..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Sanat doðaya eklenmiþ insandýr. -Bacon
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > Yazarlar ve Yapýtlar > Mehmet Sinan Gür




17 Þubat 2008
Kitap - Suyu Arayan Adam - 1  
Þevket Süreyya Aydemir

Mehmet Sinan Gür


Bu yazý 12 sayfadýr.


:DIGC:
Bu kitabý okumaya baþladýðýmda içinde yazarýyla ve Ýttihad ve Terakki’nin baþkaný Enver Paþa’yla ilgili þeyler bulmayý umuyordum. Rus devriminin bilmediðim noktalarýný ve daha birçok bilmediðim þeyi öðreneceðimi ummuyordum. Kitabýn yazarý Þevket Süreyya Aydemir onu iyi tanýmayan çevrelerce kimi zaman Turancý olmakla suçlanmýþ, kimi zaman göklere çýkarýlmýþtý. Ben merak ediyordum. Kitabýn baþtan birkaç sayfasýný okursanýz bu kanýya varabilirsiniz. Ancak kitabýn ortalarýna gelirseniz onun azýlý bir komünist olduðunu düþünürsünüz. Kitabýn sonlarýna doðru bir devlet memuru, Türk inkýlabýnýn bir teorisyeni ve bir dönem Türkiye Cumhuriyeti uygulamalarýna damgasýný vurmuþ bir kiþi olduðunu görürsünüz. Kitabýn sonunda ise iþten el çektirilmiþ, bahçesini ekmekle uðraþan emekli bir memur görürsünüz. Ýmkân olsa da bütün kitabý buraya aktarabilsem. Ama bu mümkün deðil. Ben size ancak bu kitabý okumanýzý teþvik edecek ana baþlýklarý sunabilirim.

Þevket Süreyya 1897 Edirne doðumlu, babasý Balkan göçmeni. Edirne’de diðer Balkan milletleri ile iç içe geçen bir çocukluk döneminden sonra o zamanýn yaygýn çözüm arayýþý olarak birçok Osmanlý subayýnýn olduðu gibi o da Turancýlýða yönelmiþ. Tam öðretmen olacakken 1. Dünya Savaþýnýn çýkmasýyla 20 yaþýnda subay olarak cepheye gitmiþ. Erzincan dolaylarýnda, Munzur Daðýnýn eteklerinde Ruslarla çarpýþýrken Rusya’da devrimin olmasýyla Osmanlý birlikleriyle birlikte önce eski sýnýrlara, sonra da Ermenistan’da Erivan önlerine kadar ilerlemiþ. Fakat Osmanlý devletinin yenilmesiyle ordu geri çaðýrýlmýþ ve daðýlmýþ. Ýstemeyerek Ýstanbul’a dönmüþ. Yarým kalan öðretmenlik eðitimini tamamlamýþ. Anadolu’da kurtuluþ savaþý baþlamýþken yine Turancý ideallerle bir çaðrý üzerine öðretmen olarak Azerbaycan’a gitmiþ. Kýsa bir süre sonra Bolþevikler gelip Azerbaycan’a hakim olmuþlar. Geri dönmek ve kuzeye, Rusya’nýn kalbine gitmek arasýndaki seçeneðini Rusya’nýn kalbine, yani Moskova’ya gitmek þeklinde kullanmýþ. Azerbaycan’da baþlayan düþünce deðiþimi burada bir öðrenci olarak baþtan aþaðý deðiþmiþ. Bir devrimci olarak Odessa limanýndan Fransa’ya görevle gönderilmiþ. Ama o, gemi Ýstanbul’a vardýðýnda kan çektiði için gemiyi terk etmiþ. Ýstanbul’da yine devrimci olarak bir dergi çýkarmýþ. Tutuklanýp 10 yýl hapse mahkum olmuþ. 1.5 yýl sonra Afyonkarahisar’da cezaevinde iken cezasý affedilmiþ. Kýsa bir süre Ýstanbul’a, sonra Ankara’ya, bu kez Kurtuluþ Savaþýnýn kalbine gelmiþ ve burada yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir memuru olarak çalýþmaya baþlamýþ. Yine arkadaþlarýyla bir dergi çýkarmýþ. Ancak bu kez Cumhuriyetin temelini oluþturmak üzere devlete özgü kuramlar üzerine yazmýþ. Kitaplar yazmýþ, bir kýsmý yayýnlanmýþ, baþka devlet görevleri edinmiþ. Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle iþine son verilmiþ, emekliye ayrýlmýþ. 25 Mart 1976’da hayata gözlerini yummuþ.

1959 yýlýnda bitirdiði bu kitap Milli Eðitim Bakanlýðýnýn seçtiði ‘100 Temel Eser’ arasýna girmiþtir.


Çocukluk

Bir adam vardý. Suyu arýyordu. Topraðý üç kulaç, beþ kulaç kazdý. Suyu bulamadý. On kulaç on beþ kulaç kazdý. Gene bulamadý. Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarýna rastladý. Yeise düþtü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti.
Fakat bir ses ona:
“Daha derinlere in, daha derinlere!” dedi.
Daha derinlere indi ve suyu buldu.
Rama Kriþna

Kitap bu sözlerle baþlar. Yazar kendini suyu arayan adamla özdeþleþtirir. Anlatmaya ilk çocukluk anýlarýyla baþlar. Babasý bir paþa konaðýnýn bahçývanýdýr. Balkanlardaki savaþlar, etnik karýþýklýklar, eþkýyalar, çeteciler, komitalar, voyvodalar, Edirne’nin gidiþi sonra tekrar alýnýþý, din baskýsý, yokluklar ve yoksulluklar içinde geçmiþtir çocukluðu. Bir keresinde Hýristiyan mahallesinin çocuklarýyla yapýlan bir savaþ oyunu büyüklerin ve gerçek silahlarýn katýlmasýyla gerçek bir kavgaya dönüþmüþ, bunu gelecekte olacak hesaplaþmalarýn bir provasý olarak görmüþtür yazar. Edirne Balkanlardaki savaþlardan, katliamlardan kaçarak gelen göçmenlerin ilk konakladýðý yerdir. Babasý da 1877 Plevne Savaþýnda Tuna nehri kýyýlarýndan göçüp gelmiþtir. 40 kiþilik göçmen kafilesi Deli Orman bölgesinden kalkýp Edirne’ye gelene kadar yaþlý babaanneden baþka geriye kimse kalmamýþtýr.

Hiç okuma yazmanýn bilinmediði bir zamanda annesi ona öðrettiði için çevrede önemli bir kiþi olur. Çevresindekilere masallar okur, anlatýr. Bu okuma yazmayý bilme özelliði onun gelecek için hayaller kurmasýna neden olur. Artýk amacý büyük bir insan olmaktýr. Bu nedenle mahallesinin diðer çocuklarýndan ayrýlmaya baþlar. (Burada bir parantez açmak istiyorum. Rastlantý olarak bundan bir önce okuduðum kitap Zülfü Livaneli’nin Sevdalým Hayat’ýn dan öðrendiðime göre o da çocukluðunda buna benzer evreler geçirmiþ). Bu farklýlýk yaþadýðý mahallede okula giden tek kiþi olmasýna neden olmuþtur. Kiþiliðinin belirlenmesinde Edirne’nin eski baþkent oluþu ve çok sayýda caminin, özellikle Mimar Sinan’ýn ustalýk eseri olan Selimiye Camisinin bulunuþu etkili olmuþtur.

“Þehrin en hakim tepesinde Selimiye yükselirdi. Edirne’de ovalardan, eteklerden baþlayarak kademe kademe yükselen bir sýra camiler, kubbeler, minareler ortasýnda Selimiye, bir taç gibiydi. Hiçbir taþ eseri dünyada bu kadar güzel, bu kadar tenasüplü olmasa gerektir. Hem de ben sonralarý bunlarýn nicelerini gördüm.
Selimiye azametli olmaktan ziyade güzeldir. Ýnsana ruhani duygulardan ziyade hayranlýk verir. Ruhta da sükun ve teslimiyet uyandýrýr…” (S.29)

Okula baþladýðý sýralarda ayný zamanda bir Mevlevi tekkesinin ayinlerine de katýlmaya baþladý.

Bir Ýmparatorluk Masalý

Edirne, bir zamanlar imparatorluk baþkenti olmakla birlikte bir ordugahtý. Yazarýn aðabeyleri parlak kýlýçlar, üniformalar kuþanýp savaþa gitmiþlerdi. O da aðabeyleri gibi askeri rüþtiye mektebine yazýldý. Zaten çocukluðu savaþ oyunlarýyla geçmiþti. Türk milleti savaþçý bir milletti ve bütün dünyayý ele geçirecekti. En büyük kumandan da padiþahtý. Burada akýl yürütmeler birbirini takip etti. Tek millet vardý o da Türk’tü. Diðer milletlerin hiçbir deðeri yoktu. Onlar yalnýz vergi vermekle mükelleftiler. Ýtiraz ederlerse bu isyan demekti. (Ancak zaman zaman askerler de terhis olmak için subaylarýna isyan ederlerdi.) Ýmparatorluk sýnýrlarý yakýnda eski sýnýrlarýna ulaþacak ve daha ötelere gidecekti.

Bu düþüncelerle büyürken 23 Temmuz 1908’de Meþrutiyet ilan edildi. Meþrutiyetin getirdiði 4 kavram vardý: Hürriyet, Adalet, Müsavat, Uhuvvet.

“Caddelerde gösterilerden,mahallelerde þarkýlardan, silah seslerinden geçilmiyordu. Hapishanelerin kapýlarý ardýna kadar açýlmýþtý. Katiller komitacýlar sokaklara fýrlamýþlardý. Hem de komitacýlar (yani Bulgar, Rum, Sýrp milliyetçileri) kendi kýyafetleriyle, kalpaklarý yana eðerek göðüslerinde gümüþ saat ve kordonlarýný sallayarak dolaþýyorlardý. Herkes tarafýndan da birer kahraman sayýlýyorlardý. Sanki hürriyeti kananlar bu eþkýyaydý.

Artýk bütün Osmanlýlar kardeþ olduk diyorduk…” (S.45)

Peþinden 31 Mart 1909’da ayaklanma ve onun Edirne’den giden ordular tarafýndan bastýrýlmasý (içinde yazarýn iki subaya aðabayi de vardý) Enver Paþanýn ününün ve gücünün artmasýna neden oldu. Geçici kardeþlikler ve ilkeler son buldu. Sonra 6 yýlda peþ peþe olaylar birbirini takip etti. Topraklar kazanýlmak yerine kaybedildi. 1. Balkan savaþýnda Edirne de kaybedildi. Bu durum yazarýn da dediði gibi dünya imparatorluðu hayallerinin sonu oldu.

Turancý düþüncenin geliþmesi

Edirne ile birlikte Balkanlar ve tüm hayaller yýkýlmýþ, yerini bir intikam duygusuna býrakmýþtý. Allah’ý bile mesul tutacak þarkýlar okullarda söyleniyordu.

“… Ona: “Ey Bulgar vahþet ve canavarlýðýnýn en büyük amili!” diyecek kadar kýzgýndý.” (S.55)

Yýkýlan hayalleri canlandýracak baþka bir ümit gerekiyordu. Edirne’nin geri alýnýþý yüreklere su serpti. Fakat artýk kaçýnýlmaz olarak yeni bir anlayýþ doðuyordu. Bu ayný ýrktan oluþan insanlarýn oluþturduðu bir vatanda yaþama özlemiydi (Buradaki 3 sayfa yazý mutlaka okunmasý gereken bir bölüm). Yeni bir birlik oluþmalýydý bu birlik,
1.     Tarih birliði
2.     Irk birliði
3.     Dil birliði
4.     Dilek birliði
temelinde oluþacak bir birlikti. Aslolan milletti.

“Hangi taht ve hangi bayrak altýnda olursa olsun bu vatanýn bir de adý vardý: Turan…” (S.57)
Türk kelimesi artýk Osmanlý zamanýnda kullanýlan kaba ve görgüsüz anlamýndan baþka ve deðerli bir anlam kazanmýþtý. Orta Asya Türkleri de kardeþimiz olmuþtu. Bu kez buralarý kurtarma özlemi kalpleri doldurdu.

Yazar bu sýrada muallim mektebinin törenlerde konuþan hitabeti güçlü tanýnmýþ öðrencilerindendi. Köylerde Turancýlýk üzerine konuþmalar yapardý. Bu duygular ve çalýþmalar içindeyken 1. Dünya Savaþý baþladý. Osmanlý Devleti 2 Kasým 1914’te savaþa girdi. Bir aðabeyini kaybetmiþ olan yazar, ikinci aðabeyinin de Sarýkamýþ harekâtý sýrasýnda þehit düþtüðünü öðrendi. Gönüllü olarak 1915 yýlýnda askere yazýldý. 18 yaþýndaydý.

Anadolu

“Anadolu’yu biz Rumeli çocuklarý, onu görüp tanýyýncaya kadar yalnýz hayalimizde yaþattýk. Ve hayalimizin özlediði gibi. Ama sonra gördük ki, bu hayal ve özlemler gerçek Anadolu arasýnda hiçbir benzerlik yoktur. Bu hayal kýrýklýðý bizim, hayat boyunca yaþadýðýmýz nice hayal kýrýklýklarýnýn en baþ döndürenlerinden biri oldu. Ve sanýyorum ki Anadolu’ya asýl, bütün varlýðýmýzla ilk defa, bu hayal kýrýklýðý içinde baðlandýk.” (S.70)

Ýstanbul, Göztepe-Pendik arasýndaki talimgâhlarda askeri eðitimini Turancý duygular ve marþlarla 6 ayda tamamladý. Haydarpaþa’dan kalkan bir trenle 400 den fazla subay adayý Kafkas, Irak, Filistin, Hicaz cephelerine daðýldý. Tren yolcularýný Ulukýþla’ya kadar getirdi. Buradan sonra demiryolu bitiyordu. Araç da yoktu Erzincan’a kadar olan yaklaþýk 1000 km yolu yürüyerek gittiler. Bu yürüyüþte yazar Anadolu’nun sefaletini yakýndan görmüþ oldu. Cepheye türlü badireler atlattýktan sonra (açlýk, susuzluk, yollarýn Kürtler tarafýndan kesilmesi gibi) 40 günde varabildiler.

Savaþ

Kafkas cephesi denen cephe çekile çekile Erzincan’ýn batýsýna kadar gelmiþti. Güneyde Munzur daðlarý vardý ki burasý Anadolu’nun orta yeridir. Savaþýn baþýnda Enver Paþanýn marifetiyle 90 bin kiþilik ordu Sarýkamýþ’ta düþmaný görmeden yok olmuþtu. Aklýma Ruhi Su’nun okuduðu bir türkü geldi.

Oltu’dan girdik de Sarýkamýþ’a
Akýl almaz orda yatan üleþe
Askeri kýrdýran Enver Paþa
Bir od düþtü
Cümle cihan aðladý

Yazarýn katýldýðý birlikler burada yok olan birliklerin artýðýydý. Adýna kolordu denen birliklerden geriye 100-200 kiþi kalmýþtý. Yazarýn komuta edeceði eski adý 28. Alay, yeni adý 28.Tabur olan birliðin bütün mevcudu 38 erdi. Sayýlarý o kadar azdý ki düþman üstlerine çullandýðý zaman az sayýda olduklarýný belli etmemek için baðýrmama emri almýþlardý. Bu durum yazarýn hayallerini süsleyen çocukluk savaþlarýndan çok farklýydý. Burada savaþ ve Osmanlý askerleri hakkýnda yaptýðý deðerlendirmeler meraklýsý için gerçekten okunmaya deðer. Bir örnek:

Askerlerine soruyor: “Biz hangi milletteniz?” deyince her kafadan bir ses çýktý. “Biz Türk deðil miyiz?” deyince de hemen: “Estaðfurullah!..” diye karþýlýk verdiler.” (S.104)

Dinle ilgili olan bir soru daha var ama onu kitaptan okuyun lütfen. Biraz uzun olduðu için yazamadým.

Savaþ bir zaman sonra þiddetini yitirdi ve 1917 Þubatýnda Rusya’da bir ihtilal çýktýðý ve Rus Çarýnýn tahtýndan indirildiði bildirildi. Savaþ durdu ancak Ruslar hemen çekilmediler. Bir gün yazar bir arkadaþýyla nöbetteyken düþman siperlerinde bir hareket baþladý. Bir tane, iki tane derken bütün siperdekiler ortaya çýkýp silahsýz olarak baðýra çaðýra hatta þarkýlarla onlara doðru yürümeye baþladýlar.

“Halbuki derhal karar vermek lazýmdý. Olan þey ise belliydi. Bu bir emirsiz mütarekeydi. Kendi kendine bir silah terk ediþti. Demek ki artýk beklenen olmuþtu. Düþman ordusu beklenen mütareke bir türlü imzalanmayýp terhis emri gelmeyince, kendi kendine silahýný atmýþ, siperlerden çýkmýþtý.

Bu düþüncelerin de sevkiyle ve gelenlerin daha laðam tarlalarýna varmadan önlerini kesmek için, yerime bir arkadaþýmý býrakarak, ben siperimden fýrladým. Yanýma yalnýz bir çavuþ almýþtým. Sandýklýlý Halil Çavuþ. Bize doðru gelenlerle laðam tarlalarýnýn biraz ilerisinde karþýlaþtýk. En önde sarýþýn, mavi gözlü, kumral sakallý yaþlý bir Rus askeri yürüyordu. Kucaðýnda kocaman bir ekmek somunu taþýmaktaydý. Ýyice yaklaþtýklarý zaman, bu somunun ortasýna bir avuç tuz yerleþtirilmiþ olduðunu gördüm. Yaþlý asker bu somunu, duygulu, gülümser bir ifadeyle bana doðru uzattý. Bu, Balkanlarda bilinen bir Ýslav adeti idi. Sulh ve dostluk demekti.

Uzatýlan ekmekten bir lokma kopardým.ve tuza banarak aðzýma götürdüm. Yanýmdaki çavuþ da benim iþaretim üzerine ayný þeyi yaptý. Bu hareketimizi, gelen askerler bütün daðlarý inleten hurralar, çýðlýklarla karþýladýlar.” (S.113-114)

Rus askerler barýþmak istemiþler. Böylece Çar ordusu ile savaþ bitti. Burada Rus komutanlar yasaklayana kadar, birçok bakýmdan kendisine benzeyen, kendi yaþýnda, öðretmen adayý bir Rus subayla arkadaþlýk kurdu.

Aydemir

Ben yaþantýmýn hiçbir bölümünde Turancý olmadým. Yazar da zaten yaþamýný anlatýrken bunun bir gençlik ateþi olduðunu söylüyor. Ama yazarýn o zamanki heyecanýný anlýyorum. 20 yaþýnda ülkesi için çýkýþ arayan bir delikanlý. Suyu arayan adam. Aydemir savaþ yýllarýnda Ýstanbul’da yayýnlanan bir romanýn adýydý. Yazar Azerbaycan’da adýný sorduklarýnda “Aydemir” der.

“Aydemir bir ülkü ve gönül adamýydý. Gönlü ülküsü kadar engindi… …Müfide Ferit’in yarattýðý bu hayal kahramanýnýn adýný Turan’da, kendime soyadý olarak seçtiðim günün heyecanýný, hâlâ hatýrlarým.” (S.115)

Çar Ordusunun yerini Ermeniler ve Taþnak komitacýlar aldý. Buna karþýlýk Þubat 1917’de ileri harekât baþladý. Önce eski sýnýrlara ulaþýldý. Sonra Ermenistan topraklarýna geçildi, Erivan kenti önüne gelindi. Bu dönemde yazarýn dediðine göre karþýlýklý boðazlaþmalar oldu. Yine de Ermeni vahþeti çok büyüktü.

“… Cinis’te ise bütün köy halkýný ayakta ve köyün aðzýnda bekliyor gördük. Fakat bunlar bir ölü kafilesiydi. Köyden çýkarýlan, köye gireceðimiz yol üstünde süngülenirken birbirine sokulan ve yapýþan kadýn, erkek, çocuk bu insanlar, dayanýlmaz bir soðuk altýnda kaskatý donmuþlar ve öylece kalmýþlardý…

…Erzurum’da kan çýlgýnlýðý son haddini bulmuþtu. Þehrin galiba yarý nüfusu öldürülmüþtü. Yalnýz Gürcü kapýsý istasyonunda üç bin kadar ölü, bir odun veya kereste deposunda olduðu gibi, intizamla, adeta zevkle, dizi dizi, yýðýn yýðýn sýralanmýþ istiflenmiþti. Bunlar Erzurum þehrinin kadýn erkek çocuk Türk halkýndandý. Sýralarýn istiflerin bozulmamasý, yýkýlmamasý için boylarýna, cüsselerine göre dizilen ölü sýralarýnýn aralarýna, yerine göre ayrý ayrý boylarda çocuk, yahut yaþlý ölü vücutlarý sýkýþtýrýlmýþtý. Bütün bunlarý yapanlar, belli ki yaptýklarýndan zevk alýyorlardý…

…Birinci Dünya Harbi içindeki karþýlýklý Türk-Ermeni boðuþmasý ve hesaplaþmasý, öyle sanýyorum ki, insanlýk tarihinin unutulmasý daha iyi olacak bir sayfasýdýr.” (S.121)

Osmanlý ordusu Ermenistan’a girmiþti. Yazar gittiði yerlerde küçük topluluklara Turancý vaýzlar veriyordu. her þeyin iyi gittiðini sandýðý bir anda Enver Paþanýn geri çekilme emri geldi. Tarih Kasým 1918'di. Alýnan yerler ve yerli Türk halký, Ermenilerin insafýna terk edildi. Savaþ bitmiþ ve Osmanlý Devleti yenilmiþti. Turancýlýkla ilgili bütün hayaller böylece suya düþtü. Ancak yazar pes etmeye niyetli deðildi ve buralara tek baþýna bile olsa yeniden gelmeye karar verdi.

Kýzýlelma

Savaþ bitip Ýstanbul’a, oradan Edirne’ye döndükten sonra gizli gizli arkadaþlarýyla ne yapabileceklerini konuþtular. Yazar bu arada yarým kalan öðretmenlik eðitimini tamamladý. Kararýný vermiþti: Yeniden Kafkasya’ya dönecekti. Azerbaycan hükümeti Osmanlý devletinden öðretmen talep etmiþti. Kendi de öðretmen olmuþtu. Bu sýrada Anadolu’da Kurtuluþ Savaþý baþlamýþtý. Ancak kararýný deðiþtirmedi ve düþündüðü gibi yaptý.

Yazar burada bir garipliðe de iþaret ediyor. Yemen, Hicaz, Suriye, Kuzey Afrika vs. gibi yerler Osmanlý devletinin olmakla birlikte oralarda yaþayan insanlarla Müslüman olmak dýþýnda hiçbir baðýmýz yoktu. Ne dil, ne anlayýþ, ne yaþayýþ bakýmýndan hiçbir ortak yanýmýz yoktu. Ancak Kafkaslarda yaþayanlar esas olarak Türk’tü ve Türkçe konuþuyorlardý. Buna karþýlýk onlarla da siyasi bir bað yoktu. Yani kuruluþ baþlangýçtan yanlýþtý. Tarihin akýþý içinde kim nerede güçlüyse oraya hakim olmuþtu. Yazar Anadolu yerine Azerbaycan’a gitmekle bence yanlýþ karar verdi. Bunu þöyle anlayabiliriz. Kurtuluþ savaþýnýn önderleri onun gibi Turan düþüncesine kapýlýp Enver Paþanýn peþinden Kafkaslara gitseydi Kurtuluþ savaþýný kim yapacaktý? Ama onun gibi Turancý düþünceleri olan kiþilerin gitmesi Anadolu ve yeni Türkiye için iyi oldu. O da birazdan göreceðimiz gibi biraz þansýnýn da yardým etmesiyle kendi kendini eðitip Türkiye’ye öyle döndü. Bence bu da çok iyi oldu.

Baku’ye öðretmen olarak ulaþtýktan sonra bir kasabada görev istedi. Adýný sorduklarýnda “Aydemir” dedi. Hitabeti insanlarý duygulandýrýp aðlatacak kadar güçlüydü. Gittiði kasabada herkesle (Sünniler ve Þiiler) iyi iliþkiler kurdu. Neredeyse bütün kasabayý örgütledi.

Azerbaycan bütün bir devlet olmaya çalýþýyordu. Nüfusu o zaman 3 milyondu. Yazar da bunun için çalýþýyordu ancak iþler genel olarak istediði gibi gitmiyordu.

“Yavaþ yavaþ fakat her gün biraz daha iyi anlýyordum ki kafamýzda yýllardan beri yaþattýðýmýz hayal yapýsýnýn gerçekleþebilmesi için birçok unsurlar eksiktir. Büyük Turan, bir illüzyon, bir hayal yapýsý, bir his manzumesi olarak ne kadar güzel, ne kadar çekiciydi. Fakat … Potaya atýlan maddeler birbirini tutmuyordu. Bir arada erimiyorlardý.

Evvela ortada iþlenmiþ bir gaye, yahut ülkünün uzun vadeli bir izahý, bir açýklanýþý yoktu. Ortada ne yazýlý bir eser, ne de yol gösterici, uyarýcý bir önder vardý. Gerçi özellikle Turan konusunu ele alan bir kitap, bir Türk ismi altýnda Ýstanbullu bir Musevi vatandaþýmýz tarafýndan yazýlmýþtý (Kitabýn ismi Turan. Yazan Tekin Alp ya da Levi Kohen). Fakat bu kitabýn soðukkanlýlýkla incelendiði ve suyu sýkýldýðý zaman, içinden bir avuç hayal zorlayýþýyla, bir kucak bilgisizlikten baþka bir þey çýkmýyordu.” (S.152)

Burada bu yönde daha çok bilgi var.

Kýzýlelma, hiçbir yerde olmayan bir ülke, bir belirsizliðin simgesi. Ziya Gökalp’in böyle bir eseri var.

Yazar yavaþ yavaþ farkýna varýyordu ki Orta Asya Türkleri denen milletlerle Osmanlý Türkleri arasýnda bir Ýngiliz’le Fransýz arasýndaki kadar bað vardýr. Üstelik anlayýþ farklýlýðý, cahillik ve yoksulluk düþündüðünden çok daha fazladýr.

Bu þartlar altýnda bir küçük askeri baþarý kazandý. Azerbaycan’ý Karabað’a baðlayan Askeran geçidini tutan Ermenileri topladýðý gönüllülerle yendi. Ancak zaman geçiyor ve þartlar hýzla deðiþiyordu.

Ejderhan Balýkçýsý

“Kaç gündür Derbent’teyim. Derbent, Hazar deniziyle Kafkas daðlarý arasýnda tarihin ve eski dünyanýn kilit noktalarýndan biridir. Çocukluðumda dinlediðim masallarda adýný o kadar çok duyduðum Kafdaðý’nýn kapýsý iþte burasýdýr. Masallara göre Yecüc-Mecücler bu duvarlarýn ardýnda yaþarlar ve açýlsýn diye kapýlarý zorlarlardý.

Bütün çaðlar boyunca kavimler, kuzeyden güneye, güneyden kuzeye hep buradan geçtiler… Ýran, Roma, Bizans, Arap, Selçuk, Osmanlý imparatorluklarýnýn sýnýrlarý burada sona erdi. Bu milletler için bu geçidin ötesi dünyanýn sonu sayýlýrdý. Ýranlýlar buraya taþtan bir Çin seddi çektiler. Araplar bu geçide ‘Bab-ül-ebvab’ yani kapýlarýn kapýsý dediler. Bu kapýlarýn ardýnda yaþayan kavimlere Yecüc-Mecüc adý verildi. Bunlar insan taifesinin dýþýnda sayýldýlar (O zamanlar burada Yueçi Türkleri yaþýyordu. Arap dilinde Yu-e-çi ismi Yecüc-Mecüc þeklinde girdi. Kur’an’da da bu kelime böyle zikredilir.). (S.165)

Sovyet devriminin silahlý güçleri de yani Kýzýlordu 27 Nisan 1920’de bu geçitten geçerek Azerbaycan’a ve güney Kafkasya’ya hakim oldu. Ýlk karþýlaþma doðal olarak pek hoþ olmadý. Tümen Çeka’nýn komiseri olduðunu, devrimden önce Ejderhan denen yerde balýkçýlýk yaptýðýný söyleyen genç bir Bolþevik yazarla ayný evde kalmaya karar verdiðini söyledi. Dediðine göre Çarýn kýzlarýný kurþuna dizmiþler.

Anladýðým kadarýyla yazar zaman zaman Azerbaycan’dan Ermenistan’a gidiyordu. Onlarýn Çar, yani Rus yanlýsý olduðunu söylüyor. Ama yeni durumda ne olacaðýný kimse bilmiyordu. Bulunduklarý yerde de kendisini güvensiz hissediyordu. Kente giriþ çýkýþlar yeni güç tarafýndan kontrol altýna alýnmýþtý. Bir gün Ejderhan Balýkçýsýnýn imzasýný taþýyan ve burjuvaziye savaþ ilan eden bildiri ve afiþler kent sokaklarýnda görüldü. Bu, zenginlerin mallarýný ve deðerli eþyalarýný yeni yöneticilere teslim etmesi anlamýna geliyordu. Bazý kiþiler haklý, haksýz, olmayan, mesnetsiz suçlarla alelacele yargýlanýp idam edildi. Yazar buna “hüküm verildi” diyor.

Yazar yeni yönetimden istemese de ilk toplumsal sýnýflar arasý savaþ bilgilerini almaya baþladý. Bunlarýn kimine hak veriyor kimine vermiyordu. Öðrendiði þeyler üzerine akýl yürütüyordu ve yorumlar yapýp kendine göre sonuçlar çýkarýyordu.

“Bu sözler saçma diyordum, bunlarda her halde bir yanlýþlýk var. Anlatýlmak istenen þey, her halde baþka. Aslolan ne sýnýf ne partidir. Bunlarýn hepsi laf… Aslolan insaniyet! Evet, insaniyet!.. Ýþte þimdi buldum. Evet, þimdi kurulmak istenen þey insaniyettir!...

Bu formülü bulduktan ve kendimce ona inandýktan sonra iþin arkasý kolay geliyordu:

Evet, hakiki ülkü insaniyettir! Bu ülkü daima ihmal edildi. Dökülen kanlar ve sarf edilen emekler hep batýl yollarda boþa gitti. Yaðma çaðlarýndan ve esirlik devirlerinden sonra din kavgalarý eldi. Ortaçaðýn korkunç karanlýðý…

Sonra imparatorluklar… saltanat kavgalarý… taht uðrunda dökülen kanlar. Hatta benim bile ilk inançlarým bir imparatorluk masalýna dayanmýyor muydu?... …Sonra ‘üstün millet’ denilen ‘tarihi vazifesi olan millet’ denilen bir anlamýn davalarýný her þeyin üstünde aldýk. Milletleri kýdemlerine, zaferlerine göre kademe kademe sýraladýk. (Bunlar þimdiki Türki cumhuriyetler. MSG) Dilleri bir, dilekleri bir, tarihleri bir bu üstün milletler imparatorluklarýn yerine saltanatlarýný kuracaklardý… …Onlarýn da kendi saltanatlarýný kurmasý ve:

‘Hilkatle baþlar tarihimiz var
Dünyaya hakim olmak isteriz!..’

demeleri pek âlâ kabildi. Týpký bizim gibi… O zaman ise menfaatlerin birbiriyle çatýþmamasý ve hepsi de dünyaya hakim olmak isteyen imparatorluklar arasýna Allah’ýn eliyle ebedi kale duvarlarý çekilmesi kabil olmayacaðýna göre bunlar arasýnda kanlý hesaplaþmalar, yani þimdiye kadar olan þeyler çýkmamasý elbette kabil deðildi.

Halbuki þimdi? Ýþte artýk insaniyet devri doðuyor!
Tahtlar, taçlar ve bütün zalimler yýkýlacak! Bütün dinler bir ve bütün insanlar beraber olacak. Yeni din, yeni dil…” (S.181)

Yazar daha sonra bu düþüncelerini de öncekiler gibi hayal ve saçma olarak görmüþtü ancak o sýrada yaþadýklarý, öðrendikleri buna inanmasýna neden oluyordu. Dikkatle okunduðunda bu fikrin Sosyalizmle Turancýlýk arasýnda bir fikir olduðu anlaþýlýyor. Yazarýn iyi niyeti, yeni duruma adapte olma çabasý ve gerçekte anti emperyalist karakteri bu durumu doðuruyordu. Bu duygular içinde bocalar, kendine bir yol ararken Baku’de toplanacak ‘Þark Milletleri Kurultayý’na delege olarak seçildi.

Kuzeye (Yani Moskova’ya) Çýkan Yol

“1 Eylül 1920’de baþlayan Kurultay günlerinde Baku, Ortaçað Asya’sýndaki büyük þehirlerden birinin alacalý görünüþünü yaþýyordu. Araplar, Hintliler, Afganlýlar, Moðollar, Özbekler, Kýrgýzlar, Ýran Kürtleri ve daha nice kavimlerden, milletlerden insanlar…

… Her köþede her yerde esir, mazlum milletlerin kurtuluþu ilan olunuyordu… Demek ki þark uykusundan uyanýyordu… Artýk her millet zalimlerini, istilacýlarýný baþýndan atacaktý.

Bu iþ bana o güne kadar dinlediðim þu sýnýflar kavgasý, parti politikasý, proletarya diktatörlüðü gibi þeylerden daha aydýnlýk görünüyordu.

Ýþte þimdi her þey anlaþýldý. Ýþte benim baðlanacaðým dava… diyordum…

Kurultay marþlar, çýðlýklar, kýlýç, hançer þakýrtýlarý arasýnda açýldý.” (S.187)

Zinovyef, Yahudi, Komintern (Dünya Ýhtilal Örgütü) Baþkaný. Radek, Yahudi yazar. Belakun, Macar Yahudisi kýsa süreliðine Macaristan’a diktatör oldu. Pavloviç Yahudi asýllý Rus bilim adamý, dil bilimcisi. Ayrýca Türkistanlý Feyzullah Hoca, Ýkramof, Dr Neriman Nerimanof bu kurultayda görev alan devrimin önde gelen isimleriydi. Dr Neriman Kremlin’de öldü. Geri kalan hepsi 1938 temizliðinde (yazar öyle söylüyor) Stalin tarafýndan kurþuna dizildi.

Kurultayda kapitalistler ve þovenist Rus baskýsý lanetlendi. “Alman istilacýlarýn emri altýnda çalýþan hayalperest Turancýlar” da unutulmadý. Konuþmacý Pavloviç’e göre Turancýlýk fikri bir emperyalizmdi, Alman Genelkurmayý destekliyordu ve eski Rus þovenizminden farký yoktu.

Burada yazar yine çok önemli konulara deðiniyor. Hepsini aktarmak olanaksýz. Ancak þu kadarýný söyleyebilirim. Rus devrimi çok sesliliði, bütün etnik gruplarýn kendilerini özgürce ifade etmesini bunun üzerine enternasyonal kültürün kol kanat germesini savunuyordu. Günümüzde ayný þeyi þimdi ABD savunuyor, ama iþine geldiði yerde. Örneðin özgürleþtirmek amacý ile Irak’a girip Saddam’ý yerinden indiriyor ancak aslýnda amaç farklý. Þunu da unutmamak gerekir ki o zamanlar Hindistan, Çin’in büyük bir bölümü ve Nepal gibi bazý Asya ülkeleri Ýngiltere’nin iþgali altýndaydý ve sömürgesiydi. Birçok ülke de Çarlýk Rusya’sýnýn iþgali altýndaydý. Sonra ne oldu, o baþka konu ama o sýrada durum buydu.

Kurultaya Enver Paþa da katýldý. O zamanlar Enver Paþanýn Asya ülkeleri arasýnda büyük itibarý ve saygýsý vardý. “Müslüman þarkta bir masal, bir efsane halindeydi” diyor yazar. Ancak bu kurultayda Enver Paþa'nýn týlsýmý bozuldu. Birden delegelerin –sanýrým yazarýn da- gözünde sýradan bir insan oldu. Yazar ve Enver Paþa dýþýnda Türkiye’den biri Ýstanbul’dan komünist, diðeri Ankara’dan iki grup daha katýlmýþtý. Ýstanbul’dan katýlanlar Enver Paþanýn tutuklanmasýný talep ettiler. Bu olmadý ama böylece sihir iyice bozuldu.

“Enver Paþanýn ve arkadaþlarýnýn arkalarýnda býraktýklarý bu on yýllýk kanlý izin üzerinde üç milyon (3.000.000) insanýn kaný, yahut cesedi yatýyordu.

Nihayet bir gün düþman Çanakkale istikametinden görünüp de onlar bir yabancý denizaltýnýn teknesinde Karadeniz istikametine yurdu terk ederlerken arkada býraktýklarýna fýsýldadýklarý son sözleri ne bir piþmanlýk, ne bir vasiyet, ne de bir hayýflanmaydý. Bu sözler basit, derbeder birtakým komitacýlýk direktiflerinden ibaretti. Sanki hiçbir þey olmamýþtý. Ve sanki bu olan iþlerde onlarýn hiçbir müdahalesi ve sorumluluk paylarý yoktu…” (S.193)

Enver Paþanýn askeri hatalarýnýn en büyüðü 90000 kiþinin kaybedildiði Sarýkamýþ Harekatýdýr. Ama bu kadar da deðildir. Ýkinci olarak 25000 kiþinin Sina çölünde kaybolduðu Kanal harekatý vardýr. Hiçbir hesaba kitaba dayanmayan tümüyle maceracý o nedenle sonu hüsranla biten eylemler. Kurultay’dan sonra da ayný kafayla devam etti. Moskova’dan Türkistan’a geçti. Orada halka dayanmayan bir mukavemet cephesi kurmaya çalýþtý. 4.Aðustos.1922’de vurularak bu dünyayý terk etti. Yazar þehit düþtü diyor. Ama acaba þehit mi düþmüþtür?

Kurultaydan 10 gün sonra yine Baku’de Türkiye Komünist Partisinin ilk kongresi oldu. Ýçinde Almanya’dan ve Ýstanbul’dan gelen Türk aydýnlarý, savaþta esir düþüp oralarda dolaþan askerler Ýmamlar, padiþah yanlýlarý vardý. Birbirinden farklý dilekleri vardý. Daha sonralarý bu toplantýnýn Mustafa Suphi baþkanlýðýndaki önderleri Anadolu’dan Rusya’ya giderken Karadeniz’de öldüler.

Anlaþýlan yazar ne Enver Paþa'nýn ne de bu grubun peþinden gitmiþti. Bu sýrada Rusya’da Beyaz ordu ile yapýlan mücadele sona erdi. Türkiye ile sýnýr yeniden çizildi. Anadolu’da ise mücadele bütün hýzýyla sürüyordu. Türkiye’ye tek yardým Sovyet Rusya’dan gelecekti. Kurtuluþ savaþý sýrasýnda Sovyet Rusya’nýn çok büyük yardýmlarý olmuþtur. Öyle ki bazý eski resimlerde Anadolu’da Sovyet danýþmanlar görülmektedir. Bu durum daha sonraki politikalar, ABD ile yakýnlaþma ve Stalin’in yanlýþ hareketleri nedeniyle göz ardý edilmiþ ve söz edilmez olmuþtur.

Yazar Nuha’da öðretmenliðine þartlar deðiþmiþ olsa da bir süre daha devam etti. Bir ara tutuklanacaðýný öðrendi ama böyle bir olay olmadý. Geçen bir yýllýk süre içinde sosyalizm Azerbaycan’a iyice yerleþti. Rejim deðiþikliðinin yýldönümünde yine delege olarak Baku’ye gitti. Bu dönem yöneticilerinden Bünyanzade, Karayef ve yardýmcýsý yine 1938 yýlýnda Stalin tarafýndan kurþuna dizildiler. Aydýnlarý öldürerek tasfiye eden Bagirof öldürüldü. Musabekof öldürüldü. Orjanikizade öldürüldü.

Olaylarý deðerlendirmeye sonuçlar çýkarmaya çalýþýyordu. Ancak aldýðý eðitimin ve bilgisinin bunun için yetersiz kaldýðýný o yüzden doðru deðerlendirmeler yapamadýðýný düþünmeye baþladý. Azerbaycan dönüþü bilgisini arttýrmaya ve Anadolu’ya dönmek yerine kuzeye gitmeye karar verdi.

Ýhtilalci

Bir süre amaçsýz saðda solda dolaþtý. Batum’da evlendi. Abid Alim isimli bir Tatar’la tanýþtý (ölümü 1938). Bununla yaptýðý konuþmalar düþüncelerinin biraz daha deðiþmesine neden oldu. Abid Alim onu þöyle eleþtiriyordu:

“Arkadaþ! Dedi, sen, bu inkýlap içinde somnambul (uyurgezer) gibi yaþýyorsun. Evet, uykuda gezen bir adam gibisin. Yalnýz kafandaki rüyalarý görüyorsun. Halbuki bizim iþlerimiz sokaðýn mahsulüdür. Sokakta cereyan eden kanlý, çamurlu, pis bir kavgadýr.

Ama sen anladýðýma göre, bir köylü aslýndan olmakla beraber, kendi kökünle de alakan kesilmiþtir. Ve sizde her aydýnýn gittiði yolu tuttuðun için, aradýðýn þey ne insaniyet, ne inkýlaptýr. Sadece cemiyete yukarýdan bakan bir iktidar postudur….” (S.217)

Eleþtiri bu kadar deðil tabi. Gerisini de okumalýsýnýz.

Ayný yerde Komünist partisine üye oldu. Ondan sonra hitabet yeteneðini parti için kullanmaya baþladý.

Rus Ovasý ve Rus Mistiði

Burada bir saplama yapmak istiyorum. Daha önce deðindiðim gibi Zülfü Livaneli ile yazarýn yaþantýsý arasýnda benzerlikler var. Günümüzden yaklaþýk 25 yýl önce Zülfü Livaneli de Moskova’da bulunmuþ. Sanatçý arkadaþlarý ile önemli denebilecek þeyler yapmýþ, Gorbaçov’la konuþmuþ, Glasnost denen deðiþimi yaþamýþ, bir anlamda fitilini ateþleyen grup içinde bulunmuþ. Ben de 2007 yýlýnýn Mayýs-Kasým aylarý arasýndaki süreyi Moskova’da geçirdim. Bu iki yazarýn söylediði yerleri az çok biliyorum. Tver caddesinde bir kitapçýdan Isaac Asimov’un öykülerini, baþka bir kitapçýdan “Durgun Akardý Don” adlý kitabý aldým. Kýzýl Meydanda resim çekildim. Filmler çektim. Metrosunda, yollarda çok dolaþtým. Kentin içlerine kadar sokulmuþ kayýn ormanlarýný gördüm. Ben de daha çok sokaklarda þarký söyleyen, bir anlamda özgürlüðün tadýný çýkaran depolitize olmuþ Moskovalýlarý tanýdým. Onlara baktýðým zaman içimden ne acýlar çekmiþler diyordum. Gerçi biz de çok sýkýntýlar çektik ama hiç olmazsa 85 yýldýr mutluyuz. Onlar daha yeni rahata kavuþtular. Þevket Süreyya Aydemir’in anlattýklarýnda bana ilginç gelen þeylerden biri benim görüp aklýmdan “85-90 yýl önceki olaylar” diye geçirdiðim þeyleri onun birebir yaþamýþ olmasý. Buralarý bir müze yada Efes kalýntýlarýný gezermiþ gibi gezdim. Moskova, Ýstanbul ve Roma’dan sonra bulunduðum üçüncü büyük antik kent idi.

Yazar 1922 yaz sonlarýnda Batum’dan Moskova’ya gitti. Yolda þair Nazým Hikmet ve arkadaþý Vâ-Nû (Vâlâ Nurettin’in kýsaltýlmýþý) ile tanýþtý. Yollarda açlýðý ve sefaleti gördüler.

“Sokaklarda açlýktan ölenler, daha Tiflis caddelerinde görülmeye baþladý. Hazar ve Kuzey Kafkasya geçilip Rostof’a vardýktan sonraki topraklarda ise insanlar birbirlerini yiyerek yýðýnla ölüyorlardý… Volga gibi Don kýyýlarý da açlýktan yanýyordu. Yollar, istasyonlar, þehirler her þeyini býrakýp ölüme koþan birer iskelet yýðýný halinde ölüme doðru çýlgýnca koþan yüz binlerce insanla týklým týklým dolmuþtu.” (S.225)

“Hakiki Rusya asýl Rus ovalarýnda baþlar. Rus ovasýnýn ruhta uyandýrdýðý ilk etki, bir geniþlik duygusudur. Öyle bir geniþlik ki, bir ormanýn küçük bir boþluðunda kaybolup da birkaç yüz metre, birkaç bin metre ilerinizdeki aðaçlýklarýn bir adým ötesini görmeseniz bile, kendinizi gene de içinde milyonlar ve milyonlarca insan kaynaþan uçsuz bucaksýz bir enginliðin ortasýnda hissedersiniz.” (S.227)

Dediðine göre Rusya’da ekstermler, yani aþrý uçlar bir aradadýr. Buralarda ortada, ýlýmlý ve normal olunmaz. Ya uysalca boyun eðersiniz, ya da vahþice isyan edersiniz. Buralarda samojigatelstva, yani kendini ateþe atma geleneði vardýr. Bu gelenek her iki tarafta da deðiþik biçimlerde görülmüþtür. Bir bölümü dinlerine çok baðlýdýr, bir bölümü dinsizdir. Ama anlaþmazlýklar bazen çok küçük farklýlýklardan çýkar. Yok haç çýkarýrken parmaðýný iki tane yaptýn, üç tane yapmadýn, haydi daraðacýna. Bize biraz benzemiyor mu dersiniz?

Moskova’ya yazýn vardýlar. Bir okula yazýlmýþtý. Okul açýlana kadar Rusça’sýný geliþtirdi. Kaldýðý karargâh-otelde devrimin önde gelen kiþilerini tanýmak fýrsatýný buldu.

Ormandaki Ateþ

“Biz mi ormana yöneliyorduk, orman mý bizi çekiyordu? Bilmiyorum… ama þunu biliyorum ki, geceleri ormanlarýn þurasýnda burasýnda yaktýðýmýz ateþin etrafýnda halkalanan biz, yani bu üç kendini arayan insan, o gecelerin bir taraftan ruhu saran mistiðine, diðer taraftan fikri yoðuran tartýþmalarýna çok þeyler borçluyuz.” (S.233)

Eðitim için Moskova’da Udelnaya kampýna gitti. Burasý orman kenarýnda bir kamptý. Büyük bir ateþin çevresinde toplanmýþ 100 kadar gençle dünya siyasetini, emperyalistlere karþý verilen mücadeleyi tartýþmaya baþladýlar. Tartýþmalar bittikten sonra melankolik Kazak, Volga, Tatar havalarý ortalýðý kapladý. Bu sýrada ülkede milyonlarca insan açlýk çekiyor, ölüyordu. Petrol yoktu.

Dersler botanikle baþladý. Ancak öðretmen dersi sýnýf kavgasý teorisini anlatýr gibi anlattý. Yazarý asýl çarpan þey ormanlarýn yeþilliði ve geniþliðiydi. Orta Anadolu’nun aðaçsýz bozkýrlarý ile buranýn yeþil örtüsünü karþýlaþtýrdý. Türklerin ormaný sevmediðini düþündü. Bunu Türklerin hayvan sürüleriyle yaylalarda yaþamasýna baðladý. Türkler nasýl ormandan anlamazsa Ruslarýn da bozkýrdan, yaylalardan anlamadýðýný böyle bir kültürleri olmadýðýný düþündü. Nazým Hikmet ve Vâ-Nû ile ormanda yeni yerler keþfetmekten hoþlanýyorlardý. Bazen gecelerini ormanda geçiriyorlardý. Böyle gecelerde siyasi konularý tartýþýrlardý. Bu tartýþmalarýn en kavgacý olaný Nazým Hikmet’ti. (Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nazým Geçti, Remzi Kitabevi)

Yazdýklarýndan Nazým Hikmet’le yazarýn çok iyi anlaþamadýklarýný anlýyoruz. Ancak yine de yazar bu arkadaþý için kötü þeyler söylemedi. Bir þiirini de kitabýna aldý:

Sen benim
Esaretim ve hürriyetimsin
Çýplak bir yaz güneþi altýnda yanan etimsin
Sen memleketimsin

Elâ gözlerinde yeþil hâreler
Büyük maðrur ve muzaffer
Ulaþýldýkça ulaþýlmaz olan
Hasretimsin

“Bir gün bir ziyaretimde, bu mýsralarýný onun mezarý baþýnda ve ona mezar taþý olan büyük bir siyah mermer üzerine oyulmuþ hareketli siluetine karþý okurken, istedim ki ruhu beni duysun.

Çünkü ben onun, bu vasiyetinde dile gelen hasretini anlýyor ve ona hak veriyorum… Evet hem büyük bir þairdi, hem büyük insan… Ve bu büyük insana yakýþtýrýlmak istenen suçlar, iftiralar ise ne kadar küçük hýrslardýr…” (S.242)

Kitabýn yarýsýna geldik. Bunu bu þekilde izedebiyata göndereceðim. Ýkinci yarýsýný yazar mýyým yazmaz mýyým bilmiyorum.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn Ýnceleme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Gizemli Mýsýr - Tek Tanrýlý Firavun Akhenaton
Müzik - Eþkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz
Yeni Bir Vatandaþ Tanýmý 2
Ýnsan Neden Sanat Yapar?
Kitap - Martý Jonathan Livingston
Neanderthal Ýnsaný
Google Earth - Moskova'da Bir Araþtýrma Öyküsü
Antakya’da Bir Çiftlik ve Ýzlenimler
Orhan Gencebay Trt1'de
Milliyetçilik Üzerine

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nazým Hikmet'ten Çanakkale Þiiri [Þiir]
Ateþ ve Ölüm (Bütün Þiirler 16. 07. 2009) [Þiir]
Seni Seviyorum Bunalýmý [Þiir]
Ýncir Aðacý [Þiir]
Bir Dosta E - Mektup [Þiir]
10 Aðustos 1915 Anafarta Ovasý [Þiir]
Sevgisizlik [Þiir]
Mor Çiçekler [Þiir]
Eskiden [Þiir]
Bir Ruh Çaðýrma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayý seviyorum. Bir tümce, bir satýr, bir sözcük yazýp altýna tarihi atýnca onu zaman içine hapsetmiþ gibi oluyorum. Ya da akýp giden zamaný durdurmuþ gibi. . . Bir fotoðraf, dondurulmuþ bir film karesi gibi. Her okuduðunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman ayný tadý veriyorlar. Siz de yazýn, zamaný durdurun, göreceksiniz, baþaracaksýnýz. . . . Savaþ cinayettir. Savaþ olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanlarý ölenlerin ardýndan aðýt yakmayý edebiyat olarak kabullenmiþ. Yazgýmýz bu olmasýn. Biz demiþtik demeyelim. Yaþam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceðimiz, dolarla, altýnla ölçülemeyecek bir deðer. (Ancak baþkalarý için deðeri olmayabilir. ) Nazým Hikmet’in 25 Cent þiiri gerçek olmasýn. Yaþamý ýskalamayýn ve onun hakkýný verin. Baþkalarýnýn da sizin yaþamýnýzý harcamasýna izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karþýmýza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldýrmamak, bazen savaþa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çýkar. Nasýl oluyor da çoðunlukla siyasi yazýlar yazarken bakýyorsunuz bir kedi yavrusu için þiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranýþýmý yadýrgýyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her þey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarýný çýrpan bir kelebek Ýtalya’da bir fýrtýnaya neden olur. Ya da tam tersi. Ýtalya’daki bir fýrtýnanýn nedeni Çin’de kantlarýný çýrpan bir kelebek olabilir. Bu düþünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaþýr, kaynaðýna geri gelir. "Düþünüyorum, peki neden yazmýyorum?" dedim, iþte böyle oldu. .

Etkilendiði Yazarlar:
Herþeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanýk, Tolstoy ilk aklýma gelenler.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.