"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Telefonu kapattıktan sonra, bir süre sevdiği kadını düşündü. "Bitti" demişti kadın, biten neydi, neden bitmişti, bilemedi. Kadının yüzünü anımsamaya çalıştı, yüzü yoktu, panikledi... Sevdiği bir kadın vardı, mutlaka vardı, onunla güzel şeyler yaşamış, paylaşmış olmalıydı, düşündü, kimdi bu kadın, ne zaman tanışmışlardı, hiç bir şey anımsayamadı. "Bir kadın olmalı" dedi kendi kendine, vardı, biliyordu, emindi varolduğundan. Tekrar kadını, kadının yüzünü düşündü, hiçbir şey anımsamıyordu. "Saçmalık bu" dedi. Saçmalıktı bu yaşadığı. "Rüyamı görüyorum" diye düşündü, ama telefonla konuşmuştu, "Bitti" demişti bir kadın sesi ve kapatmıştı telefonu. İşte şimdi yatağında oturuyordu. Bir sigara yaksa, kendine gelecek, belki de anımsayacaktı herşeyi. Elleri alışkın, komodinin üzerindeki sigara paketine uzandı, sigarasını, çakmağını aradı, yoktu ikiside. Komodinin üstüne koyardı her gece; yatmadan önce, kitap okurken sigara içerdi. Bu gece de, yatacağı zaman oraya koymuştu kesin. Düşündü, anımsamaya çalıştı, zorladı kendini. Anımsamadı geceyi. Belleğinden silinmişti gece. Kalktı, lambayı yaktı. Odada fazla eşya yoktu, herşey kirli ve tozluydu. Çarşafları dağınık kocaman bir yatak, sağa sola bırakılmış giysiler, yatağın yanında bir komodin, üstünde izmaritleri dolu bir küllük. yanında küçük bir kitaplık, kitaplıkta ve yanındaki sandalyenin üzerinde darmağınık dergiler, kitaplar... Bu oda, bu odayı tanımıyordu, tanıdık değildi hiç bir eşya. Tekrar komodinin üzerine baktı, sigara yoktu. Arandı bir süre, rastgele atılmış giysilerin ceplerine baktı, sigara bulamadı. Hem bu giysiler kimindi? kendi giysileri neredeydi? Üşümeye başladı. Üşüyordu, titrediğini, dişlerinin biribirine çarptığını farketti. "Mevsim yaz olmalı, bu mevsimde üşünmez", diye düşündü. Acaba yazmıydı, anımsamadı. Ağustos olmalı, en fazla Eylülün ilk yarısı... Eylülün ilk yarısı mı, peki yol kenarında, sepetlerindeki kirazı satmaya çalışan kadınlar, onları nerede, ne zaman görmüştü. Geçen yıl mı, ya şimdi hangi yılda, hangi mevsimdeydi? Titremesi arttı, çenesi kilitlenmiş gibiydi. Bedeninin ve ruhunun içi boşaltılmış, buz kalıplarıyla doldurulmuştu sanki. "Yatmalıyım, yatakta ısınırım" diye düşündü, battaniyeye sarındı iyice, ama üşümesi durmuyordu. Keşke içecek birşeyler olsaydı, sıcak bir ıhlamur, ya da çok sert bir içki. Sert bir içki içtiğini düşündü, gırtlağını, midesini yaktı içki. Ağzından, midesinden mavi dumanlar yükselmeye başladı, mavileşti her yer, mavinin bütün tonları... Sonra turuncu bir ışık... dalga dalga gelmeye başladı ışık, ardından yeşil benekler, yeşilin her tonunda kümeler oluştu. Bütün renkler iç içeydi, uçuşuyorlardı. Flu bir renk topu gibi. Giderek açıldı, belirginleşti herşey, tropikal bir ada oluştu. Palmiye ağaçları arasında, bir hamakta yatar gördü kendisini. İçi biraz ısınmıştı, birşeyler anımsıyor olmalıydı. Müzik geliyordu uzaktan, kalktı, sesin geldiği yöne yürüdü. Kocaman bir org gördü ışıktan yapılmış, müzik orgdan çıkıyor ve her nota ayrı bir renk olarak tuşlardan akıp, doğaya karşıyordu. "Bu tanrı olmalı" dedi, org çalan kişi için. Sevimli bir adama benziyordu, üzerinde pelerini vardı, belki de kadındı, dikkat etti yüzü yoktu tanrının. etrafındaki insanlara baktı, onların da yüzleri yoktu ve hiç biri diğerine benzemiyordu. Sonra hamakta yatan kendini düşündü, acaba kendinin yüzü varmıydı. Yüzünü görse belki herşeyi anımsardı. Geriye, hamağın yanına döndü, eğildi yüzüne baktı, yüzü yoktu. Yüzü yoktu, anımsamalıydı yüzünü. "Bir ayna"dedi, "Bir ayna bulup bakmalıyım, banyoda olmalı", diye geçirdi aklından, banyoya koştu, fakat ayna yoktu. Bir yerlerde olmalıydı, bütün odaları dolaştı, yoktu. Düşündü ve farketti, kendisi aynaydı, onlarca, binlerce göz, kendine çevriliydi. Kendine bakan yüzlerin, gözlerin farkındaydı ama onları göremiyordu. Kendini de göremiyordu. Upuzun bir yoldu tek gördüğü. İki yanı çınar ağaçlarıyla kaplı uzun bir yol. Yolu çevreleyen çınar dallarını görebiliyordu. Renk ve ışık yoktu, herşey grinin tonlarındaydı. Yolun dışı yoktu, yapraklar, dallar, sık ve sıralı çınar gövdelerinden başka birşey görünmüyordu. Yolun başlangıcında duruyor, yol ona doğru akıp, içinde kayboluyordu. Dümdüz yol kıvrılmaya, başladı, pulları çınar yapraklarından oluşan kacaman bir yılana dönüştü birden. Şimdi o kocaman yılan akıyordu içine. Çığlık attı, sesi çıkmıyordu, tekrar tekrar bağırmak istedi, sesi çıkmıyordu, sesi yoktu. Korktu. Korktu mu? onu da bilmiyordu, korku yoktu, unutmuştu korkuyu, insani olan her şeyi unutmuştu, duygularının olmadığını farketti. Her şey bir anda yok olmuştu, sevgi, kısakançlık, kaybetme korkusu, yalnızlık, acıları, her şey... Yalnız tanımlayamadığım bir acı vardı içinde, telefondaki kadının "Bitti" demesinden sonra içine, derinlerine dolan acı... Bedeni de kendisinin değildi, elleri, dudakları, gövdesi... Bedeninden ayrılmış bir ruh gibi uzaktan izliyordu herşeyi. Bir mağarada yatıyordu şimdi bedeni; zamanın, sesin, ışığın olmadığı karanlık bir mağarada. Bomboş mağarada bedeninden biraz uzakta duran saydam eli farketti. İkisinden başka varlık yoktu. Dikakt etti elin bir tanımı yoktu. Eldi işte, sıcak ya da soğuk denilemezdi, yumuşak ya da sert. Eldi işte öylesine tanımsız, saydam. Dokundu ele. Avucundaydı saydam el, bir süre tuttu, birbirlerine güç verdiklerini hissettiler, ısındı, terledi elleri. Saydam elin; ruhunun içine, derinlerine uzandığını hissetti. İçindeki boşluğun bir kenarda büzülmüş duran, saçları güneşten bozarmış çocuğa kadar gitti el. Saçlarını okşadı çocuğun, elini tuttu, ayağa kaldırdı. Etrafına bakındı çocuk, baktığı yöndeki boşluklar kayboluyor, kırlar, ağaçlar, çiçeklerle doluyordu. Renkler yeniden oluşmaya başladı, seslerde... Yemyeşil kırlarda koşmaya başladı çocuk, saçları rüzgarda havalanıyor, kahkahalar atıyordu. Yatağına oturmuş kahkahalar atıyordu. Sabahın aydınlığı zorluyordu perdeyi, kumrular konmuştu balkon demirine, çınarın dalları serçe doluydu, sesleri geliyordu. Gözü komodine kaydı, sıgarası, çakmağı yerinde duruyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © emre gümüşdoğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |