..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Hata! Klavye baðlý deðil. Devam etmek için F11'e basýn...
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Hüsrev Özel




6 Kasým 2008
Tanrý Daðlý Akkartal 2. Bölüm  
Kanhantu ve Rýhtým Cinayetleri/Mahkeme Güverte sohbetleri

Hüsrev Özel


Sonra geyþalarýn hizmetinde, muhabbet ve eðlence faslýna geçiliyordu. Geyþalar, hem yerel çalgýlarýyla müzik yapýyor, hem de en zarif ve kývrak danslarýný bu olaðanüstü konuklar için sunuyorlardý. Bu masalsý uzak doðu eðlentisinin tam ortasýnda bulunulurken, verilen bir haberle kaptan dýþarý çýkýyordu.


:DBJH:



GÜVERTE SOHBETLERÝ

Ambarýnda aylarca yetecek erzak depo edilmiþ olan gemi, kaptan Huan'ýn emriyle hemen demir almýþ, sekteye uðrayan yolculuk daha görkemli bir gemiyle yeniden baþlamýþtý. Kaptan köprüsünün yaný baþýnda, maun motiflerle iþlenmiþ güvertesi olan gemi, kim bilir hangi zenginden gasp edilmiþ olmalýydý. Güvertede zemine sabitleþtirilmiþ, yuvarlak ceviz masa ve onu çevreleyen yumuþak oturaklý bütün bir kanepe vardý. Tamamen sedir kaplama duvarlarda gömme dolaplar ve çekmeceler bulunuyordu. Ayrýca, alt katta birçok döþeli kamara bulunup, bunlardan herkese bir tane düþmekteydi. Huan, el’an kaptan köprüsünde gemiyi sevk ve idare ile meþgulken, Akkartal, Mirza ve Tao-Li güvertede aþçý yamaðý Taro'nun yaptýðý çay servisini tadarak, sohbet ediyorlardý. Bir ara dolap ve çekmeceleri merak eden yamak Taro, ortaya bin bir türlü çerez ile bir kaç kutu keyif otu çýkarýyordu. Bunu gören Lama:

-Vay anasýný be, bu herifler damak tadýný olduðu gibi, meðer keyfilerini de biliyorlarmýþ! Demekten kendini alamýyordu. Sonra sözlerine devamla;

-Hayatýmda böylesine tantanalý bir yolculuk yaptýðýmý hiç hatýrlamýyorum. Bu Huan'ýn da çok hoþuna gidecektir. Demiþ ve kutularý iþaret ederken keyifle gülmüþtü. Dümeni deneyimli bir tayfaya býrakan Huan, sanki bunlarý duymuþ gibi, güverte kapýsýnda belirmiþti. Onu gören içerdekiler gülerek, hep bir aðýzdan:

- Ýyi adam lafýnýn üstüne gelirmiþ! Kaptan gülerek kanepeye otururken:
- Ya, demek benden bahis ediliyordu, bu ne þeref? Tao-Li neþeyle:
-Þu kutulardakine bir göz at, senden niye bahsetmiþ olduðumuzu hemen anlarsýn. Denileni yapan kaptan, inanamaz bir yüzle;
-Þans dediðin ancak bu kadar olurdu yani. Doðrusu, þu hýnzýr Kato ehlî-i keyif adammýþ. Ýyi ki kendisini Forsa baþý yapmýþýz, ha! ha! ha!

Tao-Li:
- Ýyi, güzel de, bakalým bunu yakýp tüttürmek için bir alet de var mýdýr buralarda? Otlarý bulan yamak, az sonra baþka bir çekmeceden uzun saplý bir tür pipo çýkarýp, ortaya koyuyordu. Kaptan bunu görünce hepten keyiflenerek:

- Ýþte tamam aradýðýmýz þey. beyler, caný çeken buyurabilir artýk!

Bunu derken herkesin yüzüne bakmýþtý. Bu davete ilk icabet Tao-Li'den gelerek:

- Ben, tabii ki!


Onun hemen yanýnda oturmakta olduðundan, bir açýklama yapmak gereði duyan Mirza:
- Ben þahsen bu dâhil, dinimizce men edilen keyif verici þeyleri kullanmam.
Derken Akkartal'a dönmüþtü. O ise, kendisini izlemekte olan kaptan ve Lamaya bakarak:
-Biz bunu belli an ve amaçlar için, ama belli ölçüde olmak kaydýyla, kullanmakta bir mahzur görmeyiz. Siz baþlayýn, belki sonra biz de iþtiyak duyarýz.

Derken, kendisini bilhassa izlemekte olan kaptan ve Lama’ya bakýyordu. Kaptan:
- Bu çok iyi. Þahsen þu anýmýzýn kutlanmaya ziyadesiyle deðeceði kanýsýndayým. Fakat Mirza Beð, lütfen baðýþla ama, bir dinin insana keyif ve hoþnutluk veren bu tür þeyleri yasaklama gayesi nedir, diye sormadan edemiyorum.
Mirza:
- Asýl gaye, insan saðlýðýyla alakalý olsa gerek. Ama bunu her halde en iyi bilen insaný ve âlemi yaratan yüce Allah'týr. Bizim din kitabýmýz, Kuran’a-ý Kerim’de bu ot deðilse de, þarap türü içecekler yasak sayýlýp, bizler de buna neden, niçin diye, tartýþmadan uyarýz.

Kaptan buna hayretle:
- Buna sebep nedir, diye sorup, hiç düþünmeden, salt bir kitapta öyle yazýyor olmasý sizin için yeterli mi geliyor yani? Hayret!

Mirza kýsaca:
- Evet.

Bu sözleri herkes ilgiyle dinlemiþ, ama önce Tao-Li görüþ belirterek:

- Doðrusu Mirza Beð, lütfen kusura bakma, lakin bana kalýrsa, tarafsýz bir þahsýn bakýþýyla, siz Müslimler, eðer gerçekten dediðiniz gibi yapýyorsanýz, aþýrý düzeyde teslimiyetçi ve gözü baðlý inanmaktasýnýz bu kitapta yazýlanlara. Oysa bence makul düstur; bir þeyin ifrat veya tefritinin zararlý olduðudur.

Konuþmasýný kesen Tao-Li, Mirza'nýn tepkisini beklemiþti. Fakat onun cevap vermeðe yeltenmediðini görünce devamla:

-Sonra, bu kesin güveni neye dayanarak duyup, nasýl böyle kabulleniyorsunuz, bunu normal bir insanýn akýl ve mantýðýyla baðdaþtýrmak mümkün mü? Din kitabýnýzý gerçi hiç görüp, okumuþ deðilim, ama sanýrým bu kitabýn orijinal nüshasý doðrudan gökten inmiþ olup, lisaný bütün insanlarca, kendiliðinden anlaþýlan ve daha önce yeryüzünde bulunan hiç bir dile benzemeyen bir yapý ve içerikte olsa gerek. Öyle mi sahi o da?

Mirza gülümseyerek:

- Hayýr, o kitabýn ihtiva ettiði kelamý Allah, Resulünün gönlüne hususi bir ilhamla intikal ettirmiþ olup, lafzý onun aðzýndan dökülerek meydana çýkmýþtýr. Bu daha sonra hem hafýzlarca aynen ezberlenmiþ, hem de Arap lisan ve yazýsýyla çoðaltýlarak, deri sayfalý kitaplara geçirilip, son halini almýþtýr.

Kaptan:

- Tao-Li dostumuzun tarif ettiði gibi deðil bu ama? Mirza:
- Evet, öyle deðildir. Tao-Li:
-Fakat Mirza Beð, az önce dediðiniz türde bir tavýr ve düstur içinde olarak, içeriðine uyulacak olan bir kitabýn nasýl ve nereden gelmesi gerektiðini açýkladýk, oysa sizinki de yapý ve ortaya çýkýþ tarzýyla diðer kitaplardan farklý deðilmiþ. Hal böyle iken, hangi farklý sebepten ötürü ona böyle uyar ve iman edebilirsiniz? Hem ne malum menþein doðru, içinde geçenlerin hak ve hakikate uygun olduðu? En önemlisi de, bu sorularý sormak dahi sizce abes sayýlacaðýna göre, sorusuz da cevap olmayacaðý malum, sizler nasýl olur da kiþi olarak daha "Bizler akýl ve irade sahibiyiz" diyebilirsiniz, anlayamýyorum. Çünkü insan, bir ifade veya iddiayý önce sorgulayýp, akýl, mantýk ve tabii duyularýyla, denenmiþ malumatlarla kýyaslar, ancak ondan sonra vaki olduðuna inanýr. Biz bunu böyle biliriz. Akýl sahibi birey olarak inanmaðýn hakiki düsturu bu deðil midir?
Mirza:
- Fakat dostum, sizin tanýmladýðýnýz tür ve þekilde baþka bir kitap gelmediðine ve asla da gelemeyeceðine göre, bu kitabý gerçek Allah kelamý olarak kabul ediþimizi, inanmasanýz dahi, anlamanýz gerekmez mi? Diðer ilk mesele hakkýnda ise, yani içki içmenin haram sayýlmasý hususu. Þarap denen içki Ýslam'ýn Mekke devri esnasýnda da serbest imiþ, ancak daha sonra, Medine devrinde bunun zararlarý kanýtlanýnca yasaklanmýþtýr. Kime ve neye istinaden bu güven, sorunuza cevaben ise; bu kitabýn insan diliyle ifadeleþtirilmesinde vasýta olan kiþinin, daha o Resul olmadan önce bile " El’emin " sýfatýna layýk görüldüðü için, diyeceðim.

Tao-Li:
- Sayýn dostum, siz þayet, "Ben þahsen, hiç bir sebebe dayanmasa bile, bunlarý kullanmam" deseniz daha muteber gelirdi bana. Ama tutup bunu yüce Yaratan'a baðlayarak, "Çünkü O böyle istiyor" derseniz, o zaman ben de haklý olarak, buna, ne malum, derim. Çünkü bizim lisanýmýz da kuþkusuz ki, her lisan gibi, yüce Yaratan'ýn bir baþka veçhesi olup, yüce Yaratan bunda baþka türlü ifade ediyor kendisini ve bizim kitabýmýzla sizinki çeliþiyor, der ve tabii ki kendi kitabýmýzda yazýlanlara göre amel ederim.
Mirza:
- Kuran’da, o dediðiniz manada bir ayet vardýr ve bunda denir ki; " Sizin kitabýnýz size, bizim kitabýmýz bize ".

Mirzanýn bu sözleri karþýsýnda artýk ona bir þey demeyen Tao-Li, Akkartal'a dönerek:
- Sayýn Akkartal, bu konuþulanlara dair siz ne dersiniz? Akkartal:
- Sizi dinledik ve Mirza yoldaþýmýzý; "Bu konuyu artýk tartýþmayalým" diye anlýyorum. Herkesin görüþüne, þahsi inanç ve kanaatlerine saygý göstermek bence nezaket ve uygarlýk icabýdýr. O nedenle, bunu tenkit etmek yerine, dilerseniz bu konularýn bizim töresel inancýmýzdaki yerlerine deðineyim. Ne dersiniz?
- Tabii, lütfen!
Akkartal bu genel arzuya icabetten:
- Mirza dostumuz ile daha önce de konuþmuþtuk. Sizlerle bu ilk olacak. Sözlerimin baþýnda þunu belirtmek isterim ki; benim inanmak konusundaki düsturum, Tao- Li yoldaþýmýzýn ifade ettikleriyle hayli benzeþmektedir. Dedikten sonra bir fincanda, taze servis edilmiþ ýtýrlý, leziz çaydan bir yudum daha alan Akkartal, geri yaslanarak sözlerine þöyle devam eder:
- Biz, her þeyden önce, yüce yaratýcý Gök tanrý’yý içimizde ve dýþýmýzda, var biliriz. Sizler, yüce Yaratýcýyý nasýl tanýmlarsýnýz bilmem, lakin biz onu þöyle tanýr ve kabul ederiz: O tek baþýna tam, biz tek iken yarým olup, ancak çift isek bir ve tam oluruz. En yüce Yaratýcý olarak o, öncesiz ve sonrasýz, biz geçmiþi ve geleceði olanýz. O mutlak ve görecesiz var olan, biz ona göre var olanýz. Onun öncesi bize meçhul, bizim öncemiz ise þöyle bilinir; Tanrý beldesinde, neredeyse bir hiç "kokusuz, renksiz, þekil ve aðýrlýksýz" iken; O'nun dilemesi ve yaratma sanatýyla bir top ýþýk olup, yeryüzüne inmiþ, yerin tabiatla birleþerek deðiþip, endam-ý vücut sahibi birer yeryüzü kiþisi olmuþuz. O'nu bilir, baþkasýný bilmeyiz biz.

Sözlerine böylece ara veren Akkartal, dinleyenlerin görüþ belirtmelerine mahal vermek için, bekleyen çayýný yudumluyordu.

Ýlk olarak Tao-Li :
- Sayýn Akkartal, sanýrým bunlar, törenize has temel ilkeler ve nezdiniz deki yorumlarýydý?

Akkartal:
- Aynen öyledir dostum. Tao-Li sözlerine devamla;
- Bizleri dahi kuþatan bu geniþ boyutlu ifadelere hakikaten hayran kaldýk. Bir insan, bir millet, Ýlahý karþýsýnda kendisini ancak böyle tanýr ve tanýtabilirdi. Bizler dahi kendimizi ayný ilâhî kaynaktan ve ona baðlý olarak kabul eder, onu ifade tarzýmýz az çok farklý olsa da, neticede ayný sonuca varýrýz. Diyordu.

Umum hesabýna konuþtuðu halde, ona itiraz eden olmayýþý, bu görüþün herkesçe paylaþýldýðýna iþaret ediyordu.
Nitekim söz alan Mirza:
- Sayýn Akkartal, bu ifadeler gerçekten güzel ve makul, ancak, sizin törenizde toplumsal bir nizam ve düzene dair izahat ve kaideler bulunmaz mý?
Akkartal:
- Var kuþkusuz. Lakin, bilhassa sormak istediðiniz bir konu varsa, bunu açýkça sorabilirsiniz.
Mirza:
- Evet, haram, helal, farz, vacip ve mekruh diye sayýlan birçok davranýþ ölçütü var bizde, sizde yok mudur?

Akkartal sayýlan bu liste karþýsýnda mütebessim:

- Aziz dostum, biz kýsaca kötü, çirkin ve zararlý olan þeylere dikkat eder, bunlarý yapmamaða özen gösterirken, iyi ve güzele dair ne varsa, bunlarý yaþamak, yaþatmak yanlýsýyýz. Bizde, hayatýn yaþanmasýnda akýl sahibi her birey için genel düstur; insanýn kendi kendisine ve baþkalarýna zarar veren bütün tutum ve davranýþlarý ret edilir. Ayrýca ilke olarak; sana yapýlmasýný istemediðin bir þeyi, sen de baþkalarýna yapma, düsturu geçerlidir. Burada duraksayan Akkartal, demin baþlayan konuya deðinmek için de: Ýnsaný ser-hoþ edip, keyif veren þeylere gelince; bunlar þahsi özgürlükler dâhilinde sayýlýp, serbest olmalarýna karþýn, aklî dengeyi zaafa uðratacak denli aþýrý kullanýmlarý "Kötüye kullanmak" diye niteler, bunu yapanlara hoþ bakmaz, hatta ret ederiz.

Onlar bu minval üzere konuþurken, akþam karanlýðý basýyordu. Ýçeri gelen dümenci, kaptanýn daima uðradýðý ada þehri Kanhantu'ya yaklaþýldýðý haberini veriyordu. Denizler Ülkesi'ne sefer yapan gemilerin önemli bir uðrak yeri olan Kanhantu, geniþ bir limana sahipti. Bunun üzerine kaptan yanýndakilere:

- Dostlarým, nihayet Kanhantu'ya varmak üzereyiz. Burayý yakýndan görmenizi salýk veririm. Hem, eski forsalarý indirir, salýveririz, ne dersiniz?

- Gemici meyhanelerinin çok olduðu bu limanda genellikle hýr gür olur. Ben istirahatý yeðliyorum.

Diyen Tao-Li olmuþ, ekseriyet olumlu yanýt verip, Akkartal ve diðerleri karaya çýkacaklardý. Tayfalar her zaman olduðu gibi, meyhanelere uðramak istiyorlardý. Burasý hakikaten ilginç bir yerdi. Doðal yapýsý, kuþ bakýþý ve sürrealist yorumla; sýrt üstü yatan devasa bir insaný andýran Kanhantu'ya giriyorlardý. Ada adeta, bacaklarýndan biri ileri uzanmýþ, diðer diz bir tepe yaratacak þekilde yukarý kývrýk, ayaðýn olduðu yer kayalýk ve kollar yanlara açýk yatan devasa bir adamý andýrýyordu. Liman, temsili bacaklarýn arasýnda yer alýyordu. Sol dizin oluþturduðu tepenin üstünde deniz feneri vardý. Ahþap evler bu tepenin hemen yanlarý dibinde ve onlarýn önünde, iskeleyi kasabaya baðlayan kumlu bir yol ile geniþçe meydanlýk bulunuyordu. Ýleri uzatýlmýþ sað bacaðýn ayakucunda ise baþka bir fener kuruluydu. Sað bacaðý oluþturan kýsmýn iki yan boyunca uzanan kumsalý vardý. Bunun az gerisine, gemicilere hizmet veren bir sürü bina ve dükkânlar sýralanmýþtý.

KANHANTU CÝNAYETÝ

Kanhantu bir Daimyo tarafýndan yönetiliyordu. Daimyolar Denizler Ülkesi krallýðýna baðlý Dere beylikler olarak, köklü hanedanlardý ve bunlar ülkeyi fiilen yöneten Þogun'a baðlýydýlar. Þogun bu Dere beyiler tarafýndan seçilen ve krala baðlý olarak çalýþan en yüksek dereceli amir idi. Limana, yeni batmakta olan güneþin hemen ardýndan giren gemi, sahilden görenlerin telaþlanmalarýna sebep olmuþ gibiydi. Nitekim az sonra rýhtýmý silahlý samurailer doldurmuþtu. Daimyo'nun maaþlý askerleri olan samurailer, iki tekneyle gemiye doðru hareket etmeðe hazýr, bekliyorlardý. Bu arada güvertede bulunanlar da dýþarý çýkmýþ, limanda ki bu olaðan dýþý hareketliliði hayretle izliyorlardý.

Tao-Li gülerek:

- Bu da nesi kaptan? Seninkiler bizi þenlikle karþýlamak niyetindeler gibi görünüyorlar.

Kaptan þaþýrarak:
- Doðrusu, bunlarýn halini hiç beðenmedim. Baþýmýz samurailerle derde girmese bari.
Derken, kamarasýna geçmek üzere olan Tao-Li'ye bakýyordu. Onun bu duruma bir yorum getirmesini umar gibiydi. Tao-Li kahkahayla gülerek:
- Bunda anlaþýlmayacak ne var, baksana þu orta direkte dalgalanan bayraða dostum! Bu durumda bizi, burayý basmaya gelen korsanlar sanmalarýnda þaþýlacak ne var?

Bunun üzerine Kaptan gülerek:

- Evet haklýsýn, onu indirmeyi nedense hiç akýl eden olmamýþ. Ama telaþa gerek yok artýk, bunlarýn çoðu bizi tanýr, sanýrým birazdan durumu izah ederiz.

Derken, az sonra gemiden iki filika denize indirilip, korsan bayraðý direðe týrmanan bir tayfa tarafýndan sökülerek, aþaðý atýlýyordu. Filikalar, rýhtýmý doldurmuþ olan samurailere doðru hýzla yol alýrken, bütün bunlarý kenardan izleyen siviller merakla bekleþiyordu. Nitekim yapýlan görüþme sonucu durum açýklanmýþ gibiydi. Her þeye raðmen, kendini Daimyo karþýsýnda saðlama almak isteyen samurai reisi gemiye gitmiþ ve gerçeði görmek istemiþti. Zira bu ona inanýlmaz geliyordu, Kato ve adamlarýnýn küreðe baðlý olduklarýný görerek, ikna olmuþ, bu haberi Daimyo'ya bizzat iletecekti.

Çok geçmeden olayý duyan kasaba halký limana akýn etmiþ; denizcilerin korkulu rüyasý korsanlarý yakalamakla kalmayýp, küreðe baðlayan kahramanlarý yakýndan görmek istiyor, bunun için sabýrsýzlanýyordu.

Derken Daimyo, kaptan ve arkadaþlarýný konaðýna davet ediyor, onlarý, bu kendi için ayrý bir önemi haiz olaydan ötürü, kutlamak istiyordu. Dýþbükey, alçak bir masada oturmakta olan Daimyo, kalýn kaþlý yuvarlak çehreli, seyrek diþli bir adamdý. Akkartal ve arkadaþlarý onun masasýna soldan komþu baþka bir masada yer almýþlardý. Önce kaptan bu olayla ilgili sorulanlarý cevaplamýþ, sonra Daimyo:
- Haþmetli Kralýmýz Tamuro bunu duyunca çok memnun olacaktýr. Þogun Hideyoþi ve adamlarý, bunu kendileri yapamadýklarý için, daha ziyade kýskanacaktýr. Böylece þehrimiz bütün ülkede tanýnacaktýr. Bu nedenle sizlere ayrýca teþekkür etmek istiyorum. Diyordu.

Sonra geyþalarýn hizmetinde, muhabbet ve eðlence faslýna geçiliyordu. Geyþalar, hem yerel çalgýlarýyla müzik yapýyor, hem de en zarif ve kývrak danslarýný bu olaðanüstü konuklar için sunuyorlardý. Bu masalsý uzak doðu eðlentisinin tam ortasýnda bulunulurken, verilen bir haberle kaptan dýþarý çýkýyordu. Haberi getiren tayfalardan biriydi. Dediðine göre; Takimo bir cinayete kurban gitmiþti. Kaptan dönüp, bu haberi içeridekilere aktardýðýnda, Daimyo failin bulunup, derhal yakalanmasý emrini vermiþ, hafiye samurailer harekete geçmiþti. Bu olay karþýsýnda Akkartal herkesten farklý mülahazalar yaparak, daha öncesinde olanlarla baðlantý kurup, kendine þöyle soruyordu; "Öldürülen neden bir baþkasý deðil de Takimo ve buna sebep nedir?" Bu arada kaptan tekrar dýþarý çýkmýþ, olayý diðer tayfalardan sormak istiyordu. Akkartal için ayrýca dikkate deðer bir husus da, Tamuro ismini Kral sýfatýyla birlikte ilk defa duymuþ olmasýydý. Buna hayret etmiþ, ama belli etmemiþti. Tanýdýðý Tamuro ile bu þahsýn ayný kiþi olup olmadýðý henüz meçhul ve merak konusuydu. Bunun için Daimyo'ya, mümkünse, Kral Tamuro'nun bir tanýmýný rica etmiþti. Bunu memnuniyetle yapan Daimyo, açýkça övünürken, ilk önce onun üstün bir kýlýç ustasý olduðundan dem vuruyordu. Akkartal bu anlatýlanlarý belli belirsiz bir tebessümle izliyor ve meraký giderek artýyordu. Bundan baþka bir soru da Yeþil Ejder Adasý hakkýnda sormuþ ve aldýðý cevap onu büsbütün meraka sevk etmiþti. Ancak Daimyo, Tamuro ile ilgili kötü bir durumdan kesinlikle söz etmiyordu. Aksine, kralýn büyük adanýn Kuzey-batýnsýnda yer alan Baþkent Edo'da bulunan sarayýnda olup, ailesiyle birlikte mutlu bir hayat sürdüðünden bahsediyordu. Bu arada, iþin içinde kötü emeller peþinde olan bir büyücüden söz edildiðini de ilk kez duyuyordu. Böylece kafasýndaki düþünceler yavaþ yavaþ daha makul bir þekil ve gerekçeye baðlanmaða baþlayýp, bu konuda Kato'ya da bazý þeyler sormak istiyordu. Acaba onun bu Zungo denen adamla bir alakasý var mýydý? Suikast sonucu ölen Takimo’ya ayný soruyu sormak ne yazýk ki, artýk mümkün deðildi.

Daimyo'nun anlayýþ göstermesiyle hemen konaktan ayrýlan Akkartal, gemiye dönüp, Kato'yu çaðýrtarak, onunla görüþmüþtü. Fakat ondan öðrendikleri Daimyo'nun dediklerinden farklý þeyler olmayýp, büyücüyle de hiç iþi olmadýðýný söylüyordu. Farklý olan sadece Zungo'nun adasý ve burada bulunan kalesine dair yüzeysel bilgilerdi. Bu sýrada yanýnda bulunan kaptanýn sormasý üzerine, görmüþ olduðu o tuhaf düþü ve yolculuðunun asýl gayesini özetle anlatmýþ, sonra da:
- Ýþte böyle Kaptan, buralara kadar geliþim, sanýrým þimdi daha iyi anlaþýlmýþtýr.
- Hýmm, çok iyi anlýyorum. Bunu ben de çok merak etmeðe baþladým. Keþke daha önce bahsetmiþ olsaydýn. Belki o ölmeden önce, bu konuda Takimo'dan daha fazla þey öðrenebilirdik. Þimdi Takimo'yu kimin ve niçin öldürdüðünü bulmalýyýz. Belki o, her kim ise, bulunursa, bize daha açýklayýcý þeyler söyler. Bu arada ayrýca umalým ki, samurailer faili bulup, biz sorgulayamadan önce idam etmeseler onu.

- Haklýsýn, onun için hemen harekete geçmeli. Fakat daha önce Takimo'yu gören varsa, bulup, onlarý sorgulamak gerek.

- Evet var, onu meyhanede bir kadýn ve bir adamla konuþurken gördüðünü söyleyen Yokuta'yý hemen çaðýrtayým.

Derken, kaptan dýþarý çýkýyordu. Yokuta tayfalardan biri olup, az sonra gelerek, sorulanlarý yanýtlamýþtý. Dediðine göre; son olarak Takimo, kýrmýzý giysili, genç ve güzel bir kadýn ve zayýf, uzun boylu, siyah pelerinli bir adamla barda konuþmuþ. Sonra onlarla dýþarý çýkmýþ. Biraz sonra tekrar içeri geldiðinde ise suratý asýk ve asabilikle, ardý ardýna saki (o yöre has alkollü içki) içip, gene dýþarý çýkmýþ. Bir süre sonra ise onu, sýrtýndan býçaklanmýþ olarak, bir kayýkta yatar bulmuþlar. Bunlarý dinleyen kaptan ve Akkartal tekrar rýhtýma çýkýp, gelip geçenlerden eþkâlleri tanýmlanan tipte kadýn ve adamý sormuþlardý. Fakat bilen, tanýyan kimse yoktu. Daha sonra Mirza ve Lama gelmiþ, aramayý dört ayrý koldan sürdürmeðe karar verip, sonra gene ayný noktada buluþmak üzere ayrýlmýþlardý.

Baþýna gümüþi pamuktan bir atký dolayýp, gök kubbeyi güneþten teslim almýþlýðýn azametini yaþayan hâleli dolunay, etrafý kesif þuaya gark ederken, yerdeki her nesneyi gölge atar duruma getiriyordu. Bu sýrada Akkartal, sað tarafýna kayalýk tepeyi almýþ, onun eteðinden gerilere doðru gidiyordu. Bu yol onu, tepenin arkaya düþen yamacýnda bir kulübenin gölgede kalan önünde, duvar dibine baðdaþ kurmuþ, kopuza benzer, üç telli çalgýsýyla içli ezgiler çalan yaþlý bir adamýn yanýna getiriyordu. Bir lahza durup, onu izlemiþ, ihtiyar adamýn bu ay ýþýðý konserine bir an ara vermesinden yararlanarak;

- Ozan baba, çok içli çalýyorsun. Yoksa sen de buralarda gurbette misin?

Derken, yaþlý ozan Akkartal'ýn sesinde ki içtenliði tutarak, yumuþak ses tonuyla ona cevaben:

- Öyle sayýlýr evladým, kimim kimsem yok buralarda, kendi halinde gezen bir seyyahým ben.

- Ozan baba, acep sana bir þey sorsam cevaplar mýydýn? Hem buna karþýlýk olarak sana bir de gümüþ öderdim.

- Onun sözü mü olur, soracaðýn her neyse bir sor, insaniyet namýna, cevap verelim biliyorsak, ey evladým.

Akkartal söz konusu sanýklara dair eþkâli verir vermez, irkilen yaþlý ozan:

- Onlarý arýyorsun demek. Evet gördüm, þimdi sana, uzak dur onlardan, desem, dinleyeceðe pek benzemiyorsun!
Derken, bunu söylemekte tereddüt ediyordu. Fakat Akkartal ýsrarlýydý;

- Demek onlarý tanýdýn ozan baba, bana yerlerini söylersen daha çok memnun edersin!
- Pekâlâ, sen bilirsin. Ama bana kalýrsa bunlar tekin kiþiler deðil, dikkatli olmalýsýn. Her neyse, bu yol seni ileride bir koruluða götürür, orayý geçince, denize uzanan falezlerin hemen üst gerisinde, üç katlý bir taþ yapý görürsün. Ev mi, han mý belli deðil, iþte orada kalýrlar. Diyordu.


KRÝÞNA

Bunun üzerine Akkartal vaat ettiði gümüþü ihtiyar adama uzatýp, hemen tarif edilen yolu tutar. Biraz sonra anýlan koruluktan geçen, nispeten karanlýk yolda ilerledikçe, yaþlarý ve boyutlarý büyüyen çam aðaçlarý giderek seyrekleþiyordu. Etraf çok sessiz olup, çamlardan uçan iri kuþun kanat sesleri duyuluyordu. Yerler çok nemli, çizmeleri uzun otlara deðdikçe ýslanýrken, bu onun daha sessiz ilerlemesine yarýyordu. Derken, az sonra aðaçlar arasýndan, tarif edilen taþ yapý görünmeye baþlýyordu. Burada dikkatini, büyük çam aðaçlarýnýn bina duvarlarýna çok yakýn olduðu çekiyordu. Gerekirse, bunlara týrmanarak oraya girilebileceðini düþünüyordu. Þansýna, onun geldiði yöne açýlan bir pencereden dýþarý cýlýz bir ýþýk bile yansýyordu. Bu pencere binanýn ikinci katýnda bulunmaktaydý. Bunun tam önünde iri ve kalýn dallý bir sarýçam, çatýya kadar yükseliyordu. Nihayet gelip, yere deðen koyu yapraklý dallarýn altýnda duruyordu. Binanýn dýþ kapýsý deniz tarafýna yakýn olan köþenin az berisinde ve el’an kapalý görünüyordu. Bir lahza durup, etrafý dinler ve sonra aðaç gövdesini inceleyip, týrmanýþa geçer. Hýzlý ve sessiz bir týrmanýþla, az sonra, demin ýþýk yanmakta olan pencere hizasýndaki dalýn üzerine ulaþýr. Fakat nedense ýþýk oradan kaybolmuþ, lakin pencere hâlâ açýktýr. Buradan içeri girmek iþten bile deðildir. Nitekim az sonra, uzunca bir adýmla bunu denemek üzereyken, ýþýk tekrar belirince durur. Hemen karþýda açýlan kapýdan içeri, elinde ýþýkla biri girer. Az sonra bunun tarif edilen kadýn olduðu anlaþýlýr. Bir ara durup, ellerine bulaþan çam sakýzýnýn, o kendine has rayihasýný koklar. Bu arada odadaki kadýn, elinde tuttuðu ýþýkla önce bulunduðu yerde saða sola bakýnýp, sonra tekrar dýþarý çýkar. Çok geçmeden bir üst pencereden yansýyan ýþýk, onun yukarý kata çýktýðýný gösterir. Hemen daha yukarý çýkaran dallara basýp, çamýn doruðuna ulaþýr. Baþýný ýþýk gelen yana çevirmeðe davranýrken, tam o sýrada þaþkýn ve iri iri bakan bir çift göz ile yüz yüze gelir. Bu sevimli bir Baykuþtur. Öylece kýpýrtýsýz dururken, adeta "Sen de kimsin" dercesine onu izliyordu. Baykuþ bu haliyle ona çok sevimli gelip, elini uzatarak, tersi ile yumuþak göðüs tüylerini okþar. Böyle bir karþýlaþma ve temasa hiç alýþýk olmayan Baykuþ bir anda yerinden silkinip, yumuþak tüylü büyük kanatlarýný tam açmadan, önce kendini boþluðu býrakýr ve dallar arasýndan sessizce sýyrýlýp, ötedeki aðaçlara doðru yönelirken kanat çýrpmaða baþlar.

Duvardaki, belli yerine konacaðýna, biteviye elde dolaþtýrýlan ýþýk, kadýnýn evde bir þeyler arandýðýný gösteriyordu. Nitekim o pencere de az sonra karanlýkta kalýp, bu kez baþka bir bölüme geçiyordu. Akkartal, içeri açýlan pencereden bir panter gibi çevik ve sessizce geçip, açýk duran kapýdan tahta döþeme koridora atlar. Bu sýrada ayak sesleri ve ýþýðýn ona doðru gelmekte olduðunu fark edip, kapý ardýna çekilir. Mahut kadýn az sonra elinde çeraðla oraya girer. Fakat sanki bir þeyler sezinlemiþ gibi, bir an durur, sonra bir adým daha atýp, tekrar durur. O anda arkasýndan uzanan çelik ellerden biri çýraðý tutan kolu kavrarken, diðeri aðzýna kapanýp, sýkýca kendine çeker. Eli ve göðsü arasýna sýkýþan kadýn bir an dehþetle irkilip, gerilerek çýðlýk atmak ister, lakin aðzýndan iniltiden baþka ses çýkaramaz. Sonra onun baþýný kendine çevirip, fýsýltýya yakýn bir sesle:

- Canýnýn tatlýysa kýpýrdama. Dediklerimi yaparsan sana kötülük yapmam. Der ve bu teminatýný pekiþtirmek için onun yüzünü kendine çevirip, korkuyla açýlmýþ kara gözlerine bakarak onay bekler. Kadýn, "tamam" anlamýnda göz kýrpýnca, elini aðzýndan çeker. Sonra caydýrýcýlýðý pekiþtirmek üzere kemerindeki kamayý eline alýr;

- Þimdi bana o uzun boylu, kara pelerinli herifin yerini göster, düþ önüme, çabuk ol!
- O, þimdi burada yok, ama birazdan gelir!

Yirmi yaþýný aþkýn olan kadýn heyecan ve korkudan olduðu yerde titrerken, üstündeki kýrmýzý ipek kimonoyu henüz deðiþmediði görülüyordu.

Akkartal:

- Sen söyle öyleyse, Takimo'yu neden öldürdünüz?

- Bunda benim bir suçum yok, onu Þui öldürmüþ. O sýrada yanýnda deðildim.

- Þui dediðin kimdir?

Tam bu sýrada aþaðý katlardan açýlýp, sonra kapanan bir kapýnýn sesi gelmiþti. Kadýn telaþlanarak:
- Ýþte bu gelen o olmalý. Bir görüþmesi varmýþ, oradan dönüyor. Ben onun hizmetçisiyim. Takimo ve Þui ayný efendi hesabýna çalýþýrlardý. Ama aralarýnda, neden bilmem, bir anlaþmazlýk çýkmýþ. Gerisini ondan öðrenmeniz lazým. Ne olur bana kötülük yapmayýn efendim, inanýn ki benim hiç suçum yoktur!

Bu sözlerden sonra susulup, binaya giren adamýn ayak sesleri dinlenerek, yerinin keþfi saðlanacaktý. Kadýnýn tahminine göre, Þui þu sýrada alt katta bulunan özel odasýna girmiþ olmalýydý. Lakin orada ne yaptýðýný hiç bilmezmiþ. Girmesi yasakmýþ çünkü. Kendi odasý bu kattaymýþ. Ýkinci katýn odalarýnda gelen misafirler aðýrlanýrmýþ. Þui'nun emrinde baþka geyþa ve hizmetçiler de varmýþ. Derken, ýþýk söndürülüp kadýn önde o arkada, taþ merdivenlerden aþaðýya, Þui'nun bulunmasý muhtemel sayýlan özel mekâna doðru inmeye baþlamýþlardý. Az sonra taþ kemerli bir kapýnýn karanlýk önünde durmuþlardý. Kadýn kapýyý iterek açmýþ, birlikte içeri girmiþlerdi. Burasý buhurdanlýkla tütsülenmiþ, lahuti kokan, alçak tavanlý, içerisi, bir kenarda yanmakta olan çýraðýn tam aydýnlatamadýðý loþ bir mekândý.

Þui ilerdeki altar'ýn (mihrap ve sunak) önünde bir kürsüye yerleþtirilmiþ, boynunda sarýlý yýlanlarýn, baþýndan sarktýðý, bir eli dizinde, bir eli yana açýk oturan temsili bir kadýn heykelinin karþýsýnda diz kurmuþ, huþu ile oturmakta ve belli ki kendince tapýnmaktaydý. Açýk duran kapýdan giren hava akýmý onu, içeri izinsiz giren biri olduðuna dair uyarmýþ olmalýydý ki, bunu yadýrgayarak baþýný çevirip, geriye bakmýþtý. Bakmasýyla da irkilerek ayaða kalkmasý bir olmuþtu. Ama geç kalmýþtý. Çünkü içeri giren yabancý çoktan yaný baþýna gelmiþ ve elindeki kama göðsünü hedef almýþtý. Bunun üzerine boðuk bir sesle:

- Sen kimsin, benden ne istiyorsun? Demiþti.

- Senden Takimo adlý kiþiyi neden öldürdüðünü sormak isteyen biriyim. Söyle bakalým þimdi, onu neden öldürdün?

- Yabancý, bunu öðrenmekteki maksadýný açýklamadan, beni öldürsen dahi konuþmayacaðýmý bilmelisin!

- Maksadým seni neden bu denli alakadar ediyor peki?

- Daimyo'nun mu, yoksa Zungo'nun hesabýna mý çalýþýyorsun? Takimo'nun öcünü almak için gelmediðinden eminim. Çünkü onun burada, bunu yapacak hiç bir yakýný yoktur.

- Ben ne onun, ne ötekinin adýna çalýþýrým, bilakis, tamamen kendi hesabýma buradayým ve Zungo denen adamý arýyorum. Ona benden ne istediðini soracaðým, hepsi o kadar!

- O zaman iþ deðiþir. Ama bana önce kendini tanýtman gerek.

- Adým Akkartal, Turan diyarýndan gelirim.

- Sakýn sen bir Kriþna olmayasýn? Yani, bir Ýlahýn yeryüzündeki fiili temsilcisi.

- Evet, Gök tanrý’nýn !

Derken Akkartal çaktýrmadan gülümsemiþti. Çünkü bu tür bir rol ona hem çok yakýn, hem de çok yabancýydý. Demek bu adamlarýn kültür dünyasýna has bir kavramdý bu.

Nitekim ivedi konuya dikkat çekerek:

- Tamam, þimdi sadede gelelim!

-Adým Þui Magahara, karþýlýðýný ödeyen herkesle çalýþýrým. Zungo'yu duymayan yok, bedelini fazlasýyla ödeyerek, bana iþ verir, ben de bunu Takimo gibilere havale ederim. Son iþ bir gemide sabotajla ilgiliydi. Ama o gelip, bundan caydýðýný söylüyordu. Oysa, bu iþleri o önceleri de yapardý. Mamafih, bunu Zungo'nun duymasý ölüm fermanýmýn çýkmasý demek olacaðýndan, aramýzda anlaþmazlýk çýkýp, onu öldürmek zorunda kaldým.

- Peki ama Kral Tamuro neden bir son vermiyor bu olanlara?



- Sebep basit, çünkü Zungo'nun her yerde adamý var. Hatta Daimyo ve Þogun'un yanýnda bile. Bu diyarda, görünmeyen dünyayý Zungo, zahiri hayatý Tamuro idare eder. Lakin bu her an deðiþebilir.

- Peki bu adam, yani Zungo, bunca kiþiyi sadece para gücüyle mi etki altýna alýyor, yoksa büyü, zorbalýk ve baþka silahlar da mý kullanýr?

- Akla gelen her metot ve silahý kullanýr.

- Peki, onu ve mekâný olan adayý tanýr mýsýn, oraya gittin mi hiç?

- Evet, bir kez, ama tekrar gitmek istemem. Akkartal yandaki heykele dikkat çekip:
- Anlaþýlan, tapýnmakta kullandýðýn görsel öðe oluyor bu sanem?

- Evet, þefkatli Þiva'dýr o.

- Gayesi sadece kötülük etmek olan bir albýz (Ýblis) hesabýna çalýþmaný anlamýyorum. Senin hakkýnda bile tereddütsüz ölüm kararý verecek olan böyle bir zalime, nasýl olur alet, el-kol, hatta silah olursun?

- Bulaþmýþýz buna bir kez. Ýstesek de kurtulamayýz artýk.

- Peki, kurtulmak için savaþa ne dersin?

- Nasýl? Ben mi?

Bu sorularý sorarken dili dolaþan adam, inanamayan gözlerle bakýyordu. Akkartal, temin ve teskin eden ses tonuyla:

- Evet sen, ben ve daha baþkalarý. Birleþirsek bu belaya pekâlâ son verebiliriz. Hem zaten Kriþnalar'ýn görevi deðil mi böyle þeyler?

Þui'ya cesaret vermek isteyen Akkartal, adamýn hala tereddüt içinde olduðunu görünce, onu iyice ikna etmek için:

- Unutmaman gereken bir þey, Zungo'nun, bu baþarýsýzlýðýndan ötürü hakkýnda vereceði malum karardýr!

- Doðru, sanýrým burada oturup, cellât beklemekten yeðdir savaþmak. Fakat biz ne yapabiliriz ona karþý ki?

- Bir planýmýz olur elbet. Þimdi gidelim. Ne yapýlacaðýný gemide belirleriz.

- Tamam, gidelim.

Þui kýyafet deðiþip, tanýnmadan gemiye ulaþmýþlardý. Hizmetçi Fukuda'nýn orada kalmasý tehlikeli olacaðýndan, onu yakýnlarda oturan ailesinin yanýna býrakmýþlardý. Bu arada



kaptan ve diðerleri gemiye dönmüþlerdi. Akkartal, yanýnda getirdiði adamý tanýþtýrýnca hepsi þaþýrmýþlardý. Nitekim demir alýp, hareket edilmiþti. Olanlar ve maksadýný açýklayan Akkartal, onlardan tam onay almýþ, uygulanacak olan harekât planý yapýlmýþtý.



ZUNGO'NUN HAZÝNELERÝ

Gemi güney rotasýnda pupa yelken yol alýrken, deniz gümüþi dalgalarla kýpýrdanmaktaydý. Nihayet iki gün bir gece süren sakin yolculuktan sonra, sabah erken Yeþil Ejder adasýnýn Kuzey açýklarýna ulaþýlýp, üzerinde yer alan dehþet kalesi açýk seçik görünmeðe baþlýyordu. Kuzeyden yaklaþan yelkenli, adayý batýsýndan dolaþarak, güneye bakan maðara giriþine yönelmiþti. Kaptan, olasý her durum için tayfalarý örgütlemiþti. Plana göre gemiden sadece Akkartal, Þui,Tao-Li, Mirza ve Kaptan ineceklerdi. Maðaranýn hemen önünde demir atýlmýþ, içeriye kayýklarla girilecekti. Giriþ yeri büyük olmasýna raðmen, bu ebatta bir gemi için gene de küçük kalýyordu. Suya indirilen iki kayýk ve tayfalarýn küreklere asýlmasý, yanan büyük çýraðlar ile aydýnlatýlmýþ olan merdivenin baþladýðý kapalý limana iyice yaklaþýlmýþtý. Burada yan yana dizili duran beþ çektiri vardý.

O saatte hiç kimseyi beklemeyen nöbetçiler, yaklaþan ilk kayýðý hemen fark etmeyip, aralarýnda konuþ maktalardý. Kayýkta gelen Akkartal ve arkadaþlarý, taþ ve aðaçla yapýlmýþ basit iskelenin hemen ucunda kenara atlamýþlardý. Kayýkta dört kürekçi tayfa kalmýþtý. Diðer kayýk geride mevzilenip, duruma göre davranmak için hazýr bekleyecekti. Nitekim onlarý fark eden beþ nöbetçi teyakkuza geçmiþ, kargýya, kýlýca davranarak, gelenlere karþý yürürken, içlerinden biri;

- Hemen olduðunuz yerde kalýn!

Derken, kargýlar doðrultulup, hep beraber ilerlemeðe baþlamýþlardý. Nihayet karþý karþýya gelinince, Þui kendinden emin bir eda ile:

-Beni tanýmadýnýz mý? Ben efendimiz Zungo'nun sadýk adamlarýndan Þui! Bunlar da adamlarým. Çok mühim haberlerim var, baþyaver Zebo ile hemen görüþmeliyiz!

Bu tabii tutum ve makul gerekçe karþýsýnda bir an ne yapacaklarýný þaþýran nöbetçiler, Þui'yu ismen hatýrlamalarýna raðmen, içlerinden ikisinin refakat etmesi þartýyla, yukarý çýkmalarýna izin veriyorlardý. Yüksek taþ merdiveni týrmanmak baþlý baþýna bir iþti. Nihayet en altta yer alan kule sahanlýðýna yakýn bir yere geldiklerinde Þui'nun iþaret vermesiyle bir anda tepelenen nöbetçiler, silahlarý alýnýp, birlikte getirilen iplerle sýkýca baðlanmýþlardý. Þimdi onlarý gözden uzak ve saðlam bir yere kapatmak gerekiyordu. Lakin buna yol açmak için üst kattaki zindancýlarý da patýrtýsýzca saf dýþý etmeliydiler. Mirza bunlarý bekleyecek, ötekiler yukarý çýkýp, yolu açacaklardý. Az sonra zeminde bulunan kule sahanlýðýna ulaþýlmýþtý. Burada zindancýlara ait özel bir bölüm vardý. Kapýsýnda bekleyen iki nöbetçi, diðerlerinin uyumalarýný temin ediyorlardý. Bunlarý ustaca avlayan Akkartal ve Lama, hepsini içerde yatanlarýn yanýna týkmýþ, aldýðý anahtarlarla Þui kapýyý üstlerine kilitlemiþti. Buradaki mahzenlerin böyle saðlam kapýlý olmalarý iþlerine çok yarýyordu. Nitekim ayný tarz orta kule muhafýzlarýna karþý da uygulanmýþ, nöbetçiler saf dýþý edilerek, esasen yenilmez bir ordu gibi güçlü muhafýzlar, kilitli kapýlar ardýna hapsedilmiþlerdi.

Þui, bu imkânsýz gibi gördüðü þeylerin böyle kolay halledilmesi karþýsýnda hayretler içinde kalýp, bazen bir düþ görüyor sanýyordu. Sýra þimdi Zungo'nun saltanatgâhý son kuleye gelmiþti. Burada bekleyen, cüssece azmani, zekâca cüzi nöbetçileri bertaraf etmek zor olmayýp, küçük bir düzenle onlar da bir biri ardýndan mahzeni boylamýþlardý. Akabinde büyük kanatlý kapý açýlmýþ, Akkartal ve Þui holün karþýsýnda bulunan kapýdan, Lama ve Mirza saða açýlandan içeri dalmýþ, henüz yataðýnda bulunan yaver Zebo ve yardýmcýlarýný da bulunduklarý yerlere hapsetmiþlerdi.

Mirza holde hazýr beklerken, her ihtimale karþý Tao-Li en aþaðýdaki kuleye, merdivenin sahanlýk baþýna inmiþti. Olurdu ya, belki iskele nöbetçileri ansýzýn yukarý çýkýp, ortalýðýn karýþmasýna yol açacak iþlere kalkýþabilirlerdi bilmeden. Akkartal ve Þui Zungo'ya ait tahtýn bulunduðu salona girdiklerinde, burasý boþ, gizemli ve ürkünç bir atmosfere sahipti. Sanki, yüksek kürsünün önünde yanan iki þamdan, aydýnlatmaktan baþka bir iþe daha yarýyor gibiydiler. Loþ tavana doðru yükselen bronz kabartmanýn gözlerinde ýþýklar saçan bir çift yakut onu adeta canlandýrýyor gibiydi. Zungo sanki tahtýný korumasý için yerine þeytaný cismen býrakmýþ gibiydi. Burayý ilk kez gören Þui, her þeye raðmen, kapýldýðý dehþetengiz duygularýn iþgaline karþý mücadele vermekteydi. Yýllardýr beyninde egemen olan Zungo dehþeti, onu böylesine tesir altýna alýp, ürkek yapmýþtý.

Akkartal, kürsüye çýkaran basamaklarý týrmanýrken, Þui yerinde durmuþ, bir gözü arkasýnda bulunan açýk kapýdaydý. Ne olur ne olmaz, bakýþlarýyla adamýn kanýný dondurduðu söylenen Zungo'yla karþýlaþabilirdi çünkü ansýzýn. Bundan çekinmek ne kelime, hayali dahi ödünü koparmaya yetecek gibiydi. Akkartal, Zungo'nun tahtýný gözden geçiriyor, ona götüren bir iþaret bulmayý ümit ediyordu burada. Tahtýn arkasýnda kalan duvar yüzeyini inceliyor, öteye beriye eliyle temas ediyordu. Derken, ayakla basýnca aþaðý doðru hafifçe batan kare þeklinde bir mermer parçasý, baðlý bulunduðu gizli mekanizmayý çözüp, önündeki duvara loþ bir geçit açýlývermiþti. Bu durumu, o sýrada Þui'nun yanýna gelmiþ olan Mirza da görmüþtü. Akkartal az sonra onlara "ben giriyorum" iþareti verip, içeri girmeðe davranmýþtý. Üç adýmdan uzun olmayan bu dar geçit, önünü kesen bir koridorla saða ve sola açýlýyordu. Burasý nispeten aydýnlýk olduðundan, koridorun her iki ucunda kapalý kapýlar olduðu görülüyordu. Akkartal önce saðdakini deneyerek, kapýyý yavaþça aralayýp, yalýn kýlýç içeri dalmýþtý. Lakin burada, sol duvara açýlmýþ büyük kemerli ocakta yanan gür ateþten baþka kimseye rastlamamýþtý. Bunun üzerine çýkarak sola yönelmiþ, bir tekmeyle sövesini yerinden uðratacaktý ki, kapýnýn aralýk olduðunu görmüþtü. Kapýyý dahaca aralayan Akkartal içeri girmiþti. Beþ adým ilerisinde, sýrtýnda yerlere kadar uzanan turuncu cübbesi, elinde güneþ sembolü yakut küresi ve boynunda þeytan kabartmalý amuletiyle heyula gibi bir adam ayakta put gibi durmaktaydý. Bu ünlü Zungo'dan baþkasý deðildi. Kýpýrtýsýz duran Zungo, soðuk bakýþlarýný ona yöneltmiþ, bütün gücü korkunç nazarlarýnda, olanca garabetiyle onu tesir altýna almak istiyor olmalýydý. Fakat Akkartal, fütursuz dört seri adýmla ona yaklaþýp, çektiði kýlýç namlusu boynuna deðerken, yavaþça sað omzuna koymuþtu. Seri bir hareketle öldürücü bir yara açabilirdi artýk ona.

Nitekim iki kaþý arasýna bakarken, tok sesle gürleyerek:

- Albýz'ýn (Ýblis) oðlu Zungo, sana selam yok! Beni tanýyabilecek misin bakalým!? Diye sorunca Zungo birden ürperip, yerinde sendeleyecek olmuþtu. O ana kadar heykel gibi sessiz ve esrarlý duran Zungo, bu sesle irkilmiþ, bozulan vakarýyla aciz bir ihtiyar olduðunu göstermiþti.

Nitekim cevap vermek için kekeleyerek sadece:

- Se, sen yoksa o musun? Diyebilmiþti.

Akkartal buna soðukça gülerken, hayretini gizlemeden:

- Yoksa beni tanýyor muydun sen gerçekten?

- Evet, Turanlý savaþçý Akkartal deðil misin?

- Vay anasýný, beni cidden tanýyordun demek. Derken, gördüðü o acayip düþü hatýrlayarak:
- Þimdi söyle bakalým, benden istediðin neydi? Zehirletmek, olmadý suda boðarak öldürtmek istedin! Hadi cevap ver!? Yoksa o sefil canýný hemen kazýrgana yollayacaðým!

Bu sözler üzerine nefesi kýsýlýp, kalbi daralan Zungo, titreyen sesiyle:

- Seni esasen öldürtmek istemiyor, aksine, banim için çalýþmaný istiyordum. Fakat bunu ret edeceðin, dahasý iþte böyle, bana engel olmak isteyeceðin ve bunun için peþime düþtüðün anlaþýlýnca, o kararý vermek zorunda kalmýþtým. Oysaki, benim yanýmda yer almýþ olsan, seni abat eder, birlikte dünyanýn bütün zenginliklerine sahip olurduk!

Bu sözlere alayla gülen Akkartal:

- Hangi kut ocaðýndan geldiðimi bildiðin halde, saptýrmaya kalkman ne ahmaklýktý, anlamýþsýndýr. Ama piþmanlýk için artýk çok geç kaldýn.

- Ey asil savaþçý, canýmý baðýþlaman için benden istediðin þey nedir? Bana bir bedel söyle yeter!

- Bunun bedeli olamaz, ama soracaðým bütün sorulara doðru ve dürüst cevaplar alýrsam, belki o zaman cezaný bir kez daha düþünürüm. Seçim hakkýn yok zaten!

Gözlerinin feri kaçýp, benzi cesede dönmüþ olan Zungo, bu durumda cýlýz bir þans, bir ümit ýþýðý sezinlemiþ olmalýydý ki, tekrar canlanarak:

-Tamam. Buyur, bilmek istediðin neyse sor yiðit!

- Bana sýrlarýný söyle, gücünü nereden alýrsýn, denildiði gibi þeytanla bir iþin var mý? Ayrýca, gördüðüm o düþün aslý neydi? Nasýl olur böyle þeyler?

Akkartal'ýn bu tür naif sorularý umudunu güçlendirerek;

- Ha, evet. Ben Lucifer hazretlerine, yani acunu yaratan kudret sahibinin bir vasýta olarak kullandýðý, iyilik kutbunun zýddý ve kötülük kutbunun padiþahý, bütün meleklerin hocasý ve en kudretlisi olan, nam-ý diðer, senin albýz dediðin Þeytana tapýnýr, ona hizmet ederim. Diye, lafý bir tafrayla baþlamýþtý.

Akkartal gene sofiyane bir tavýrla;

- Ya, demek öyle. Peki ama, onunla nasýl anlaþýr, nasýl görüþürsünüz? Diye sorunca.

Zungo iþi zora koþarcasýna;

- Bilmem bu ne iþine yarar, eðer örnek almayacaksan?

- Onu býrak da sen sorulana cevap ver!

- Her neyse, madem ýsrar ediyorsun arz edeyim. Onun aslý ateþtendir, yan tarafta hiç sönmeden yanan bir ateþ var. Onun bir tecelli vasýtasýdýr. Onu vesile ederek, adýný zikreder, zuhur için yakarýrsam gelir, konuþur benimle.

- Hýmm, peki ya o düþ, konuþan yýlan?

- Yüce Lucifer'in iþidir böyle þeyler. Evrende olan biten her þeyden haberi olur onun. Çünkü emrinde sayýsýz hizmet edeni vardýr. Bunlar en baþta cinlerdir. Cin; cisimsiz olup, akýl ve irade sahibi varlýktýr. Ýnsan ve sair mahlûkata tesir edip, kispetine girebilir her þeyin. Bu bakýmdan cinler, faydalý ve yetenek sahibi elemanlardýr. Lakin, Lucifer'in bu dünyadaki baþ temsilcisi bizzat benim. Bu nedenle, emrimde cinler ve pek çok kiþi bulunur.

Akkartal, alaysý bir þekilde sözünü keserek;
- Bunlara unutmadan "idi" demelisin artýk Zungo, tamam mý? Diye uyarmýþtý. Oysa Zungo çok baþka maksatla konuþuyor, bu amansýz rakibi tesir altýna almak
istiyordu. Ümidi gene kýrýlan Zungo:

- Evet, ne yazýk ki artýk öyle görünüyor.

Derken, yine de için için, kendisini,bu inatçý savaþçýnýn keyfine gerçekten terk etmiþ gibi görünen efendisine güceniyordu. Kestiði onca ahkâm iþe yaramýyordu artýk nedense. Hani, sadýk dostlarý cinler neredeydi sahi? Kimseler yetiþmiyordu imdadýna zavallý Zungo'nun. Bu asýrlýk devran, bu despotik hâkimiyet bir hüsranla sona mý erecekti yoksa? Oysa daha ne hayalleri vardý Zungo'nun. Ah ne acý, ne acýydý bütün bunlar.

Akkartal bir an için, haline yansýn diye, zaman tanýmak istemiþti ona. Fakat, vakit nakitti bu devirde, onun için de:

- E, hadi be Zungo Efendi, seni dinliyoruz, ama býrak þimdi atýp tutmayý, maziyle öykünme ve nostaljiler yapmayý da, biraz icraat göster icraat!

Derken onun tepkisini bekliyor, lakin ses gelmeyince devamla:

- Durup dururken baþýna iþ açtýn, oysa nene lazýmdý senin, benim gibi bir delinin düþüne girmek, kafasýný karýþtýrmak?! Böyle hatalar yakýþýr mýydý hiç senin gibi bir feraset ehline. Cýk, cýk, cýk!

Zungo'yu ahlar vahlar tutmuþ, hiç de býrakacak gibi deðildi. O baþlangýçta sergilediði vakar ve azametinden artýk eser kalmamýþ, dokunsalar aðlayacaktý þimdi garip. Onun bu hal-i pürmelâline çelik gibi katý yürekli Akkartal bile acýmaða baþlayacaktý neredeyse. Akkartal'ýn mimiklerine bakýp, onun zihnini biraz okuyan Zungo:

- Ne diyorsun yiðidim? Nasýl, anlattýklarým hoþuna gitti mi? Beni baðýþlayacak mýsýn artýk?

Akkartal buna kulak asmayarak;

- Ha sahi, demin ne demiþtin, hadi þu asýrlýk ateþin baþýna geçelim de, çaðýr bakalým efendin gelecek mi? Ben her duyduðuma kolay inanmam, ama mademki sen iddia ettin, haydi ispat et, göster bakalým karþýlýðýný.

Zungo feryada benzer bir itirazla:

- Aman efendim, sakýn benden bunu isteme de, ne istersen iste! Yapamayacaðým tek þey budur iþte; yani bir baþkasýnýn yanýnda efendim Lucifer'i halvete davet etmek. Çünkü, bu kesin olarak yasaklanmýþtýr bana. Yasaðý dinlemez, ýsrar edersem çok kýzar ve beni þiddetle cezalandýrýr. Bunu benden isteme lütfen, ne olur!

Fakat ne çare ki muhatabý ýsrarlýydý:

- Ama bunu çok merak ediyorum. Elimde deðil, buna karþý koymak Zungo efendi. Aksi halde seni þu kýlýçla doðrayacaðým zaten. Hem kim bilir, belki efendin Lucifer hazretleri yaptýðýn onca hizmetten ötürü seni bu defalýk mazur görüp, bir defalýk hatýrýna arz- ý endam eyler, biz de görürdük kendisini.

Bundan kaçýnamayacaðý Zungo'nun kýrçýl kafasýna yatmýþ, ilk ve son kez olmak üzere, bir çaðrý daha yapmayý kabul etmiþti. Hemen akabinde karþý tarafa, yýllardýr yanmakta olan kadim ateþin bulunduðu bölüme geçmiþlerdi. Burasý gerçekten onun tapýnak ve büyü hanesi idi. Burada ilk anda insaný hayrete düþüren tek þey, alevle yanmasýna karþýn içinde odun, kömür ya da yað bulunmayan bir ateþin var olmasýydý. Ocaðýn taþ zemininde bulunan üç delikten, ta yerin altýndan çýkýp geliyordu sanki alevler. Zungo kesif alevler yükselen ateþin hemen yaný baþýna durmuþtu. Akkartal üç adým gerisindeydi. Tam bu sýrada içeriye ötekiler de girmiþ, gelip, Akkartal'ýn yanýna dizilmiþlerdi.

Ateþ baþýna diz çökmüþ olan Zungo, sessiz mýrýltýlarla bir takým sözler terennüm ediyor, kendince dualar, temennalar okuyordu. Alnýnda ter damlalarý bocuk boncuk olmuþtu. Bu hal kýsa bir süre daha böylece sürdükten sonra, yanýnda bulunan bir vazoya elini daldýrýp, oradan aldýðý avuç dolusu tozu alevlere serpiþtirmiþti. Bunun üzerine önce büyüyen ateþ, akabinde etrafý kesif bir duman sarýp, bir anda görünmez olmuþtu Zungo. Bunu takiben tüyler ürperten, canhýraþ bir feryat duyulmuþ, Zungo ansýzýn gayb âlemine karýþývermiþti. Biraz sonra her þey tekrar eski haline dönmüþ, ateþ eski durumunda ve sanki hiç bir þey olmamýþ gibi yanmaya devam ediyordu. Oradakiler bütün bunlarý dehþetle izlemiþ, tabiatüstü güçlerin olaðan dýþý bir tezahürüne þahit olmuþlardý.

Hemen orayý terk ederek, artýk maziye karýþmýþ olan Zungo'nun karargâhýna dönmüþlerdi. Burasý lebalep insanla dolmuþtu. Tao-Li tutsaklara olacaklarý aktarýp, zindan kapýlarýný açarak, yukarý gelmelerini söylemiþti. Onlarýn gizli geçitten çýkmasý, az önce sessizce bekleþen esaret mahkûmlarýnýn inanýlmaz sevinç çýðlýklarýna yol açmýþ, pejmürde kýlýk ve kýyafetlerinin aksine, yüzlerinde yepyeni bir hayatýn coþku ve ümidi yansýmaya baþlamýþtý.

Tao-Li onlara hitaben yüksek sesle:

- Bundan sonra artýk hepiniz özgür olacaksýnýz! Dedikten sonra, baþta Akkartal olmak üzere, kurtarýcýlarýný takdim etmiþ, akabinde, bekleyen gemilere binmelerini söylemiþti. Esirler adýna söz alan birisi, önce halaskarlarýna þükranlarýný arz etmiþ, sonra Zungo ve zindancýlarýn kendilerine teslim edilmeleri ricasýný arz etmiþti. Fakat, Akkartal bu talebi þu sözlerle savmýþtý:

- Sizleri anlýyorum, haklý olarak, size verdikleri onca eza ve cefanýn hesabýný sormak istiyorsunuz onlardan. Fakat bütün bunlarýn baþ sorumlusu olan iblisin oðlu Zungo idi ve o layýk olduðu cezayý, en acý þekilde görüp, tapýndýðý ve adýna tüm bu kötülükleri iþlediði efendisinin ateþi tarafýndan canlý canlý yutuldu. Bunu ben ve dostlarým biraz önce gözlerimizle görüp, acý feryadýný kulaðýmýzla iþittik. Dedikten sonra sözlerini þöyle baðlýyordu: Bundan ötürü, sizlere yakýþan, bütün bunlarý geçmiþte kalan bir kâbus sayýp, yeni baþlayacak olan özgür ve mutlu bir yaþam için, peþin ödenmiþ bir diyet gibi kabul etmenizdir.

Bu arada yukarý gelen tayfalardan bir grup, tapýnaðýn bir kenarýnda bulunan sandýklar dolusu altýn ve mücevherattan oluþan Zungo hazinesini aþaðý indirerek, kayýklarla gemiye taþýyorlardý. Canlarý kendilerine baðýþlanan muhafýz ve zindancýlar, korsanlarýn yerini alýp, küreklere baðlanarak, cezalarýný bu þekilde çekmelerine karar veriliyordu. Kapalý limanda bulunan çektiriler tutsaklarca paylaþýlýp, her gemiye, tutsaklara eþit paylaþtýrýlmak üzere, birer sandýk dolusu altýn býrakýlýyordu. Bu bölüþtürme iþini Mirza ve Kaptan yaparken, Akkartal ve Tao-Li onlarý daha önce gittikleri gemide beklemekteler idi.

Çok geçmeden öteki gemiler de maðara giriþinden birer birer çýkýp, kahramanlarýmýzýn bulunduðu kalyonun yanýna dizilmiþlerdi. Kaptan ve Mirza da geldikten sonra, ötekilere küpeþteden el sallayarak, veda edilip, Kanhantu rotasýnda, kuzeye doðru harekete geçilmiþti. Bu sýrada kendilerine merhaba, diyen güneþi coþkulu özgürlük þarkýlarý söyleyerek karþýlayan eski tutsaklar, kimi yelkende, kimi dümende görev alýyor, önden giden kalyonu takip ederken, meþum Yeþil Ejder Adasý gerilerde kalýyordu.

Akkartal ve arkadaþlarý kalyon güvertesinde gene eski yerlerini almýþ, neþe içinde konuþuyorlardý. Bir ara Kaptan Akkartal'a hitaben:

- Sayýn Akkartal, dediðiniz gibi, Zungo hazinesini oluþturan on sandýktan beþini tutsaklara daðýttýk. Gerisi buradadýr. Bunlarý ne yapacaðýz? Diye açýklamýþtý.

Akkartal memnun olarak:

- Bunlarý da balýklara mý daðýtsak? Diye þakayla güldükten sonra, sözlerine devamla; Birini hükümdar Tamuro'ya göndermek uygun olsa gerek. Çünkü ne de olsa burasý Denizler Ülkesine ait bir yer. Geri kalanýn birazýný, hayatýmýzý kurtaran þu gemiye karþýlýk Kato ve adamlarýna, kalaný ise aramýzda pay ederiz, olmaz mý? Demiþti.

Bu öneriye itiraz eden olmayýp, herkes uygun görmüþtü. Onlarý bu minval üzere býrakarak, bu sýrada hareketli saatler yaþayan Kanhantu'ya bir göz atarak, orada olup bitenlerden habersiz kalmayalým:

Bu ülkenin en büyük ve görkemli gemisi olan krallýk kadýrgasý bütün haþmetiyle limana girmiþ, demir atmaktaydý. Rengârenk giysileri içinde, coþkuyla el sallayan halk limaný çevrelemiþ, þaþaalý bir karþýlama yapýlmaktaydý. Burada olanlardan her nasýlsa haber almýþ olan Kral Tamuro, maiyetiyle gelmiþ, küpeþteden halký selamlýyordu. Daimyo'yu taþýyan bir kayýk, hýzla kadýrgaya yaklaþýyordu. Nitekim kalyon bordasýna çýkan Daimyo, adamlarýyla birlikte yere kadar eðilerek kralý selamlýyordu. Nitekim olan biteni görüþmek isteyen kral güverteye geçerken iþaret ediyor, Daimyo onu izliyordu. Tamuro, özel koltuðuna baðdaþ kurarken, katana'sýný, (Büyük kýlýç) kýrmýzý-siyah kimono kemerinden çýkarýp, önüne koyuyordu.

Sonra el pençe divan duran Daimyo'ya hitaben gür sesiyle:

- Bana iletilenler doðru mu, o Turanlý savaþçýnýn adý gerçekten Akkartal mýydý?

- Tamamen doðrudur haþmetli Kralýmýz! Fakat ne yazýk, maiyetlerinde bulunan adamlardan biri faili meçhul bir cinayete kurban gidip, biz henüz araþtýrmayla meþgul iken, onlar limandan ayrýlmýþlar. Haklarýnda bilinen, sadece güneye doðru yelken açtýklarýdýr.

Derken, etrafa salýnan araþtýrma gemilerinden gelen bir haber, kayýp kalyonun birazdan liman açýklarýna görüneceðini bildiriyordu. Bu haber kral Tamuro'yu meraklandýrmýþ, kalyonun limana davet edilmesini buyurmuþtu. Karþýlayýcýlar henüz limandan hareket bile etmemiþlerdi ki, kalyonun limana yönelmiþ olduðu haberi gelmiþti. Bunun üzerine yerinden kalkan Tamuro dýþarý çýkar ve kalyonun gelmekte olduðu sancak tarafýna geçer. Bu sýrada yanýnda eþi kraliçe Tekimi, kýz kardeþi Prenses Miyaki ve en seçkin samuraileri Mushaþi ile Kojiro da bulunmaktadýrlar. Kral Tamuro, daha önce tebdil-i kýyafet ile yaptýðý o mahut yolculuktan dönünce, orada olan biteni maiyetine aktarmýþ olduðundan, Turanlý savaþçýyý merak etmekteydiler. Derken, limana girmiþ olan kalyonda durum þu minval üzereydi;

Akkartal ve arkadaþlarý küpeþteye yaslanmýþ, batan güneþin son ýþýnlarýyla taranan limanda oluþan olaðan dýþý manzarayý izlerken, kadýrganýn da demirli olduðu iskeleye doðru aðýr aðýr yaklaþmaktaydýlar. Gemiler nihayet yan yana gelmiþ, artýk her iki gemi bordasýnda bulunanlar birbirlerini görebiliyorlardý. Kadýrga küpeþtesinden kalyondaki Akkartal'ý tanýyan Tamuro, el kaldýrýp, onu selamlarken, adamlarý kalyona hemen bir köprü atýyordu. Nitekim maiyetiyle beraber kalyona geçen Tamuro, orada kendilerini karþýlamak için bekleyen Akkartal ve arkadaþlarýyla buluþuyordu.

Tamuro bu defa ananevî giysileri içinde, mütebessim:

- Selam, Turanlý dostum Akkartal! Ülkeme hoþ gelip, sefalar getirmiþsiniz! Derken, öne eðilerek selam verir, Akkartal mukabele ederek:
- Hoþ bulduk dostum Tamuro San! Der ve akabinde yaklaþarak, kucaklaþýrlar.

Bu samimi karþýlaþmadan sonra misafirler önce kalyon güvertesine geçmiþ, daha sonra kralýn davetiyle kadýrgaya geçmiþlerdi. Bu arada, arkadan izlemekte olan diðer gemiler de sýrayla limana girip, akabinde duyulan bu müthiþ haberle Kanhantu top yekûn bir bayram yerine dönüþüyordu. Gemilerden inen eski korsan ve tutsaklar, liman maðazalarýna koþup, yeni giysiler alarak, meyhaneleri doldurmuþ, baþlarýna biriken meraklýlara baþlarýndan geçenleri hararetle anlatýyor, ama bitiremiyorlardý.

Mirza, Kaptan, Tao-Li gemide kalýrken, Akkartal, Tamuro ve maiyetiyle, kralýn özel dairesine geçiyorlardý. Nitekim yalnýz kaldýklarýnda olan biteni onlara aktarýyor, bu akýllara durgunluk veren olaylar zinciri karþýsýnda hepsi hayrete boðulup, onu soru yaðmuruna tutuyorlardý. Özenle hazýrlanýp, yere kurulmuþ yuvarlak bir sofra etrafýnda karþýlýklý oturulmuþ, ortalarýnda güzel ve zarif bayanlar, prenses Miyaki ve kraliçe Tekimi yer alýyorlardý. Ýki mahir geyþa hizmetlerine bakmaktaydýlar. En büyük ilgiyi, Akkartal'ýn buralara gelmesine sebep olan mahut düþ çekiyordu.

Bunu anlattýktan sonra, Tamuro:
- Çok ilginç, gerçekten harikulade bir þey. Dostum, sayende hem o melanet herif
Zungo'dan kurtulmuþ, hem de yeniden görüþmüþ olduk. Çok çok sað ol!

- Sizleri böyle esenlik içinde görmek benim için ayrý bir sevinç vesilesi oldu. Çünkü o düþten sonra akýbetinizi merak etmekteydim...

Bu þekilde baþlamýþ olan muhabbet ortamý, zengin donanýmlý sofradan yenilip, içilerek sürmekteydi. Prenses Miyaki, adýný duyalý beri onu çok merak ettiðini açýkça ifade etmekte bir beis görmüyordu. Bunlarý söylerken, hafif makyajlý güzel yüzünde yer yer mahcup güller açýyor, söyleyemediði hislerinin açýða çýkmasýndan korkuyordu. Prenses, aða beyi Tamuro'dan iki yaþ daha küçüktü. Tamuro ve kraliçe Tekimi yeni evlenmiþlerdi. O nedenle, içilen saki (bir tür raký) kadehleriyle sermest olup, sözlerin birini bitirmeden diðerine atlýyorlardý. Bakýþlarý, yekdiðerini nasýl bir tutkuyla sevdiklerini ifþa ediyordu. Akkartal, Miyaki'nin kendisine yönelen buðulu bakýþlarýndan kaçýnýyor, ona ancak o bakmazken bakýyordu. Söz dönüp dolaþarak, evlilik konusuna geliyordu.
Tamuro:
- Akkartal San, biz evleneli bir ay oldu ve inan ki çok mutluyuz. Senin böyle bir niyetin olmadý mý? Öyle ise gerçi hiç þaþmazdým buna ya.
Akkartal mütebessim:
- Dostum Tamuro evlenebilir, eþiyle mutlu olduðu için kendisini içtenlikle kutlar, saadetlerinin ebedi olmasýný dilerim. Biz de bu þans ne gezer. Zira daha baþlangýçta ters yönü seçmiþ, kýlýç ve bilim yoluna düþmüþüz. Bunun uzun ve meþakkatli bir yol olmasý bahtýmýza. Kim bilir, belki bir gün sýra bize de gelir. Hem böyle müzmin bir yolcuya hangi aklý baþýnda hatun gönül düþürürdü ki. Haklý olarak hiç kimse.
Tamuro gülerek buna itiraz eder:
- Buna herkes inansa da ben inanmam dostum. Çünkü gözümle þahit olduðum þeyler var. Hatýrlasana. Hani o yarýþlarý baþlatan flamayý kaðana veren güzel kýz yok muydu? Seni yarýþlar boyunca bir an bile gözünden ayýrmadýðýna eminim.

Bunlarý duyan Miyaki gözlerini Akkartal'a dikmiþ, yüzünde oluþacak her manayý okumak, sözü edilen kýzýn onun nezdinde ki yerini ölçmek istiyordu. Güzel Tangülü'nü Akkartal'a yeniden anýmsatan bu sözler, onu bir an mahzunlaþtýrýr, ve:
- Onlar gelip geçici hislerdir dostum, zaman dediðimiz törpü üzerinden geçince, silip götürür her þeyi. Biz bunlara gelip geçici olarak bakmayý bilmiyorsak bile, öðrenmeliyiz artýk.

Bu sözlere itiraz kraliçe Tekimi'den geliyordu:

- Bu düþüncelerinize katýlmýyorum Akkartal San! Tamuro da ilk zamanlar týpký sizin gibi düþünüyordu, fakat benim kararlý tutumum onu ikna etti sonunda ve yolun daha güzelini tercih etti.

Buna karþýlýk Akkartal:

-Bu onun bakýmýndan uygun ve de gerekliydi sanýrým. Çünkü anlaþýlan, hem toplum içindeki hiyerarþik konumu, hem de sizin gibi ýsrar ve cazibe sahibi bir hanýma rastlamýþ olmasý bunu kaçýnýlmaz kýlmýþ. Benim böyle bir durumum yok ve muhtemelen hiç olmayacak. Fakat gene de çok iddialý konuþmuþ olmayalým. Çünkü zaman kalpleri ve kararlarý deðiþtirebilir pekâlâ.

Sohbet ortamý bu minval üzere bir süre daha sürüp, gecenin ilerleyen saatlerinde sofradan kalkýlarak, yatma vakti geliyordu. Tamuro, Akkartal'ý kesinlikle misafir etmek istiyordu. Nitekim onu kýramayýp, geceyi kadýrgada ayrýlan lüks kamarada geçiriyordu. Sabah erken kalkan Akkartal, hemen kalyona geçip, merakla bekleyen arkadaþlarýný güvertede, kahvaltý ederlerken buluyordu. Onu nihayet karþýlarýnda görünce hepsi seviniyordu. Bu arada çok merak ettikleri bir konu olan, Akkartal-Tamuro ile tanýþýklýðýnýn öncesini soruyorlardý. Buna dair açýklamayý kýsaca yapan Akkartal, onlarla kahvaltý edip, dýþarý çýkarak, krala verilmesi kararlaþtýrýlan sandýðýn yerine ulaþtýrýlmasýna nezaret ediyordu. Tamuro ve adamlarýnýn bundan hiç haberleri olmayýp, çok þaþýrýyorlardý. O akþam hep birlikte Daimyo'nun davetine katýlýyorlardý. Ancak bu defa salonda müzik ve raks olmayýp, daha ziyade seçkin erkek konuklar bir araya geliyordu. Bu arada, bu gibi ortamlarda revaç bulan görüþ ve karþý telakkilerin ele alýndýðý konular üzerinde konuþulmaktaydý. Kral Tamuro bir ara sözü, hiç aklýndan gitmemiþ olan o konuya, Akkartal'a karþý kaybetmiþ olduðu mahut sözel karþýlaþmaya getirip ve mevzuu kýsaca, konuklar için özetledikten sonra:

- Ýþte dostum Akkartal San'ýn bana yaptýðý o azizliði tabiatýyla hiç unutmadým! Diyordu.

Bunun üzerine o da kendine has gülüþüyle:

- Ha, þu mesele! Diye söze baþlýyor, sonra da tevazu ile þöyle devam ediyordu: Aziz dostum Tamuro San'ýn, tabii ki söze ne ile baþlayýp, nasýl devam edeceðini önceden bilmek mümkün deðildi. Karþýlaþýlan bir þeyin niceliðini bilmemek doðaldýr ki, güvene yer ve mahal býrakmayýp, hatta bir eksiklik yaratýr. Bu da temin gerektirir. Muhatabý zor durumda býrakmak istenirse, onun üzerinde duracaðý ilk tuzaðý harekete geçirmek yerinde olur. Bu da her halde, kelamda etkin tuzak olan "emniyet ve temin" ile alakalý bir söz olacaktý. "Kendinden emin olan, herkesten emin olur" kuralý gereðine baðlý olarak, bunu kim kime temin eder duruma gelirse, tabii ki etik olarak, karþýlaþmada o üstün konuma gelecekti. "Ben senden eminim" demek, seni en azýndan kendim gibi bilirim, demek olacaðýndan ve hiç kimse de bu tarzda konuþmayacaðý için, zira böyle konuþan artýk kendi kedine konuþuyor gibi olacaktýr, bu da bunu söyleyenin son sözü olacaktýr. Ýþte biz de âcizane, sözün gidiþini sanýrým bu mecraya sürmüþtük. Diyen Akkartal, konuyu az daha açýklamak için sözüne devamla: Ama burada karþý tarafýn her bakýmdan üstün bir idrak yetisi ve hýzlý çözüm gücü olmasý þartý da vardýr. Ýþte bu, Tamuro San da ziyadesiyle mevcut olduðunun kanýtýydý ki, durum o an için aleyhine de olsa, kavrayýp, münazara bitiþine vaktinde onay verebilmiþti.

Bu açýklamadan memnun ve mesrur olduðu görülen Kral Tamuro, içtenlikle tebessüm ederek:

- Doðrusu, aziz dostumun bu güzel izahý beni kendisine karþý bir kat daha temin edip, o denli onurlandýrmýþtýr. Böylece içimdeki bir ukde bütünüyle silinip, yerini mutlak bir hayranlýða terk etmiþtir. Bunun için kendisini huzurunuzda bir kez daha tebrik etmek istiyorum! Demiþti.

Buna karþýlýk olarak Akkartal:

- Aziz dostum sað olsun, çok tevazu gösteriyor, bu görüþlerine ben de aynýyla mukabele ile kalpten teþekkür ediyorum. Diyordu.

Daha sonra Tamuro sözü kýlýçlara getirerek, bu meyanda Akkartal'a:

- Akkartal San izin verirse kýlýç namlusuna bakmak isterdim? Diyordu.

Bunu gayet tabii bir arzu olarak kabul eden Akkartal, bir çýrpýda kýlýcý Alpagut'u kýnýndan çýkarýp, ona uzatýyordu. Kýlýcý kabzasýndan tutan Tamuro, onu yüzüne yaklaþtýrýp, pýrýltýlý asil çelikten namluyu inceliyor, az sonra yüzünde beliren hayret ifadesiyle:

- Doðrusu, bu gerçek bir sanat eseri ve mükemmel bir kýlýç. Eminim bizde bile daha üstünü bulunmaz. Ayrýca, bu kýlýç yapý tarzý olarak da bizimkilere benziyor, bence bizim ön atalarýmýzýn da ayný yerlerden gelmiþ olduðuna bir iþarettir bu. Diyordu.

Buna memnun olan Akkartal, kýlýca dair geçmiþi ve kendisine veriliþ nedenini anlatýyordu. Bu tarihi karizma sahibi kýlýcý artýk adýyla da tanýyan Tamuro, böylece onun üzerinde hiç bir çentiðe rastlamayýþýnýn nedenini daha iyi anlamýþ oluyordu. Oysaki, bunu mahut yarýþma nedeniyle beklemekteydi. Zira kim bilir kaç defa kýlýçlarý çatýþmýþtý ve en azýndan kendi kýlýcýndakine benzer küçük gezleþmeler onda da meydana gelmeliydi. Ýþte salt bunun için Alpagut'u yakýndan görmek istiyordu.

Bu açýklamalarýndan sonra kýlýç yolunun diðer savaþçýlarý Akkartal'a bir kat daha gýpta yüklü bakýþlarla bakýyor, ondan savaþçýlara has kelam ve edebi düstura dair tahliller yapmasýný rica ediyorlardý. Kral Tamuro'nun en seçkin samurailerinden biri olan Mushaþi:
- Sayýn Akkartal, sizden, kýlýç ustasý olmaktan daha üstün, savaþçýlara has kelam konusunda feyizlenmek isterdik, ancak ne yazýk ki, kaptan ve diðer dostlarýnýzýn dediðine göre, buradan tez ayrýlmak niyetinde imiþsiniz.

- Evet, bir kaç saat sonra demir almak istiyoruz. Fakat gene de feyiz alma konusunda esefinize sebep göremiyorum, çünkü yaný baþýnýzda Tamuro San gibi bir üstat bulunmaktadýr. Mamafih, bu sözlerinizle bana kývanç verdiniz. Teþekkür ederim.

Bu sohbet, Tamuro ve Akkartal'ýn kadýrgadan çaðrýlmalarýyla burada noktalanýyordu. Çaðrý, kraliçe Tekimi'den geliyordu. Nitekim onlarý, Prenses Miyaki ile dün akþam ki mekânda karþýlýyorlardý.

Kraliçe, henüz ayaküstü konuþurken Tamuro'ya:

- Sayýn dostumuz ve arkadaþlarý, eðer duyduklarýmýz doðruysa birazdan demir alacaklarmýþ, bu çok erken deðil mi?

Derken, göz ucuyla Prenses Miyaki’ye bakýyordu. Nedense o, bu gün biraz mahzun görünüyordu.

Cevap vermek için Akkartal:

- Evet Kraliçem. Bu niyetteyiz. Zira bendenizin yolculuk gayesi böylece sonuçlanýp, þahsen tanýþmak þerefine nail olmuþ bulunuyorum hepinizle. Þimdi ise, destur olursa yolcu yolunda gerektir, diyoruz.

Bu sýrada Tamuro özel kamarasýna bir þey almak için geçmiþ olduðundan, salonda bir hizmetçi ve üçünden baþka kimse yoktu. Hizmetçi kapýya yakýn bir yerde meþgul iken, onlar sol yana açýlan büyük lombozun önünde bir masada oturmuþlardý. Bir ara çýngýrak sesi gelmiþ ve hizmetçi dýþarý çýkmýþtý. Az sonra tekrar içeri gelen hizmetçi eþi Tamuro'nun Kraliçeyi çaðýrmakta olduðunu söylüyordu. Böylece bir an yalnýz kalan Akkartal ve Miyaki, önce konuþmaksýzýn öylece otururlarken, Akkartal lombozdan dýþarý bakýyordu.

- Sizi bir kaç gün daha kalmak için ikna edecek kimse yok mu, diye düþünüyor, ama ne yazýk ki bulamýyorum!

Bu sözler Miyaki'nin aðzýndan umutsuzca dökülürken, kendisi o an yere bakmaktaydý.
Akkartal:
- Sevgi ve saygý deðer Prenses buna o denli önem atfediyorlarsa, sadece emrederler, bu yeter. Ancak, sonunda ayrýlýk yine de kaçýnýlmaz ise, ki ne yazýk, öyle görünüyor, o zaman bir gün ile on günün ne farký olur?

- Sizin için bu gerçekten böyle mi?

- Sanýrým evet, gidilen bir yerde gereðinden fazla kalmak, bir mecburiyet yoksa, daha iyi deðildir. Çünkü aksi halde bir takým alýþmalar olur ve bu da ayrýlýk acýsýný çok daha þiddetli kýlar. Bunun için Prensesim, yolcu yolunda gerektir kanýsýndayým. Tabii ki aksini emretmiyor iseniz?

- Ben deðil, lakin gönlüm hep burada kalmanýzý emretmek isterdi, desem her halde çok þaþýrýrdýnýz, deðil mi?

Akkartal bu soru karþýsýnda esasen pek þaþýrmýþ sayýlmazdý, ama o çok þaþýrmýþ gibi yaparak:
-Sevgili Prenses, gönülden söz ederken, bunu bendenizle iliþkilendirmekle bana þeref ve saadetlerin þahikasýný lütfediyor. Lakin muannit bir "kýlýç yolu yolcusu" bunu zor anlar. O nedenle, af ve azat edilmeði dilerdim.

- Peki, her þeye raðmen peki, ama þunu olsun bilmek isterdim; acep, kýlýç yolu yolcularý bir gittikleri yerden bir daha hiç mi geçmezler, yoksa orasýný tümüyle unutur da mý giderler?

Esasen mantýðýna kalsa açýkça "Evet prensesim, onlara kalsa böylesine tehlikeli ve tutsak eden yerlerden bir daha geçmezlerdi" diyecekti. Ama o, küçük de olsa bir ümit ýþýðý vermeden edemez, bu kendisine uzun süren bir ýstýrap verecek olsa bile, böyle nazenin bir güle karþý asla katý yürekli, peþin hükümlü olamazdý.

Nitekim:
- Prensesim, tam aksine, çünkü onlar bir gittikleri yere, istisnasýz olarak, en azýndan bir kere daha ve gene en azýndan bir önceki kadar kalmak üzere mutlaka gitmek isterler, tabii buna yollar da vefa ederlerse.

Bu sözler prensesin mahzun yüzünü biraz olsun renklendirip, aydýnlatmýþtý ki, Tamuro ve karýsý tekrar içeri girmiþlerdi. Tamuro, Akkartal için hatýra armaðaný olarak, kemerde taþýnmak üzere Katana'nýn biraz daha küçüðü olan bir kýlýç getirmiþti. Bu da çok deðerli ve anýsý olan bir kýlýçtý. Bunu memnuniyetle alan Akkartal, dostlarýyla vedalaþýp, kalyona geçmek üzere dýþarý çýkarken, onlar da küpeþteye kadar refakat ediyorlardý.

Akkartal'ýn kalyona geçmesiyle hemen demir alýnýp, yelkenler fora edilmiþti. Bu sýrada kadýrgada kraliçe ve Tamuro ayný yerlerinde dururlarken, prenses içeri, kendi kamarasýna gitmiþ, kalyonu gören lombozun önünde, puslu gözlerle, perde aralýðýndan dýþarýya bakmaktaydý. Yelkenleri kabaran gemi aðýr aðýr hareket ederken, Akkartal kýç küpeþtesine yaslanmýþ, deniz yüzeyinde parlayýp sönen yakamozlarý seyre dalýyordu.


RIHTIM CÝNAYETÝ VE MAHKEME

Derken hareket edip, giderek hýzlanan gemi açýk denize ulaþmýþ, Akkartal da istirahat etmek üzere özel kamarasýna çekiliyordu. Burada hazýrlanmýþ yataða sýrt üstü uzanýp, þimdiye kadar olup bitenler ve yaþadýklarýnýn muhasebesini yapýyor, sonra geleceðe iliþkin düþünürken uykuya geçiyordu. Nitekim tan aðarmasýyla, yakýndan duyulan martý, albatros sesleri onu tatlý düþlerinden uyandýrýyor, kalkarak kýlýç idmaný için dýþarý, burun bordasýna çýkýyordu. Güneþ ufukta belirinceye kadar orada sýký bir çalýþma yapan Akkartal, Pupa yelken hareket halinde olan gemide dengeyi korumak için normalden daha fazla gayret gerektirdiðini fark ediyordu. Onu gören tayfalar bir kenara çekilip, idman bitinceye kadar seyretmiþlerdi. Nitekim güverteye yöneldiðinde, ayný þeyi kýç bordasýnda yapmýþ olan Tao- Li'ye rastlýyor, selamlaþarak birlikte güverteye geçiyorlardý. Bu arada yamak Taro önce, hoþ kokulu bir tomurcuk çayý servis edip, az sonra da kahvaltýlýk getiriyordu. Çok geçmeden Kaptan ve Mirza da güverte kapýsýndan dostlarýný içtenlikle selamlayarak, girip, masadaki yerlerini alýyorlardý. Bir yandan çaylarýný yudumlarken diðer yandan kaptan:

- Öyle görünüyor ki aziz dostumuz Akkartal iyi bir gece geçirmiþ, formunun da zirvesindedir. Diyordu.

Akkartal bu samimi sözlere karþý tevazu ile:

- Eh, Tanrýya þükür. Dedikten sonra; Sizler de çok zinde görünüyorsunuz!

Derken karþýlýk veriyordu. Akkartal'ýn bu tutumu diðerlerini de þevke getirmiþ, ortam biraz daha canlanarak, karþýlýklý soru ve latifeleþmeler baþlamýþtý.

Kaptan:
- Akkartal dostumuz lütfen kusura bakmasýn ama meraktan sabahý zor ettik. Akkartal gülerek:
- Hayrola dostum, buna sebep neymiþ anlayamadým.

- Merak sebebi bir deðil ki, bilmem sormaya hangisinden baþlasak?

- En acili hangisiyse sormaya ondan baþlayabilirsiniz. Ayrýca, sanýrým bunun için ziyadesiyle vaktimiz olacaðýný hatýrlatmaða gerek yok.

Tao-Li tasdik ederek:

- Haklýsýn, en azýndan iki gün Þantung'a var, ondan sonrasý da haftalar sürer. Kaptan dayanamayarak sorar:
- Kral Tamuro ile tanýþmanýz ve bunun hikâyesini daha önce hiç anlatmadýnýz, oysa onca yolculuk esnasýnda buna fýrsat çoktu. Doðrusu biz olsak bundan bahsetmeden kesinlikle edemezdik, hem de nasýl övünerek.

Akkartal gülerek:

- Amma yaptýn be dostum, ben onu bizim gibi bir savaþçý olarak tanýyordum, kral tanýdýðým var, diye bir düþe güvenerek mi övünecektim yani?

Kaptan alenen hayret ederek:

- Aziz dostum gücenme lütfen, ama sen gerçekten çok âlem bir adamsýn. Bir düþe verdiðin önem yüzünden kalkýp, aylar süren uzun yollara düþerken, ayný düþe bir sohbet ortamýnda bile, sýrf gerçek sanýlýr diye, hiç deðinmiyorsun. Bu nasýl iþ?




Kaptanýn bu sorusuna cevap Tao-Li'den geliyordu, çünkü Akkartal sükûtu tercih ediyordu:
- Yahu Kaptan, bu tür zevzeklikleri ancak senin benim gibilerin yapacaðýný hiç düþünmez misin be kuzum.

Tao-Li'nin bu yarý ciddi çýkýþýna ses çýkarmayan Kaptan'a Akkartal arka çýkarak:

- Dostum, iþin doðrusu sanýrým, ondan bahsetmenin hiç aklýma gelmeyiþi olsa gerek.
Derken, kahramanlarýmýz yolculuðu böylece tek düze olmaktan çýkarýp, olabildiðince renklendiriyorlardý. Nihayet denize ilk çýkýþ limaný olan Þantung'a tekrar varmak üzereydiler. Neredeyse gene akþam oluyordu. Yolda alýnan ortak karara göre; burada bir gün kalýp, sonra hep birlikte tekrar güneye, ama bu defa daha ziyade kýyý þeridi izlenerek, yelken açýlacaktý. Akkartal, epeydir özlediði atý ve býraktýðý diðer emanetlerini almak için hana uðrayacak, sonra yol arkadaþlarýyla müsait bir noktaya kadar birlikte seyahat ederek, orada uygun bir yerde veda edilip, herkes kendi yurduna dönmek üzere ayrýlacaklardý.

Nitekim atýný býraktýðý çift kanatlý han kapýsýndan girdiðinde, Karaþimþek gene ayný yerde ve iþtahsýzca önündeki ot yýðýnýndan yemekteydi. Fakat aldýðý ani bir kokuyla baþýný kaldýrýp, geri dönünce sahibini nihayet fark etmiþ, akabinde kulaklarýný kýrpýp, kiþneyerek ona doðru atýlýrken, az kalsýn yularýn baðlý bulunduðu direði kökünden sökecekti. Buna kalmadan Akkartal yanýna koþup, onu sakinleþtirmiþti. Dýþarýdaki bu gürültüyü iþiten hancýnýn güzel kýzý Þu da hemen kapýya çýkarak, atýnýn yanýnda onu teskin etmek için þefkatle saðrýsýný okþamakta olan Akkartal'ý görmüþtü. Hemen oraya gelen Þu, heyecandan bir an ne yapacaðýný þaþýrmýþ, bir þey konuþamadan onun arkasýnda öylece beklemekteydi.
Bir an dönünce onu fark eden Akkartal:
- O! Þu Haným, demek sen de buradaydýn, nasýlsýn? Diyerek hatýr sormuþtu.

Þu, “Hoþ geldin” derken, bu sýrada ona o kadar yaklaþmýþtý ki, atýlýp boynuna sarýlmamak için kendini zor tutmuþtu. Çift örgülü uzun siyah saçlarý, kara yay kaþlarý, kuyruklu uzun kirpikleri, gamzeli yanaklarý ve kalýn kiraz dudaklarýna ek olarak, orantýlý vücut ölçüleriyle Þu, son derece mütecazip ve onu etkilemeyi baþaran nadir kadýnlardandý. Aklýndan geçeni uygulamak için ortam uygun deðildi. Nitekim onu içeri, hala boþ ve intizamlý duran odasýna davet edip, dýþarýda yapamadýklarýnýn ziyadesini yapmýþtý. Yanýnda getirdiði deðerli bir kaç mücevheri kendisine armaðan ederek, oradan ananevî giysileri ve atýyla sabah erken ayrýlan Akkartal, limana vardýðýnda erzak yükleyen tayfalar onu bir an için tanýmakta güçlük çekmiþlerdi. Karaþimþek gemiye bindirilirken biraz huysuzlaþmýþ, ama ambarda kendisi için hazýrlanan bölmeye itiraz etmemiþti.

Þantung'tan yola çýkalý haftalar olmuþ, Þanghay limanýna uðramayýp, açýktan geçerek, bütün Çin Denizi kýyýlarýný dolaþýp, nihayet bir öðlen vakti Hint Denizi'ne ulaþmýþlardý. Hava son derece sýcak ve basýktý. Deniz açýkça buharlaþýp, sular göðe yükseliyordu. Açýk denizde buðular içinde kalan güneþi görmek artýk mümkün olamýyordu. Bir an görünse bile ufacýk bir ýþýk topuna benziyordu. Oysa karadan görünen güneþ çok daha farklýydý; kýzýldan turuncuya geçen renklere bürünürken, ateþten kocaman bir siniyi andýrýyor, hararet ortalýðý yakýp kavuruyordu.

Gemidekiler tatlý su dolu fýçýlarý bitirmiþ olduklarýndan, acil su ihtiyacý baþ göstermiþti. Bunun için ilk fýrsatta yanaþýlacak bir koy, bir liman aranýyordu. Nitekim saatler sonra, üzerini yeþil yapraklý aðaç ve bitkilerin neredeyse tamamen örttüðü küçük bir koy kasabasýný gözlerine kestirmiþlerdi. Gemi artýk olabildiðince kýyýdan seyrediyor, buradan serinleme cenneti gibi görünen koya bir an önce demir atmak istiyorlardý. Biraz daha yaklaþýldýðýnda, koyda derme çatma bir iskele ve bunun önünde irili ufaklý bir kaç balýkçý kayýðý seçilir olmuþtu. Buraya uzaktan bakýldýðýnda, bir an orada hiç kimse yaþamýyor sanýlabilirdi. Çünkü yoðun sýcak hayatý durdurmuþ gibiydi. Oysa iskeleye iyice yaklaþýldýðýnda yosunlu direklere tünemiþ, bacaklarý ýlýk suda bir sürü çocuðun orada oynaþtýðý görülürdü. Yaklaþan devasa yelkenliyi gören çocuklar, heyecan ve meraktan çýðlýk çýðlýða iskeleye týrmanmýþ, selam durur gibi yukarý kalkan elleri, güneþin göz kamaþtýran ýþýnlarýný kesme çabasýndaydýlar. Tenleri güneþte kapkara kesilmiþ olan bu çocuklar, bir an bile kaçýrmaksýzýn gemi bordasýný izliyorlardý. Nihayet demir atýlýp, gemiyi iskeleye baðlayacak palamarlar kýyýdaki çakýlý duran iri kazýklara takýlmýþ, herkes bir an önce rýhtýma atlamak istiyordu. Aþaðý kattaki kürek çeken korsanlarýn baðýrtý ve küfürleri yukarý kadar geliyordu. Çünkü bu sýcakta orasý bütün suçlarýna karþý gelen cezalarýn misliyle ödetildiði gerçek bir dünya cehennemini andýrýyordu. O nedenle ilk dolup gelen su fýçýlarý onlara veriliyordu.

Harareti yükselen beyinler sadece forsalarýnkiler deðildi. Tayfalar da onlardan aþaðý kalmýyorlardý. Buna çare bulmak için çoðu biraz ilerideki asmalar altýnda kaybolmuþ gibi duran denizci meyhanelerine koþmuþlardý. Gemi bordasýnda sadece kaptan ve iki de tayfa kalmýþtý. Buradaki evler, küçük bir vadi durumundaki iki yamaçta ve adeta biri diðerinin üstüne kurulmuþ gibi sýk duruyorlardý. Burasýna kent mi, kasaba mý denirdi, bilen yoktu. Rýhtýmýn gerisinde bir de meydanlýk vardý. Kumlu, çakýllý meydanlýk iskeleden baþlayýp, az ötedeki meyhanelerin önünde bitiyordu. Bir kaç denizci uðraðý meyhane, bir o kadar aþhane ve zerzevat dükkâný bu meydanlýðý çevreliyordu. Tayfalarýn çoðu buralara takýlmýþ, serinlemeðe çalýþýyorlardý. Bunlardan birinin açýk havada oturmaya müsait, üzeri top yekûn sarmal asmalarla kaplý kameriyeli olaný vardý ki, burada köþede kurulu tahta masadaki çilingir sofrasýný dört tayfa çevirmiþ, hem içiyor hem bir konu üzerinde tartýþýyorlardý. Lakin bu tartýþmanýn harareti giderek artma eðiliminde görünüyordu. Tayfalardan alnýnda L þeklinde bir yara izi olan Wang adýný taþýyordu. Önündeki þarap dolu kupayý diktikten sonra aðzýný elinin tersiyle silmiþ, ardýndan geðirerek, dumanlý kafayla etrafa bir bakýþ atmýþ, sonra baþýný öne eðmiþti. Onun saðýnda, gözleri kan çanaðýna dönmüþ, iri pazýlý, kalýn enseli Yasuaki vardý. O da kupasýný bir dikiþte indirmiþ, konuþmadan yanýndaki gaga burunlu Hakido'ya bakýyordu. Öteki ise kýsa boylu, ince býyýklý, cýlýz Cheng idi. Bunlar ise baþlarýný öne eðmiþ, kendi kupalarýna bak maktalardý. Derken Wang yanýndaki testiden kupasýný tekrar doldurup, bunu yarýya kadar içtikten sonra, birden:
- Hayt! Nerede kaldý þu bizim beyzadeler be!? Yetti artýk bu yolculuktan çektiðimiz!
Cheng buna itirazla:
     - Wang, gücenme ama, onlardan bahsederken yerinde olsam biraz daha dikkatli konuþurdum! Diye uyarmýþtý.
Wang sinirlenerek:
- O da niyeymiþ anlayamadým. Aramýzda muhbir mi vardý yoksa?! Cheng alttan alarak:
- Yok ama, unutma ki yerin kulaðý vardýr! Derken diðer masalara doðru bakmýþtý. Wang yine asice:
- Onu bunu bilmem arkadaþ, ben kaptandan baþka kimseye saygý göstermeðe mecbur deðilim!
- Yani sen kaptaný ötekilerden daha üstün mü tutuyorsun?
- Evet, bizden biri Huan!
Sonra söylediðine piþman olmuþ gibi:
- Ama yazýk ki onda da iþ yokmuþ! Dedikten sonra diðerlerine bakarak susmuþtu. Nitekim Yasuaki:
- Eðer onda iþ olsaydý, burada, bu berbat koþullarda deðil, kim bilir dünyanýn hangi güzel köþelerinde keyif çatýyor olurduk, deðil mi ya ama? O da Hakido'ya bakarak susmuþtu.
Hakido neþelenerek:
- Ýþte bu görüþe tamamen katýlýyorum. Sen böyle düþünmez miydin sanki Cheng? Cheng bunlarýn ayný fikirle daha önce de meþgul olduklarýný anlamýþ, fakat bunun nasýl bir karara konu olabileceðini henüz çýkaramamýþtý. Bunu öðrenmek için:
- Yani kaptan istemiþ olsa, ötekileri toz, duman mý ederdiniz?
- Tabii, ya ne sandýndý? Diyen Yasuaki idi. Cheng alaysý bir gülüþle baþýný sallayarak:
- Hiç zannetmem! Kaptan Huan kesinlikle böyle bir þey düþünmezdi. Tanýdýðým kadarýyla o akýllý, mert ve dürüst bir adamdýr!

- Hem de ne akýllý, ha ha ha haaaa! Diyerek, ardýndan asabice gülen Wang idi. Bu tavýr cýlýz Chang'i enikonu kýzdýrarak;

- Bu tavrýný gören de, onlarý tokatlayýp, her gün ayrý bir sýygaya çektiðini sanýrdý. Komik olma Wang!

Derken, seyrek diþlerini göstererek gülüyordu. Onun bu hali, Hakido ve Yasuaki'yi kahkahalar atarak güldürmeðe yetmiþti. O denli bir gülüþtü ki bu, bir türlü susamayýp, avurtlarý saniyeler boyunca gerili kalmýþtý. Ýlk anda çok komik bulduklarý bu durumdan ötürü gülerken kýzaran avurtlarý, giderek sararýr ve nitekim Wang'a baktýklarý anda bu birden buz gibi soðuk bir gülüþe dönüþür. Bütün bunlarý her an büyüyen bir kinle izleyen Wang, eðer aklýna ilk geleni yapmazsa, bu tahkirden sanki asla kurtulamazmýþ gibi geliyordu. Nitekim, elini beline atmasýyla çektiði uzun hançeri, þaþkýn Cheng'in kalbine saplamasý bir olmuþtu. Bu histerik dar beyi canhýraþ feryat izlemiþ, devrilen kupalarýn yerine, cansýz bedeni kapaklanmýþtý zavallýnýn. Þaþkýnlýk içinde baka kalan Yasuaki ve Hakido, hemen býçaklarýna el atýp:

- Ne yaptýn bre aptal herif?!

Diye çýkýþmýþlardý. Az sonra dikkatleri çeken bu feci olay, çevrede telaþlý bir kalabalýða yol açmýþtý. Dehþet ve tehditle karýþýk bakýþlara hedef olan Wang, elinde kanlý býçaðý, öylece durakalmýþtý. Benzi solup, piþman olmasý ne iþe yarardý. Anlayýþ gösterip, destek çýkar mýydý toplum sanki buna? Elleri kabzada bekleyen Yasuaki ve Hakido hemfikir dostlarý, hempalarý deðiller miydi yoksa? Olayý iþiten kaptan, kalabalýðý yarýp, olay mahallini gördüðünde çok kýzarak:

-Bunu hangi sersem, neden yaptý!? Diye çýkýþýrken, Yasuaki ve Hakido suçlayan bakýþlarýyla Wang'ý iþaret etmiþlerdi. Nefsine ram olarak, müteharrik olup, bu arada bir insana kýymanýn utancýyla baþýný eðen Wang. Birden baþ kaldýrarak:
- Bu sizlerin yüzünden, evet kaptan, bunda hepinizin katkýsý var! Derken öfkeliydi. Bu sözleri anlamsýz bulan kaptan kýzarak:
- Sen ne diyorsun bre sersem, kimin ne alakasý olabilir senin yaptýðýn bu hayvanlýkla, açýk konuþ?! Diye baðýrmýþtý. Wang daha ýlýmlý bir eda takýnarak:
- Evet, bu sizin ve þu ikisinin ve öteki beylerin yüzünden oldu.

Kaptanýn eli kýlýç kabzasýndaydý. Aklýný yitirmiþ olmalýydý bu adam. Bu kuþkusu olmasa, çekip uçuracaktý boynunu oracýkta. Bu sýrada kalabalýk peren peren kaçýlýrken, elleri kýlýçlarýnda Akkartal ve Mirza oraya gelmiþlerdi.

Akkartal;
- Dur kaptan, ne oldu? Derken.

- Kim yaptý bunu? Diye soran Mirza idi.
Bunun üzerine kaptan:
- Ýþte þu ahmak. Üstelik, yaptýðý suça bizi de ortak etmeðe kalkýyor sýkýlmadan!

Ekseriyet bunu bakýþlarýyla teyit ediyordu. Duruma o an el koyan Akkartal, maktulü göstererek:
- Onu alýp, gemiye gelin. Bunu orada mahkeme ederiz.

Az sonra herkes bordada toplanýp, güvertede bir "Yargý Heyeti" kurularak, sanýk ve tanýklar ayrý ayrý kamaralara kapatýlmýþlardý. Dürüstlüðün kurbaný olarak, derin yarasýndan hala kan sýzan cansýz Cheng, bir tahtaya sýrt üstü uzatýlmýþtý. Sanki bunu bekliyormuþ gibi, rüzgâr çýkmýþ, ortalýk hýzla serinlemekteydi. Bunu, yelkenlerin gerilmesi, palamarlarýn çözülmesi ve demir alýnmasý izlemiþ, batý rotasýný tutan gemi, yeniden hareket etmiþti.

Bu muhakeme için Akkartal "Yargýcý", Mirza "Savunmacý", Tao-Li "Sorgucu", Kaptan "Ýnfaz amiri" görevlerini üstlenirlerken, Wang sanýk, Yasuaki ve Hakido olayýn tanýklarý idiler.

Yargýcýnýn emriyle, ilk etap sorgulama için, olayýn tanýklarýný tek tek, Tao-Li, sanýðý Mirza alarak, birer kamaraya çekilmiþlerdi. Yargýca ilk raporu sunan Mirzayý, Tao-Li izlemiþti. Sanýk ve tanýklar ayrý kamaralarda, yargý için yargýcý karþýsýna çaðrýlmayý beklerken, Yargý Heyeti olayý görüþüyor, nihaî kararý belirlemeðe çalýþýyordu.

Sorgucu Tao-Li'nin adaletince, yargý nihaî kararý :

"Bir insan hayatýna mal olan bu olayda, kýsas uygulanarak, rakibe öz savunma þansý verilmeyip, haksýz, cana kýyýldýðý için, idam cezasýna hükmedilmeliydi..."

Savunmacý Mirza’ya göre ise:

Ýçinde kasýt bulunmayan bu olayda, katkýsý olan birçok etken, amil ve saikler vardý. Bu olayýn meydana gelmesinde doðrudan veya dolaylý olarak etken olan saikler ise þunlardý: Birincisi, halen gemide bulunan ve en büyük tahrik sebebi olan sandýklar dolusu altýn ve mücevherattý. Bu denli yüksek miktarda para, hemen her insaný yoldan çýkarabilirdi. Kaldý ki, savunduðu kiþi, ikincil neden olarak ayrýca her türlü tahrike müsait bir durumda ve sarhoþtu. Oysa insanî, makul yasaya göre; yasak olan ve suç sayýlan eyleminden ötürü bireyin sorumlu tutulabilmesi, onun aklî denge ve þuurunun yerinde olmasýna baðlýydý. O nedenle, sanýða bu durumda "Kýsas" uygulanamazdý.

Nihaî Yargýnýn oluþmasýnda Yargýcý sýfatýyla Akkartal, kaptan Huan'dan görüþ almýþtý. Ona göre; kýsas uygulanmalýydý, çünkü fail yaptýðý bu menfur eyleminden kaynaklanan suçunu itiraf ile piþman olup, utanç ve piþmanlýkla yazgýsýnýn takdirini yargý kurulunun adaletine býrakacaðýna, o bihakkýn, kendi suçuna baþkalarýný da ortak etmeðe yelteniyor. Bir kiþi, haksýz ve yersiz olarak, insan hayatýna son verirse, "Yüce Yaratan’ýn yaþama hak ve özgürlüðü yasasýný" çiðnerse, bunun karþý yaptýrýmý olan kýsasý da göze almýþ demektir. Sanýkta en azýndan, cezayý hafifletici bir erdem olan "Hatayý kabul ve sonucuna katlanma rýzasý" dahi bulunmamaktadýr. Belirlenen yargý kararý ve bunun tatbikini temin için tayfalar adýna iki kiþinin görüþüne daha baþvurulmuþ, onlar da kýsas lehinde konuþmuþlardý. Bütün bunlar bir kez de huzura getirilen sanýðýn yüzüne karþý tekrarlanýp, infaz, ayaklara aðýrlýk baðlanarak denize atýlmak þeklinde tatbik edilmiþti. Olaya sebebiyet vermekten ayrýca yargýlanan tanýklar, hazineden haklarýna düþecek olan payýn tümünü kaybetme cezasýna çarptýrýlmýþlardý.



Günler sonra, Hint Yarýmadasý'ný en güneyinden dönerlerken, karþýlarýna küçük bir yelkenli çýkmýþ, bordasýnda kalyona rampa etmek için el kol iþareti yapanlar vardý. Az daha yaklaþtýklarýnda, geminin yelkenlerinde yýrtýklar, halatlarýnda kopuk ve kesikler olup, zar zor yol aldýklarý görülüyordu. Üzerinde onbeþ kiþi ancak bulunan bu hýrpani gemi bir ticaret gemisi olmalýydý. Kaptan'ýn emriyle, tayfalar teyakkuz durumuna geçmiþ, sonra rampa için izin verilmiþti. Artýk karþýlýklý konuþmak mümkündü. Küpeþte önünde duran kaptan, karþý taraftan seslenenlere doðru eðilerek:

- Ne oldu, bu ne hal, fýrtýnaya mý tutuldunuz yoksa?! Diye sorduðunda, baþýnda turuncu renkte, intizamla sarýlmýþ bir turban bulunan Hintli cevaben:

- Ey sahip, maalesef saldýrýya maruz kaldýk. Bize kast edenlerle aramýzda çýkan vuruþma sonucu iþte bu hale geldik. Bize, varsa biraz yelken bezi ve halat verebilirseniz çok memnun olurduk? Demiþti.

Bu talep karþýlanýp, geldikleri yer hakkýnda malumat alýndýktan sonra tekrar hareket edilmiþti. Öðrendiklerine göre, Hintlilere saldýran Arap asýllý, Emevi askerleriymiþ. Hintlilerden haraç istenmiþ, buna itiraz edilince saldýrmýþlar. Çýkan çatýþmada beþ adamlarý ölmüþ. Müslüman ve tabi olmayý ret edenlerle bu tür sürtüþmeler zaten öteden beri süregelmekteymiþ aralarýnda. Bu konu güvertede görüþülür de, bir Müslüman olan Mirza’ya söz düþmez miydi? Nitekim o da bildiði kadarýyla bu mücadelelere dair sebep ve saikleri anlatmýþtý.

Mirzanýn aktardýðýna göre: Üzerinde halen yaþadýklarý Yarýmada da irili ufaklý derebeyi aþiretleri halinde yaþayan Arap kavmi, beþinci asrýn sonlarýna doðru aralarýnda zuhur eden Peygamber Hz. Muhammed'in savaþa varan ciddi mücadeleleri sonucu Ýslam esaslarý kabul edilip, önceki din ve yaþam tarzlarýný kýsmen terk etmiþ olan kabileler, türlü ayýrýcý, yerel farklýlýklarýný da bertaraf edip, birleþerek, yeni idare ve devlet kurmuþlardý. Bu mücadeleler önceleri kendi aralarýnda vuku bulurken, þimdi bu deðiþmiþ, üstlenilen Ýslamiyet misyonu, bunu ister istemez hudutlarý dýþýna taþýrmýþ, oralarda dikkat ve türlü tepkiler çekilmiþti. Dýþ tepkilere karþý koymakta baþarýlý olmanýn tabii sonucu olarak Araplar, büyüyen nüfuzlarýyla dünyada tanýnýr olmuþlardý.

Mirzanýn bu açýklamalarýna ek olarak, görüþ sahibi olanlardan Tao-Li, bu meyanda söz alarak:

- Mirza dostumuza teþekkür ederken, kanaatlerimi açýklamak isterim. Demiþ, kabul görmesi üzerine devamla:

- Mirza Beð'in anlattýklarý doðru. Zira bir ülkede, bir cemiyette oluþan düzen ve intizamýn, bir takým olumlu sonuçlarý olacaðý tabiidir. Bunlarýn baþýnda kuþkusuz ki, adli hukuk ve ahlakî davranýþ kural ve kuramlarý gelecekti. Bunlar olunca, ortaya toplumsal varlýk, dinamik bir güç, erk odaðý olan Devlet çýkacak ve bu ister istemez yakýn-uzak çevreye etki edip, doðal ki, bilhassa dýþarýdan tepki görecekti. Bu devlet, daha doðrusu, yeni oluþumun, elbette ki bir takým iddia ve diðerlerine göre farklýlýklarý, ilgi ve dikkat çeken yenilikleri de olacaktý. “Tabii Güç Oluþumu’nun temel þartý” da zaten bu deðil miydi? Ýlk teþekkülünden belli bir süreye kadar bu güç, diðer yörelerde daha önce kurulmuþ, ama artýk eskimiþ, revaçtan düþüp, köhnemiþ düzenler, yani devletler aleyhine geliþecek ve bir gün onun da miadý dolup, diðerleriyle ayný mukadderatý paylaþarak yýkýlýp, yerini yeni oluþumlara terk edecektir. Bu olguyu ben þahsen kýsaca böyle yorumluyorum. Diyordu.



KANLI BORDA SAVAÞI

Akkartal'ýn düþünce ve konuya dair çözümlemeleri hemen hemen aynýydý. Bu baþarýnýn kendi ulusuna da müyesser olmasý baþ temennisiydi. Bu minval üzere devam eden deniz yolculuðu, nihayet günler sonra Muhankodaro limanýna ulaþýlmasýyla yeni bir safhaya eriþiyordu. Limana çok az bir mesafe kalmýþtý. Burada demir atýlýp, hazine paylaþýldýktan sonra, herkes kendi yoluna gitmek üzere veda edilecekti. Liman olaðanüstü hareketliydi. Rýhtýmda kaynaþan insanlar, demirli gemilere kaçar gibi doluþuyor, erzak yüklüyor ve bunlar hemen denize açýlýyorlardý.

Gemiden rýhtýma geçen kaptan ve Mirza, kýsa bir soruþturma yaparak gelmiþlerdi. Bu limanda hemen her ýrk ve soydan insana rastlamak mümkün olduðu için, dünyanýn her yeriyle ilgili doðru yanlýþ haberler almak mümkündü Dediklerine göre; buralarda ortalýk çok karýþýktý. Hatta yakýnlarda savaþ dahi bekleniyordu. Akkartal için, Ötüken'den bile haberler vardý; Dediklerine göre Kaðan Moyen Çor Çine akýna çýkmýþ imiþ. Kuzeyli Karluklar ile, Basra'yý halen elinde tutan Emeviler Çin ordularýna karþý Talas’ta ittifak ettikleri için aralarýndaki iliþkiler uzun zamandan düzgün bir seyir izliyor, halktan kimileri Müslümanlýða dahi geçiyordu. Karluklar bir Oðuz boyuydu. Ulu kaðanlýktan kýsmen baðýmsýz olan bu boy, doðal sýnýrlarýna yakýn olmasý nedeniyle, güney ve güneydoðudan gelen Arap-Çin baskýsýna karþý durmak ve gerekirse her an savaþmak zorundaydý. Gemi güvertesinde bunlar konuþulup, sýra Zungo hazinesinin paylaþýmýna gelmiþti.

Buna iliþkin Kaptan:

- Arkadaþlar, hazineden þahsen pay istemiyorum. Ýstediðim bu geminin batan gemime karþýlýk olarak bana býrakýlmasýdýr.

Tam bu sýrada, panik ve dehþetle içeri dalan bir tayfa:

-Kaptan, kaptan baþýmýz dertte! Üç gemi tarafýndan sarýlmýþ durumdayýz! Diye baðýrmýþ, bunun üzerine herkes yalýn kýlýç dýþarý fýrlamýþtý.

Gerçekten, içi silahlý askerle dolu üç çektiri ablukaya almýþtý kalyonu. Çok tehlikeli biçimde yaklaþan çektiriler ok menziline girilince gizlendikleri yerden çýkan gerili yaylar, bordayý ani ve amansýz bir ok yaðmuruna tutmuþlardý. Bu sýrada bordaya çýkmýþ olanlar gafil avlanmýþ, kalanlarsa küpeþte ve sair bir yere siperlenerek hedef olmaktan son anda kurtulmuþlardý. Ok yaðmurunu izleyen rampalaþmadan sonra atýlan kancalar küpeþteye takýlýp, kolay zafere alýþýk saldýrganlar üçer beþer kalyona atlýyorlardý. Onlarý nasýl bir akýbetin beklediðinden habersiz zafer naralarý atarak saldýrýya geçiyorlardý. Artýk ok yaðmuru durmuþ, Akkartal siperlendiði yerden kalkarak yalýn kýlýç ileri fýrlamýþtý. Bu sýrada okla vurulmuþ, yerde feryat ve iniltiler içinde yatan tayfalarý, sýrt ve göðüslerinden ok yemiþ Mirza ve kaptaný görmüþ, öfkenin ölüm makinesi kesilmiþti. Kalyona atlayanlarýn yeterince çoðalmasý dýþarýdan ok gelme ihtimalini en aza indirgiyordu. Saldýrganlar, yanlardan rampa etmiþ olan iki gemiden atlayanlardý. Arkada duran gemi henüz teyakkuz halinde ve her halleri ile bunlardan farklý görünen askerlerle doluydu. Az sonra elinde kargýsý her vuruþta can alan Lama’yý ve bundan kaçanlarýn, kolay hedef sanarak, ona hücuma geçmeleriyle keyiflenmiþti. Elinde Alpagut ataða geçen Akkartal, gelenlere daha ilk anda, bilmeden yaptýklarý bu hatayý pahalý ödetip, yaðmurdan kaçarken doluya tutulmak neymiþ, öðretiyordu. Ona uzanan her þeyi anýnda biçen Alpagut'la kýsa zaman zarfýna sýðdýrdýðý sayýsýz hamleyle saldýranlarýn ardýný getiren Akkartal, Tao-Li'ye yardýma koþmuþtu. Çünkü



ondan kaçabilenler tekrar geriye, Lama'ya dönmüþlerdi. Rampalayan gemilerden bordaya atlayanlar hala çýkýyordu, lakin bunlar suya düþen kar taneleri gibi çok sürmeden eriyorlardý. Derken gemi bordasý kýzýl kana boyanmýþ, ortalýk mezbahaya dönmüþtü. Etrafa kopmuþ kol, bacak ve kafalar saçýlmýþ, yaralýlardan feryatlar geliyordu.

Bütün bunlarý ilk anda göremeyen arka gemidekiler, biraz yakýna geldiklerinde kýsmen kendilerine benzeyen giyitleriyle, savaþ ilahý gibi kýlýç üþüren bir yiðit olduðunu fark edip, kendi dillerinde "O bizden! O bizden!" diye baðrýþýrken, bu sýrada sað gemide Akkartal'ý hedefleyen bir okçu, yayýný geriyordu. Onu son anda fark eden Akkartal bir anda yer deðiþtirince oktan kurtulmuþtu. Ýkinci ok da ýskalamýþtý. Çünkü atýlan ok, etrafýna kýlýçla çizdiði dairelerle geçilmez bir yörünge oluþturan Akkartal tarafýndan daha havadayken biçilmiþti. Bunu gören baþka bir okçu ayný þeyi denemeðe kalkmýþ, ama bununla kalmýþtý. Çünkü daha okunu salmadan, bütün bunlarý arka gemiden izleyen usta bir tirendazýn okuyla þakaðýndan vurulmuþtu. Bunu diðer arkadaþlarýnýn oklarý izleyince yanlardan rampa eden gemilerde ayakta kimse kalmamýþtý. Bunu gören Akkartal hemen yaralý arkadaþlarýnýn yanýna koþmuþ, ne çare ki bir okla yaralý olduðu halde henüz hayatta olarak sadece Tao-Li'yi bulabilmiþti. Az sonra arka gemiden gelen dört çeri ve onlarýn komutaný olduðu anlaþýlan uzun boylu, çengel býyýklý, baþý tolgalý bir savaþçý:

- Selam, yiðidim. Uðraþýn kutlu ola. Adýný ve bu Çin gemisinde bulunma sebebini baðýþlar mýsýn? Diye sormuþtu.

Üzüntü içinde çömeldiði yerden yavaþ yavaþ doðrulan Akkartal:

- Koca Tuðrul Dergâhý’ndan Akkartal. Ya siz?

Akkartal daha sorusunu sormadan muhatabýnýn þaþkýn ve hayretli nazarlarýný üzerinde hissetmiþti. Nitekim:

- Yiðit, sakýn sen þu ünlü Akkartal olmayasýn?!

- Adým Akkartal, ama ünlüsünden haberim yoktu.

Bu cevap komutanýn bir adým daha atarak onu hararetle kucaklamasýna yetmiþ, sonra da sitayiþle:

- Bu baþkasý olamazdý zaten. Yiðidim kusurumuza kalma, bilseydik zamanýnda müdahale eder, arkadaþlarýnýzý bu Emevîler'e oklatmazdýk. Ama yazýk ki olan oldu bir kere. Sadece bir arkadaþýnýz sað, o da maalesef yaralý.

- Evet, maalesef. Tibetli dostum Tao-Li'nin sað kalmasý bir teselli oldu. Yarasýný sarmak için hemen bir þeyler yapabilirseniz çok memnun olurum.
Derken, onu kendi gemisine aldýran komutan Kutalmýþ, hemen bir otacý çaðrýlmasý emrini vermiþti. Bu arada Akkartal merak ettiði þeyi sorarak:

- Fakat sizin iþiniz ne onlarla, ortak mý çalýþýrsýnýz yoksa sahiden?
- Evet. Böyle bir karar almýþtý Yapgu.
Akkartal:

- Peki ama, bu olay onlarla olan ortaklýðý etkilemeyecek mi þimdi? Diye sorduðunda, Kutalmýþ umursamaz bir tavýrla:

- Bunu, tabii ki size karþý yapýlan yanlýþlýða mahsuben hal yoluna koyacaðýz. Ulu Hakan Moyen Çor'un özel niþanýný taþýyan, Turan Ýllerinin namlý bahadýrý Akkartal'a karþý iþlenen bir kabahatin cezasýz kalmayacaðýný herkes kabul edecek. Deðil mi? Diyen Komutan yanýndakilere bakmýþ ve onlar da bunu tereddütsüz tasdik etmiþlerdi. Bu izah yolu Akkartal ve Tao-Li'yi her þeye raðmen gülümsetmiþti. Bundan sonra onlarý kendi gemisine davet eden Kutalmýþ, Tao-Li'nin uyarýsýyla atýný ve ziynet eþyasý dolu sandýklarý da oraya naklettirmiþti.

Akþama kadar temizlenerek, üstündeki cesetler defnedilen gemi, Kutalmýþ tarafýndan bir komutana teslim edilmiþti. Tao-Li, almýþ olduðu ok yarasýndan ötürü mustarip olduðundan, gelen otacý yarasýný týmar edip, sarmýþtý. Ok sol kürek kemiðinin hemen altýndan girip, onu bir anda nefessiz býrakmýþtý. Gene de þansý vardý ki, isabet eden ok, geriden çengelsiz olup, çýkarýlmasý zor olmamýþtý. Fakat bu düz Arap oklarýnýn zehirli olma ihtimalleri de yok deðildi. Buna karþý, yarayý saran otacý, panzehir etkili ot özleri kullandýðýný söylemiþti. En kýsa zamanda yola koyulmakta serbest olan Akkartal ve Tao-Li, buradan kara yoluyla geri dönüþ için yanlarýna beþ katýrla bir at ve bunlarýn yönetimi ve kýlavuzluk için üç atlý tutmuþlardý. Haftalardýr süren deniz yolculuðundan sonra, nihayet at sýrtýna yeniden kavuþan Akkartal, karadan yolculuðun hazlarý, ýtýrlý kýr çiçeklerini, aðaçlarý ve kuþ seslerini ne çok özlemiþti. Orta yaþlarda, iri yarý ve Peþtu kökenli olduðunu söyleyen Temar adlý kýlavuz, atýný bir ara hýzlandýrarak Akkartal'a yaklaþýp :

-Efendi, þu ilerdeki yol ayrýmýndan saða sapalým derim. Akkartal tereddütle:
- Fakat orasý dað yolu deðil mi?

- Evet ama Efendi, böylece yolumuzu en azýndan yarým gün kýsaltmýþ olacaðýz!

- Ýyi ama dað baþlarýnda bin bir türlü tehlike kol gezer, sakýn bir çapulcu sürüsüne rast gelmeyelim sonra?

- Yo, yo Efendi, tam aksine. Çünkü bildiðim kadarýyla, Pahtu soyundan gelen bir þaki (haydut) güruhu belki þimdi þu vadide pusu kurmuþtur. Düzlük diye aldanýp, buradan geçecekleri beklemektedirler ola ki. Bizim yola göre orada tehlike çok daha fazladýr, inanýn bana!

- Dediðin gibi olsun Peþtuni, seni takip edeceðiz!

- Hay hay Efendi, bundan kazançlý çýkacaksýnýz!

Onlar böyle konuþa dursun, el’an uzaklardaki bir tepede durmuþ olan iki kiþi, meraklý gözlerle onlarý izlemekteydi. Küçük kafilenin düz yoldan saptýðýný fark edince, hemen tepenin arkasýnda býraktýklarý atlara koþmuþ, aþaðýda bir maðarada bulunan diðer arkadaþlarýna haber vermiþlerdi. Biraz sonra yirmi kadar çapulcu, fark ettirmeden kervanýn önünü kesecek þekilde sürmüþlerdi atlarýný. Bizimkiler onlardan habersiz, gök yüzünde daireler çizen kartallarý da umursamadan, giderek yokuþlaþan keçi yolunda yavaþ yavaþ ilerliyorlardý. Burasý bodur aðaç ve geven kümelerinin yüzeyini kapattýðý bir yamaç idi. Çok ilerilerde eflatun renkli sýra daðlar yükseliyordu. Daðlarýn etekleri ormanlýk ve engebeliydi. Bir hayli yol almýþlardý ki, burada yokuþ bitip, iniþ baþlamak üzereyken önlerine seyrek bir çam koruluðu çýkmýþtý. Çamlarýn öte tarafýndan þamatayla kalkan bir karga sürüsü havada dolaþýyor, bir alçalýp bir yükseliyorlardý. Yaþamý boyunca hep bu yollarda kýlavuzluk ederek geçimini saðlayan Peþtu Temar, bundan kuþkulanarak, hemen kervaný durdurup, etrafý biraz kolaçan etmek istiyordu. Çünkü kargalarýn bu tavrý, bir tehlikeye iþaret sayýlýrdý. Buna sebep vahþi bir hayvan olabileceði gibi, bir haydut sürüsü de olabilirdi. Nitekim kervan durmuþ, bütün gözler etrafý taramaktaydý. Temar atýný aðaçlarýn arasýndan kargalarýn bulunduðu yöne doðru sürerken, diðerleri olduklarý yerde onu bekliyorlardý. Biraz sonra geri dönen kýlavuz, durumu þöyle açýklýyordu:

- Kuþkulanmakta haklýymýþýz Efendi. Ne yazýk ki pusuda bekleyen bir sürü uðru
(Hýrsýz) gördüm. Ýsterseniz hemen geri dönelim.

Akkartal baþýný saða sola sallayarak:

- Ýyi, beklesinler bakalým. Bizi takip mi ettiler dersin Peþtuni?

- Ýhtimal ki öyledir, geri dönüyoruz, deðil mi Efendi?

- Hayýr, hayýr. Bunca yokuþ yolu geri dönmek için çýkmadýk.

-Aman Efendi, bu adamlarýn ne gaddar caniler olduklarýný ben çok iþittim, sakýn ola ellerine düþmeyelim?

- Korkma Peþtuni, haydi þimdi düþ önüme ve onlarýn yerini göster, gerisini de bana býrak. Tamam mý?

- Peki, Efendi. Siz nasýl isterseniz öyle olsun.

Bu sözlerden sonra Akkartal heybesinde devamlý taþýdýðý manda gönünden çift katlý cenk yeleðini çýkartýp, sýrtýna giymiþti. Sonra oklarýný ve yayýný gözden geçirip, atýný kýlavuzun biraz önce gittiði seyrek çamlýða doðru sürmüþ, takip eden Kýlavuz da arkasýndan yetiþmiþti. Akkartal'ýn nasýl bir savaþçý olduðunu bilen Tao-Li, þimdiden haydutlara acýmaða baþlamýþtý. Fakat yanýndakiler bunu henüz bilmediklerinden, biraz endiþeliydiler.

Koruya girdiklerinde kýlavuz önde Akkartal arkadaydý. Biraz sonra durup atlardan inmiþ, onlarý yaban yoncalarý arasýnda serbest býrakmýþlardý. Az sonra öyle bir noktaya ulaþmýþlardý ki, burasý haydutlarýn bulunduðu kesimi yukarýdan gören kayalar ve yüksek palamutlarla kaplýydý. Haydutlar yolun iki yanýný tutacak þekilde ikiye ayrýlmýþ, pelit kümelerinin arkasýna siperlenmiþlerdi. Akkartal ve kýlavuz yarým ok menzili mesafede bir süre durmuþ, onlarý izlemiþlerdi. Bu arada haramilerden beþinde ok ve yay, diðerlerinde ise sadece kýlýç ve kargý bulunduðunu görmüþlerdi. Kervanýn gelmesini sabýrsýzlýkla bekleyen uðrular, kimsenin gelip geçmemesi üzerine sýkýlýp, bazýsý saklandýðý yerden dýþarý çýkmýþlardý. Çevreyi araþtýran kýlavuz, þakilere ait atlarýn gizlendikleri yeri de keþfedip, bunu Akkartal'a haber vermiþti. Atlarý dahaca geride, etrafý aðaçlarla çevrili bir çukurlukta gizlemiþlerdi. Bulunduðu yerden haydutlarýn çoðunu görebilen Akkartal, ilk etapta bunlarýn okçularýný saf dýþý býrakmak istiyordu. Omzundaki sadaktan kullanacaðý beþ oku çýkarýp, önüne koymuþtu. Sonra bir biri ardýndan uçan oklar, her defasýnda hedeflerini vurup, akabinde ormanda bir feryadý yankýlatmýþtý. Daha ne olduðunu anlayamadan saf dýþý kalan okçularýn bu hali diðerlerini o denli þaþkýna uðratmýþtý ki, onlarý önce þakadan baðýrýyor sanmýþlardý. Fakat bedenlerine saplanmýþ olan tüylü oklarý görünce, birer yaban kazý gibi gafil avlanacaklarý korkusuyla panikleyip, saða sola kaçýþmaða baþlýyorlardý. Çünkü düþman okçunun yerini dahi henüz keþfedemiyorlardý. Nitekim Akkartal, elde Alpagut bayýr aþaðý kayarak yanlarýna inip, aralarýna bir tozkoparan gibi dalýyordu. Bunu metal sesleri ve yükselen canhýraþ feryatlar izlemiþ, çok geçmeden haydutlarýn üçte ikisi aðýr yaralarla yerlere serilirken, diðerleri kartal görmüþ çil yavrularý gibi etrafa daðýlmýþtý. Bilahare toparlanan haydutlar atlarýna bindikleri gibi, arkalarýna bakmadan topuklamýþlardý. Aldýklarý yaralarla yerde inleyerek, acýyla kývrananlarýn yanýna gelen Akkartal:

- Hadi, þimdi hemen def olun ve sakýn bir daha buralarda görünmeyin! Diye haykýrmýþtý.
Ona karþýlýk veren bir yaralý:
- Tamam cengâver, kerem eyle kýyma bize. Bu ders olur, bundan sonra asla yol kesmez, can yakmayýz!

Böylece onlara yedi tövbeyi bir anda verdiren Akkartal, hayatlarýný baðýþlamýþtý. Sonra çaldýðý bir ýslýkla önce kýlavuz aþaðý inmiþ, ardýndan atlar çýkagelmiþti. Akkartal orada beklerken, kýlavuz kervana haber etmiþ, az sonra da onlar gelmiþti. Halen yerde periþan yatan haydutlarý görünce þaþkýnlýklarýnýn yerini alaylý gülmeler alýp, ayný tempoyla yola devam etmiþlerdi. Ünlü Pamir Daðý eteklerine ulaþtýklarýnda artýk akþam olmak üzereydi. Burada mola verip, geceyi hemen kurulan kýl çadýrlarda geçireceklerdi. Sonbahara girilmiþ olmasýna raðmen burasý hala yeþil çimenle bezeli geniþ bir yaylaktý. Ötelerde yerleþik göçebe çadýrlarý öbekler halinde görünürken, otlaða yayýlmýþ sürülerin zil, çýngýrak sesleri ve uzaklardan yankýlanan çoban kavallarý duyulmaktaydý.

Kýlavuz ve katýrcýlar bu topraklarýn insaný olduklarýndan, yöreye has her þeyi biliyorlardý. Çadýrlarý kurduktan sonra etrafý araþtýrýp, çok geçmeden bir çanta dolusu mantarla dönmüþlerdi. Bu mantarlar sadece tuzlanarak yenebileceði gibi, ateþte kýzartýlarak da yenebilir türdendi. Fakat onlar yamaçlardaki kuru meþe dallarýný yýðýn yapýp, bir ateþ yakmýþlardý. Biraz sonra yükselen dumanlar, bütün havaliye burada konakladýklarýný belli etmiþti ki, iki genç atlý çok geçmeden ilk ziyaretçileri oluyordu. Kýlavuz ve katýrcýlarla ayný kökenden gelen bu gençler onlarý önceden tanýyorlardý. O nedenle karþýlamalarý hayli sýcak olmuþ, aralarýnda geçen kýsa konuþmadan sonra tekrar at binen gençler, yaylaðýn aþaðý kesimine, orada otlayan bir koyun sürüsüne doðru sürmüþlerdi. Çok geçmeden kesilerek temizlenmiþ, sonra da kendi postlarýna sarýlmýþ iki semiz toklu ile geri geliyorlardý. Bunlardan birini hemen orada kebap ederken, diðerini daha sonrasý için ayýrmýþlardý.

Devresi günün ikindi çaðý eriþtiðinde, zirvesi karlý Pamir Daðlarýný týrmanmýþ, bir sarp geçitten öte yüze doðru iniyorlardý. Hava serin ve çok berraktý. Açýk mavi semalarda kartallar süzülürken, sarp yamaçlarda yaban keçileri, karacalar dolaþýyordu. Bu sýrada Akkartal ve Tao-Li kafilenin arkasýndan yan yana, konuþarak geliyorlardý. Fakat Tao-Li birden atýnýn yelesine doðru düþüp, orada tutunamayarak yere yuvarlanmýþtý. Bunu gören Akkartal hemen kervaný durdurmuþ, kendisi atýndan atlayarak, hemen onun yanýna koþmuþtu. Yerde soluk benizle yatan Tao-Li'yi omuzlarýndan tutup, baþýný dizine yasladýktan sonra, müþfik bir sesle:

- Ne oldu dostum, þimdi nasýlsýn?

O konuþmasa da çehresi kendiliðinden belli ediyordu halini. Gözlerinin feri bir anda kaçmýþ, rengi solmuþ, kollarý yana sarkmýþ, çenesini kýpýrdatmakta dahi zorlanýr olmuþtu artýk Tao-Li.

Nitekim güçlükle konuþarak:

- Aziz dostum, benden geçti artýk, bir daha ki hayatta görüþmek üzere, esen kal, Gök tanrý seni korusun!

Derken, buðulu gözleri yumulmuþtu. Akkartal üzüntüyle:

- Tao-Li! Aziz dostum, uyan, kendine gel! Diye seslendikten sonra onu hafifçe sarsýp, kulaðýný yüzüne yaklaþtýrmýþtý. Ama ne çare ki bu onun son nefesi olmuþ, artýk nefes almýyordu. Bu duruma üzülen Akkartal , onun baþýný yavaþça kara topraða yatýrýyordu. Sonra doðrulup, baþucunda müteessir bakýþlarla kendisini izleyen adamlara hitaben:

-Hemen bir mezar kazýn…

Demiþ, en uygun yeri kendisi seçmiþti. Burasý az geride, yolun kenarýnda kalan yüksek bir tepeydi. Onu kollarýnda oraya kadar taþýmýþ, ruhuna haz verecek þekilde, giysileriyle beraber defnedip, sonra da alçak sesle: “ Saygý deðer, aziz Yoldaþým Tao-Li, þu an beni iþiten ulvî ruhun þad olsun. Keþke bana daha önce, payýný ulaþtýrýp, teslim edeceðim bir yer ve orada bir kiþi adý verebilseydin” demiþti…

Bundan sonraki günlerde kayda deðer bir hadise olmayýp, sakin süren yolculuk, Narya nehri boylarý izlenerek devam etmiþti. Bilâhare Iþýk gölün güneyinden geçilerek, haftalar sonra bir öðlen vakti baþý bulutlara deðen Tengri Daðý eteklerine ulaþmýþlardý. Nihayet, bazalt ve granit bloklardan oluþan güçlü duvarlarý ve görkemli sütunlar üzerine oturtulmuþ gök mavisi ana kubbe ve diðer tonozlarý, gözetleme kulelerinde parlayan alemleri ile kadim dergâh gözükmeðe baþlamýþ, Akkartal'ý çok farklý bir heyecan sarmýþtý. Yukarýlara doðru kývrým kývrým týrmanan dar yol, dergâha gelenlerin susuzluk gidermeleri için biraz daha aþaðýda taþla bulunan bir pýnarýn önünden geçiyordu. Bu pýnarýn baþýnda yeni yetiþmekte olan iki genç oturmuþ, kurnalardan þýrýltýyla akan suya bakarken, aralarýnda konuþ maktalardý. Az sonra yukarýdan yanlarýna iki çocuk daha gelmiþ, biri eðilerek, kurnalardan avucuna doldurduðu suyu içtikten sonra, ikinci kez doldurduðu suyu oturmakta olan arkadaþlarýnýn üzerine serpiyordu. Bu muziplik karþýsýnda göreceði tepkiyi tahmin etmiþ olduðundan, hemen oradan aþaðý doðru koþuyordu. Oturduklarý yerden yarým öfkeli edayla kalkan su serpilen çocuklar, kaçanýn peþine takýlarak, koþmaða baþlýyorlardý.

Çeþmenin bulunduðu yer nispeten düzlük olduðundan, biraz koþan çocuklar, yolun iniþe döndüðü yere gelmiþlerdi. Buraya daha önce varan öndeki, hala koþarken, onlar durup:

- Þuraya bakýn, bu tarafa gelenleri gördünüz mü? Dedikten sonra, önde koþana seslenerek;

- Dur hele Çopur! Bu yana yukarý gelen atlýlara baksana hele! Haydin dergâha haber edelim!

Bunun üzerine geri dönüp, hep birlikte koþar adým dergâha giderler. Onlarý kapý önünde rastlayan Öðretmen Çuçi:

- Bu ne telaþ çaðanlar, ne oldu? Diye sorunca, cevap Çopur’dan gelerek:

- Efendim, baðýþlayýn, ama aþaðýlardan bu yana gelen bir takým atlý gördük! Diye yanýtlýyordu.

Öðretmen Çuçi gülerek:




-Anlaþýlan, gelenler daha epey aþaðýdalar ve kim olduklarýný çýkaramadýnýz, öyle mi?


Çocuklar, evet anlamýnda baþlarýný sallamýþlardý.
-Peki, þimdi gidip çeþmenin baþýnda bekleyin. Vardýklarý zaman haber iletirsiniz! Öðretmen Çuçi, dýþ kapýdan içeri girerken, çocuklar geri dönüyorlardý. Öðretmen Çuçi durumu Kýlýç Piri Gökbörü'ye haber vermiþ, o da bunu Ulutolga'ya iletmiþti. Ulutolga her nedense buna memnun olarak;
- Öyle mi? Buna sevindim. Bana kalýrsa bu bizim Deli kartal olmalý. Çünkü dün düþümde onu, gelmiþ, diye, görmüþtüm.

Derken haber, bütün Dergâha yayýlýp, herkes avluya inmeðe davranmýþtý. Pýnarýn yanýnda bekleþen çocuklar az sonra koþar adým geri dönerken, sevinç çýðlýklarý atýyorlardý:

- Heeey! Müjde, müjdeler olsuun, Akkartal geliyooor! Bunun üzerine Çuçi hemen onlarý yanýna çaðýrýp:
- Doðru mu bu çocuklar? Gelen Akkartal Aðabeyiniz midir? Sakýn yanýlmýþ olmayasýnýz?

Çocuklar hep bir aðýzdan:

- Hiç olur mu hocam, onu ve atý Karaþimþek’i hemen tanýdýk, ama yanlarýnda baþka atlý ve katýrlar da var.

- Ýyi öyleyse, birazdan görürüz nasýlsa!

Derken çoðu dergâh erkâný aþaðýya inmiþ, heyecanla beklerken, coþkuyla koþan çocuklar, yarý yolda karþýlýyordu onlarý. Çok sürmeden, hep beraber dergâh avlusuna ulaþtýklarýnda, her þey anlaþýlmýþ, gelenlere hoþ geldin yarýþýna giriþilmiþti. Akabinde yükler indirilip, özenle getirilen pahalý sandýklar, dergâh piri Ulutolga'nýn makamýnda geniþ bir yaygýya dökülüyordu. Açýlan sandýklardan ortaya çýkan zengin hazine, bakanlarýn gözlerini kamaþtýracak denli görkemliydi.

Nitekim Ulutolga Akkartal'a;

- Ey Oðul, bunca altýn ve ziyneti nereden buldun, nasýl ettin?

- Bunu daha sonra anlatsak olmaz mý, çok uzun bir hikâye bu çünkü hocam? Ulutolga:
- Hay hay! Amma ve lakin, bunca zenginlikle neyler, ne iþ yaparýz biz oðul? Derken yanýndaki hocalara bakýyordu. Onlar susarken Akkartal:
- Bunlarla ne iþ yapýlacaðýný sizden iyi kim bilir Hocam. Ama dilerseniz bir kýsmýný kaðana iletir, lakin büyük kýsmýný saklar, dergâhýmýzýn giderleri ve budunun kýtlýk çaðýnda kullanýrýz, olmaz mý?

Bu görüþ makul gelip, herkesten takdir alýrken, sýra merak edilen sorulara geliyor, lakin Akkartal, þimdilik kaydýyla, çok kýsa özetliyordu olanlarý. Bir hafta süre ile dergâhta konuk edilen kýlavuz ve katýrcýlar, emeklerinin karþýlýðýný almýþ, memnun geri dönerek, orada görüp, yaþadýklarýný anlata anlata bitiremiyorlardý. Hoca Kam Ulutolga ve Akkartal bir gün yalnýz oturmuþ, oradan buradan konuþulurken, her nedense Noyan Arýkbuða'nýn kýzý Tangülü adýný zikrediyordu. Sonra da, onunla evlenmeði düþünecek olursa, Ötüken'e bizzat gidip, onun için babasýndan isteyebileceðini söylerken, bu meyanda olarak da:

- Ey oðul, kuþkusuz hangi yol üzere olduðunu biliriz. O nedenle evlenip bir ocaða baðlý kalmak henüz zor gelir sana. Lakin bundan zarar gelmez, ayrýca, budun karþýsýnda görevdir bu her yiðide. Üreyip, çoðalmak, ve bu topraklarý elde tutmak üzere Budun’a ordu gerek.

Derken, o an kesin cevap vermese de, hocasýnýn tavrý karþýsýnda kayýtsýz kalmayan Akkartal, biraz dolaþmak için Ötüken'e yeniden gitmeyi düþünüyordu...

2.Bölüm


YENÝ BÝR DÝNE ÇAÐRI




Emevî Araplarýndan, Kaðan Moyen Çor'a gelen bir çaðrý, tahlili ve usulünce cevaplandýrýlmasý temennisiyle, Koca Tuðrul Dergâhý’na havale edilmiþti. Konuyu görüþen Dergâh Erkâný, alýnan kararý Kaðanla danýþmak üzere Akkartal'ý görevlendirmek istiyordu. Hemen harekete geçen bir atlý, o an yoldaki Akkartal'a geri dönmesi haberini iletecekti. Ötüken güzergâhýnda bulunan hanlardan sorarak gelen atlý, onu bir gün sonra Karaþar yakýnlarýnda Kýzýlhan'da bulabilmiþti.

Bunun üzerine hemen geri dönen Akkartal, dergâha varýnca, Kam Ulutolga'nýn özel odasýna gitmiþti. Kam, beyaz postu üzerinde baðdaþ kurmuþ, baþý önde, gözleri elindeki iri taneli tespihte, yalnýz ve tefekkür içindeydi. Salýnarak gökten düþen bir yaprak zarafetiyle sevgili hocasýnýn yanýna diz Kuran’a Akkartal:

- Buyurun Hocam, beni görmek istemiþsiniz. Baþýný kaldýran Ulutolga, þefkatli bir tebessümle:
-Ne çabuk geldin böyle. Sað olasýn oðul. Hele geç þöyle otur, istirahat et biraz, daha sonra konuþuruz. Derken, onu hemen karþýsýnda bulunan baþka bir post üzerine davet ediyordu. Ýçeride, daima olduðu gibi, yine mistik, lahuti bir hava vardý.

Nitekim;

-Evet oðul. Kaðan Moyen Çor'un bize havale ettiði bir mesele þu; Günbatýsýndan esmekte olan ve adýna Ýslam mý, sam mý denen bir çöl esintisi varmýþ ki, eðer ulu Tengri'nin göz deðmedik mavi buzlarýna kadar ulaþýrsa, onlarý eritip, yok etme istidadý bile taþýrmýþ. Mamafih bu durum karþýsýnda, deðil mi ki bizler bu Ulus'un gök kubbesini yücelerde tutan ana sütunlarý, boranlarý, har ve buhar geçirmez karayelleriymiþiz la, onun için buna karþýlýk, temeli özlü söze dayanan cevabý vermek de bize düþermiþ...

Böylece söze baþlayan Ulutolga, Kaðandan gelen yazýyý ve bunda geçen sair detaylarý Akkartal'a açýklamýþtý.

Nitekim Akkartal:

- Desturunuzla Hocam, Kaðan böyle düþünmekte haksýz olmasa gerek. Lakin o kendine düþen sorumluluklarý yerine getirirse, biz dergâha düþen, her ne ve ilgilisi her kim ise, gerekeni yapmaktan aciz kalmayýz. Bundan müsterih olunuz.

Diye, hocasýný temin ettikten sonra, sözlerine devamla:

- Söz konusu dinsel öðreti hakkýnda önce de konuþmuþtuk. Bu çaðrý gerçi makul görünüyor, lakin her þeyi ile incelenmek gerekir. Gelecekte bunun ne hal alýp, nelere mal olacaðýný þimdiden kestirmek için konuyu daha yakýndan görüp, tahlil etmek gerekir, kanýsýndayým.

Ulutolga:

- Haklýsýn oðul. Her þeyi kendi kaynaðýnda görüp, sorgulamak gerekir. Bu durumda sana yeniden yol görünüyor demektir. Önce kaðanla görüþ. Sonra selamýmla, münzevi, aziz dostum Bilge Ata’yý bulursun. Bu hususlarda onun bilgi ve görgüsünden yararlanman isabetli olur.

Böylece hocasýndan ayrýlan Akkartal, her zaman kaldýðý ve halen boþ tutulan odasýnda istirahata çekilmiþti. Bu arada dergâhýn diðer pirleri ile danýþmýþ, bir kaç gün sonra, tekrar yola koyulmuþtu.

Bu sýrada ordusunun baþýnda olan Kaðan Çin yolunda sefere gidiyordu. Kuzeybatýdan doludizgin gelen Akkartal, onu beþinci günün öðlen vakti Karahoço'nun güneyinde, Lop Gölü yakýnlarýnda doru atýnýn sýrtýnda buluyordu. Nitekim danýþma için göl kýyýsýnda orduya mola verilip, bir korunun eteðinde kurulan otaðda toplanýlmýþtý. Toplantýya Kaðan, ölen ilk eþinden olan oðlu Bögü Þad ve Tümen baþýlar katýlýyordu.

Mahut konuyu açmak için Akkartal:
- Desturunuzla ulu Kaðan, hocam Kam Ulutolga adýna, bizimle danýþmak istediðiniz hususlarda görüþmek üzere geldim.

Derken, Kaðan, altýn ve gümüþ iþlemeli demir tolgasýný baþýndan çýkarmýþ, evirip çevirdikten sonra yanýna koymuþtu. Sonra tebessüm ederek:
- Akkartal, Kam Ulutolga bu görevi sana vermekle gene isabet etmiþ. Her neyse, biz sadede gelerek önce konuya dair sorulmasý gerekenleri bir soralým.

Konuya giriþinden, Kaðanýn bu meseleye verdiði önemin ikincil derecede olduðu gözleniyordu. Onun için mühim konu elbette içinde bulunduðu Çin seferiydi. Çünkü hazine giderek azalýrken, baðlý beyler birlikten ayrýlma noktasýna gelmiþ, hatta kimi kopmalar baþ göstermiþti. Türlü din ve manevi akýmlar bütün Budun’a tesir edip, fertler yeni arayýþlar içine girmiþti. Millî duygular zayýflamýþ, güven ve mutluluk baþka budunlara ait kiþiler ve onlarýn deðer yargýlarýnda aranýr olmuþtu.

Nitekim kaðan, Arap elçisinden aktarýlanlarý tekrar ettikten sonra, ortaya:

-Böylesi bir çaðrýya karþýlýk vermek gerekirse, sizce bu ne olmalýdýr?

Bu soru karþýsýnda herkes fikrini söylerken, Akkartal konuþanlarý izliyordu. Bu meyanda komutan Kül Bilge soðukkanlýlýkla;

- Bence bu adamlar; sanki bizim ulusal töremiz ve kiþisel dimaðýmýzda tek olan yüce bir Yaratýcýya hiç yer yokmuþ gibi farz edip, bizleri gözü, izaný kör, kara cahiller gibi sayarak, hayatýmýza yön vermek için kendi kurallarýna tabi olmamýzý istiyorlar.

Derken, uzun saçlý, çatýk kaþlý Tung Baka Tarkan parýldayan tolgalý baþýný otað direðine yaslamýþ, hayret karýþýk bir eda ile;
- Tanrým, bunlarla da mý karþýlaþacaktýk? Demekle yetiniyordu. Tümen baþý Kutluk Bilge ise, eli þakaðýnda biraz düþündükten sonra:
- Kül Bilge doðru söyledi. Bence bu adamlar bazý zafiyetlerimizi sezinledikleri için karþýmýzda böyle pervasýz konuþabiliyor, bize düstur öðretmeðe kalkýyorlar.
Derken, Kaðan Akkartal'a bakmýþtý:
-Ulu Kaðan bizden yana mutmain olabilir. Zira köklü ulusumuza layýk olan en þedit cevap çoktan hazýrdýr. Lakin, Tümen baþý Kutluk Noyan'ýn da isabetle belirttiði gibi, bu konuya dair asýl cevap Ulu Kaðan ve beylerin uhdesinde olandýr. Bu sefer sonucu elde edilecek büyük bir baþarý her þeye yeni bir anlam kazandýrabilir. Hocam Ulutolga buna dair bir müjdeyi þimdiden vermemi söylemiþti.

Kaðan meseleyi iyice kavradýðýný belli ederek:

- Bize düþeni elbette yapacaðýz, bunda kuþkuya yer yok. Düþündüklerimizi gerçekleþtirmek mümkün ve müyesser olursa, bu mesele kendiliðinden çözülebilir.

Oturum böylece sona eriyor, mola kaldýrýlýp, yeniden harekete geçiliyordu.

Elbette ki bu görev öncelikle, Ulus'un siyasî, askerî ve ekonomik gücünü temsil edenlere düþerdi. Son zamanlarda kopuk yaþayan boylarý, týpký Tanhu Mete ve Bilge Kaðan ile Kültigin zamanlarýnda yaptýklarý gibi, tek bayrak, tek buyruk altýnda toplamak ve devlet gücünü olabildiðince arttýrmak gerekliydi. Aksi halde dýþarýdan gelecek deðiþim önerilerine toprak talebi, iþgal ve zulüm eklenirdi. Çin ordusu yaptýðý birçok savaþta yenilince, içerde karýþýklar çýkmýþ, bu durum karþýsýnda çerisiz kalan Ýmparator, Kaðan Moyen Çor'dan yardým talebinde bulunuyor. Kaðan onun için bu sefere çýkýyordu. Böylece, iç muhalefet Kýrgýz beyleri, onu pasif ve milli onurdan taviz veriyor, diye suçlayamazlardý. Dahasý daðýlma tehlikesi bertaraf olabilirdi. Derken, ordu tekrar yola koyulurken, Akkartal bu görüþme sonucunu iletmek üzere dergâha dönüyordu.


KAM KÜL ERKÝN ile SÖYLEÞÝ

Bu sýrada, kadim Baþkent Ötüken'in Doðu Kapýsýnda büyük bir panayýr kurulmuþ, iri sayvan ve çadýrlarda, kýtanýn dört yanýndan gelen kervanlardan yýkýlan envai türde meta, ipek, baharat, darý, pirinç, silah, süs eþyasý ve saire kurulan tezgâhlarda satýþa sunulurken, satýcý ve müþteriler arasýnda hararetli pazarlýklar yapýlmaktaydý. Heyecanlý gösterilerin yapýldýðý Batý Kapýsý'nda kurulu sayvanlarda, usta cambazlar, hokkabazlar ve gölge oyuncularýna müþteri toplayan çýðýrtkanlarýn sesli çaðrýlarý susmak nedir bilmiyordu. Dað mavisi iri bir çadýrda kalender býçkýnlar toplanmýþ, kýmýz, þarap ve yemek sunulan masalarda yiyip, içerken, türlü sohbet konularý açýlmaktaydý. Geniþ masalardan birinin çevresi kalabalýk, oturanlardan, týknaz, kara pos býyýklý genç bir adam hararetle konuþurken, diðerleri pürdikkat onu dinlemekteydi. Konuþan, kendisini "Akkartal'ýn Yoldaþý Okyaran" olarak tanýtýrken, güya onunla geçen serüvenlerini anlatýyordu. Bu arada cuþa gelip, kucaðýnda hazýr duran kýlýcýna da el atmaktaydý. Kendini teþhir etmekte usta görünen bu genç adam, bakalým neler diyordu:

- Güney Hindistan'daydýk, diye baþlayan Okyaran, devamla; Racanýn adamlarý elli kiþi ve takriben yetmiþ adým mesafedeydiler. Raca Kundera'nýn oðluna vermek için zorla getirdikleri þahane Hint dilberi bu sýrada titreyerek ona sarýlmýþ, "Akkartal, ne olur durma, haydi hemen kaçalým buradan" diye yalvarýyordu. Adamlar yalýn kýlýç, vurun, tutun naralarýyla üzerlerine gelirken, o, kýzýn uzun dalgalý kuzguni saçlarýný koluna dolamýþ, kendine çekerken ise; "Gel bakalým güzelim, fýrsat bu fýrsattýr, az sonra bakarsýn uçmaða muçmaða varýrým, sonra gözüm açýk gitmesin" diyordu. Her neyse, bu sýrada ben, yandaki taþ kulenin burcunda, beþ adam boyu yukarýdan olanlarý izlerken, gelenler on adým kalýncaya kadar yaklaþmýþ, ama o halen çiçekten bal alan arý misali, kýzýn kývrýmlý dudaklarýndan ayrýlamamýþtý. Sýrf bu yüzden neredeyse postu deldirecek diye korkuyordum. Þükür son anda kýzý alýp, duvarýn arkasýna býrakmýþ, pusata davranarak çala kýlýç heriflere bir dalmýþtý ki, bu ne benzer Bozbörü'nün kýrdaki çakal sürüsüne dalmasýna. Vay anam, vay babam, orada olsa da görebilseydiniz keþke bu olanlarý."

Bu sýrada yandaki masaya yeni gelenler vardý. Kývrak tavýrlý, cüsseli iki genç bahadýrla, beyaz börklü, kýr saçlý, aksakallý, uzun boylu vakur bir adam gelip, boþ duran masaya ve oturaklara bakarken, Gençlerden kara býyýklarý seyrek olan, ihtiramla :
- Hocam buyurun, dilerseniz þöyle oturalým, etrafta baþka boþ masa da yok zaten! Diyordu.

Kara cüppeli Hoca keskin bakýþlarla etrafý tarayýp, sakin bir eda ile yerine otururken, uzun yamçýlarýný toparlayan genç bahadýrlar masada yer alýyordu. Muhtemel, gelenlerle birlikte içeri giren esrarengiz bir vakar, burada hâkim olan keyfiyeti etkilemiþ, yüksek sesler giderek kýsýlýrken, etrafa bir ciddiyet ve sükûn yayýlýyordu. Çevredekiler ilgiyle, gelenlere bakmak için o yana dönerken, kendisine karþý azalan ilgiyi gören Okyaran buna içerleyip, önce o yüzle bakmýþtý gelenlere. Fakat o da neydi? Tanrýnýn iþine bak, Kam Kül Erkin bu! Derken hayretten aðzý açýk kalýrken, o yana bakanlara çýkýþarak, öne;

- Onlar kim, bildiniz mi? Diye soruyor, sonra cevabý kendi veriyordu; Hiç sanmam bileceðinizi. Bakýp dinleyin öyleyse. Ben onu da, Akkartal'ýn hocasý Ulutolga’yý da tanýrým. O gördüðünüz aksakallý ünlü gezgin Kam Kül Erkin, ötekiler de onun þakirtleridir! Diyerek, yeni bir atakla daðýlan dikkatleri kendine yöneltmeði baþaran Okyaran, bu arada fýsýltýya indirgediði ses tonuyla:

- Durun hele aðalar, belki Kül Erkin cenaplarý o ebleh yüzlerinize nazar etme külfetine katlanmayý lütfeder ve sayemde tanýmýþ olursunuz onu sizler de. Ama sakýn ola sorulmadan konuþmayýnýz huzurunda ha!

Bu tembihten sonra yerinden kalkan Okyaran, onlarýn masaya gitmiþ ve öðrencilerden yakýn bulduðuna doðru eðilip, kulaðýna bir þeyler fýsýldamýþtý. O, bunu Kam Kül Erkin'e aktarýnca nihayet izin çýkýp, Okyaran'ýn bir iþareti hepsini oraya toplamýþtý. Edeple gelip, iri masada yer alanlar Kam Kül Erkini umulanýn aksine, mütevazý ve müþfik bulmuþlardý.

- Çaðanlar, sizlerle tanýþtýðýma sevindim!

Derken, hepsinin adlarýný soruyordu. Nitekim onlarýn adýna konuþan Okyaran:

-Muhterem Hocam, size rastladýðýmýza çok sevindik. Heyecanýmýzý lütfen mazur görünüz...


Böylece baþlayan tanýþýma, iki tarafý da memnun ederken, yudumlanan kaliteli kýmýzlarla yeni sohbet konularý açýlýp, hemen her konuya ve hatta el’an ülke genelini alakadar eden siyasî ve kültürel mevzulara bile deðinilerek, onlar soruyor, Kam Kül Erkin açýklýyordu...

Kam’ýn dediðine göre:

Günümüzde insanlar zaman ve mekân þartlarýna göre deðiþmekteydiler. Bunun tabii sonucu olarak da, esasen tartýþýlmaz olan kadim Töre bile artýk tartýþýlýr, içeriði baþkalarýyla kýyaslanýr hale geliyordu. Bunlardan en etkini, son zamanlarda üzerinde çokça durulan Mani Dini idi. (Budizm, Hýristiyanlýk, Brahmanlýk ve Zerdüþtlük Dinlerinin karýþýmý olan bir Din). Buna yol açan sebep, kadim törenin yetersizliðinden ötürü müydü, yoksa harici nedenlere maruz kaldýðý için mi böyleydi, henüz belli deðildi. Maiyeti ile dolaþan Kam, iþte bunun cevabýný aramaktaydý. Çünkü bundan etkilenen bazý kiþilerin et yerine artýk ot türü þeylerle beslendikleri, hayvan dahi olsa, bir canlýyý yemek için avlamak, öldürmek istemedikleri, bunu yapanlarý ise kýnadýklarý ve sonuç olarak da halký etkileyerek, Mani Dini'ne geçmeðe çaðýrdýklarý duyuluyordu.

Fakat diðer yandan, önlem alýnmazsa, varlýðýný beden-kol gücü ve gerekirse savaþla korumak, hayatiyetini sürdürmek durumunda olan, nüfusu az bir ulus için bu yanlýþ bir davranýþ olacaktý. Çünkü savaþ sadece fizik gücüne dayanan bir olay deðil, ayný zamanda ruhsal bir vaka idi. Zira, az da olsa kan görmeðe alýþkýn olmayan bir muharip, savaþ anýnda adam vuramaz, kelle alamazdý kolay kolay. Sayýca nüfusu fazla olan uluslar için bu, örneðin Çin ve Hint için pekâlâ gerekli ve yararlý olabilirdi. Çünkü ayný zamanda bu, o toplumun iç huzurunun saðlanmasýna yarayýp, fazla enerjiden kaynaklanan bir takým kötü davranýþlarýn önlenmesinde yararlý olabilirdi. Kam konularý doðrudan halka açarak, onlarý uyarmak ve ayný zamanda olasý tepkileri þimdiden sýnamak istiyordu.

Nitekim bu meyanda ortaya:

-Sizler ne dersiniz buna peki?

Diye soruyor, oradakilerden çoðunluk;

"Biz Töreden yanayýz, ondan asla þaþmaz, þaþanlara da çok þaþarýz" cevabýný alýyordu.

Bir ara Okyaran el edasýyla söz isteyerek:

- Sayýn Hocam, Töreyi terk eden kiþinin artýk Türk sayýlamayacaðý doðru deðil midir? Diye soruyor ve bu soru Kam Kül Erkin'e çok uygun bir fýrsat veriyordu. Çünkü bunlar, bilhassa açýklanmasý gereken konulardý. Nitekim masayý çevrelemiþ olan kitleyi saðdan sola tekrar süzerek:

- Evet, çünkü bize bu umumi adý veren Töredir. Onu terk eden, güçlü, kudretli, yiðit anlamýna gelen " Türk " sýfatýný her halde kaybetmiþ olacaktýr.

- Töremizle o Din, Manilik miydi neydi, arasýnda sadece bu et yeme farký mý var, yoksa baþka farklar var mýydý Hocam? Diye soran Kam Kül Erkinin öðrencilerinden Salur idi. Onlarýn bu ve benzeri konulara iliþkin karþýlýklarý bilmelerine raðmen, bunu sormalarýnýn asýl nedeni, bunlarýn Kam tarafýndan halka açýklanmasýna yol açmak içindi.

Nitekim Kam buna cevaben:

- Bunlarýn dininde, bizden bazýlarýna bile cazip gelen husus, ölümün mutlak son olmadýðýna ve insan ruhunun yaratýlýþtan gelen mekân (beden) deðiþtirme kabiliyetinin olduðuna dair inançlarýdýr. Ancak, deðiþeceði var sayýlan mekânýn niceliði konusunda bir tercih imkâný bulunmayýp, buna bel baðlamaksa, çöl susuzluðunda iken, gökten düþeceðine inanýlan tek bir damlanýn kendi aðzýna düþeceðini sananýn durumuna benzer. Çünkü bu dinsel öðretide insan iken ölenin, gene bir insan bedeninde, yani insan olarak yeniden hayat bulacaðýna dair hiç bir güvence yoktur. Bilakis, ruhun tecelli edeceði bedenin þekli bir böcek olabileceði gibi, bir bitki, ya da baþka bir þey de olabilirmiþ.

-Ola ki, onlarýn asýl gayesi; yeniden doðup ölmelerle insanca yaþamayý öðrenip, ruhen arýnarak, (Çekilen büyük cezalarla), kusursuz bir kiþi haline gelmek ve bu surette Nirvanaya (Ebedi mutluluk) eriþmektir. Bu nedenle, öldükten sonra yeniden doðmayý (Reenkarnasyon), riskleri göze alýnan zaruri bir geçiþ süreci, diye, kabul ediyor olmalýlar. Buna karþýn, bizim bu konulara bakýþ ve hareket saiklerimiz farklý olup, itikadýmýz daha güvenceli ve iþlevseldir. Çünkü biz, bir defalýk ömür içinde kutsal töremizden gelen terbiye ve ozlaþmað sayesinde mükemmele yakýn bir þuur ve insanî davranýþ tarzýna eriþerek, vakti geldiðinde Tanrý katýna yükselmeði hedefler, yersiz hatalardan þimdiden kaçýnmayý yeðleriz. Ancak, tamamen hatasýz olmak gibi bir iddia ve saplantýdan daima uzak dururuz, çünkü bize göre hatasýz kiþi olamaz, varsa bile bu bize göre yok demektir. Çünkü kusursuzluk yalnýzca en yüce varlýk olan Tanrýya ait bir hususiyet olup, insan, gerçek hayatý ancak, sonunda piþmanlýk duya bileceði türlü hata ve yanlýþlardan sonra öðrenebilir.

Yine Okyaran:
- Hocam, bizim töremizde nirvana yok mudur?
- Hiç olmaz olur mu? Var. Lakin bu onlarýn ki gibi deðildir. Bakýnýz, onlar her yeniden doðuþtan bir medet umarken, çünkü ne olarak doðacaklarý bile henüz meçhul, itikadýmýzla biz, ümidi daha baþtan maya ve hamurumuza katýlmýþ olarak bilir, bunu peþin bilmenin farkýyla, bu dünyada töresi kendine has, daima hür kiþilerden oluþan bir “Budun” olarak yaþarýz. Millet olarak diðer Uluslar ve mahlûkattan farkýmýzý, idare görevini ifa ederken, bunu kutsal bir görev sayar, adaletten ayrýlmadýðýmýzda görürüz. Bunu terk etmek istemeyiz, çünkü aksi hal hem bize, hem âleme zarar verir. Ýþte asýl nirvana bize göre bunda ve buradadýr. Ölümden ve yaþamdan korkmadan mücadele etmenin saðlam ve genel geçer nedenleri Töre ve harsýmýzda mevcuttur. Bunu böyle bilmeyip, harici din veya törelere gerektiðinden fazla itibar edenlerin, onlara tabi ve onlar tarafýndan yönetilir duruma duçar olmalarý kaçýnýlmazdýr.

Son olarak Okyaran:

- Sevgi ve hoþgörü hocam, bizim töre ne diyordu bu konularda?

- "Sevgi ve hoþgörü" töremizin biri diðerinden ayrýlmaz en köklü ve asil temelleridir oðul. Kiþi ya da bir toplumda ilk önce ruhen ve bedenen güçlü ve kudretli olmasý þartý aranýr. Ölçü belli; ne kadar güçlü isek, o denli çok hoþgörü sahibi olabiliriz. Aksi mümkün olamaz. Kendimize her bakýmdan güvenimiz tam ve bu haklý ise, o zaman bize karþý iþlenen bir kusuru, cezalandýrabilecek durumda oluruz. Böyle isek, yapýlan kusur ve haksýzlýklarý istediðimiz kadar hoþ görebiliriz. Hoþgörü sahibi olmak bize göre iþte budur. Aksi halde, zayýf ve güçsüz iken, uðranan haksýzlýk karþýsýnda ses çýkarmamak hoþgörü deðil, boyun eðmektir. O nedenle biz, hoþ gördüðümüzü ayný zamanda severiz de, çünkü yüce Tanrý insanlýðý yaratýrken bunu böyle kýlmýþ ve hayata temel kural yapmýþtýr. Sevginin de buna baðlý olduðu bellidir. Her þeye raðmen sevebilen belki sevilebilir. Lakin, güçlü olan ayný zamanda muhterem ve muteber sayýlacaðý için, sevilmeðe muhtaç olmaz. Çünkü o tercih sahibidir ve ancak buna layýk olaný ve istediðini sever, herkesi deðil. Ýþte bunun için, Törenize ve dolayýsýyla asýl ve asaletinize sahip olun. Aksi halde her þeyi ve herkesi, mecburen sevmek zorunda kalýrsýnýz ki, bu ne sevmek ne de yaþama olur. Çünkü insanda sevgi zorla deðil, ancak ve sadece kendiliðinden, güzellikle oluþur. Sevgisiz bir hayat ise yaþamak deðildir.

Bu kez de Ögeday:

- Bu konu çok güzeldi, Okyaran sorduðu için sað olsun, ama ben, izninizle gene o dinle ilgili ve baþka fark yok mu, diye soracaðým, Hocam.

Diþlerinin ucu görülecek kadar ilk defa gülen Kam:

- Evet, baþka farklar da var elbet, oðul. Zira onlar, kendilerine ritüel tapýnma için, ayný niyet ve mânâda olarak olsa bile, resim, heykel gibi bazý eþyayý araç ederler iken, bunlar bizde yapýlmaz. Tapýnmak için görsel bir nesneyi vasýta olarak kullanmayýz, çünkü yüce Yaratan’ý onun yarattýðý her þeyde ve her yerde zaten görürüz. Ayrýca onlar, insanýn "Karma"dan (Olgun ve kâmil insan haline gelinceye kadar bir kaç kez yaþayýp, ölerek yeniden dünyaya gelme varsayýmý) sonra bizzat o seviyeye eriþebileceðine inanýr ve buna "Nirvana" derler.

- Hocam, Töremiz gerçi asla yitip, bozulmaz ya, diyelim ki bir an için bozulmuþ oldu, bunun sonucu ne olurdu?

Okyaran, sanki bir gün Türk Töresi, namlý Bilge Kaðan'ýn güven dolu sözlerine raðmen, "Ey Türk milleti, üstte mavi gök kubbe yýkýlýp, altta yaðýz yer delinmedikçe, senin Ýlini, Töreni kim bozabilir?" yýkýlýp, yerle yeksan olacakmýþ, kuþkusuyla soruyordu.

Buna cevap veren Kamýn yüzünde belli belirsiz bir istihza gezindi. Sonra da:

- O zaman, bu duruma daha önce düþmüþ olanlar gibi, ulusal benliðimizi yitirir , Tanrý korusun, her yerde hakir görülen, asaletsiz bir güruh gibi ortada kalýrýz. Çünkü insan için "milli benlik" ister ulus olarak, isterse birey olarak, ikamesi mümkün olmayan manevi bir cevherdir. Bunu insan veya bir ulus ancak, zorla veya cehalete düþme sonucu kaybedebilir. Bu hale duçar olmak istemeyen bir budun, ilk önce mazide bulunan gerçek derinliðini bilmeðe muhtaçtýr.

- Hocam, sözlerinizin sonunda "Bir Budun" demiþtiniz ya, bu genellemeyi de açýklar mýydýnýz, neden buna gerek duydunuz ki? Diye soran Ögeday idi.

Kam bunu þöyle açýklýyordu:

- Ey oðul, yaratýþ düsturu icabýndan olarak, baþlangýçta Tanrý, asal ya da asil türler var etmiþtir insandan. Yani yaratýlýþta her tür, her Ulus asil idi. Ama zaman içinde kimileri bunu, bilinen nedenlerle hepten kaybedip, asli deðerlerini, din ve töresini unutup, kendilerini kaybetmiþlerdir. Biz, uluslarýn baþlangýçta tekil olmayýp, çoðul olduðu kanýsýndayýz. Aksi hal, Gök tanrý’ya has bir özellik olurdu. Bundan ötürüydü oðul.

Salur:

- Hocam, günümüzde o iptidai var oluþtan gelen ve asaletlerini kaybetmemiþ olan baþka uluslar da yok mudur?
- Vardýr her halde oðul. Lakin, belki artýk bu, yekûn bir ulus þeklinde deðildir. Diðer uluslarda da bunlar, aileler ve en azýndan kiþiler olarak bulunurken, potansiyel avantajlarýndan ötürü, içinde bulunduklarý toplumun ileri gelen Bilge ve sanat adamlarý olarak, göze çarparlar.

Böylece sözlerini tamamlayan Kam Kül Erkin ve maiyeti, oradakilerle vedalaþýp, atlarýný teslim ettikleri handa binitlenip, gene meçhul menzillere doðru yola çýkmýþlardý. Kam oradan ayrýlmýþ, ama konuþtuklarý, adeta sonsuz bir hacimle yayýlan hoþ kokulu bir esans gibi, atmosfer içinde masadan masaya, sayvandan sayvana, yöreden yöreye geçerek, her yana, her iklime yayýlýp gitmekteydi.

Bozyayla yolunda, ýlýk güz yellerinin estiði Akpýnar'ýn baþýnda mola veren, Kam Kül Erkin ve talebeleri, uzun zaman ýlgar edip, ikindiye kadar yol aldýklarýndan, artýk yorulup, susayan hayvanlarý su içirip, biraz dinlendirmek istiyorlardý. Geldikleri yolun devamý, onlarý biraz ilerideki yamaçtan düz ovaya indiriyordu. Bu pýnar, tam sýrttaki kuþburnu ve kýzamýk kümeleri, söðüt, iðde ve dut aðaçlarýnýn arasýnda bulunan bir çukurdan çýkýp, önünde göllenen berrak su, iksir gibi, susamýþ atlara güç katýyordu. Kam Kül Erkin'in hayvanlara karþý yaklaþýmýnda söz konusu at olunca, çok þey deðiþiyordu. Çünkü ona göre at, insan kadar önemli ve deðerli bir varlýktý. Onlar insanýn can yoldaþý, koþan ayaklarý ve bedenin uzvi bir uzantýsý gibi vazgeçilmezdi. Bu bakýþ tarzý, itinayla kolanlarýný çözüp, terden ýslanmýþ olan koþumlarý indirerek, atlarýný su baþýna çeken talebelerince aynýyla benimsenmiþti. Biraz sonra Kam ve maiyeti yeniden at binip, yeþilin bütün tonlarýyla hâkim olduðu ovaya doðru inmeðe baþlamýþlardý.

Bu sýrada uzakta, mavi Lop gölünün yer aldýðý geniþ ova, bir atlýnýn kuþlarý kýskandýran görkemli ýlgarýyla þenleniyordu. Bu Akkartal ve onun atý Karaþimþek'ten baþkasý deðildi. Kam ve yanýndakiler onu henüz fark etmemiþlerdi. Ovaya sað yandan aþaðý inmekte olan üç atlýyý önce fark eden Akkartal, tam karþýlarýna düþen bir noktada dizgin kasýp, durmuþtu. Kül Erkin'i daha uzaktan seçmiþti çünkü. Bu sýrada Ögeday da onu fark ederek, arkadaþý Salur'a hitaben:

- Þuraya bak hele! Bunlar Akkartal ve namlý küheylaný Karaþimþek deðiller mi Salur?
- Evet, gerçekten onlar!

Salur ve Ögeday Akkartal'ý, son büyük Gökbörü oyunu esnasýnda tanýmýþ, onun en çetin rakibi olmuþlardý. Hatta bir ara az kalsýn oðlaðý ondan kapacak olan çopendoz da bu Ögeday'dan baþkasý deðildi. Nitekim elli adým mesafeye geldiklerinde taraflar net olarak bir birlerini tanýyýp, el kaldýrarak selamlaþmýþ, az sonra yan yana gelerek, at üstünde kýsa bir hal hatýr etmiþlerdi. Kam Kül Erkin dostu Ulutolga ile görüþmek istiyor olduðundan, ayný menzile doðru birlikte at sürmüþlerdi. Yollarda verilen molalarda ülke gündeminde yer tutan konulara deðinip, karþýlýklý görüþ alýþveriþinde bulunmuþlardý. Günler sonra, nihayet dergâha ulaþtýklarýnda akþamýn geç vakitleriydi. Gelenler olduðuna dair ilk iþareti havlayan köpekler vermiþ, kule gözcüleri yer nöbetçilerine gelenlerin karþýlamasýný seslenmiþlerdi. Bunun üzerine yetiþkin öðrencilerden beþ kiþi gelenleri karþýlayýp, hemen içeri almýþlardý. Sonra dergâhýn geniþ hemhal odasýna geçilmiþ, yemeðin ardýndan Ulutolga dâhil olmak üzere, Dergâh Ýleri gelenleri ile toplanýlmýþtý. Kül Erkin'i tekrar görmek Ulutolga’yý ayrýca memnun etmiþti. Çünkü onunla çocukluk günlerinde tanýþmýþ, bu dergâhta birlikte yetiþmiþlerdi. Ama sonra o gezginliði yeðlemiþ, Ulutolga, hocalarý Çor Bilge Alp'ýn vefatýndan sonra, yönetimi üstlenmiþti. Görüþemeyeli beri hayli zaman geçmiþti. Karþýlýklý hal hatýr sorulduktan sonra söz dönüp, dolaþarak, ülkenin sosyo-politik meselelerine gelmiþti. Ulutolga Arap diyarýndan gelen mahut çaðrýya, Kül Erkin, Çin ve Tibet kaynaklý Manihaizm akýmlarýna deðinmiþlerdi. Kül Erkin ve maiyeti bir hafta misafir kaldýktan sonra seyrana devamla, güneydoðuya gideceklerdi. Çünkü her þeye raðmen, ülke ahvali beklenmedik oluþumlara gebe görünüyordu. Ayrýca bu olan bitenden diðer kamlarý haberdar edip, Ulutolga'nýn dergâh hazinesinden, diðer dergâh ve kamlar için yaptýðý yardýmlarý da yerlerine ulaþtýracak, danýþmalarda bulunacaklardý.

ÖTÜKEN YOLUNDA

Yaklaþýk on gün sonra tekrar yola çýkan Akkartal, Karaþar, Turfan, Urumçi, Urungu ve nihayet Altaylardan geçerek, üç hafta süren serüven dolu bir yolculuktan sonra Ötüken'e varacaktý. Karaþar'ý biraz geçtikten sonra, konakladýðý Oðan Han'ýnda ýsmarladýðý çoban kebabýný yerken, çok kalaba olmayan han aþhanesinde, bir masada yüksek sesle konuþan bir adamýn sözleri çekmiþti dikkatini. Yanýnda oturanlara hitaben konuþan kalýn býyýklý, nobran görünümlü, iri düz burunlu adam:

- Durumlar vahim arkadaþ, eðer zamanýnda önlenmezse ülkede ve bilhassa da Günbatýsý'nda iþler çok karýþacaða benzer. Diyordu. Kýrçýl sakallý, iri burunlu, koyu parlak gözlü olan muhatabý ise:

- Ooo hooh! Gelenlerin dediklerine bakýlýrsa, oralarda iþler çoktan karýþmýþ bile dostum. Çünkü oymaklarýn kimi Budistliðe, kimi Ýseviliðe, kimi Museviliðe ve kimi de son zamanlarda adýný sýkça duyuran, Ýsevilikle Museviliðin karýþýmý dedikleri, Muhammedîliðe itibar etmekte imiþler.

- Ya, fakat buna sebep neymiþ peki? Diye soran baþka birine, kýrçýl sakallý bunu þöyle açýklýyordu:

- Sebep belli deðil mi. Çinli, fýrsat buldukça Kuzey-batýya yüklenip, Turanî boylarý türlü siyasetlerle yekdiðerinden ayýrýp, tek ve zayýf kalanlarý sýkýþtýrýp, hâkimiyet altýna çekmek istemiyor mu? Töre’ye ters düþüp, bir birinin hak ve hukukuna tecavüzden çekinmeyen, yersiz gayz ve garez güden Hakanlar, Ýlteber ve beylerin aralarý bu þekilde açýlmýyor mu? Hal böyle olunca, iþte böyle yalnýz kalýp, zayýf düþülüyor. Tabiatýyla, bunlarý fýrsat bilen baþka güçler, türlü bahaneler ileri sürüp, yerli yersiz taleplerde bulunabiliyorlar. Ýþte bütün bunlara, bir de Araplar eklendi. Ama onlarýn yaklaþým tarzý Çinlilerden farklý. Zira onlar selam gönderip, önce kýsaca; "Biz sizi Allah rýzasý ve onun Elçisi Muhammed Bin Abdullah adýna hak dini Ýslam'a çaðýrýyor, yeni baþtan þekillenmenizi saðlamak istiyoruz" derken, sonra buna " Asýl ve geçmiþinize dair hemen her þeyi unutup, bize uyarak, Ýslam'a teslim olacaksýnýz. Þayet bu davete uyulur ise hayatlarýnýz baðýþlanacaðý gibi, sizi din kardeþi sayýp, haksýz muamele etmeyecek, rýzalarý olmadan (nikâhsýz olarak) kadýn ve kýzlarýnýzla beraber de olmayacaðýz" diye ekliyorlar. Bunun benzeri muhtevalý tebliðler, Arap atlýlarýnýn ulaþabildiði bir çok ülkeye yollanýp, ret cevabý verenler üzerine ordular gönderiliyor. Diyordu.

Akkartal bunlara hiç müdahale etmeden, sadece dinlemekle yetinmiþ ve sonra yola devamla, ancak haftalar sonra Ötüken'e varabilmiþti. Payitaht sarayýnýn altýndan geçen yolda aðýr aðýr ilerleyen Akkartal, yolda Arýkbuða Noyan'ýn Yaveri Temir Aða’ya rastlamýþ, onunla kýsaca görüþerek, az önce ayrýlmýþlardý. Yaver, Noyan'ýn attan düþerek bacaðýný kýrmýþ olduðunu, orduya katýlmayýp, güney korusu eteðindeki konaðýnda istirahat ettiðini söylüyordu. güney korusu, þehrin güney-batý yakasýnda yer alan, ordu mensubu üst düzey asker ve devlet adamlarýnýn oturduðu, nispeten bakýmlý bir semt idi. Akkartal, kendisini hemen tanýyan yavere hem kýzýyor, hem de minnet duyuyordu. Kýzýyordu, çünkü ondan Tangülü'nün oturduðu yeri öðrenmiþ, isterse onu görebilirdi. Minneti ise, orayý baþkasýna sormaktan kurtulmasýndan ileri geliyordu.

Önceleri onu arada bir hayal meyal hatýrlarken, þimdi onun nerede kaldýðýný da biliyor bu ise merakýný kamçýlayýp, onu muhakkak görmek istiyordu. Oysa onun bu tür kaygýlarý olmayýp, yolda izde bulunurken bütün dikkatini çevreye verebilmesi için huzurlu olmasý gerekirdi. Hem þimdi onu görmeðe kalkacak olsa bu da ayrý bir meseleydi. Kararsýzlýk içinde, nasýl edeceðini düþünürken, birden aklýna yaverin söyledikleri ve bu meyanda babasý Arýkbuða'nýn kýrýlan bacaðý geliyordu. Bu ise ziyaret için doðal bir gerekçe olabilirdi. Bu sýrada Yaver Temir Aða, atýnýn terkisine yüklediði bir takým erzakla, Arýkbuða'nýn malikânesine doðru ilerliyordu. Umulmadýk bir anda oluþan bu imkân içini heyecanla doldururken, ani bir kararla atýný çevirip, onun arkasýndan sürmüþtü. Az sonra yetiþerek;

- Temir Aða, hele dur beraber gidelim. Buraya kadar gelmiþken, Noyan
Arýkbuða'ya uðrayýp, geçmiþ olsun demeden ayrýlmak olmaz. Diyordu.

Akkartal'ýn hatýr sayýp, efendisini görmeðe gelmek isteyiþi uzun burunlu, seyrek diþli, çipil gözlü, Yaveri çok memnun edip, ona gülümseyerek:

- Tabii, çok iyi olur bu yiðidim. Moral verir Noyan’ýmýza bu ziyaretin, buyur gidelim. Diyordu.

Yol çok uzun deðildi, lakin o gene de, konaða varýncaya kadar bilmek istediði mühim þeyleri Temir Aða’dan öðrenebiliyordu. Uygun bir sorma bahanesiyle konuyu açýnca, Yaver kýsaca þöyle diyordu; bu güne kadar Tangülü ile izdivaca niyetli, her bakýmdan varlýk ve mevki sahibi kiþiler çýktý, lakin o bu talepleri, sebep bile belirtmeden, hep reddediyor. Gölgeler nihayet batý yönünde uzanýrken, onlar mamur caddelerden geçerek, büyük bir meyve bahçesinin içinde kurulu, kýsmen ahþaptan yapýlmýþ, geniþ ve muntazam konaða varmýþlardý. Etrafý çit ve bodur aðaçlarla çevrili konaðýn yüksek bahçe kapýsý önünde pusatlý iki çeri nöbet tutmaktaydýlar. Geldiklerini görünce hemen kanatlý kapýyý açýp ve içeri yol vermiþlerdi. Karþýdaki konaða götüren yol kenarý süs bitkileri ve çiçeklerle donatýlmýþtý. Konaða iyice yaklaþtýklarýnda Arýkbuða'yý ahþap verandada, iki direk arasýna gerili bir hamakta yatar bulmuþlardý. Sol bacaðý ayak bileðinden dizine kadar kýskaca alýnmýþtý. Onlarý fark edip, yattýðý yerden doðrulmuþ ve hemen yanýnda duran koltuk deðneðine yaslanarak ayaða kalkmýþtý. Sapý kakmalý, uzun hançeri belinden sarkýyordu. Arýkbuða, kýna kýrmýzýsý gür býyýklarý, kalýn kaþlarý altýndaki yeþil tonlu gözleri ve muntazam çehresiyle namýna layýk, güçlü bir komutandý. Yaþý ortayý geçkin olsa da, sakalý, býyýðý kýrlaþmamýþ, saçý uzun ve rengi koyu kahverengiydi.

Nitekim gür sesiyle onlara hitaben:

     - Temir aða, o yanýndaki yiðit sakýn þu bizim ünlü Çopendoz Akkartal olmasýn?

- Evet Noyaným, ta kendisi. Ahvalinizi duyunca görmeden edemedi.

- Hoþ geldi, sefalar getirdi. Zaten caným da sýkýlýp duruyordu.

Arýkbuða konuþurken, Akkartal henüz atýndan inmemiþti. Sonra inerek onu yavere teslim edip, kendisi diz kýrýp, baþ eðerek Noyan'ý selamlayýp,sonra da:

- Geçmiþ olsun Noyaným! Umarým tez günde nekahet bulur, eðerinize sýhhatle oturursunuz gene! Diye temenni ediyordu.

Arýkbuða hoþnutlukla:

- Çok sað olasýn Yiðidim. Ben de öyle umarým. Buyur, ister içeri geçelim, istersen þöyle oturup, bir çamçak kýmýz içeriz, ne dersin?

- Siz bilirsiniz Noyaným, lakin hava müsait, burada oturabiliriz bence.

Derken, arkasýnda bir pencere bulunan üzeri yumuþak minderle döþeli bir ahþap peykeye yan yana oturmuþlardý. Yaverin, misafir hatýrlatmasýndan biraz sonra, elinde bakýr tepsi üzerinde kýrmýzý toprak testiyle, üç gümüþ bardak olduðu halde, güzeller güzeli Tangülü çýkagelmiþti. Akkartal'ý karþýsýnda göreceðini hiç beklemiyor olmalýydý ki, onu görünce bir an durmuþ, adeta gözlerine inanamamýþtý. Helecandan titremeðe baþladýðý fark ediliyordu. Az kalsýn elinden düþecek olan tepsiyi, zamanýnda davranýp, babasýyla Akkartal arasýnda kalan boþ yere býrakmýþ, önce babasýna, sonra Akkartal'a dönerek:

- Demek tanýþýyordunuz, bize hoþ geldiniz Akkartal Beð! Demiþti. Akkartal tebessüm ederek:

- Hoþ bulduk Tangülü Haným. Elbette tanýþýyorduk Noyanýmýzla.

Bunun üzerine salýnarak tekrar içeri giren Tangülü, gözden kaybolunca, önce sinesinde güçlükle bastýrmýþ olduðu büyük heyecaný 'huuuh!' diye boþaltýp, sonra önünde oturulan odaya geçiyordu. Penceredeki mor Çin ipeðinden perdenin önünde bulunan makata oturmuþ, burada baþlý duran gergefini iþlemeye koyulmuþtu.

Az sonra yanýna üç yaþ küçük olan erkek kardeþi Sungur gelerek, alçak sesle:

- Bakýyorum da, Abla Haným çok telaþlý görünüyor. Yoksa gelen konuklardan ötürü mü? Diye soruyordu.

Tangülü yalan söyler gibi gülümseyerek:

- Kim bilir, belki de?

Sungur ön yargýsýndan emin:

- Yok caným sende, hiç sanmam. Seni ondan, yani Akkartal’dan baþka birinin böyle heyecanlandýracaðýna inanmam!



Tangülü bundan memnun, rahat bir ifadeyle:

- Ýyi ya iþte, dýþarýdaki misafir de ondan baþkasý deðil zaten.

Bu açýklama Sungur’u adeta þoke etmiþ, helecandan sesi kýsýlarak:

- Do, doðru mu söylüyorsun Abla?

- Tabii, gerçek diyorum. Sungur gene de inanmayarak:
- Bu, bu olamaz, beni takazaya alýyor olmalýsýn?

Tangülü elini iki dudaðý arasýna götürerek, ona önce sessiz olmasýný iþaret ederken, fýsýltýyla:
- Ýnanmýyorsan git gözünle gör, bak babamla oturan kimmiþ? Hem, yakýndan görmüþ müydün sen onu?

- Yoo, hiç görmedim, ama o kadar çok tarif ettin ki, onu bir alay içinde görsem tanýrdým her hal. Dur bakayým, eðer yalansa bozuþuruz bak!

Derken dýþarý çýkan Sungur, yanlarýna gelince. Onlarý tanýþ eden Arýkbuða, oðlu Sungur’a:
- Bu konuðumuz ünlü Akkartal, oðlum!
Sungur içinden "Vay anasýný, ablam doðru söylemiþ, meðer bu gerçekten o imiþ" diye geçirdikten sonra Akkartal'a:

- Hoþ geldiniz Aða Beð, adým Sungur, sizi yakýndan görüp tanýdýðýma çok sevindim, hep merak ederdim çünkü.

Akkartal gülerek
- Ben de öyle Sungur!

Az sonra tekrar içeri, ablasýnýn yanýna gelen Sungur, ona kýsaca:

- Abla haným, gerçekten haklýymýþsýn! Der ve manidar bir þekilde yüzüne bakar. Sonra orada bulunan, nispeten alçak bir masayý kucaklayýp, dýþarý götürür. Tekrar dönüp, iki iskemle daha alarak, birine kendisi oturur. Biraz sonra, büyük giriþ kapýsýndan iki haným içeri girerler. Bunlardan biri, Akkartal'ýn saray koridorunda gördüðü Tangülü’nün halasý Aytolun iken, diðerini henüz tanýmýyordu. O sýrada komþu ziyaretinden dönüyorlardý. Aytolun hatun, beþ basamakla çýkýlan verandaya iki adým kala fark etmiþti Akkartal'ý ve heyecanla Çiçek hatuna yaklaþarak:

- Yenge bak kim gelmiþ? Hayret, Akkartal bu, Tangülü nerede acep? Diye fýsýldamýþtý. Onlarý gören Arýkbuða Akkartal'a:

- Bunlar da bizim ev sahibi Çiçek Hatun ile kýz kardeþim Aytolun dur. Diyordu. Bu konuþmalarý iþiten Tangülü hemen dýþarý çýkarken, siyah desenli bindallýsý üzerine, kýrmýzý motifli bir yelek giymiþ, bukleli kumral saçlarý beline kadar sarkýyordu. Baþýndaki el iþi gümüþ tacýn süsleri arasýndan bir tutam perçem, sað kaþýnýn üzerinde yana sarkýk, bir an eþikte görünüp, geri çekiliyordu. Tangülü bu haliyle bir baþka güzeldi. Kadýnlar Akkartal'a kýsaca hoþ geldin diyerek, doðruca eve giriyorlardý.

Bu sýrada konaðýn arka tarafýnda bulunan tavlada iþini bitiren Temir Aða, gerekli talimatý seyis ve uþaklara vererek yanlarýna geliyordu. Arýkbuða'nýn þu an yaylakta yüz altmýþ kadar cins atý ve bunlara ek olarak da, beþ yüz koyun ve yüz sýðýrý bulunuyordu. Bütün bunlarýn yönetimiyle yaver Temir Aða ilgilenmekteydi. Ýþlerini çok iyi yürüten Temir Aða, Noyan nezdinde önemliydi. O nedenle, Arýkbuða onu yanlarýna davet edip, oðlu Sungur'a onun için de kýmýz doldurmasýný söylüyordu. Neredeyse öðlen vakti geldiðinden, kadýnlar içerde yemek hazýrlarken, bu arada Tangülü'den olan biteni sor maktalardý.

Biraz önce yenen leziz yemekten sonra Arýkbuða sözü sefer konusuna getirmiþ ve buna katýlamayýþýna nasýl üzüldüðünü anlatýyordu. Boþ bulunduðu bir anda atýnýn hendekten atlamasýyla dengesini yitirmiþ, yere düþerken de ayak bileðinin kaval kemiði bir taþa çarparak kýrýlmýþtý. Ama artýk neredeyse kaynamýþ olan kemiðin kýskaçtan çýkarýlma vakti eriþmiþ sayýlýrdý. Bu arada Akkartal da orduya nerede yetiþtiðini ve Kaðan Moyen Çor'la geçen görüþmesine anlatýyordu.
Arýkbuða söze girerek:
- Ya, demek öyle. Hatta bazý Boylar onlarla güç birliði dahi yapmaktalar, öyle mi? Diye hayret ediyordu.
Akkartal:
- Evet, sanýrým her boy kendisine dýþ müttefikler bulmaya baþlamýþ. Þayet Kaðan'ýn bu seferi muvaffak olursa, ki bu muhtemel görünüyor, Budun için belki o zaman bir derlenip, toparlanma fýrsatý doðabilir.

- Peki, ya ulu Kamlar ne demekteler bu konuda? Çünkü malum, halkýn meselelere bakýþý, genel olarak onlarýn bakýþýna benzer.

- Bu, haliyle umumi bir kaygýya yol açmýþ durumdadýr. Bu meyanda bendenize bir görev verilmiþ olup, dergâhýn açýklamasý gereken sorulara tez elden cevap bulmak için yoldayým. Gerekirse bunun için çok uzak diyarlara kadar gitmem de söz konusu.

- Anlýyorum yiðidim. Ýþin hiç kolay gibi görünmüyor, hatta bu belki bir orduyu yönetmekten bile zordur. Ama biz senin baþaracaðýna kaniiyiz.

Derken, ayaða kalkan Akkartal, yola çýkmak için izin istiyordu. Fakat Sungur, rica ederek, birlikte bir at gezintisi yapmak istiyordu. Onu kýramayan Akkartal, az sonra getirilen atýna binerek, hemen arkada yer alan orman yoluna sürmüþlerdi. Onlar gözden henüz kaybolmuþlardý ki, beyaz kýsraðýna binen Tangülü de arkalarýndan gidiyordu.

Ayrýlýrken babasýna seslenerek;

- Onlara bir sürpriz yapacaðým ! Diyordu.

Sungur ve Akkartal orman içinden geçen düz yolda rahvan yürüyüþle yol alýrken, arkadan dörtnala gelen atlýdan henüz habersizlerdi. Sungur babasýna çok benziyor ve muhtemelen genç Arýkbuða'nýn tam bir kopyasýydý. At biniþteki yatkýnlýðý, onun iyi bir Çopendoz olacaðýna iþaret ediyordu. Bol virajlý, serin orman yolunda süratli giden bir binici, þayet dikkat etmezse atýndan aþaðý yuvarlanmakla kalmaz, aðýr yararlanabilirdi. Çünkü yer yer karþýlarýna, her iki yanda yükselen çam aðaçlarýndan yola sarkan kalýn dallar çýkýyordu. Biraz ileride bir su çaðýltýsý duymaða baþlamýþlardý. Derken bulduklarý yolun sol tarafý birden yamaçla haline gelip, aðaç dallarý arasýndan, karþý kayalýktan düþen küçük bir þelale görünmeðe baþlamýþtý. Burada yol da çatallaþýyordu. Onlar sola giden yolu izleyerek, þelalenin baþýna geleceklerdi. Lakin o sýrada sýk ormandan sað yola inen bir ceylan görmüþlerdi. Sungur hemen davranarak, terkisinde takýlý duran yay ve sadaðýndan bir ok çekip, atýný o tarafa doðru topuklarken, bu arada dönerek sadece;

- Ben þimdi geliyorum Aða Beð! Diye sesleniyordu. Akkartal Sunkur'un bu av tutkusunu tebessümle karþýlayarak, arkasýndan:
- Haydi rast gele! Diyordu.

Mahmuzlanan at ok gibi ileri fýrlarken, nal sesleriyle ürken ceylan zýplayarak, son hýzla yol buyu koþmaða baþlýyordu. Çok sürmeden her ikisi de gözden kaybolmuþlardý. Akkartal sola sapacak þekilde hareket etmiþti ki, arkadan gelen bir atlýnýn nal sesleri iyice yakýna gelip, az sonra aðaçlar arasýndan beyaz kýsraðýyla güzel Tangülü düþ gibi çýkývermiþti ortaya. Durmaksýzýn sol yola sürerken ise:

- Atýna güvenen varsa arkamdan gelsin, yarýþalým! Diyerek meydan okumayý da ihmal etmiyordu.

Yanlarýndan yel gibi geçen beyaz kýsrak ve güzel Tangülü, Akkartal kadar Karaþimþeði de heyecanlandýrmýþ, hemen ardýndan gemi azýya almýþçasýna kopmuþtu. Bu yol, arkadan dolanarak, þelalenin yaný baþýna ulaþtýðýndan, hayli uzundu. O nedenle, Karaþimþek önden gidenleri çayýn düzlükte iri kayalarýn arasýndan geçtiði çimenlik kýsmýnda ancak yakalayabiliyordu. Akan su az ileride hýzla aþaðýlara dökülürken uðultular çýkarýyordu. Nihayet arkadan yetiþen Akkartal, atýnýn üzerinde iken kýzý kavrýyor ve az sonra yere, çimenlerin üzerine býrakýyordu. Nitekim kendisi de aþaðý atlýyordu. Ama Tangülü yerinde duracaðýna, biraz önce kaçan ceylan gibi sekip, etraftaki seyrek aðaçlar ve çalýlar arasýnda kayboluyordu.

Akkartal önce duraksamýþ, belki geri gelir diye bekliyordu, ama nafile. Sonra çaresiz onu aramaya çýkmýþ, kuþ seslerinin su sesine karýþtýðý çalýlar arasýnda iz sürmeðe baþlamýþtý. Bu arada Karaþimþek ve beyaz kýsrak kiþneyerek yan yana gelmiþ, çimenler üzerinde koklaþýyorlardý. Hava güneþlik ve esasen sýcaktý. Fakat ormanýn serinletici etkisi bu sýcaðý hoþ bir ýlýmanlýða çeviriyordu. Ýlk denemede baþarýsýz olan Akkartal, geri dönüp, atlarýn bulunduðu çimenliðe gelmiþti. Bu arada dikkatini, kýsraðýn eðerinin karýn altýna kaymýþ olduðu çekmiþti. Bu durum, her halde binicisini üzerinden çekerken husule gelmiþ olmalýydý. Hemen atýn yanýna giderek, kolaný çözüp, eyeri bir kenara koymuþtu.

Tam bu sýrada suyun aþaðýya düþtüðü yerden, bir kadýn çýðlýðý yankýlanarak yükseliyordu. Akkartal hemen kara þimþeðin yanýna koþup, terkide takýlý yay ve sadaðý kaparak, sesin geldiði tarafa atýlýyordu. Çýðlýklar ve imdat çaðrýsý halen devam ediyordu. Az sonra kayalarýn üstüne ulaþýp, aþaðý bakýnca, þelalenin göllendiði yerde, kara bir panterin kükreyerek suyun ortasýnda duran Tangülü'ne tehlikeli bir þekilde yaklaþtýðýný görmüþtü. Yerinden uðramýþ gibi açýlan gözlerini kara panterin beyaz iri diþlerine odaklamýþ, çýðlýklar atan Tangülü, yukarýdan yankýlanarak gelen Akkartal'ýn tiz sesini duyamýyordu.
Akkartal tekrar ederek:
- Tangülü! Korkma buradayým!

Derken, demir temrenli bir oku, tam karþýsýna düþen panterin iki gözünün arasýna niþanlayarak yayýný geriyordu. Tangülü ile panterin arasý yarým kulaç var, yoktu. Sýrtýný kamburlaþtýran panter, avýna atýlmak üzere gerilmiþti. Son anda salýnan ok isabet ediyor, acýyla ayaklanan panter, bu kez ikinci oku sað böðründen yerken kývranarak yana, kenarýna yýkýlýyordu. Akkartal hemen yana atlayarak, orada bulunan müsait bir yamaçtan aþaðýya kayýyordu. Bu sýrada göðsüne kadar suya dalmýþ olan Tangülü, kýyýya çýkmaða çabalýyordu. Akkartal oraya indiðinde, o da iç çamaþýrlarý sýrýlsýklam, dýþarý çýkmýþ, dehþetten titrerken, ona güçlükle tutunabiliyordu.

Akkartal onun güzel baþýný þefkatle göðsüne yaslayarak:
- Geçti, tamam geçti artýk. Korkma güzelim, haydi toparlan yukarý çýkalým!
Sonra onu kollarýna alýp, sað yandaki iniþ yolundan yukarý doðru yürümeðe baþlýyordu. Fakat az sonra kendini toparlayan Tangülü ileriyi göstererek:

- Þu çalýnýn ardýnda baþlýðým ve sair giysilerim kaldý, lütfen dur onlarý alalým!

Akkartal, onu yere indirip, tarif edilen çalýlarýn arkasýna gitmiþ ve orada bulunan bindallý, taç, yaþmak ve yeleðini alarak geri gelmiþti. Sonra el ele tutuþarak yukarý, iri bir çam aðacýnýn altýna kadar týrmanmýþlardý. Orada yaban otlarý ve çiçekler arasýna yan yana, bir süre hiç konuþmadan, ara sýra bakýþarak oturmuþ, yerde solmaya yüz tutan yaban orkidelerini, kuzukulaklarýný, menekþeleri ve eðrelti otlarý arasýnda koþuþturan karýncalarý seyretmiþlerdi. Böylece artýk iyice sakinleþen Tangülü, nihayet konuþma inisiyatifini ele alarak:

- Aman Tanrým, bir an nasýl korktum bir bilsen? Sen olmasan þimdi o pantere yem olmuþ olacaktým. Çok teþekkür ederim!

Akkartal gülerek:

- Teþekküre gerek mi var Tangülü? Ben olmasam, sen de burada olmazdýn, en azýndan bu gün. Öyle deðil mi? Þu halde ne mutlu ki, görevimi yapabildim.

Güzel diþlerini açýða çýkaracak þekilde gülen Tangülü:

- Haklýsýn sanýrým, ama gene de sað ol !

- Peki, sen de gör!

Akkartal, bir an yerdeki otlarý karýþtýrýrken, düþünüyordu. Sonra aklýna gelen bir fikri dile dökmek için;


- Görüyorsun, hiç beklenmedik þekilde ve bir anda neler oluyor hayatta, deðil mi?

Bu sorunun tam mahiyetini anlamayan Tangülü, bunu belli ederek, güzel gözlerini ona dikmiþ, daha açýk bir ifade için bekliyordu.

Nitekim Akkartal;

- Anlamadýn, çünkü düþüncelerimin baþlangýcýný bilmiyorsun.

- Evet ama, anlatýrsan çok sevinirdim?

Akkartal, o an aklýna gelen, önceki bir kararýndan ötürü gene gülümsüyordu. Çünkü içinden, az kalsýn tuzaða düþüyordum, diyordu. Fakat karþýsýndaki menekþe gözler her halinin hesabýný soruyor, ne düþündüðünü anýnda bilmek, lâfzen duymakta ýsrarlýydýlar. Bu nedenle, artýk konuþtuðu her kelimeye dikkat etmesi gerektiðini yeniden kaydediyordu. Demin aklýna gelen mahut karar; kadýnlarla ve bilhassa Tangülü ile mümkün olduðu kadar az konuþmak ya da hiç konuþmamaktý çünkü. Yarenlik fazla uzarsa, gene zor duruma düþeceðinden çekiniyordu. Bunu þimdi ona açýklasa mý açýklamasa mý, diye düþünürken, karþýsýndaki buðulu gözler sanki; konuþ, ne olur konuþ, diye yalvarýyordu.

Nihayet Akkartal:

- Geçen seferi, yani ilk tanýþmamýz ve konuþtuklarýmýzý, hatýrladýn mý? Ýþte o aný hatýrladýðým için güldüm. Diye açýklýyordu.

Fakat, bu açýklama nazenin muhatabýný teskin etmek þöyle dursun, onu daha bir gücendirmiþ gibiydi.

- Tabii hatýrladým, hem de bütün detayý ile, fakat bunda gülünecek ne vardý, onu anlayamadým.

Derken, Tangülü her geçen saniye deruni bir kýrgýnlýða gömülüyor, bunun emareleri yüzünde belirirken, gözlerindeki mutluluk pýrýltýsý sönüp, güzel dudaklarý çarpýlýyor, pembe yanaklarý soluyordu.

Onu bu halde görmeðe dayanamayan Akkartal, hemen atýlarak;

- Yoo, yanlýþ yorumlama hemen güzelim, çünkü bu gülüþün sebebi ne alay etmekten ötürü, ne de seninle ilgiliydi. Aksine, tamamen ve sadece kendimle alakalý olan bir husustan ötürü güldüm, inan. Diye düzeltmek istemiþti.

Fakat Tangülü hala kýrgýn :
     - Aman sen de, insaný meraktan öldürürsün yani, söylemezsen var söyleme! Diye üsteleyince :

- Tamam, tamam söyleyeceðim; doðrusu, bunun sebebi, buraya, yani size ve seni görmeye gelip gelmeyeceðimle ilgiliydi. Yani, kararsýzdým bunun için. Ama ne var ki, gene son kararý hislerimin güdüsü verdi. Oysa mantýðýma göre, yani önceki kararýma uyacak olsam bunu yapmayacak, gene sonraya erteleyecektim. Fakat þu merak duygusu yok mu, buna engel olamadým ve sonunda geldim iþte. Nasýl, umarým rahatlamýþsýndýr artýk?

Tangülü, ilk tavizi koparmýþ olmasýna raðmen, bundan ötürü duyduðu keyfi dýþa asla vurmuyor, bunu içine hapsedip, duyduklarýndan tatmin olamamýþ gibi bakýyordu. Bundan kastý elbette onu mümkün olduðu kadar çok konuþturabilmekti.

Nitekim sunî bir esefle yine soruyordu:

- Þimdi buna piþman mý oldun yani? Akkartal gülerek:
-Ah sen yok musun sen, sakýn sorularýnla beni ne duruma düþürmek istediðini bilmiyorum sanma!

Tangülü bu defa kendini tutamayarak, Akkartal'ýn tahminini doðrularcasýna:

-Hah hah hah haaa! Diye þuh bir kahkaha atýyordu. Sonra da bilmiyormuþ gibilerden gelerek:

- Ne hale getirmek istiyor muþum seni, anlayamadým. Ýstersen þimdi biraz da ben konuþayým, sen dinle, olmaz mý?

- Ýyi, konuþ, konuþ ama aðzýndan çýkana da lütfen dikkat et, tamam mý? Tangülü muzipçe gülerek:
-Tamam, tamam! Dedikten sonra sözlerine devamla: Her þeye raðmen, beni görmeðe gelmene çok sevindiðimi bilmelisin. Çünkü ben de seni görmek istiyordum, hem sandýðýndan çok daha fazla. Hatta yerini bilmiþ olsam, daha önce ben gelirdim, bundan emin ol.

Akkartal birden atýlarak:

- Aman ha, sakýn öyle bir þey yapayým deme. Zamaný gelince, iþte böyle gene gelirim. Sana bir þey daha söylememi ister misin?

- Tabii ki, bu sorulur mu hiç, lütfen, haydi söyle!

- O gece ki konuþmamýzý hatýrlarsýn, seni tekrar görmek isteyiþim ve buna cesaret ediþimin sebebini biliyor musun?

- Bilmem, ne idi?

- Ayrýlýrken söylediðin son sözlerin ve tutumundu buna sebep. Aksi tavýr içinde olup, yani metin olup, feragat ve tevekkül edemeyen biri olsaydýn, buna bir daha cesaret edemezdim kolay kolay. O gün bana sanki, çok elastik, hatta sonsuzmuþ hissi veren, uzun ve saðlam bir baðla baðlanmýþýz gibi bir his vermiþtin. Lütfen baðýþla. Fakat, bunun senin için o an ne anlama gelip, nasýl bir külfet oluþturduðunu takdir ve tahminden korkarým ki þu an bile acizimdir.

- Bunun benim açýmdan bakýþla ne anlama geldiðini elbette biliyorum. Açýklamak istemediðim bir sebebi var hem bunun. Kim bilir, belki ileride bir gün bu da olur, tabii eðer unutmaz ve bunu bana tekrar sormak lütfunda bulunursan.

Akkartal ne soracaðýný düþüne dursun. Tangülü'nün aklýndan geçebilecekler malumdu. Çünkü kendisine meyil ve hayranlýðýný açýkladýðý kiþiden, açýk bir teminat, ümit veren bir söz bile alamadan ayrýlmak zorunda kalan her genç kýza aðýr gelebilecek bir durumdu bu.

Nitekim Akkartal samimi bir çehreyle:

- Dilerim. Bunu unutmamayý gerçekten dilerim. Diyordu.

Fakat o an Tangülü'nü gayr-i ihtiyari bir hüzün dalgasý sarýyordu. Bunun nedeni muhtemelen, gene aklýndan geçen bazý düþüncelerdi. Sonra tekrar konuþmaða baþlayarak:
- Biliyorum, bu gün, belki biraz sonra kalkýp, gene gideceksin. Tanrý bilir, hangi uzak diyarlara. Onun için diyorum ki; ayrýlýp, gitmeden önce, eðer baþkaca bir þey söylemek istersen, kulaðým sende!
Akkartal onun esasen haklý olduðunu bildiði için, bu tarz konuþmasýndan ister istemez etkilenmiþti.
Nitekim cevaben:
- Tangülü, eðer aramýzdaki o baðý katýlaþtýrmak ve bir an hepten kopacak duruma gelmesinden korkmamýþ olsam, sana daha neler neler söylemek isterdim, bir bilsen. Çok, çok hassas bir konu bu, biliyorsun. Umarým þu an aklýma gelmeyen, ama daha sonra þuur altýmda bir hicran, bir ukde olabilecek, sana iletmek isteyeceðim baþkaca bir þey yoktur.

- Sahi yok mudur? Bir düþün bakalým. Eðer gerçekten yoksa?

Bunlarý telaffuz eden, Tangülü'nün sesinde beliren bir melankolik yanký, muhatabýnýn gönül sarayýný bu ana deðin koruyan surlarý yýkýp, bütün zýrhlarýný delmiþ, koyduðu bütün kurallarý laðvederek, içinde önlenmez bir özleþme yaratarak;

- Peki, peki var! Dinle bak ne diyeceðim þimdi sana? Demesine yol açýp, sonra da onun, insaný büyüleyen güzel yüzüne bakarak, vurguyla, tane tane söylemeðe baþlamýþtý:

Uyusaydým bir saati, düþümde seni görerek.
Bir buse kondururdum gül yanaðýna, içim titreyerek.
Ellerim dokunurdu þirin ellerine, kalbini hisleyerek.
Gözlerim dalardý sevda denizlerine gözlerinde, boðulmayý özleyerek.
Yeterdi bana, seni düþümde görmek...

Bu dizeler, bir katý savaþçý yüreðinin de özleþip, bunu böyle ortaya koyabileceðini göstermiþ, Tangülü'nü onun umulmayan bir yönüyle tanýþtýrmýþtý. Bunlarý terennüm eden tutkulu ses tonu, maþukun rikkatli gönlünü okþayýp, onu sermest ederek, muhayyel düþ âlemlerinde dolaþtýrmaða yetiyordu. Bu þiir serenadýndan dakikalar sonra, realiteye geri dönen Tangülü, sanki gerçek bir düþten uyanmýþçasýna, buðulu güzel gözlerini kýrpýþtýrýrken, adeta fýsýltýyla:

- Bu harikulade idi. Çok, çok teþekkür ederim. Diyordu.

Akkartal bir yandan onun böyle memnun oluþuna sevinirken, lakin diðer yandan, sözünü ettiði o baðýn elastikiyetini artýk yitirip, lokmalarý her an kalýnlaþan bir demir zincire dönüþmeðe baþlamasýna da esef ediyordu. Bu sýrada aklýndan geçenleri okumuþ olan Tangülü'nün hazin bakýþlarýna dayanamayan Akkartal, onu omuzlarýndan kendine çekerek, pürüzsüz alnýna yumuþak bir teselli busesi kondurmadan edemiyordu. Sonra kuru giysilerini iþaret ederek:

- Ýstersen giyin de, atlarýn yanýna dönelim artýk. Hem neredeyse Sungur da çýkagelir.


Derken, yerinden doðrularak çimenliðe doðru yavaþ adýmlarla yürümeye baþlýyordu. Bu arada halen nemli giysileri üzerine kuru olanlarý da giymekte olan Tangülü:

- Sahi Sungur nereye gitmiþti ki? Diye sesleniyordu. Akkartal yarým dönüþle ona cevaben:
- Hani bana rastladýðýn yol ayrýmý yok mu, iþte orada gördüðü bir ceylanýn ardýndan gitmiþti. Sanýrým daha sonra burada buluþacaktýk.

Böylece atlarýn keyifle yayýlmakta olduklarý çimenliðe gelmiþlerdi. Az sonra gerçekten,Sungur da çýkagelmiþ, ardýndan gittiði ceylan terkisinde asýlý duruyordu. Akkartal'ýn yanýnda ablasýný da görünce, bir an þaþýrmýþ, sonra gevrek gevrek gülerek:

Diyordu.
- Abla haným, dayanamayýp ardýmýzdan geleceðini tahmin etmedim sanma.
Sonra avýný gururla göstererek;
- Siz ne yaptýnýz? Her halde böyle aylak aylak gezelemediniz buralarda? Ona cevaben Tangülü;
     -Þelalenin oraya git, bak görürsün ne yaptýðýmýzý! Diye öneriyordu. Bunun üzerine, henüz attan inmemiþ olan Sungur atýný oraya sürmüþtü. Az sonra geri geldiðinde hayretini açýða vurarak:

- Vay canýna, yoksa o kara panteri siz mi hakladýnýz?

- Akkartal Beð vurdu onu, hayatýmý kurtarmak için. Düþünebiliyor musun, zamanýnda yetiþmese, þimdi Ablan, o vahþi panterin midesinde olacaktý.

- Yok be! Vay anasýný! Akkartal Aða Beð, çok teþekkür ederim, sana ebedi minnet borçluyuz.
-Yok caným, daha da neler! O kadar abartma koçum, biz sadece gerekeni yaptýk, o kadar!
- Bunu Noyan babam duyunca çok memnun olacaktýr. Haydin, binin de hemen dönelim, olmaz mý? Daha sonra ben onu alýr, postunu yüzüp, içini doldurur, senin hatýran olarak kuruturum.

Derken, kara panteri kast ediyordu. Nitekim atlarýna binip, üçü birlikte geri dönmüþlerdi. Akkartal attan inmeden yola koyulmak istiyordu. Ama Noyan Arýkbuða ýsrar etmiþ, bunu yarýna erteletmeyi baþarmýþtý. Akkartal o geceyi Arýkbuða'nýn malikânesinde geçireceðini hiç düþünmemiþti oysa. Lakin, gerek Tangülü'nün bakýþlarý, gerekse Sungur ve babasýnýn ýsrarlarý sonuç vermiþ, güzel döþenmiþ bir odada günün yorgunluðunu atmak için, peykede serili yumuþak bir yün yataða uzanýyordu.

Nitekim saatler gece yarýsýný geçip, o da herkes gibi çoktan derin uykulara dalmýþtý. Fakat gözünü henüz uyku tutmamýþ biri vardý yataðýnda. Bu, duyduðu o dizelerin ve yaþadýklarýnýn etkisinden henüz kurtulamamýþ olan Tangülü'den baþkasý deðildi. Bir ara, yataðýnda doðrulup, ayaða kalkmýþ, bir uyurgezer gibi koridora yönelmiþti. Onu uyurken görmek, yaný baþýnda oturup, onu izlemek arzusuna karþý koyamamýþtý. Nitekim, geniþ holde bir kedi sessizliði ile yürüyüp, Sunkur’un odasýnýn önüne gelmiþti. Onun tam karþýsýnda bulunan odanýn kapýsýný yavaþça aralarken, kalbi helecanlý, yerinden uðrayacak gibi çarpýyordu. Nitekim, bir gölge gibi yavaþ ve tereddütsüz süzülüvermiþti kapýdan. Bir an durup, heyecaný yatýþýr gibi olmuþtu. Sonra yumuþak adýmlarla onun baþucuna yürümüþtü. Pencereden içeri sýzan þua huzmesinin kaynaðý gökteki dolunaydý. Ne þanstý ki, perde aralýðýndan giren ýþýk onun yastýktaki yüzünü aydýnlatýyordu. O an baþlayan heyecanla, kalbi delice vuruyor, göðüs kafesi sanki patlayacakmýþ gibi inip kalkýyor, nefeslerine hâkim olamýyordu. Nitekim daha ayakta duramayarak, yataðýn boþ kenarýna oturarak, onu izlemeye koyuluyordu. Güçlü kollarý baþýnýn altýnda çapraz uyurken, adaleli geniþ göðsü muntazam aralarla inip kalkýyor, rahat ve uzun aralý nefesler alýyordu. Öylece durup, özlemli bakýþlarla onu uzun uzun seyretmiþ, ayrýlma vakti için karar veremiyordu bir türlü. Vakit çok ilerleyip, nihayet ayrýlma kararý alabilmiþti. Lakin daha önce, neye mal olursa olsun, ondan bir veda öpücüðü alacaktý. Nitekim, kalbi helecanla feveran ederek, üzerine eðilip, ateþin dudaklarý temas etmiþti. Bu tutkulu aþka sadece, ezeli yörüngesinden bakmakta olan ay dede þahitlik ediyordu. Nitekim tekrar kendi yataðýna uzandýðýnda horozlar ötüyor, sabah oluyordu.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn tarihsel roman kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Tanrý Daðlý Akkartal 1. Bölüm
Tanrý Daðlý Akkartal 3. Bölüm
Tanrý Daðlý Akkartal 4. Bölüm

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Savaþçýnýn Ýntikamý [Öykü]
Askerlik Macerasý... [Öykü]
Açý ve Usta [Öykü]
1.Bölüm: Çatal Yürek [Öykü]
Ademin Akýbeti [Öykü]
[Eleþtiri]


Hüsrev Özel kimdir?

Yazma tutkusu olan herkes gibi, bu yolda bir çok cefayý bedel olarak ödemiþ biriyim.

Etkilendiði Yazarlar:
Bir çok iyi yazar var, lakin H.N.Atsýz ve P.Safa'nýn yeri baþkadýr nezdimde.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hüsrev Özel, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.