Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Salacak?a geldiğimde İstanbul?un vurdumduymaz ve kural tanımaz şoförleriyle aynı caddede bulunmanın, mayın tarlasında ilerlemekten farksız tedirginliğinden biraz olsun kurtulmak için, sol tarafımızdaki o muhteşem İstanbul manzarasına kaçamak bakışlar atmaya başlamıştım. Bu yakadan geçenler bilirler, Üsküdar?a Salacak Burnu?nundan sağa doğru birkaç sert dönemeçten sonra ulaşan yol, size İstanbul manzarasını taksit taksit gösterir. Burnu döndüğünüz her metrede, manzarayı alabildiğince genişletir, sanki İstanbul?un önündeki perdeyi her metrede biraz daha aralarsınız. Önce karşıda silüet halinde görülen Bakırköy Sahilyolu?ndan sağ tarafa doğru, arkasında camileri ve adını aldığı sarayıyla Sarayburnu ve çirkinleşmeye başlayan İstanbul görüntülerinin önünde Karaköy?e kadar uzanan kısım... Birkaç metre sonra (karşıda birkaç yüz metre) Dolmabahçe ve Beşiktaş tarafları... Güneşli bir havada bakıyorsanız ve uygun açıyı yakalamışsanız, karşıdan ince-uzun, kocaman bir aynanın yüzünüze tutulduğunu düşünebilirsiniz, şaşırmayın, Barboros Bulvarı?nın güneşi yansıtan asfaltıdır o... Biraz daha açınca perdeyi, tarihi Ortaköy Camii ve sonradan mecbur bırakıldığı için komşuluk etmek zorunda kaldığı, İstanbul?daki diğer birçok eski dostu gibi saygılı ve uysal yaradılışı nedeniyle giderek daha iyi anlaştığı, belki de beraber çekilmiş onca fotoğraftan sonra artık alıştığı arkadaşı 1. Boğaziçi Köprüsü... Ve ona bütün çekiciliğini veren kıvrımlarıyla, Karadeniz?e kadar kilometrelerce uzandığı halde, uzaktan ilk kez bakan meraklı gözleri bir koy olduğuna kolayca inandırabilecek Boğaziçi... İstanbul?a Anadolu?dan ilk defa gelenler Haydarpaşa?da trenden indiklerinde, manzaraya şöyle bir bakıp, şehrin büyüklüğüne hayran olacaklarına, benim şu anda geçtiğimiz yoldan Üsküdar?a doğru gelseler, yolda, Boğaz?ın girişinin her metrede büyüyen, heybetini artıran bu görüntüsüyle biraz daha şaşırır, sonunda kendilerini yutacağından endişelenip biraz daha korkarlar bu şehirden. İstanbul keşfedilmek ister, hem de her defasında yeniden... Keşfi sevmeyen insanlar sayısız tepelerine, sahille evlenmiş yollarına ve bu ikisini birleştiren zorlu bayırlara hiç çıkmasın. Kilometrelerce uzakları görebileceğiniz bu yerler insanı boğazına kadar İstanbul?a batırır, bir daha da çıkamazsınız. Her defasında ilk defa görüyormuş gibi bakarsınız daha dün geçtiğiniz karşı kıyılara, restorasyondansa yıkıma layık görüleceklerinden korkarak ağaçların arkasına saklanmış eski evlere, içtimaya hazır bahriyeliler gibi sıralanmış yalılara... Birbirine bu kadar yakın iki kıyı bana her coğrafyada daha çekici gelmiştir sonsuz bir denizden. Her bir kıyı karşısındakine sunulmuş bir manzara tablosu gibidir. Ya da bakışan iki sevgili gibi. Komşu kıyıda olup bitenleri izlersiniz merakla, sizin de izlendiğinizi düşünmenin heyecanıyla. Bu karşı kıyılardan birinde serseri mayınları kazasız belasız aşmış olmanın sevinciyle Üsküdar?a göre daha boş caddeleri olan Boğaz kıyısında ilerlerken bir öykü geldi aklıma. M'nin öyküsünü anlatacağım size. M. yüzyıllardır ticaretle uğraşan köklü bir aileden geliyormuş. Ailesi iş gereği hep yabancı ülkelerde bulunmuş, büyük ticaret anlaşmalarına imza atmış, birçok önemli ticari pazarda egemenlik kurmuş. Zamanın en önemli ailelerinden biri, belki de en önemlisi olmuş. M. böyle bir ailenin veliahtı. Aile tam bir imparatorluk, tabii oğullarını da sultanlar gibi yetiştirmişler. Ne de olsa o, sülalesinin yüzyıllardır uğraştığı işlerin başına geçecek, işi daha da genişletecekmiş... Babası bu yüzden ona eğitimi için en sert ama en iyi öğretmenleri tutmuş. Küçük M. 6-7 dil öğrenmiş. Bilime, tarihe, felsefeye, güzel sanatlara ilgi duyarmış. Takma adla şiirler yazmış. Sonra, babasının arzusuyla henüz 12 yaşında işlerin başına geçmiş. Gerçekten de 12 yaşında koca bir imparatorluğun başına geçmiş. Bu durumu fırsat bilen rakip firmalar, babası zamanında yapılmış olan centilmenlik anlaşmasını bozarak piyasada M.'nin işini batırmaya yönelik davranışlarda bulunmuşlar. Bunun üzerine M. kır evine dinlenmeye çekilmiş olan babasına şu mesajı göndermiş: "Eğer patron siz iseniz, gelin ve şirketin başına geçin... Yok eğer patron ben isem, size emrediyorum: Gelin ve şirketin başına geçin." Bunun üzerine baba M. gelmiş ve şirketin başına geçmiş. Centilmenlik anlaşmasını bozan diğer şirketlere hadlerini bildirmiş. Bu sırada oğul M. de babasının yanında parlak işler sergilemiş. Baba M. birkaç yıl sonra ölünce, oğul M. bu sefer, daha da sağlamlaşmış bir imparatorluğun başına, daha da sağlamlaşmış karekteriyle geçmiş. Aile geleneğine uyarak, imparatorluğun başına geçen her patron gibi o da "S" ünvanını almış: Artık adı S. M. olmuş. S, o zamanın genel müdürlerine verilen bir ünvan. Ama daha fazla otorite sahibi yapıyor insanı. Aslında bir çeşit diktatör... Ondan S.M. diye söz etmemin size hırsızlık yapmış, cinayet işlemiş, gazetecilerin baskıda gözlerini bantladıkları insanların adlarını hatırlattığını tahmin ederim... "Gözü dönmüş G.D., karısı K.R. ve üç çocuğunu kasap bıçağıyla doğradı..." "Zavallı Z.V.; T.C., A.V. ve Ü.Z. adlı üç kişi tarafından hunharca tecavüz edildikten sonra öldürüldü..." Bir de tabii bunların en ünlüleri var, ondan tam adıyla söz edilir, Bay Faili Meçhul... Sizi yanıltmasın, bizim S.M. gazetelere geçecek bu türden şeyler yapmamış. Ama patron olur olmaz çocukluğundan beri kafasına koyduğu şeyi yapma hazırlıklarına girişmiş: O güne kadar kimsenin alamadığı dünyaca ünlü İ. ihalesini almak... S.M. önderliğinde geceli gündüzlü bir ekip çalışması yapılmış. Neredeyse bir ordu insan bu iş için hazırlanmış. O güne kadar kullanılan en modern aletler kullanılmış. Şirket stratejik bazı yerlerde modern ve kale gibi sağlam yapılar inşaa ettirmiş. (Anadolu Hisarı?nı görünce geldi aklıma, kale gibi sağlam demek... Karşıda da Rumeli Hisarı gözüküyor.) Evet, sonunda S.M. ihaleyi alabilmiş. Ama sonuç, tam 53 günlük görüşmeler sonunda belli olmuş. Bu süre içerisinde birçok üstün strateji sahnelenmiş. S.M. rakiplerini bile hayran bırakacak akıl almaz planlarını uygulamaya koymuş. Sonunda karşı taraf pes etmiş ve İ. Ihalesi, S.M. ve donanımlı uzmanlar ordusunda kalmış. Böylece hem S.M.?nin şirketi, hem de piyasa tarihinde yeni bir sayfa açılmış, yeni bir çağ başlamış. Bazıları bu günü ekonomik strateji kitaplarının çok öncelerden tahmin ettiğini söyler. Karşı tarafın tüm sağlam sanılan kaleleri fethedildiği için S. M.?ye F. ünvanı verilmiş. Artık adı F. S. M. olmuş. Evet ya F.S.M.... Ölene kadar daha birçok başarıya imzasını attıktan sonra tarihe geçmiş. Hatta ihaleyi aldığı şehirde adına bir köprü bile yapılmış. Daha doğrusu bir köprü yapılmış ve onun adı verilmiş: F. S. M. Köprüsü... Tam bu sırada Köprü de gözükmüştü, artık sahilyolunu bırakmış, "F. S. M. Köprüsü" levhalarını takip ederek, İstanbul'un iki yakasını, Avrupa ile Asya'yı birleştiren 2. Boğaziçi Köprüsü'ne çıkıyordum. Bilirsiniz, biz, büyüklerimizin adlarını bir yerlere vermeye meraklıyızdır. Böylece onlara karşı saygımızı göstermiş oluyoruz. C.R.R., A.K.M. örneğin. Böyle daha Avrupai oluyor değil mi..! Koskoca bir tarihin yazdığı adları bir levhaya doğru dürüst yazamıyoruz. Onları çağımız değerlerinin maskarası yapıyoruz... Bir süre sonra kelimelerle değil onları ifade eden harflerle konuşacağımızı düşünüyorum: "Ben bir şirkette YKB?lik yapıyorum, müzisyen olarak NKOTB?yi ve MFÖ?yü severim, modacılardan DKNY?yi, takımlardan BJK?yi, mağazalardan YKM?yi ve meclislerden ise TBMM?yi çok tutarım..." Manzarayı seyrederek köprünün üzerinde ilerliyordum. Sol tarafımda, yüzyıllar öncesinin teknoloji harikası Rumeli Hisarı, kendinden yüzyıllar sonrasının teknoloji harikası köprünün yanında sanki aşağılık kompleksine kapılmış gibi duruyordu. Surlarındaki topları hâlâ yerlerinde olsaydı, topların menzilleri bu kadar yükseğe ve bu kadar uzağa ulaştırabilseydi güllelerini ve tabii bir de padişah ateş emrini verseydi, yerle bir etmez miydi koca Hisar kendini beğenmiş Köprü?yü... Bu düşünceden kurtarmak için mi sağ tarafıma baktım, yoksa sağ tarafıma baktığım için mi bu düşünceden kurtuldum, bilmiyorum. Köprünün o tarafındaki yaya yolunun üzerinde ortaoyunundan çıkmışçasına giyinmiş birinin korkuluğun üzerin tırmanmaya çalıştığını gördüm. Kısa boyu nedeniyle bunu becermesi zor görünüyordu. Hızlı gittiğim için, önümdeki yola dönüp aynadan baktığımda onu göremedim. Bir hayal olduğunu düşünerek kendimi rahatlattım ilk anda, ama sonradan kafama takılan bir düşünceye de engel olamadım doğrusu: Ya atlamışsa... Zamanının koskoca padişahının yarınki gazetelere manşet olacağını düşünmeden edemedim: Çılgın F.S.M. onu amacından vazgeçirmeye çalışan Ulubatlı Hasan?ın başkanlığındaki yeniçerilerin ikna çabalarına aldırmayarak intihar etti. Atlamadan önceki son sözleri şu oldu: "Adımın bu köprüye verilmesini istemiyorum. Değiştirin bu adı, yoksa atarım kendimi aşağı..." Rumeli Hisarı?nın surlarındaki toplar hâlâ yerlerinde olsaydı, topların menzilleri bu kadar yükseğe ve bu kadar uzağa ulaştırabilseydi güllelerini... Padişah ateş emrini verirdi... F.S.M. Köprüsü?nü geçip ara yollardan Bebek?e indim. Aşiyan?a doğru ilerlediğimde biraz önce geçtiğimiz karşı kıyıda, Küçüksu ve Anadolu Hisarı?nın ortasından gözüken arka tepenin neredeyse üst üste çıkmış inşaatlarla nasıl tümüyle fethedildiğine bir kez daha tanık oldum. Fetihçi bir milletiz ne de olsa... İstanbul keşfedilmek ister, hem de her defasında yeniden. Yapılan inşaatları ve yıkılan değerleriyle yeniden.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kara İzahçı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |