Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
yıl 2004, aylardan ağustos! ağustosun ikisi...görünüşte güneşli,güzel bir gün!. dünün yorgunluğunu, gecenin uykusuna bırakarak kalktım yatağımdan. saat on suları...ilk işim televizyonun karşısındaki koltuğa yığılırcasına oturmak oldu elimde bir kupa dolusu çayla birlikte...”bu sabah her şey yolunda” diye düşündüm ve keyif aldım yaşamaktan...her sabah ben demlerdim çünkü çayı, birileri gelip içerdi bardak bardak...nasıl keyif almayayım, nasıl sevinmeyeyim, nasıl yaşamaktan mutlu olmayayım ki yani...sanki olağanüstü bir halin kokusunu duyar gibiyim ya, hayırlısı!..hazıra konan mirasyedi gibi hissetsem de kendimi, bu sevincin altından çıkacak şeyi beklemeye başladım... derken... televizyonun aç tuşuna basıp yaslandım arkama. bir elimde çay dolu kupa, diğer elimde kumanda, ZAP lamaya başladım kanalları...kanalın birinde yanık bir türkü söylüyordu, şimdiye kadar hiç görmediğim genç bir kadın. eli yüzü çiçek bahçesine dönmüşçesine boyanmıştı...boyaların sakladığı yüzünde hüznü gördüm gene de! aslında tam bana göreydi ya söylediği türkü, bugün keyfimi bozmak, kedere hüzne dokunmak istemiyordum...”hadi be!..” diyerek atladım diğer kanala... atladığım kanalda yüzleri maskeli üç kişi, ellerindeki silahlarla dikilmişlerdi. önlerinde biri daha vardı; o bir sandalye üzerinde oturuyor, sürekli olarak önüne bakıyordu. daha bir kavradım çay dolu kupamı...silaha karşı kupa! içindeki çayı içmek yerine ekrana fırlatmak geçti içimden...vazgeçtim!..onların tanınmamak için daha iyi bürünmelerine yardım etmek anlamına gelirdi bu çünkü...aksine onları soymak, çırılçıplak olmalarını istiyordum...kupamı sehpaya koyup dikkatle izlemeye karar verdim görüntüyü... izlemez olaydım!!!! görüntü Irak’tandı. maskeli ve silahlı o üç kara adamın önünde oturan genç adam Murat Yüce adındaki bir Türk işçisiydi...karnını doyurabilmek, çoluk çocuğuna bakabilmek için savaşın ortasına kendini atmış, hayatını hiçe sayarak ekmek parası kazanmanın kapısını bu ülkede aralamış biriydi o. onun orada iş bulup çalışıyor olması, ülkemin halinin ne kadar içler acısı olduğunun aynasıydı...bu ayna hiç kırılmamıştı kendimi bildim bileli...gurbetlere giden ama yürekleri sılada kalan, onlarca insanımı düşündüm sonra...dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmışlar, bir damla vatan suyuna, bir çekim havasına muhtaç hale getirilmişlerdi...onlar çakıl taşlarıydı yollara serilen...gözyaşlarıydı!.. otuzlu yaşlarda görünüyordu Murat Yüce!..güneş yanığı yüzünde iki kalkan gibi duruyordu ince bıyıkları...gözlerinin rengini göremedim ama kara olmalıydı...özellikle bakmıyordu belki de karşıya...ağladığını kimseler görsün istemiyordu belki de...belki de öldürüleceğinden habersiz geleceği çiziyordu dizlerinin üstüne!..çocuklarının gözlerine bakıyor onların “BABA!..” diyen sesinde sığınma,korunma,güven isteyen yakarmalarını dinliyordu...daha iki gün önce konuşmuştu çocuklarının hepsiyle...”sizi seviyorum, yakında geleceğim, çok özledim” demişti telefonda...sahiden de özlemişti onları...”çocuk dediğin yıkılmaz bilirdi babayı” diye geçirdi içinden belki de, bilmiyorum...ellerini bir açıp bir yumuyordu...eşinin ellerini mi tutuyordu acaba sımsıcak...ne düşündüğünü, ne hissettiğini söylemek bana düşmezdi ama ben sadece tahmin yürütüyordum...eğer kaldırıp başını bir baksaydı yüzüme; aklından geçenleri okuyabilir, tam olarak size yazabilirdim...lütfen bağışla beni Murat Yüce!...bağışla ki artmasın vebalim, günahım... maskelilerden birisi arapça bir şeyler okumaya başladı sonra...oldum olası sevmemiştim bu dili ve özel listemde olmadığından dolayı hep küçük harfle yazardım baş harfini...gene öyle yazdım: arapça!..insanı karanlığa çeken çağrı gibi gelmişti bana hep bu dil...hiç unutmam on yaşlarındaydım. rahmetli babamın isteği üzerine köyümdeki yaşıtlarımla birlikte kuran öğrenmeye gitmiştim köyün hocasından, cami odasına. sayımızı tam olarak hatırlamıyorum ama yirmi kadar çocuktuk...içi dışında olan yirmi sübyan...daha ilk gündü, vazgeçmiştim!..hocanın bizi durmadan tehdit eden kaba sözleri, elindeki kocaman sopa, akşama kadar oturmaktan uyuşan bacaklarım, sızlayan dizlerim, çocuk yüzlerimizdeki susan gülüşlerin boynu büküklüğü alıkoymuştu beni kuran öğrenmekten...ertesi gün camiye gitmediğimi gören babama ne diyeceğimi düşünmüş, bulmuştum da: HOCA BENİ DÖVDÜ!..yalandı bu aslında!..belki de ilk yalanımdı! döven falan yoktu,işime böyle gelmişti...bu yalanı babamın yuttuğunu söylemek doğru olmazdı. o çok iyi biliyordu ki, küçük kızına söz geçiremeyecekti, bir daha “git” demedi. beş çocuğu içinde en isyankar olanı, en inatçı olanı bendim çünkü. iyi ki öğrenmemişim o dili o zaman. şimdi o maskeli kara adamın neler söylediğini anlayacak, daha çok üzülecektim...Amerika’yı ve ona destek veren diğer ülkeleri kınayan bir yazı olmalıydı okudukları. Irak’ın özgürlüğü için savaş açan vatanseverler olarak düşündüm bir an onları, sevindim!..emperyalizme karşı koyan bu yürekli insanları uzanıp öpmek istedim; çok safmışım!..onların amacı başkaymış meğer; nereden bilirdim ki!.. sandım ki okudukları bildiri bittiğinde, önlerinde oturan kişiye “hadi kalk git!..seninle işimiz bitti!..” diyeceklerdi; yanılmışım!.. yanılmışım, çünkü; bu masum insana da bir bildiri okuttular silahlar altında...bana hep tanıdık gelen, sesim olan bir sesti bu ses! insanımın sesi!..yurdumun neresinden olursa olsun TÜRKÇE konuşan, anlatan, soluyan insanımın sesi!..kulağımla, gözümle, duygularımla, yüreğimle dinledim söylediklerini...tamamen katıldım söylediklerine...yaşamak adına boyun eğen bu insanın son sözünü söylediğinde bile bitmemişti yüreğimde bağışlama duygum...olmadı!..tekbir getirmeye başladılar ardından...anladım ki seçmişlerdi kurbanlarını...anladım ki yoktu kurtuluş ölümden, kandan...bu üç kara celladı, istedim ki o an taş yapsın tanrı...”ne olur yetiş!..” diye bağırdım sonra!..tanrı duymadı çağrımı...”bitti, vur!..” diyen bir sesle beraber vurdular Murat Yüce’yi!..gözlerimi kapadım yere düşüşünü görmemek için...ağlamaya başladım...yüreğimin yarısını kaybettim o günden beri...tanrıya olan sevgimi de kaybettim!..yarım yürekli ve tanrısız kalan bir insan olarak yaşıyorum artık... lanet olsun!...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tayyibe Atay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |