Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî |
|
||||||||||
|
Sıcaklığıyla aynı oranda keyifli ve tembel bir Pazar ikindisiydi, genç kız okuma koltuğuna gömülüp kitabını okumaya başladı. Kafası başka yerlerde olduğu için her satırı birkaç kez okumak zorunda kalıyordu. Zaten gözlerini açık tutmakta da zorlanmaktaydı. Nitekim bir süre sonra gözleri kapandıktan sonra tekrar açılamadan derin bir uykuya daldı. Genç kız uykuya ait uzun soluklu nefesler almaya başladığı zaman çalışma odasının diğer köşesinde tuhaf kıpırtılar başladı. Bir kitap devrildi, ardından sessizlik oldu. Kıpırtının sahibi genç kızın uyanmadığına emin olunca cesaretlendi ve odaya hafif ama sürekli bir ses yayıldı. Genç kız aniden –ve belirgin bir zafer duygusuyla- gözlerini açtı. “İşte şimdi yakaladım seni.....”, sözlerini tamamlayamadı. Gözleri faltaşı gibi açılmış, fare, sinek, börtü-böcek benzeri birşey olduğunu düşündüğü davetsiz misafirine bakakalmıştı.... minik bir ejderha!!! Birkaç kez gözlerini kırpıştırdı, evet gözlerinin önünde zarif kanat hareketleriyle havada duran bu küçük yaratık kesinlikle bir ejderha minyatürüydü. Minik ejderha belli ki yakalandığı için çok utanmış, kaçmayı aklına bile getiremeden en az kızınkiler kadar şaşkın bakışlarla bakmaktaydı. İkisi de ne yapacağını bilmez bir şekilde birbirine bakarken – ve kızın içine hafiften bir tedirginlik yayılırken – ejderha hareketlendi, kız irkildi. Ejderha çalışma masasının üzerindeki vazoda duran çiçek buketinden bir taneyi pençeleriyle aldı ve uçarak kızın kucağına bıraktı ve dönerek çalışma masasının sandalyesinin üzerine kondu. Bu arada merakla kızın tepkisini beklemekteydi. Genç kız gülümsedi, kalkıp çiçeği yerine koydu ve kolunu ejderhaya doğru uzattı. Ejderha bu teklife cevap niteliğinde hemen hareketlendi ve kızın koluna kondu. Biraz sonra mutfakta ufak çaplı bir ziyafetin ortasında buldu kendisini. Bir ejderhanın neyle besleneceğinden emin olmayan kız buzdolabında ne var ne yok masanın üzerine çıkarmıştı. Ejderha ise memnun sesler çıkararak herşeyin tadına bakıyordu. Genç kız bu inanılmaz manzarayı keyifle seyrediyordu. Küçük yaratık en sonunda doyduğunda teşekkürlerini bildirir bir edayla kıza baktı. “Umarım yiyecekler hoşuna gitmiştir. Bir ejderha beslemek konusunda oldukça tecrübesiz sayılırım” dedi kız, elbette bir cevap beklemeden. Yaratığın nereden geldiğini, burada ne işi olduğunu –ve elbette ne kadar kalacağını- çok merak ediyordu. Doğrusunu isterseniz Flanemeth’in de şu an için hayatta en çok merak ettiği şey buydu. Öldüğünü zannetmişti, en son hatırladığı içinde hissettiği tuhaf bir koparılma duygusu ve kendine bakan acımasız gözlerdi. Ya büyücünün büyüsünde bir yanlışlık olmuştu, kendisini öldürmeye çalışırken bambaşka bir zamana göndermişti, veya ait olmadığı bir zamana göndermenin öldürmekten daha acımasız olduğunu düşünmüştü. Hem de koskoca heybetli bir ejderhayı miniminnacık bir hale getirerek. Ne utanç ama ! diye hayıflandı Flanemeth. Ne yapıp yapıp kendi zamanına dönmeli ve o haddini bilmez büyücüden intikamını almalıydı. İçinde belli belirsiz bir acı hissetti, onu hala seviyor olamazdı –olmamalıydı-. Daha sonraki günler Flanemeth için oldukça güzel geçti. Yeni insan-dostuyla çok eğleniyordu. Arada bir Flanemeth kızın cebine saklanıyor, beraber dışarıda gezmeye çıkıyorlardı. Dışarısı Flanemeth için çok farklı, ilgi çekici, bir o kadar da korkutucuydu. Kendi dünyasındaki büyücüler, avcılar ve başına ödül koyan krallar yoktu ama bu insanların ellerine düşse onlardan aşağı kalmayacaklarını hissedebiliyordu. İnsan-dostuna rastladığı için çok şanslıydı. Minnettarlığını her fırsatta göstermeye çalışıyordu. Kimi zaman uçuş gösterileriyle onu neşelendiriyor, kimi zaman yeni ufak boyutunun elverdiği oranda eşyalarını taşıyordu; kızı en çok eğlendiren şey ise ufacık ejderhanın bir çakmaktan biraz daha güçlü çıkan alevleriyle ocağı yakmasıydı – ki bu bir zamanların heybetli ejderhasının gücüne gitmiyor değildi -. Bir gün yine Flanemeth kızın cebinde saklanmış, ufak bir delikten dışarıyı seyrederek dolaşırlarken garip bir şey oldu. Simsiyah giysileri içinde uzun boylu, siyah gür saçları beline kadar inen ve garipsenecek kadar güzel bir kadın önlerine çıktı ve sakince kendisini takip etmelerini yoksa ikisini de kurtçuğa çevireceğini söyledi. Flanemeth kadının bir büyücü olduğunu hemen hissetmişti. Arkadaşının ise hızlı kalp atışlarını duyabiliyordu. Belli ki kendisini çok korkutacak bir şey söylemişti. Genç kız çaresiz büyücüyü takip etmeye başladı. Büyü gibi doğaüstü olaylarının inanılmaz ve komik bulunduğu dünyasında bir ejderhaya rastladığından beri herşeyin mümkün olacağına inanıyordu. Ve doğrusu bir kurtçuğa dönüşmek istemiyordu. Flanemeth ise elinden birşey gelmemesinden ötürü çok sinirlenmişti ve arkadaşının başının onun yüzünden derde girmiş olması sinirini iyice arttırıyordu. Bir süre yürüdükten sonra eski bir apartmana ulaştılar. Büyücü kadın onlara bodrum katını işaret etti. Eskiden kazan dairesi olduğu belli olan bir bölüme girdiler. Ortalık büyücü kadının güzelliğine hiç yakışmayacak şekilde pisti. İçerideki kötü koku mide bulandırıyordu ve en kötüsü de etraftaki ölü hayvan leşleri ve hangi yaratığa ait olduğu belli olmayan kemiklerdi. Büyücü kadın kıza bağırdı : “ Çabuk onu dışarı çıkar! “ Genç kız titredi, dostunu bu kadının ellerine bırakmayı hiç istemiyordu – ve kurtçuk olmayı da hala istemiyordu-. Flanemeth ise daha fazla saklanmayı gururuna yediremedi ve kızın eliyle engellemeye çalışmasına rağmen cepten dışarı çıkıp büyücünün karşısına dikildi. “İşte burdasın” diye söylendi büyücü, “yüzyıllar boyu ırkım hayatını seni bulmaya adadı. Kardeşimiz Rhoyanda’nın sana haddini bildirmesinin hemen ardından ölmesi ailemizde büyük üzüntü yarattı. Kendisi çok değerli bir büyücüydü. Ancak senin gibi işe yaramaz bir ejderhanın blanca bunaklarının koruma büyüsü altında olduğunu düşünemedi “ Büyücü konuşmasına devam ederken Flanemeth hayal meyal kendi zamanında yaşarken yaşlı bir ihtiyarı bir yaban domuzu sürüsünden kurtardığını hatırladı. İhtiyar daha sonra kendisine yüce gönüllüğünün karşılığını alacağını ve kendisine yönelik bütün kötü hareketlerin yolunu sapacağını söylemişti. Flanemeth bunu gülümseyerek –ve yaşlı bir ihtiyarın sayıklaması olarak- dinlemişti. Demek o ihtiyar blanca kabilesindendi, ulu ve saygın bir ruhani lidere rastladığını anlamamış olmasına kızdı. Büyücü konuşmaya devam ediyordu : “ Rhoyanda’nın büyüsü geri tepti ve ay doğar doğmaz kendisini taşa çevirdi. Ancak Rhoyanda sizin tahmininizden çok daha iyi bir büyücüdür, bir şekilde seni bu işe yaramaz boyuta çevirmeyi ve bu gereksiz zamana göndermeyi başardı. Bu da benim işimi kolaylaştırdı çünkü Rhoyanda’yı hayata döndürecek tek şey senin kanın minik ejderham benim. Seninle hemen kendi boyutumuza geçip Rhoyanda’yı dirilteceğiz, ve sonra senin işini bitireceğiz “. “ Hayır!!” diye bağırdı Flanemeth’in insan-dostu. “Buna izin vermeyeceğim”. Büyücü “Bana sen mi engel olacaksın yoksa iki ayaklıların yüz karası ?” diye cevap verdi. “Bir insan ve bir ejderha, göz yaşartıcı bir dostluk” diyerek insanın kanını donduran bir kahkaha attı. Eliyle anlamsız bir şekil yapıp, garip bir dilde birşeyler fısıldadı, Flanemeth dehşetle arkadaşının yere düştüğünü gördü. Bir şeyler yapmalıydı ama ne? Aklına blanca’yı kurtardığı gün geldi tekrar. İhtiyar adam ona birşeyler daha söylemişti sanki, ne zaman ihtiyacı olursa bir şey düşünecekti ve..... neydi o, neydi........ Flanemeth gözlerini kapadı, zihni kendisinden koptu, kendi dünyasına, mağarasına ulaştı, oradan son hızla arazide uçmaya başladı, uçtu, uçtu ve kilometrelerce ötedeki dağın eteklerinde bir ağaca vardı. Bu aslında blanca kabilesinin tapınağının gizli kapısından başka bir şey değildi. Flanemeth düşünceleriyle kapıyı zorladı, zorladı ve oradan kopmadan hemen önce kapının aralandığını hissetti. Büyücü düşüncelerini oradan zorla ayırmıştı. Flanemeth’e elini uzattı, bir fare gibi avucunun içine aldı. Flanemeth’in canı yanıyordu, ağzından çıkan alev kırıntıları büyücüyü etkilemiyordu bile. Büyücünün garip dildeki konuşmaları devam ediyordu. İki adım ötede kara bir delik açıldı. Büyücü kadın oraya doğru ilerliyordu ki birden duvara doğru savrulup hızla çarpıp yere düştü. Odaya beyaz bir ışık dolmuştu. Işık yavaş yavaş azaldı ve ihtiyar bir adam odanın ortasında belirdi. Büyücü kadın belirgin bir korkuyla ihtiyara bakıyordu. İhtiyar “ Yeter artık Thoraya, bu sefer haddini fazlasıyla aştın. Yüce kabilemiz tarafından kutsanan bir varlıkla uğraşmanın cezasını ödeyeceksin.” Büyücü kadın sürünerek ihtiyara doğru ilerledi, bir yandan aman dileniyordu, af istiyordu. Tam ihtiyarın ayak ucuna geldiği esnada birden ayağa kalktı ve gözleriyle ona doğru kırmızı bir yıldırım yolladı. İhtiyarın asasıyla yıldırımı karşılayıp büyücü kadına geri göndermesi birkaç saniye sürmüştü. Büyücü kadın kendi büyüsüyle küle dönmüştü. İhtiyar Flanemeth’e baktı ve gülümsedi. “ Uzun zamandır bütün zaman ve boyutlarda seni arıyordum dostum. Thoraya seni benden önce bulduğu için senden özür dilerim. Ama artık herşey yoluna girecek. Seni ait olduğun dünyaya götürmenin zamanı geldi “ dedi ve ardından gülerek “ ve tabi ait olduğun ebata” diye ekledi. Flanemeth kıpırdamadı. “ Dostum burada kalamazsın, geri dönmen gerek “ diye ısrar etti ihtiyar. Sonra Flanemeth’in neden tepki vermediğini anladı. İnsan-dostu hala yerde bilinçsiz olarak yatıyordu. Hemen kızın yanına gitti, asasını doğrulttu, asadan çıkan beyaz ışık kızı sardı. Bir dakika geçmeden kız kendine gelmeye başlamıştı. İhtiyar “Haydi Flanemeth, bütün bu olanlar bu kız için çok fazla. O uyanmadan gitmemiz gerek, uyandığında yatağında olacak ve seni güzel bir düş olarak anımsayacak “. Flanemeth isteksiz bir şekilde hareketlendi. Kıza son bir kez baktı. Onu hiç unutmayacaktı. Kız birden ortadan kayboldu, ihtiyarın onu evine gönderdiğini anladı. Kendisi de ihtiyarın asasına kondu ve bir an sonra tanıdık bir diyarda, görkemli bir ejderha olarak hayatına devam ediyordu. Arada bir insan-dostu aklına geliyor ve hüzünleniyordu. Ama böyle olması gerektiğini de biliyordu. Blanca’larla beraber huzurlu bir hayat yaşadı. İnsan-dostu ise uyandığında tadı damağında kalan bir dondurma yemiş gibi hissediyordu kendisini. Geri kalan hayatında içinde ejderhaların geçtiği kitapları okurken, ya da filmleri seyrederken neden bu kadar mutlu olduğunu hiç anlayamadı. Ve gene anlayamadığı bir nedenden ötürü bu kitaplarda ve filmlerdeki kötü ejderhaları hiç inandırıcı bulmadı.....
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gülfem Elif Hanhan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |