Sorularla dolu bir kitap... hiçbir zaman eksiksiz olamaz. -Robert Hamilton |
|
||||||||||
|
Bu durumda ölmeden yaşamaya çalışarak günleri geçiriyorduk. Bu yüzden bir günlük tatilimiz çok önemli idi. O günü çok iyi değerlendirmek gerekirdi. Bunu bilen yöneticiler tatil günleri için Mekke’den Cidde’ye bize özel “Koster” dediğimiz servis otobüsleri koymuşlardı. Bir gün için öğleden sonra Cidde’ye gidip insan yüzü görürdük. Cidde Arabistan’da ‘gavur Cidde’ olarak anılırdı. Çünkü başka kentlere göre daha rahat bir kentti. Şimdi nasıl bilmiyorum ama orada burada olduğu gibi normal giysili Türkler, Avrupalılar vardı. Tamamen Amerikan zihniyeti ile Türkiye’de olmayan modern bir kent planına göre kurulmuştu. Bu yüzden bazen küçük Amerika yakıştırması da yapılırdı. Kızıldeniz’de çok yukarılara fışkıran bir fıskiyesi vardı. Onu önce uçaktan sonra da yakından gördük. Kente gittiğimiz zaman bizim gezdiğimiz yerler daha çok içe dönük kapalı çarşıları idi. Çarşılar klimalı olduğu için rahat rahat gezerdik. Daha Türkiye’de yokken orada bütün hamburgerciler şubelerini açmışlardı. Hatta 30 küsur dondurma çeşidi yapan dükkanlar bile vardı. Her şey özelleşmişti. Biz Türkler olarak o günlerde bunlara alışık değildik. Bizim süper marketlerimiz daha açılmamıştı. Bir bakarsın bir süper market, yalnız oyuncak satıyor. Bir başkası yalnız mobilya satıyor, iki katlı, kocaman. Bir taraftan memleket hasreti çekerdik. Bunu söylemeden geçemeyeceğim. Mekke-Cidde karayolunda giderken Türkiye’den geldiği belli olan bir otobüs görürsek Kosterdeki bütün kafalar otobüse döner, ve bizi geçip gözden kayboluncaya kadar takip ederdi. O zamana kadar yurt hasretinin nasıl bir şey olduğunu bilmezdim. O zamana kadar yalnız kaset ve CD satan bir süper market görmemiştim. Onu da gördüm. İşte bu beni çok ilgilendiriyordu. Markete sepetle giriliyordu. Domates patlıcan alır gibi sepet dolusu kaset alıyorduk. Ne kadar zenginmişiz yahu o zamanlar... Yalnız bu değildi, bu marketlerde Türkiye’de olmayan birçok müziği ve sanatçıyı bulma olanağına da sahip olmuştuk. Arap bu adamlardan ne anlasın, sansür de olduğu için Tina Turner’ın bacaklarını siyah keçe kalemle boyayıp kasetlerini öyle satıyorlardı. Ama buna da seviniyordum. Çünkü “bu resimdir, günahtır” diyerek hiç de satmayabilirlerdi. (Nitekim Libya’da böyle bir olay yaşamıştım. Orada iken ilk akustik gitarımı aldıktan bir süre sonra satılmamış bütün gitarları elektronik müzik aletlerini bir meydana yığıp yakmışlardı. Kültür devrimi imiş.) Bu marketlerden zaten daha çok yabancılar alışveriş yapıyorlardı. Ben de yabancı oluyordum. Cidde’de o isimli bir şirket çıkardığı için 747 denen bir seri kaset vardı. Arabistana gidenler kesinlikle en az bir 747 almışlardır. İşte bunlar sepetle satılırdı. Yalnız bir de dezavantaj vardı ki haberlerden ve radyodan yeni çıkan albümleri, sanatçıları takip edemiyordum. Yeni öğreneceklerim yalnızca raflarda gördüklerimle sınırlıydı. Böyle avanak avanak gezdiğim günlerden birinde bir kasetin üzerinde bana çok tanıdık gelen iki yüz gördüm. Bunlar ABBA’nın erkek üyeleriydi. ABBA o tarihte dağılmıştı. Nasıl olurdu? Yoksa ben bilmeden yeni bir albüm mü çıkarmışlardı? Kasetin üzerinde yalnızca “CHESS” (satranç) yazıyordu. Hemen bir tane sepetime koydum. O akşam konteynırıma gidene kadar tuvaleti gelmiş biri gibi oldukça sıkıntı çektim. ABBA en sevdiğim topluluklardan biriydi. Dağılmasına çok üzülmüştüm. Zamanında albümlerini toplamaya çalışıyordum.. Şimdi MP3 çıktı mertlik bozuldu. Bir CD içinde ABBA’nın bütün albümlerine sahip oldum. Ama CHESS bir ABBA albümü değildi. Buna karşılık ABBA’nın hemen bütün özelliklerini taşıyordu. Öyle bir ortamda bundan daha iyi bir keyif düşünemezdim. ABBA dağıldıktan sonra erkek üyeler Benny Andersson ve Bjorn Ulvaeus, yanlarına söz yazarı Tim Rice’ı, kız üyelerin yerine Elaine Paige ve Barbara Dickson’ı alarak bu albümü yapmışlar. Kendilerini de geliştirmişler. Birlikte çalıştıkları yeni elemanlar ‘rock opera’nın tanınmış isimleridir. Bu birliktelikten ortaya klasikle rock karışımı kolay unutulmayacak bir albüm çıkmış. CHESS’in de acıklı bir öyküsü var. Daha sonraları üzerinde bazı değişiklikler yapılarak sinemaya uyarlandı. Müzik parçalarının yeni bir versiyonu çıktı. Kendisinden izin alınmadan konu ve sözler değiştirildiği için Tim Rice kızdı, davacı oldu. Filmin Türkiye’de fazla sesi duyulmadı. Ancak dışarıda çok fazla tanındı. Filmde söyleyen Judy Kuhn bence daha güzel sesli biriydi. Onun söylediği ve orijinalinde olmayan ‘Someone else’s Story’ (Başka Birinin Öyküsü) çok güzeldi. Albüm Neşeli Günler’e (The Sound of Music) benzer bir dağ müziği ile başlar. Yer, kuzey İtalya’da Merano kentidir (Alplerin hemen dibinde). Satranç ustalarının işin içine karıştığı bir Amerikan-Rus çekişmesi ve – her zamanki gibi – sevgi olayını anlatır. Oldukça karışık bir konusu var.. Satranç gibi... Bir Rus satranç ustası Merano’daki satranç turnuvası sırasında bir İngiliz kadına aşık olup batıya iltica eder. Karısı diğer tarafta kalır. İngiliz kadın da Amerikalı sevgilisini terk eder. Sonra bu kez Amerika adına karşılaşmalara katılır. Bunlardan biri Bangkok’ta yapılır. Terkedilmiş olan Amerikalı Rus’un eski karısını Bangkok’taki turnuvaya getirir. Halef selef kadınlar birbirleriyle karşılaşırlar. Onu ne kadar sevdiklerini ve bildiklerini düet yaparak anlatırlar:. “Onu çok iyi tanıyorum” (“I know him so well.” Bu müzik parçası oldukça tanındı. Whitney Houston ve annesi dahil birçok sanatçı söyledi). Satranç yalnız bir oyun değil aynı zamanda ülkelerin prestijidir. Sovyet Rusya döneminde cepheyi tamamen değiştirmiş bir kişi olarak ustanın kazanması gerekmektedir. Ruslar da Bangkok’a iltica etmeyeceğinden emin oldukları bir oyuncu getirmişlerdir. Amerikalı eski sevgilisini almak için çok tehlikeli ve incitici planlar kurmaktadır. Terk edilen eş kocasını istemektedir. İngiliz kadın geçmişini ve babasını merak etmektedir. İki sevgili birbirlerini istemektedirler. Rus oyuncu ise yalnız kazanmayı ve ülkesinin prestijini düşünmektedir. Satranç yalnız satranç masasında değil aynı zamanda gerçek hayatta oynanmaktadır. Psikolojik baskılar altında Rus ile eski Rus Usta arasında oyunlar başlar. Oyunların sonunda kimin kazandığı önemli değil. Belki orada birkaç oyun matla sonuçlanacaktır ancak satranç oyunu gibi sevgi oyunu da sınırsız sayıda varyasyonla oynanmaya devam edecektir. Müziğin son cümlesi sanki yaşamın ve sevgi oyununun bir özeti gibidir: “Bizimki gibi öykülerin mutlu sonları varmış gibi davranmaya devam ederiz.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |