Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Türk kadınının, tarihteki yeri ve önemi şaşırtıcı bir durum arz etmektedir. Gerek İslam öncesi Türk tarihinde gerekse de İslam geçiş dönemi ve İslam dönemde bu durum yerini muhafaza etmiştir. Nitekim Türk tarihinin ilk yazılı kaynaklarından olan Göktürk Abidelerinde, bazı seyyahların hatıralarında, efsane ve destanlarda bu durum açıkça kendini göstermektedir. Henüz İslam olmamış İtil Volga Bulgarlarına seyahat eden İbn-i Fadlan, kendi eserinde, Türk toplumunda kadınların yeri ve öneminin şaşırtıcı bir durumda olduğunu itiraf etmekte ve bu hayretini gizleyememektedir. Fadlan, hatun’un hükümdarın yanında oturduğunu, bunun Türklerin âdeti olduğunu, hatun’a hilat giydirilince hatun’a ait kadınların, hatunun üzerine gümüş para saçtıklarını, Türk kadınlarının asla erkeklerden kaçmadıklarını haber etmektedir. Yine bir Hazar prensesi olan Çiçekion, gelin olarak Bizans sarayına gittiğinde giydiği elbise saray ve çevresinde moda haline gelmiştir. Fakat daha da önemlisi şudur: İmparator II. Justinianus ve V. Kostantinos, Hazar prensesleri ile evlenmişlerdir. Konstantinos’un Hazar prensesinden doğan oğlu, tarihte “Hazar Leon” lakabı ile tanınmıştır. Aynı zamanda bu adam, Hazar hakanının torunu oluyordu. Bizans böylece bazı meselelerde Hazarların desteğini almayı düşünmüştür. Hazar Leon’un karısı Iren’ın daha sonra Augusta veya bir imparator naibi olarak değil, tek başına ve tam selahiyetli “Basileus” kabul ve ilan edilmiştir. İşte bu olay, Hazar Türk kadınlarının Bizans devletine olan siyasi tesirini göstermesi açısından önemlidir. İslamiyet’in daha ilk anlarında dahi Türk kadını, kendisi göstermeyi bilmiştir. Bunun en güzel örneği İslamiyet’in ilk şehidi olan Hz. Sümeyye’dir. Saygın ve rahmetli İslam tarihçisi Muhammed Hamidullah ve Zekeriya kitapçı gibi tarihçilerin de kanaat ettiği gibi, Hz Sümeyye’nin önceki adı Bamıh’tır. Türkçedeki harf değişimi kurallarını göz önüne aldığımızda bu kelimenin aslının günümüz Türkçesindeki Pamuk olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu değişim, B’nin P’ye, H’nin K’ye dönüşümüdür, ki bu gibi farklı kullanımlar günümüzde dahi kullanılmaktadır. Örneğin, Gaziantep yöresinde “kele kele” şeklinde kullanılan ünlem kelimeleri, İstanbul Türkçesinde “Hele hele” olarak kullanılmaktadır. Yine Hatun kelimesi bazı yörelerde Katun olarak kullanılmaktadır. Türk kadınının tarihten getirdiği bu geniş yetki, pek önemli yer ve statü, İslam geçiş döneminde dikkat çekici bir durumu beraberinde getirmektedir. İslam- Arap devletlerinin alışık olamadığı bazı olaylar yaşanmıştır. İşte bu ilginç olaylardan biri de bazı Türk kadınlarının, bir Arap-İslam devleti olan Abbasi devleti yönetiminde söz sahipliği yapmalarıdır. Abbasi Devletinde yönetim sahibi olan Türk kadınlarından biri ve ilki Meracil Hatun’dur. Harun Reşid’in otoriter hanımı Seyide Zübeyde tarafından seçilen ve halifeye bizzat kendisi tarafından hediye edilen Meracil Hatun, daha sonra halifeden bir erkek çocuk dünyaya getirmiştir. Asıl adı Abdullah olan ve daha sonra El-Memun adını alacak olan bu kişi, Abbasilerin VII. Halifesi olmuştur. Meracil Hatun ile birlikte Türk kadınlarının Abbasi sarayındaki fiiliyatları başlamış oluyordu. Meracil hatun’dan sonra zikredilmesi gereken diğer bir kadın da Maride Hatun’dur. Maride Hatunun da saraya intisabı Meracil hatun ile aynı şekilde olmuş, Harun Reşid’e karısı tarafından hediye edilmiştir. Bu birliktelikten Muhammed adını verdikleri bir erkek çocukları olmuş ve bu çocuk da daha sonraları El-Mutasım Billâh adıyla halifelik makamına oturmuştur. Maride ile Harun Reşid arasında geçen aşk da gayet ilgi çekicidir. Harun Reşid bir defasında Maride hatun’a kırılır ve ondan yüz çevirir. Maride hatun da aynı davranış da bulununca birbirleriyle konuşmaz hale gelirler. Fakat bu küskünlük, tecrübeli vezir Fazl b. Er-Rebi vesilesiyle çözüme kavuşturulur. Vezir, kişilerden habersiz bir aşk şiiri yazdırır ve bunu halifeye gönderir. Bunu okuyan halife ise gayet duygulanır ve “Vallahi, artık Maride ile barışmam lazımdır.” Diyerek, Maride’nin bulunduğu odaya kadar gider ve bu küskünlük böylece biter. Maride Hatun, Harun Reşid’in sağlığında genç bir yaşta ölmüştür. Diğer bir kadın ise Şuca Hatun’dur. Şuca hatun, Maride Hatun’un oğlu el-Mutasım ile evlenmiştir. Bu kadından, asıl adı Cafer ve daha sonra el-Mütevekkil Alellah adıyla hilafet makamına geçecek olan çocuk doğar. Bu kadın, hastalanarak el-Mütevekkil tarafından yaptırılan Caferiye Sarayında vefat etmiştir (861). Şuca hatun, o devirlerde hilafet çevresinde bir kadının ulaşabileceği itibar ve şerefin simgesi olan “Seyyide Hanım Sultan” ünvanını, Harun Reşid’in karısı olan Seyyide Zübeyde’den sonra alan bir kadın olmuştur. Abbasi halifesi el-Müktefi Billâh uzun süre devam eden bir hastalıktan ölünce yerine kimin geçeceği tartışma konusu olur ve nihayet bir Türk kadını olan Şağab Hatun’un oğlu küçük Cafer, el-Muktedir Billâh adıyla halife olur. El-Muktedir halife olduğunda henüz küçük yaştadır. Buy yüzden annesi Şağab Hatun devleti yönetmeye başlar ve bu yönetim 25 yıl sürer. Harun Reşid’in bile 23 yıl Abbasi Devletini yönettiği düşünülürse bu durumun ne kadar takdire değer olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Şağab Hatun’un bu dönemdeki en ilginç icraatı Divan-ı Mezalim’e bir kadını başkan olarak atamasıdır. Yine bu dönemde Şağab Hatun kendi adına hastane ve diğer imar yapılar inşa ettirmiştir. Peki bu kadınları önemli kılan nedir? Sadece halife eşleri veya anneleri olmak elbette bir kadını özel kılmada çok az yeterlidir. Fakat, bu kadınların gerek maddi durumları ve gerekse de saray çevresindeki tesirleri düşünülürse önemi anlaşılacaktır. Gerçekten de bu kadınların inanılmaz derecede bir zenginliği var idi. Vezirlerin atanmasından bazı kanunların çıkarılmasına kadar etkili olabilmişlerdir. Bunları yapabilmek bir siyasi zekâ ve tecrübe istediğine göre söz konusu kadınların da bu özelliklere sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. İslam geçiş dönemi diğer devletlerinden olan Büyük Selçuklu Devletinde de Türk kadınları siyasi arenada boy göstermişlerdir. Bunlardan biri, sultan Melikşah’ın karısı olan Terken Hatun’dur. Terken Hatun, daima kendisine bağlı bir divana, 12. 000 kişilik bir orduya sahip idi ve böylece devlet işlerinde de gayet nüfuzlu bir kimseydi. Bu kadın, sahip olduğu imkânlarla imparatorluğu ve İslam dünyasını ele geçirmeyi amaç edinmiştir. Terken hatun, Melikşah’ın büyük oğlu Berk-yaruk’u düşürmeye ve kendi oğlu Mahmud’u da veliaht yapmaya, bir taraftan da torunu Cafer’i de halifelik veliahtlığına getirmeye çalışmış ve bunda da muvaffak olmuştur. Zaten Terken Hatun’un bu ihtiraslar Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında en büyük rolü oynamıştır. Büyük Selçuklu devleti önemli kadınlarından biride Tuğrul Bey’in karısı Altuncan Hatun’dur. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’ı takibe giderken Şiilere ve Besasiri’ye karşı bir kısım askerini veziri, karısı ve üvey oğlu Anuşirevan ile birlikte Bağdat’ın müdafaasını göndermek zorunda kalır. Böylece sultan’ın kuvvetleri üçe ayrılmış olur. Hemedan’a vardığında İbrahim Yinal, kardeşi Ertaş’ın oğulları Ahmet ve Mehmed ile birlikte, gelen 30.000 Türkmen ile çok kuvvetlenmişti. Yanında az bir kuvvet bulunan Tuğrul Bey kardeşine yenilince Hemedan kalesine sığınır. Bu durumda da Tuğrul Bey, vezirinden, Anuşirevan’dan ve karısı Altuncan Hatun’dan yardım ister. Altuncan hatun bu mektubu alır almaz askerlerine Hemedan’a gitmek üzere emir verir. Çağrı Bey ve diğer yardımcı kuvvetlerin de katılımıyla Tuğrul Bey meydana gelen savaşta muzaffer olur. İbnü’l-Esir’e göre Altuncan Hatun ağustos 1059’da ölür ve Rey’e defnedilir. Altuncan ölürken sultana halifenin kızıyla evlenmesini ve dünyada olduğu gibi ahirette de şereflenmesini tavsiye etmiştir. Osmanlı döneminde de bilinen bir “Kadınlar Saltanatı” vardır. İşte bu dönemin de geçmişten gelen bir gelenekle açıklanması doğru bir tespit olacaktır. Çünkü, görüldüğü üzere Türk tarihinde, kadınlar hemen her devirde bir şahlanış gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı döneminde bu şahlanış da “Kadınlar saltanatı” olarak gerçekleşmiştir. Padişah eşlerinin, annelerinin neredeyse hiçbiri Türk uyruklu değilken böyle bir dönemin yaşanması ise, söz konusu kadınların Osmanlı-Türk kültürüyle yetiştirilmeleri ve Türk yönetim sisteminin kadınlara olan kadim bakış açısıyla açıklanabilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ceyhan ÖZTÜRK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |