Şimdi keder kaç hece dostum, kaç kere tanıdık? Yüzümüzün bir yanı bir köylü kızı, bir yanı uçurum. Ellerimizin gözlerimize kalbimizin ruhumuza uzak olduğu, kalabalıkların sü-rü sürü çığlık çığlığa tüm bedenimize, düşlerimize yürüdüğü, ince bir sızı gibi her yanımızı kapladığı bir kelebek sessizliği, yitik bir mezarlık, dul bir kadın ikindisi. Ve kapımızdan gelip geçen meçhul ve melül göçebe akşamlar. Kursağımızda bir yoksulun üşüyen elleri, bir gecekondunun buğulu camları, bir ananın bir kağıt parçası gibi buruşturulup atılmış yüreği, bir yetimin ayaza kesmiş umudu… Yüzümüz komşu kızı, köşe başında unutulmuş bakkal, hayalleri buz tutmuş sokak, yanık bir türkü;
“Uy beni beni beni de belalım beni
Çıkayım dağlara da kurt yesin beni”
Biz topraklarından kopmuşlar, göçmen kuşlar, kimsesiz yersiz yurtsuzlar. Gelip geç-se de bütün mevsimler yaşadığımız sadece hazandır. Tüm benliğimize yabancı, hiçbir var-lığa, mekâna ve zamana ilişiksiz ve ilgisiz, bir emanet gibi tedirgin ve iğreti dururuz haya-tın orta yerinde. Kalbimize ihaneti, ruhumuza aldatışı, gözlerimize vefasızlığı yaşatırız, yaşatırız da için için yanarız, ağlarız. Bütün insanların yükü, hayatın kederi gamı, yoksul-ların âhı, çocukların burukluğu omuzlarımızdadır. Ne bu âlemin biçimsiz insanlarıyla halle-şebiliriz ne de bu hayattan bir beklentimiz olur. Derin kederler içinde kendi kendimizi ya-şarız.
“Sizde bulunmaz mı bir kurşun kalem
Yazam arzuhalim yare gönderem”
Hayat anlamsızlaşır çoğu zaman, silinir her şey gözlerimizden, tutunacağımız bütün dallar kırıktır, bir uçurumun kenarında hissederiz ürkek ve acemi bedenimizi. Hiçbir değe-rimiz kalmaz sahipleneceğimiz, sıkı sıkıya bağlanacağımız; ne günaha yaklaşır ayakları-mız ne de sevaba. Yalnızızdır da çoğu zaman, öyle mahzun bitmiş tükenmiş bir haldeyiz-dir ki içimizde fırtınalar kopar, ağaçlar yapraklarını döker, kuşlar, böcekler cümle mahlûk-lar ölür de okunmaz anlaşılmaz halimizden pürmelâlimiz.
Biz göçmen kuşlar yersiz yurtsuzlar, tedirginler…