"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Eros Ramazzotti ve günaydın yeni gelen gün. Mevsim eğer kış ise gözkapaklarımın ağır aksak aralanması bile yorgunluk ve tembellik sebebi olabiliyor bana çoğu zaman. Oysa içimde bilinen bir gerçek var ki,uykuyu sevmiyorum dediğim kelimeler,her defasında yüzüme yalancı diye haykırarak sırıtıp dururlar. İkizini kaybeden terliklerimi arıyorum. Genelde çoraplarımı attığım yerde bulabiliyorum. Fakat terliklerimi bulamıyorum. Çalışma masamın dağınıklığına gözucuyla bakıp dışarı çıkıyorum.Hiç yürürken yada koşarken esnediğimi hatırlamam. Hani yeşilçam filmlerinde ve yerli millenyum dizilerinde yataktan kalkılıpta,erkeklerde saçlar başlar jöleli, bayanlarda saçlar röfleli ve makyajlı olarak kollar yukarı kaldırılıp esneme seanslarına tanık olduğumuz gibi.Öylesine bir günün ne çekiciliği olabilir ki, getirisini bilmeden her günkü gibi yaşadıkça.Yada yaşamak gibi bir kavramı anlamaya çalıştıkça. Bu bölümde fazla oyalanmadan hemen üstümü başımı giyiniyorum. Üstümü ve başımı ayrı ayrı giyiniyorum.Tıpkı Tolstoy'un Suç ve Cezasında,hem suçun hemde cezanın aynı kitapta yeraldığı gibi. Hem sonra evimin sessizliğine bayılıyorum. Sanki bana her haliyle hizmet edecekmiş gibi geliyor. Hiç umursamadığım oda kapılarının kollarına birer birer moment uyguluyorum. İşte gün yavaş yavaş uyanıyor bende. Sanırım bu günde anlaşılıyorum.Bu yüzden İvme hesabına girmeyeceğim.En sevdiğim mekana yani mutfağa geçiyorum.Kahvaltıyı pencere kenarında bulutlara takılarak yapmak öyle güzel ki. Biraz ileride sabahın köründe denize taş atan çocukların hareketliliği var. Mutlaka bir tanesi diğerine sataşır. Aralarında önce anlam vermeye çalıştığım bir iteleme yaşanır ve sonrasında seslerini pencere arkasından duyamadığım kovalamacalar başlar. Ben ikinci kez çay doldurmaya başladığım zaman çocuklar artık yoktur. Bunu hergün yaşayamam sanırım. Ama sataşmayla başlayıp kovalamacayla ortadan yok olan çocuklar her yerde vardır.Her sokakta,her caddede,her kentte.Mutlaka vardır.Bense arada geçen zamanı düşünürüm. Bir anda gözüme takılıp bir anda gözümden kayboluşlarını hatırladığım kadarıyla. Hiçbir değişiklik yok hala.Öylesine bir günmüş gibi hareket ediyorum. Farklı bir gün nasıl olur diye geçirmeden,oldukça ağır ve oldukça zamana karşı yalnız. Oysa biliyorum vapuru kaçırmanın verdiği zevk hiçbirşeyde yoktur. Yada yanlış yöne giripte geri dönmek için en az abartısız beş km yolu tekrar baştan almak gibi.Bazen hayatta kaçırdığım ama zevk aldığım zamanlarımda olmuyor değil.İnsan hayatında çoğu zaman anlamasa da,kaçırdığı fırsatların yada tercihlerin arkasında yeni fırsatların kendisini beklediğini görebiliyor.Ama sabırsızlık içimize işlemiş.Herşey hemen olsun.Şimdi olsun.Dün olsun falan filan.Yani bugünden düne kadar düşüyoruz sabırsızlıkta.Dün olmayanın acısıyla ve getirisinde yarına kalanıyla. Hayat ağacının bir başka dalındayım.Yarıçıplağım farkındayım.Ben ayakkabılarımda hiç çekecek kullanmadım. Çünkü çekecek gerektiren ayakkabı almadım. Çekecek gerektiren ayakkabı almayışımda hayatımda benim düşünerek yaptığım birşey olmadı hiç. Çünkü ben düşündükçe karşıma ayağın kabı,ellerimin diveni çıktı sürekli.Terör aksamından kelime kaldım cümle aleme.Ağır yanlarından hükmetmeyi bilmez kırık bir megaloman yada hafif mani depressif çıkıntılara saplandığım olmuştur. Şartların ağırlaştığı nefeslenme ortamlarında bu özellikleri taşımayan hemen hemen yok gibidir aslında. Herkes yangından mal kaçırır gibi saklanır kendi yüzünün arkasına. Ne kadar çok yaşarsan o kadar çok saklanırsın gibi birşey çıkıyor konunun özet gerektirmeyen kapsamında. Geçiyorum. Nihayetinde ayakkabılarımı giydiğim yerdeyim halen. Dışarıya adımlarımı gönül rahatlığı atıyorum artık. Ama gönlümün rahatlığı tamamen duygusal.Oysa evden dışarı çıkmanın bilincinde günün beni bekleyen kaousuna ortak olma çabalarım yatıyor. Nedense bu çabalar hep yatıyor,her allahın günü yatıyor,bir kere olsun ayağa kalktıklarını hiç görmedim. Gözkapakları varmı bu çabaların acaba. Bunuda düşünmedim demedim. Öylece yürüyorum mekanik aletin başına kadar. Gereksinim sancısından. Anahtar deliği buz tutmuş,dahası donmuş. Girmiyor. Zorlasam anahtarı kaydırıp boyayı çizeceğim diye korkuyorum. Şimdi dürüst olmak var bir kez daha. Yine anahtarın deliğine girmediğini, bile bile zorlamak ve gidip bir yerlerden sıcak su bulupta buzu eritmek işi düşünerek yaptığım bir iş değildi. Bazen böyle uç noktalar oluyor insanların zaman adını verdikleri tünel içerisinde. Bazen düşünmediklerimizi,zaten aklıma gelmişti diyerek sallarız nereye denk gelirse, bazende hiç aklımıza gelmeyeni düşünmeden doğru yaparız. Aşk gibi mesela, birine aşık olmak,birini sevmek gibi.Düşünerek aşık olan varsa parmak kaldırsın.Kimsenin kaldırmadığını biliyorum, Bana sorarsanız aşk ansızın gelir,beklenmeden ve sessizce bir denizaltı gibi,yelkeni olmayan bir teknenin direklerine tüneyen kirli beyaz mağduru martılar gibi,rotasını şaşıran bir balığın tayin edemediği yönde ağlara yakalanışı gibi. Düşünebileceğin tarzda beklediğin bir aşk,asla senin yaşamak istediğin bir hayatı yansıtmaz. Ama bunu ben ve bu satırları okuyan sen asla bilemeyeceğiz.Çünkü inadına yaşanan bir aşk,yaşattıkları gibi su götürmez bir saçmalık olacaktır bize. Sonra bir ben ki,bir önceki levelden bir sonrakine geçişte patinaj çekiyorum,oysa hep yaşadığım şey bu. Sabırsızlık. Allahtan öylesine bir günü tüketiyorum ki acelem yok. Vapuru kaçırmak telaşım,son otobüsün gidişi,akşamdan ayırttırdığım gazetemin sabaha beni göremeyişi, market sahibiyle tartışıp güne merhaba demek vs.vs. Vesairenin bile bir anlamı var oysa. Kimse anlamasada,üzerinde durmasada okuyup geçerken yada yazarken,vs tüm anlamlı yanlarıyla üzerine düşeni yapıyor. Oysa ben daha,buz tutan zamanın,içimde tükenen yanlarıyla anahtar deliği sahnesinde ter döküyorum. Kaldırımlarda bekleyen insanlar var. Sadece bir anlık geçiyorum gözleri önünden. Kimine görünüyorum,kimini ben görüyorum.Kar yağmaya başlıyor. Işıkları kendi dışına taşan bir tünele giriyorum. Ortalık orange oluyor. Bu rengi ilk kez tünelde seviyorum. Kenti terkediyorum. Akşama dek bu kentte olmayacağım. Radyoda alışılagelmişin dışında,kulaklarımın pasını silen bir müzik eşliğinde yola senkronize olarak ilerliyorum.Şehrin kurşunlanmış tabelası kardan çok zor okunuyor. Oysa yazılı olan rakamın doğruluğuna inanasım gelmiyor. Bu yüzden mi kurşunlanır şehir çıkışlarındaki tabelalar. Yani yalancı olduklarından dolayımı kurşunu hakederler. Tabelasız ve hoşgeldiniz yazısı olmayan bir kenti güle güle ile geride bırakıyorum.Kar yağışı hızlanıyor,gitgide yükseliyorum ve rengi tarifsiz bir sis içinde kayboluyorum.Frekanstan sapıyorum. Radyoda birbirini boğazlayan iki kişinin çığlıkları sarıyor bulunduğum boyutu. Açık hava sinemasının sis katkılı beyaz perdesinde kahvaltı masasında kovalamaca oynayan çocukları görüyorum. Hoşgeldin diyerek yoldan karşıya geçiyorlar. Senin şehrine geldiğimi farkediyorum.Yol kenarında duruyorum.İnip geriye doğru baktığımda onların asla onlar olmadıklarını anlıyorum. Tenimi ısıran soğuğa karşı gelmem imkansız.Öylesine bir günün,artık anlamlı olacak saatlerine doğru yaklaştığımı hissediyorum.Oysa yataktan kalkmak ne zor gelmişti bir kaç saat öncesine kadar. Şimdi bu heyecanla yat deseler yatılırmı,uyu deseler uyunulurmu. Artık anlam sahibi bir günüm oldu zamanımın kollarında.Yaşamın sınırları içinde,kendimi elde ettiğim bir gün.Doyasıya yaşanacak olan saatlerin, başımda pervane olması gibi birşey sanki.Hiç olmayandan olana doğru,yada başıboş bir ırmağın denize kavuştuğu haritasız bir bölgede,yüreğinin gerçek sahibini bulduğu gerçek bir an gibi.Bir kısmı teoriden,senin gelmeni beklemek kalıyor bana şimdi.Diğer kalanı pratikten,dudaklarının tebessümü,ıslaklığı,sıcaklığı.İnsan bu kadar mı sever,bu kadar mı özler düşünceleriyle bağışıklık kazandıran bir uzaklığı silip atıyoruz gözlerimizden. Sahi sen nasıl kalktın bugün yataktan.Önemsiz bir gün gibimi yada şu ana dek hiçbirşey hissetmiyormuş gibimi.Yoksa sende benim gibimi. Sonrasına geçelim tut ellerimi.Devam.Olanca gürültünün tam kalbinde,bir banktan ufka dalıyoruz.Martılar senin şehrine bırakıyor bizi.Unutan benmiyim yoksa gördüklerim mi unutulmayan bilmiyorum.Bu pastahane halen çalışıyormu,yoksa bu çocuklardan buradada mı var.Bu tramvay halen aynı meydanımı görüyor zamansızca her gün.Bu kitapçılar sürekli birbirinemi bakar.Aynı kitapların,farklı vitrinlerde,aynı hikayeyi anlatması kadar.Meydanın ortasındaki saat,kaç kişiye sattı kendini bir anlık için.Ve büyük otellerin pencereleri neden saate bakarlar bütün gün.Otobüs durakları hiç boşalmazmı kendi kendine.Kendi kendini doldururmu müşteri bekleyen otobüsler.Otuziki diş'e kışın keman çaldırırmı su satan yürekler.Bu acele neden,bu koşuşturma niçin.Bugün öylesine birgün değilmi yoksa sevgilim,yoksa ben yanlış bir gününmü kefiliyim. Öylesine bir gün eminim.Şimdi beni bıraktığın yerdeyim.Geri dönüyorum.Olduğum gibi ve olmadığım kadar kendimi elde ettiğim gündeyim.Birazdan yarın olacak dünden öte.Tut nefesini benimle.Usulca dayan göğsünü göğsüme.Merak etme.Ben sabaha yine seninleyim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Birkan ASKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |