ocakta siyahlaşmış geniş bir saç ve üstünde bazlama türü ekmek, kete ve cızlama –akıtma, krep- yapılırdı. Pencere önündeki sedir yastıklarının içi saman saplarıyla doldurulmuş sert ve yıpranmıştı. Burada buzdolabı olmadığından, mutlaka kapak kısımları telden bir ahşap dolap bulunurdu. Tuvaletleri ise genelde dışarıda olurdu. Tuvalete girenler, kurbağaların vıraklamaları arasında ihtiyaçlarını giderirlerdi. İki katlı evlerin tuvaletlerinde ise deliklerine yapılan dışkılar birkaç metrelik boşluktan kokusu her tarafa yayılan fosseptik çukura düştüğünde “Floop!!” diye ses çıkartırdı. Köyün ortasını yararak geçen derenin etrafındaki ağaçlar seyrek görünse de çevre yeşildi. Asuman evin en küçük kızıydı. Yüzü ay parçasıydı. Saçları parlak ve kuzguni renkteydi. Burnu küçük, gözleri badem gibi çekik, kaşları ise kavisliydi. Beş yaşını yeni bitirmişti. Hareketli bir çocuktu. Yakında okula gideceği için çok sevinçliydi. Birkaç dönümlük tarlalarında babasıyla annesi çalışırlarken o, iki kız ve iki erkek kardeşleriyle birlikte yatsı ezanına kadar oynarlardı. Zaman zaman da anne ve babasının isteklerini yerine getirirdi. Asuman harmanda en çok öküzlerin çektiği dövenden hoşlanırdı. Altı sivriltilmiş taşlarla döşenmiş dövene ayakta binerken, altın sarısı başakların üstünde tıpkı masallardaki kahramanlar gibi mutluluktan uçtuğunu hayal ederdi. Bu taşlar köylerindeki taşlara hiç benzemiyordu. Nereden geldiğini hep düşünmüştü. Bir gün babasına sorduğunda babası, Şefaatli’de tarım aleti satan bir dükkândan aldığını, oraya da Bursa’nın Harmancık İlçesinin Çakmak köyünden geldiğini söylemişti. Avlu kalabalıktı. Komşu kadınların birçoğu buradaydı. Bir köşede altı harlı yanan ocağın üstündeki büyük ve derin siyah kazanın kulpları parlaktı. Kadınlar, boyalı kazana attıkları iplerin kaynamasını beklerlerken bir taraftan da tarlada çalışan erkeklerine gözleme yapmanın telaşındaydılar. Asuman arkadaşlarıyla birlikte bir köşede oyunlarındaydı. Erkekler onu çelik-çomak oynatmaya zorlasalar da o, bu oyundan hiç hoşlanmazdı. Evcilik, en sevdiği oyundu. Bu oyunda annesinden gördüklerini yapardı. Oyuncak bebeği olan arkadaşları ayaklarını uzatarak üstünde uyutuyorlardı. Asuman imrenip bebeğini almak için hızla evlerine koştu. Odasına girince nefes nefesiydi. Sandalyeye oturup bir süre uyuyan ninesini seyretti. Elden ayaktan düşen ninesi yatağında bir çocuk görünümündeydi. Çevresine sessizce bakınıp oyuncak bebeğini aradı, bulamadı. Eğilip yatağının altına baktı, görünce gülümsedi. Minik ellerini ileriye doğru uzattı, yetişemedi. Yatağın ayaklarından kuvvet alıp ileriye doğru bir asker gibi sürününce, saçı karyolanın yaylarına takıldı. Canı yanmıştı. Ninesi uyanmasın diye acısını dişlerinde sakladı. Bebeğini yavaşça çekip göğsüne sımsıkı yasladı. ‘İpek’ adını verdiği bebeğine baktı, ne kolu ne de bacakları vardı. Üstü de çıplaktı. Gözlerine baktı, acıdı. Üşür diye ninesinin sandalye üstündeki yemenisini alıp sarmaladı. Sarmalamadı, sanki gizlemişti. Göğsüne bastırıp arkadaşlarının yanına gelip oturdu. Ayaklarını onlar gibi uzatıp bebeğini yatırdı. Yemeniyi çıkartıp üstüne örttü. Sürekli salladı. Arkadaşı Hacer bebeğinin sakat ve tombalak halini görünce alaysı güldü. Asuman üzüldü, dudaklarını büktü. Gözyaşlarını yemeninin üstüne bırakıp odasına tekrar koştu. Yatağının altında bebeğinin ayaklarıyla ellerini aradı, bulamadı. Tekrar bebeğinin yanına geldi. Bu kez ayaklarına uzatmadan göğsüne yaslayıp sırtını sıvazladı. Kazan fokurdayarak kaynadıkça kırmızı renkli sular dışarı taşıyordu. Asuman’ın annesi kepçeyle suyu azalttı. Kızlar evcilik oyununu bırakıp kadınların bir ara kazan başındaki uzaklaşmalarını fırsat bilip bebeklerin elbiselerini boyansın diye kazana attılar. Dönüşte kadınlar kaynayan kazana daldırdıkları sopalarla boyamak istedikleri ipleri çıkartırken, sopanın ucuna takılan danaca, aşık, topaç, fırıldak, talaka tekeri, kemik, bebek giysileri ve tahta oyuncakları gördüklerinde şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Çocuklar başlarına gelecekleri bildiklerinden kahkaha atarak oradan usulca uzaklaşıyorlardı. Köyün çevresi buğday tarlalarının başaklarıyla doluydu. Köylülerin odun topladığı meşe koruluğu ise tarlalarının biraz ilerisinde köye yakındı. Oraya gitmek için bir buçuk kilometrelik patika yolu yalnızca at veya eşekle gitmek gerekirdi. Bu koruluğun güney batı ucundaki bozkır alandaki tek kalan alıç ağacının bitişiğinde yatır olarak rivayet edilen ‘Taş Höyük’te köylüler dua ederdi. Asuman’ın annesi de buraya zaman zaman gelir, evlatlarının muradını görebilmek için Allah’ına dualarıyla yalvarırdı. Burada hastalar üç metre derinliğindeki bir kuyuya kalın iplerle sarkıtılır, çıktıklarında ise iyi olacaklarına inanılırdı. Ne ilginç geleneklerdi, bu gelenekler! Böylesi ilginç gelenekler yalnız ülkemize ait değildi. Hindistan’ın Salapur bölgesinde her sene ebeveynler bir araya gelerek bebekleri, yüz elli santimetrelik bir kuleden atarken aşağıda büyük bir örtüyle bekleyen köylüler bebeği yakaladıklarında, bebeğin uzun ve sağlıklı bir ömür süreceğine inanıyordu. Koruya giden bir köylü, meşe ağacını kaçak kesip evine getirdikten sonra sabah ölü bulunduğunda, Erkekli köylüleri koruya gitmekten korkmuşlar ve uzun süre buraya uğramamışlardı. Köylüler, Hıdırellez zamanı birlikte eğlenirlerdi. Nişanlı erkek aileleri, herkese etli bulgur ikram ederlerdi. Kadınların yaptıkları, arabaşı, çalma, mantı, köftür ve kavurmaların lezzetindeki eğlencede, gençler salıncak da kurarlardı. Çocuklar ise çeşitli oyunlarıyla bu ortama neşe katarlardı. Pelit denilen palamut toplanır sonra da soba üstünde közlenip yenirdi. Artanlar ise hayvanlara verilirdi. Asuman, köyün bu gelenekleri arasında ilkokul dördüncü sınıftan ayrılıp on dört yaşına geldiğinde, bir akşamüstü istemeye gelen komşularına kendisine sorulmadan verilişine kahrolmuştu. Ancak geleneklerine göre yapacak bir şeyi yoktu. Köydeki düğünlerinden sonra kendisinden on yaş büyük kocasıyla gerdek gecesinde tanışmıştı. Asuman, bebeğine baktı, üzerinde atacağı bir şey bulamadı. Ninesinin yemenisini atsa annesi kızacaktı. Yapmadı, vaz geçti. Erkekler ise çelik- çomak, patlangaç, hot ve congulus oyunlarının neşesiyle oradan oraya koşuşturuyordu. Anneleri ise onlara yavaş olmaları için “Sizin okulunuz yok mu?” diye uyarsalar da, çocuklar bu uyarılara aldırış etmiyorlardı. Asuman yaşadığı ilk günlerini şöyle anlatıyordu. “İlk günler kocam bana bir çocuğa gösterilen ilgiyle baktı. Geceleri yatağıma girmeden önce elleri ve kolları olmayan bebeğimi alır, ona sımsıkı sarılarak uyurdum. Çoğu geceler kocam, “Artık kocaman kadın oldun, bırak artık o bebeksi oyuncakları... Hem bak karnında şişmeye başladı. Kendi çocuğun olacak, onunla oynarsın.” diye dalgasını geçerdi. Sert görünümlü ve sinirliydi. En küçük bir hatamda bile köpürür, kaynanamın yanında sürekli bağırırdı. Çalışmayı sevmezdi. Kayınpederim “Oğlum artık evlisin. Yakında kendi evine çıkacaksın, artık bir iş bulman lazım.” diye sürekli uyarırdı. Konuşulanlar sanki bir kulağından girip diğer kulağından çıkardı. Hiç bir şeyi umursamazdı. Tek yaptığı, arkadaşlarıyla akşama kadar köyün kahvesinde oyun oynamaktı. Eve gelip yemekten sonra yatağa girince, yularından kopmuş vahşi bir hayvan gibi küçücük bedenimin üzerinde debelenmekti.” Ayhan sinirli olduğu bir gün “Kızım, (sinirli olduğunda kızım, eğer yatakta bir şey istediği zaman karıcığım derdi.) sana söylüyorum, sen laftan anlamaz mısın?” dediğinde Asuman elindeki çalı süpürgeyi bırakıp kocasına, ““Ne oldu ki?” diye yanıt verdi. Kocası, “Bir de karşıma geçmiş cevap veriyor! Daha ne olacak! ‘Ben evdeyken temizlik yapmayacaksın’, diye kaç kere söyledim!” diye azarladı. Asuman sinerek yanıt verdi. “Ama anan ‘Neden temizlik yapmıyorsun?’ diye bana kızıyor.” “Ben evden çıkayım, ne bok yersen ye!” Asuman, köhne masanın kırık dökük sandalyesine oturdu. Başı önünde kocasının çıkmasını bekledi. *** Yıllar Asuman için azar, dayak ve kocasının işsiz güçsüz bir halde beş çocuğunu büyütmesiyle geçti. Altıncı çocuğuna da hamileydi. Çocuklar büyüdükçe Ayhan’ın babası oğlunun artan nüfusu ile baş edemiyor, geniş tarlalarından bir bölümünü satarak evini geçindirmek zorunda kalıyordu. Artık bıçak kemiğe dayandığında oğlunu karşısına aldı. “Oğlum sen ne yapıyorsun? Bak beş çocuk ve biri de yolda. Onlar yemek ister, urba ister, okul ister! Yaşım geldi seksene, artık elim ayağım titrese de hâlâ ölesiye çalışıyorum! Ya sen?” “Baba, iş vardı da ben mi gitmedim? Kaç yere müracaat ettim, iş yok!” “Artık sana bakacak takatim kalmadı evlat, kendine bir yol bul…” “Ama baba...” “Aması maması yok! Artık evi boşalt!” Ayhan kendine ait eşyaları toplayıp yakın köyde oturan ağabeyin evine sığınmaktan başka çare bulamadı. Ağabeyi ve yengesi, ilk günler misafirliğin verdiği ikramla ellerinden geleni yaptılar. Zaman ilerledikçe kavgaları eksik olmadı. Asuman, kendisini oradan oraya savrulan kum tanesi gibi gördü. Tek yapabildiği, çocuklarına bakmak ve onların karınlarını doyurabilmekti. Ayhan babası ölünce tekrar ana evine taşındı. Tarlaları bölüştüreceğiz vaadi ile kardeşlerinden vekâlet alıp parça parça sattı. Kardeşlerine yapacağı ödemeleri erteledi. Arsaları sattığı gün aldığı paralarla şehre gidip birkaç gün pavyonlarda karılarla birlikte eğlendi. Havanın soğuk olduğu bir gün Ayhan çok içmişti. Kör kütük evine geldiğinde eşinin doğumu yakındı. Yatağa soyunup girdi. Karısını bir ineği dürter gibi uyandırdı. Onun da soyunmasını istedi, karısı umarsızdı. Sırtını döndü. “Doktor ilişkiyi yasakladı.” “Domuzun karısı, ne olacak!” Giyinip dışarı çıktığında köpekler havlıyorlardı. Sigarasını derince çekip dumanını gökyüzüne doğru üfledi. Kanı delicesine kaynıyordu. Toprak yolda ayışığının huzmeleri yardımıyla yürüdü. Çevresine bakındı, kimseler yoktu. Annesine sık sık oturmaya gelen komşuları Emine Teyzenin evinin önünde durdu. Etrafı kolaçan etti. Evin yalnızca bir odasının ışığı yanıyordu. Orada sağ eli doğuştan sakat Ayşe’nin yalnız kaldığını biliyordu. ‘Acaba uyuyor mudur?’ diye düşünürken sigarası da bitmişti. Yere atıp üzerini ezdi. Pencereye yaklaştı. Allı güllü perdenin aralığından baktı, Ayşe yatağına uzanmış bacaklarının bir bölümü görünüyordu. Ayhan’ın cinsel dürtüleri harekete geçmişti. Pencereyi hafifçe tıklatınca Ayşe pencerenin önüne geldi. Kafasını uzatıp baktı, Ayhan’ın belli-belirsiz yüzünü görünce önce korktu, sonra onun olduğunu anlayınca sevindi. Yıllardır Ayhan’a âşık olduğunu bakışlarıyla belli ediyordu. Ayşe, “Ne işin var senin gecenin bir yarısı? Bubam duyarsa ikimizi de vallah kıtır kıtır keser!” dedi. Ayhan, “Pencereyi aç içeri gireceğim.” diye diretti. Ayşe, pencereyi açıp kapamasıyla Ayhan içerideydi. Uzunca seviştiler. Sabah olduğunda Asuman, kocasını sırtı dönük gördü. Sessizce kalkıp sofrayı hazırladı. Hep birlikte sofraya oturduklarında, çocuklar çorbalarını höpürdeterek içiyorlardı. Asuman altıncı çocuğunu doğurduğunda Ayşe de hamileydi. Bir akşam kapı hızla çalındı. Kapıyı Asuman açtı. Karşısındaki yaşlı adamın suratı kıpkırmızı ve burnundan soluyordu, “Nerde o tecavüzcü?” “Kimi arıyorsun amca, hangi tecavüzcü?” “Kim olacak, senin kocan!” “Ne yapmış ki?” “Daha ne yapacak!” Ayhan’ın annesi de kapının önündeydi. Yaşlı adam sinirden köpürüyordu. “Esma bacı senin oğlan benim kızı hamile bırakmış! Bu namus temizlenecek! Yoksa ben onu temizleyeceğim! Böyle bilene…” “Dur hele bir soluklan, Allah korusun bir tarafına inme gelir. İçeri geç de sakin sakin halledelim şu konuyu.” “Ne sakini, ne sakini? Nerde o gâvurun dölü? Bi yakalasam, biliyom ben ona yapcamı!” Adam söylenerek ayrıldığında gelinle kaynana birbirlerine bakakaldılar. Ayhan, eve dönünce ortaya konuştu, “Sofra hazır mı? Kurt gibi açım.” “…” Asuman bir köşede sessizce ağlıyordu. Ayhan bir karısına bir de annesinin asık suratına bıktı. “Ne oldu? Bir sorun mu var?” “Hem de büyük sorun var evlat. Komşumuz Hıdır geldi.” “Ne olmuş, yoksa karısı mı ölmüş?” “Yok da...” Anası uzun süre sustu. Ellerini ağzına götürüp gözyaşlarını dökerken bir süre konuşamadı. “Ana hayırdır ne oldu? Çıldırtmayın beni ya!” “Oğlum, Hıdır’ların kızı Ayşe hamileymiş!” “Bana ne hamileyse…” “Ama senden olduğunu söylüyor. Kızı, babasına her şeyi anlatmış.” Ayhan, “Ya...” diyerek kafasını uzunca kaşıdı. Sonra sandalyeye oturup düşündü. Sigarasını yaktı. Dumanını gevşekçe bıraktı. “Evet ana bir hata ettim. Gelinin olacak avrat bir aydır ‘çocuğa bir şey olacak’, diye yanına yaklaştırmadı. O günde çok sarhoştum. Olan oldu işte.” Esma Ana gelinine dönerek konuştu, “Şu kızcağıza acımadın mı? Bak sana gül gibi evlatlar verdi. Heç öyle şeyler yapılır mı?” “Oldu bir hata...” “Şimdi nolcak?” “Merak etme, ben halletcem. “Nasıl?” Ayhan, karısının başı önündeki haline baktı. “Boşanıp Ayşe’yle evlenmek zorundayım. Bunu yapmazsam babası beni vuracağını söyledi. Ölürsem çocuklarım babasız kalmaz mı?” Asuman kafasını hafifçe kaldırıp bir kaç söz mırıldandı. “Ölürüm de kabul etmem…” “Sen yine karım olacaksın, Ayşe’yle birlikte gül gibi geçinip gideriz. Hem çocuklara da yardımcı olur, he?” “Babamlara çocuklarımla birlikte dönerim. Sen de Ayşe’yle birlikte yaşa!” Bu sözlere nevri dönen Ayhan ellerini yumruk yaparak babasının öldüğü odaya geçti. Duvarda asılı pompalı tüfeği alıp karısının karşısına dikildi. Anası aralarına girdi. “Oğlum sakın dellenme, sakın ha!” “Ana ben ölmüşüm artık, ölmüşüm…” Silahın soğuk demiri Asuman’a karşıydı. Kaynanası çocukları alıp dışarı çıktı. Dizlerine vurarak komşularından yardım istedi. Namlunun ucundaki Asuman ezilmişliği ve dayak izleriyle şaşkındı. Ölüme gülümsedi, “Vur! Hadi vur beni! Korkmuyorum senden! Seninle evliyim kuma filan istemiyorum!” Ayhan gözlerini küçülttü. Silahı önce Asuman’ın sağ ayağının eklem yerine sıktı. Sonra sol bacağına. Kemikler paramparçaydı. Acının çığlığı köyü ayağa kaldırmıştı. Ayhan, cinnet geçirircesine “Beni bırakırsan gidip başkasıyla evlenirsin! Seni öldürmeyeceğim, süründüreceğim!” diye bağırıyordu. Karısının bacaklarından fışkıran kana aldırış etmedi. Namlunun ucu bu kez kollarındaydı. Asuman, kollarını sakladı. “Bacaklarımı aldın, kollarımı bana ver. Onlarla çocuklarıma bakacağım!” diye yalvarıyordu. Kocası umursamadı. Kollarının eklem yerlerine tüfeği tekrar ateşlediğinde Asuman kanlardan kaybolmuştu. Kararan gözlerinin önüne kolları ve bacakları olmayan oyuncak bebeği geldi. Oda sessizdi... Komşular odaya doluştu. Bez parçasıyla kollarla bacaklara boğum yapıldı. Asuman önce kasabaya, sonra da Ankara’daki hastaneye acilen götürüldü. Uzun tedavilerin sonunda bacakları kesilmek zorunda kaldı. Artık kuruyan bir ağaçtan farkı yoktu. Kolları da tehlikedeydi. Saçları asker tıraşı, yüzünde nohut büyüklüğündeki teriyle hasta yatağında devletin koruma altına aldığı çocuklarını çok özlemişti. Odasına giren çocuklarını görünce bacaklarıyla kolları yeniden filizlenmişti. Üç yaşındaki en küçük oğlu İsmail, “Ana bacakların nerde?” “Bir şey olmadı, öyle işte… Sen neler yaptın?” diyerek konuyu değiştirip alnında biriken terlerini sildi. Asumanın annesi, “Ben kızımla, torunlarıma bakarım.” Asuman, gazetecilerin uzattığı mikrofona konuştu, “Beni bu duruma düşürene, ‘Kocam bile demiyorum.’ en ağır cezanın verilmesini istiyorum!” Oyuncak bebeği, yatağın altında kolları ve bacakları olmadan çıplak bedeniyle üşüyordu... Ertuğrul ERDOĞAN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ertuğrul ERDOĞAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |