Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Türkiye 31 Temmuz 1959 tarihinde AB'ye üyelik için resmen başvuruda bulundu. O tarihten beri 44 yılı aşkın zaman geçti ve biz üye olacağımız tarihi öğrenmek için önümüzdeki tarihleri bekliyoruz. Bu süreç içerisinde Türkiye neler kazandı ve neler kaybetti? AB üyesi olmak için verdiğimiz tavizleri düşündükçe AB'nin bize pek bir şey kazandırmadığını ve kazandırmayacağını anlamak zor olmuyor. Bu yolda yaptıklarımızı incelerken özellikle son yıllardaki gelişmeler üzerinde durmak istiyoruz. AB'nin Türkiye'den talep ettiklerine baktığımızda üye olmamız için istenilenlerin nedense hep azınlıklara ve özellikle kürtlere ilişkin olduğunu görüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda kabûl edilen "Anadilde eğitim" yasası bunlardan en önemlisi idi. AB muhipleri bu gelişmeleri açıklarken, bir ülkenin içerisindeki farklı bir etnik grubun, "kendi dilinde eğitim hakkı" gibi haklarına sahip olduğunda sınırları içinde yaşadığı devlete daha "bağlı" olacağını anlatmaya çalışmışlardır. Oysa biz pratikte bunun farklı olacağını iddia ediyoruz. Bugün aralarında ufak uzaklıklar bulunan yerleşim birimlerinde yaşayan kürtlerden biri diğerini anlayamıyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde Tunceli'de kürtçe stand-up gösterisi yapmaya çalışan Diyarbakırlı bir kürt, söyledikleri dinleyiciler tarafından anlaşılmayınca gösterisini Türkçe yapmak zorunda kalmıştı. Oysa kürtçe eğitim hayata geçirilip yaygınlaştırıldığında, kürtler tek bir lehçede birleştirilecektir. Başka bazı hakların da verilmesiyle ulaşılmak istenilen gaye tarih boyunca millet olamamış kürtleri bir millet hâline sokmaktır. İdam cezasının kaldırılması, terörle mücadele yasasının değiştirilmesi hep kürtlerin lehine olan değişikliklerdir. Azınlık vakıflarına tanınan haklar da diğer gelişmelerden daha az tehlikeli değildir. AB uğruna yaptıklarımız yalnızca azınlıklara haklar tanımaktan ibaret değil. Millî davamız hâline gelmiş olan Kıbrıs'la ilgili bir politika değişikliğine gitmemizde de sebep yine bu AB üyeliğidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "Türk" değil, "Türkiyeli" başbakanı Recep Tayyip Erdoğan sonunda açıkça; "çözüm olacaksa Kıbrıs'ta toprak verebileceğimizi" söyledi. Kendi evinin bahçesini yan komşusuna satar gibi rahatça belirtilen bu ifade, Türk Devleti'nin nerelerden nerelere geldiğini göstermesi bakımından çok mühimdir. Artık "toprak vermek" gibi konular bile rahatça dile getirilebilmektedir. KKTC'nin bir kısmını Rumlara vermekle İzmir'i Yunanistan'a vermek arasında ne fark vardır? Bu gelişmeleri gördükçe yarınımız konusunda kaygılanıyoruz ve bunda da haklıyız. Şimdi bütün bu yaptıklarımızı ve bunun gibi daha nice olayları gözümüzün önüne getirelim. Bütün bu tavizler ne için? AB için değil mi? Adına Avrupa Birliği denilen o güzelim(!) yeryüzü cennetine(!) girebilmek için değil mi? Unutmayalım ki bu sahte cennetin "hurileri"; PKK'ya verdiği destekle meşhur Almanya, terörist başı kürt Apo'yu saklamak sabıkası bulunan İtalya, tarihî düşmanımız olan Yunanistan ve Ermenilere kucak açan Fransa'dır. Verheugen'in cennetinde daha iyisi de bulunamazdı.. Avrupa Birliği yolunda Türk milletinin aleyhine olan ne kadar karar varsa hepsi alınmıştır. Şimdi AB bunların uygulamaya geçirilmesini istemektedir. Bunun anlamı, imâl edilmiş ve Türk ırkına doğrultulmuş olan silahların ateşlenmesidir. Türk Devleti'ni ve büyük Türk milletini bu yolun sonunda büyük bir felaket beklemektedir. Türk milleti, ya bu silahların ateşlenmesiyle doğacak felaketi göze alacak, yahut durumunu gözden geçirecektir. Önümüzde iki seçenek kalmıştır. Ya bize yönelik tehditleri görerek kendi yolumuzu çizip tarihimizde defalarca yaptığımız gibi bir kez daha kendi medeniyetimizi yaratacağız ya da AB'nin, üyesi değil, kulu olmak için daha defalarca "tarih için tarih" bekleyeceğiz. Yalnız unutulmamalı ki gün geçtikçe ilk seçeneği uygulamak zorlaşıyor. Bu yüzden son kararımızı vermeliyiz. Türklük nerede bulunacak? Verheugen'in sahte yeryüzü cennetinde mi, yoksa Mustafa Kemal Atatürk'le muasır medeniyetler seviyesinin üzerinde mi?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Türk Şad Köktürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |