640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Þimdi belki de anlatacaklarým sizlere bir masal gibi gelecek. Bir Doðu masalý… Bilmem anlatsam dinler misiniz? Sizin de ilginizi çeker mi? Uçsuz bucaksýz bir ovanýn ortasýnda, tam 130 yýl, civar illerine baþkentlik yapmýþ ve baþta Moðollarýn istilasý olmak üzere, birçok saldýrýlara uðramasýna raðmen hâlâ dimdik ayakta kalmýþ bir maðara kent masalýndan bahsetsem beni anlar mýsýnýz? Dillere destan, Dicle Nehri’nin kýyýsýnda kayalara tutunmuþ bir kent, nehrin iki yakasýný birbirine baðlayan kocaman bir taþ köprü (ama þimdi köhneleþmiþ, yýkýlmýþ, sadece üç ayaðý kalmýþ bir köprü) ve sýrtýný kayalara dayamýþ bu efsanevi maðara kentini yazsam okur musunuz? Söz mü? Öyle ise buyurunuz… Ebetteki, doðuya ilk gidiþim deðildi bu benim ama tur halinde, organizeli, tarihi mekânlarýmýzý görmek, gezmek ve geçmiþimizden ders almak gayesiyle bu benim doðuya ilk gidiþimdi. Daha önce de, Malatya Belediyesi Yerel Gündem 21 Kültür Sanat ve Çalýþma Grubunun bu tür gezi turlarýna katýlmýþ, Darende, Pütürge ve Nemrut..gibi görmeye deðer tarihi mekanlarý gezmiþtik ama bu kez daha ayrý bir heyecan duyarak yola çýkmýþtým. Bilmenizi isterim ki; bu heyecan ve istek olmasaydý, bu mevsimde kesinlikle seyahatin meþakkatine katlanmayacaktým. Ne var ki seyahat etmeyi seviyorum… Evet, Yerel Gündem 21 Kültür Sanat ve Çalýþma Grubunun ‘Batman Gezisi’nden bahsetmek istiyorum. Batman Gezisi… Daha doðrusu Hasankeyf Gezisi… Siz buna maðaralar kentine yolculuk da diyebilirsiniz… 26 Temmuz 2008 Cumartesi günü sabah saat 4:30’ da, henüz Malatya üzerine güneþ doðmadan, tan yeri aðarmadan þehri terk ediyoruz. Arabada Abdulkadir Artan’ý görünce sevincim ikiye katlanýyor. Zira daha önce katýldýðým gezi turlarýnda, Abdulkadir Artan’ýn referansý ve rehberliðinden çok deðiþik þeyler öðrenmiþtim. Tabir caizse tarihi mekânlarýný, tarihçi Abdulkadir Artan’la gezmek baþka bir anlam kazanýyor. 16 Nolu koltukta yalnýz baþýna oturuyorum þimdi.. Aracýmýz, yarým bir otobüs ama süvarisini seven ve dörtnala kalkmýþ, kiþneyen bir küheylan gibi Elazýð istikametine doðru hýzla yol almakta. Normal þartlar altýnda bu saatlerde hep uyuyor olduðum için üzerimdeki uyku mahmurluðunu henüz atamamýþým. Ama uyumak da istemiyordum, uyumamalýydým. Uyumamalý ve birazdan çýkacak güneþin doðuþunu görmeliydim. Güneþin doðuþunu ve yol boyunca olup biten her þeyi ama her þeyi görmeli ve kafa arþivime kaydetmeliydim. Lakin n’olduysa bir ara (ne kadar zaman olduðunu ben de bilmiyorum) bir ara dalmýþým… HAZAR GÖLÜ Uyandýðýmda… Uyandýðýmda nerede olduðumu öðrenmek istedim ama kimseye sormadan öðrenmek istiyordum. Saðýma bakýyorum ‘hýh’, soluma bakýyorum ‘çýt’, önüme bakýyorum… “Sanki hiç gelip geçmediðim bir yol… Ýyi de Elazýð üzeri gitmiyor muyuz ki? Ama bu baþka bir yol sanki. Elazýð ana yolu olmadýðý kesin… Allah Allah!.. Nerden geldik ve neredeyiz þimdi?” þeklinde kendi kendime sorarken sað kol üzerinde bir bahçenin içinde iki katlý bir ev ilgimi çekiyor. “Güzel bir ev” diyorum... “En çok da boyasý yakýþmýþ… Fýstýk yeþili ve sarý renkleri tercih etmiþ.. Yakýþmýþ da yani. Keþke ben de evimi böyle boyasaydým Keþke benim de böyle bir yerde, böyle güzel bir evim olsa…” Yan tarafta, sol kol üzerindeki koltukta oturan iki bayandan birisi, pencere kenarýndaki sarý benizli olanýnýn, ardý arkasý kesilmeyen öksürüðü beni az önce düþüncelerimde uzaklaþtýrýyor. Kendi kendime, “acaba kaç kiþi varýz bu arabada?” diyorum. Derken çaktýrmadan saymaya baþlýyorum… Sekiz bayan ve toplam 24 kiþiyiz. Doðru mu saydým? Bilmiyorum ama ben bu kadar sayýyorum… Yine sol kol üzerinde miyop gözlüklü biri uyanýr uyanmaz; “bura nere, biz neredeyiz, bu gölet nerenin? “þeklinde sorular soruyor. Sanki cevap vermek zorundaymýþým gibi; “Kebandayýz!” diyorum. “Hayýr, kesinlikle hayýr, burasý Keban olamaz. Olsa olsa burasý Sivrice..” Gerçekten yol kenarýndaki levhada da; “Sivrice” yazýyordu. Aslýnda Elazýð’a 30 kilometre kala sað kol üzeri ayrýlan Sivrice, yolunda olduðumuzu ve Hazar Gülü kenarýndan Diyarbakýr’a doðru yol aldýðýmýzý sonradan öðreniyorum ama… Gerçekten adam boðulur gibi acele acele ve bir acayip konuþuyordu, hâlâ uykulu ve hâlâ iddialý; “Burasý Keban deðil, Burasý Keban deðil, Burasý Keban deðil…” Saat sabahýn henüz 6:27’yi gösterirken üç bayan, Hazar Gölü kenarýnda kilim köpüçlüyorlardý. Bu tablo bile memleketin insanýnýn çalýþkan olduðunu ispatlamaya yetiyordu. Hazar Gölü sahil boyu giden yolda ilerleyen aracýmýz üçayaklý seken deve misali yol almaktaydý. Ortalýk gelip geçen arabalardan toz- duman içinde kalmýþtý. Yollarla ilgili bir düþüncedir alýp beni götürüyor. Cumhuriyet döneminden bu yana ilk kez yollarýmýz geniþletilmekteydi. Doðu- Batý, Kuzey-Güney memleketin dört bir yaný hükümetin duble yol çalýþmalarý devam etmekteydi… MADEN Tam da dalýp gitmiþken Abdulkadir Artan’ýn sesiyle kendimi toparlýyorum. Rehber tarihçimiz benim yanýma oturuyor. Kýsa bir hasbýhalden sonra baþlýyor anlatmaya… Ýçimde; “Kambersiz düðün olmuyor be arkadaþ…” diyorum. Bir ara; “Hoca, neredeyiz þimdi” dememe kalmadan Artan, benden erken davranarak: “Maden Daðý dumandýr”, meþhur türküye ilham olan Maden (Maden; Elazýð-Diyarbakýr karayolu üzerinde olup Diyarbakýr'a 75 km, Elazýð'a 77 km. uzaklýðýnda bir yerdedir.) deyiz. “Maden ilçesinin, bilinen tarihi kaynaklara göre M.Ö. 2000 yýllarýna kadar uzanýr. Bölgeye M.Ö. 1450 yýllarýnda Mitanni Krallýðý, M.Ö. 30, M.S. 180 yýllarýnda Roma Ýmparatorluðu , M.S. 1077’de Selçuklular hakim olmuþlardýr. Maden ilçesinde bakýr yataklarý Milattan 2000 yýl önce Asuriler tarafýndan bulunmuþtur.” Tarihçimiz Abdulkadir Artan, bundan sonraki konuþmasýnda Abisinin, emekli olmadan önce, Devlet Demir Yollarýnda çalýþtýðý dönemde burada oturduðunu ve bir yeðenin henüz küçük yaþlarda, burada vefat ettiði için burada yattýðýný söylüyor.. Anlaþýlan sayýn Artan buralarý/bu memleketi çok seviyor. “Burayý/Maden’i gündüz alýp gece satacaksýn!...” diyor. Ve ekliyor: “Geceleri çok güzel görünür, ýþýl ýþýldýr geceleri Maden!... Onun için, ‘gündüz alýp gece satacaksýn!’ demiþler Maden için. Maden Ýlçesinin iþ ve çalýþma hayatýnda en büyük rol 1936 yýlýnda Etibank’a devredilen Ergani Bakýr Ýþletmesinin olagelmiþtir. Bu müessese uzun yýllardan beri ilçe halký için önemli istihdam imkanlarý yaratmýþtýr. Ancak bu iþletme 90’lý yýllarýn ortalarýnda özelleþtirilmiþtir. Önceki yýllarda emek yoðun tarzda üretimini saðlayan ve yaklaþýk 4-5 bin civarýnda iþçi ailesinin geçimini saðlayan müessesede, özelleþtirmeden sonra teknoloji yoðun üretimi tercih eden Ber-Oner firmasý, yaklaþýk yarýsý Maden ilçesi halkýndan olmak üzere, 80-100 iþçiyle faaliyetini sürdürmeye baþlamýþtýr…” Aracýmýz, yol kenarýnda bir çeþmenin baþýnda ilk molasýný veriyor. Bu güzel çeþmeyi bir fýrsat bilip ticari yönde deðerlendirerek, burada üzüm gibi meyveleri satarak bir rýzýk kapýsýna dönüþtürmüþler. Tahminen Maden Daðý’ndan bir çeþmenin baþýndayýz. Çýnar aðaçlarý birbirleriyle yarýþýrcasýna gökyüzünün maviliðine uzanmýþ. Bir serinlik hissediyorum taa içimin derinliklerinden. Yalnýz havanýn serinliði deðil, burada doðal klima çalýþýyor… Ciðerlerime o buz gibi havayý çekerken aklýma, az önce Abdulkadir Artan’ýn da bahsettiði o türkü geliyor ve ben o türkünün sözlerini mýrýldayarak hatýrlamaya çalýþýyorum… “Maden Daðý Dumandýr Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim Yolu Dolan Dolandýr Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim Gitti Yarim Gelmedi Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim Yaþ Gözüme Dolandýr Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim Bu Daðýn Ardý Meþe Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim Gün Kalka Gölge Düþe Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim Beni Yardan Ayýran Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim Evine Þivan Düþe Deloy Loy Deloy Loy Kibar Yarim” Türküde kastedilen ‘meþe’ aðaçlarýný görmüyorum ama çýnar aðaçlarý beni büyülüyor adeta. Abdulkadir Artan’a: “Hocam be, þu aðaçlarýn güzelliðini görüyor musun? Almýþ baþýný uzamýþ?!” “E kardeþ onlar çýnar aðacýdýr, çýnar; aðaçlarýn þahýdýr…” Sonra Ahmet Turan Hazar adýnda bir arkadaþýn aldýðý, yöreye ait üzümden yiyoruz. Kahvaltý yapmamýþtýk ama bu üzüm kahvaltý yerine geçmiþ oluyor. Tur organizatörü ve Yerel Günden 21 Sekreter Yardýmcýsý Hasan Batar’ýn ýsrarý ile aracýmýza biniyoruz. “Israrý”, diyorum zira bu serin havadan ayrýlmak istemiyor arkadaþlar. Diyarbakýr’a yaklaþtýkça havalar daha da ýsýnýyordu. Belki de, yörenin en sýcak mevsimini yaþadýðý bir dönemde… DEVEGEÇÝDÝ KÖPRÜSÜ Abdulkadir Artan, sað kol üzerine yola yakýn eski bir köprüyü göstererek: “Ýþte gördüðünüz þu köprü ‘Devegeçidi Köprüsü..’ Gördüðünüz gibi Diyarbakýr-Eðil yolu üzerinde Devegeçidi Suyu üzerinde bulunan bu köprü tam olarak hangi tarihte ve yaptýranýn kim olduðu bilinmemektedir. Zamanýmýz yeterli olmadýðý için –maalesef- gidip göremeyeceðiz ancak böyle uzakta bakarak onu da bu þekilde görmüþ olalým.” DÝYARBAKIR Gezimizin en renkli simalarýndan olan Abdulkadir Artan, Diyarbakýr’ýn giriþinde aracýn mikrofonuna geçip bilgi veriyor: “Deðerli arkadaþlar, þu an memleketimizin önemli bir illerinden birisi olan Diyarbakýr’a girmek üzereyiz. Diyarbakýr üç beþ kelimeyle tanýtacak kadar küçük bir yer deðil. Baþlý baþýna bir gezi konusu olan bu tarihi kentimizi, zaman yetersizliðinde dolayý, surlarýný bile görmeden, kenarýndan geçmekle yetineceðiz. Umarým baþka bir gün yine böyle bir ekiple gelir, gezeriz bu güzel ilimizi. Þimdi, þu yolun kenarýnda gördüðünüz siyah taþlar, yöreye ait basalt taþlarýdýr. Basalt: Volkanik hareketler sonucu teþekkül eden bir volkanik kaya sýnýfý. Bazaltlar, volkanik kayalarýn en bol bulunanlarýdýr. Dördüncü jeolojik devirlerde meydana gelmiþ volkanik hareketlerin olduðu bölgelerde çok bulunurlar. Gördüðünüz þu siyah taþlar da volkanlarýnýn bazaltik maddeler püskürtmesiyle oluþmuþtur. Bazaltlar baþlýca kalsiyum-sodyum feldspattan müteþekkil olup augite denilen bir silikat sýnýfýný da ihtiva etmektedir…” Gerçekten ilginç þeylerdi anlatýlanlar ve ilginç þeylerdi gördüklerimiz. Zira bu güne kadar, bir çok tarlalarda yetiþen ekinler görmüþtüm ama ekin yerine, karpuz büyüklüðündeki taþlý tarlayý ilk kez görüyordum. Hâlbuki bu benim Diyarbakýr’a ilk geliþim de deðildi… Diyarbakýr’a, 1998’de trenle gelmiþtim, tabii ki o zaman ‘basalt’ denilen bu siyah taþlarý görmemiþ olabilirdim ama daha dün gibi gelen 2004 yýlýnda geldiðimde de buradan geçmemiþ miydim? Geçmiþtim ama bu ilginç taþlarý görmemiþtim. Demek ekip halinde gelince ve de tarihçilerle gezince insan farklý görüyor. Farklý görüyor ve farklý düþünüyor. Ayrýca teferruatlý ve doyurucu bilgi alýyor. BÝSMÝL Aracýmýz Batman’a Diyarbakýr’ýn Bismil Ýlçesi üzerinden yol almaktaydý. Batman’a doðru yaklaþtýkça sýcaklar artýyor gibime geliyordu. Bir taraftan yol yorgunluðunun verdiði kulak uðultusu, diðer taraftan yol kenarýnda gördüðüm her þeye dikkatle bakmaktaydým. Bismil, havasýyla, topraðýyla, bitkisiyle ve hatta jeolojik yapýsýyla bana Çukurova’yý çaðrýþtýrýyordu. Çukurova’ya da ilk kez trenle gitmiþtim. Yol boyunca yalýnayak pamuk tarlalarýnda çalýþan kadýn ýrgatlar dikkatimi çekmiþti. Sonra, üç-beþ metreyi aþan mýsýr tarlalar. Bismil’de de ayný durum hâkimdi. Yol boyuca ucu-bucaðý görünmeyen pamuk, mýsýr ve tütün tarlalarý mevcuttu. Ýçimde; “ciðer gibi toprak” diyordum. “çok verimli toprak” þeklinde tekrarlayýp “maþallah” diyerek seviniyordum… Sahi Çukurova ile Mezopotamya’nýn kaderi ne kadar birbirine benziyordu…. BATMAN Batman’da ilk ziyaretimiz bir petrol kuyu oluyor. Aracýmýzdan inip, kendi kendine çalýþýr konuma getirilen ve ham petrol pompalayan kuyunun baþýndan hatýra fotoðraflarý çektiriyoruz. Henüz Batman’a yeni girmiþiz ki, Batman ile ilgili aklýma gelenleri yoklamaya baþlýyorum. Bu benim Batman’a ilk geliþimdi. Batman’ý ilk kez görecektim. Bir taraftan nasýl bir il olabilir diye düþünürken diðer taraftan Batma’ný bana ilk çaðrýþan þeyleri düþünüyorum. Petrolünden çok aklýma, intihar eden kýzlarý geliyor Batma’nýn. Hani hatýrlarsanýz –ki muhakkak hatýrlayanýnýz olacaktýr- bir dönemin, kartel medyasýnýn aðzýna doladýðý intiharlar vardý ya. Þimdi aradan yýllar geçmesine raðmen hâlâ Batman deyince, neden intihar eden kýzlar? Bilmiyorum… Aslýnda ben de böyle düþünmek istemiyorum. Batman hakkýnda daha güzel þeyler düþünmek istiyordum, Batman ile ilgili daha güzel þeyler düþünmek varken… Mesela petrolünü, insanlarýnýn çalýþkanlýðý, geliþen (geliþiyor mu ki?) tarýmcýlýðýný…. Ama aklým hâlâ intihar eden kýzlýlarda... Gözlerimin önünde, hayattan býkan, hayattan zevk alamayan veya dünyasý baþýna zindan edilen genç delikanlý kýzlar geliyordu. Bir de –nedense- bu kýzlarý hep esmer tahayyül ediyordum. Esmer ve yeþil gözlü… Bu betimlemeyi neye ve hangi kýstasa göre yapýyordum? Ben de bilmiyorum. Sanki sarýþýn ve kumral düþünsem bir þey olacakmýþ gibi.. Ama yok, intihar eden o Batman kýzlarý illa esmer olacak, illa yeþil gözlü…Haa mavi gözlü de olabilir ama baþka bir renk aklýma gelmiyordu. Derken Batman’a geldiðimizi, aracýmýzýn, ‘Turgut Özal Bulvarý” ndan bir o baþa bir baþa gidip geldiðini görüyorum. Tur organizatörümüz Hasan Batar birilerini arýyordu. Bir ara bir lokantanýn önünden durduk. Sanýrým kahvaltý yapmak için… Çok geçemeden beklenilen adam gelmiþti Yani bizleri Hasankeyf ‘te gezdirecek rehber gelmiþti Meðer tur organizatörümüz Hasan Batar bizi Hasankeyf’te gezdirecek rehberi aramýþ ve onu bekliyormuþ. Sonra aracýmýz yine ayný lokantanýn önüne çekildi ve kahvaltý molamýzý da orada verdik Araçtan çýkarken sýcaklar alev gibi yüzümüzü yalýyordu. Hepimiz yorgun ve bitkindik ama hiç birimiz geldiðimize piþman deðildik zira hepimizde Hasankeyf’i görme heyecaný sarmýþ... VE HASANKEYF Kahvaltýdan soran tekrar aracýmýza geçip istikamet Hasankeyf ‘e doðru suratla yol alýyoruz. Artýk þimdi bir de bir rehberimiz vardý. Abdulkadir Artan’ýn kýsa bir tanýtýmýyla rehberimiz Þehmuz Kartal’ý tanýyoruz: “Rehberimiz Þeyhmuz Kartal hem Batman’ýn Kültür Müdür Yardýmcýsý hem de bir dönemin Hasankeyf Belediye Baþkaný.. Þehmuz Kartal ayný zamanda gideceðimiz Hasankeyf’te büyümüz ve Hasankeyf’i dünya tanýtmak için seferber olan gayretli ve fedakâr bir insan. Fedakar ve tecrübeli bir rehber….” Rehberimiz hakkýnda bu kadar bilgi aldýktan sonra büyük bir gönül rahatlýðýyla Hasankeyf’e doðru yol alýyoruz. Dicle kenarýndan yavaþ yavaþ ilerliyorduk. Yol boyu ilginç maðaralar vardý… Ve her tarafý tarih fýþkýran 130 yýl payitahtlýk yapan Hasankeyf’teyiz þimdi. Rehberimiz bizlere, Hasankeyf hakkýnda kýsa bilgi veriyor: “Hasankeyf ismi; ''HISN KEYFA” adýndan gelir. Doðal kayalardan oluþan sarp kalesi ve korunmaya elveriþli coðrafi yapýsý nedeni ile bu adý aldýðý sanýlýyor. Bir baþka rivayete göre buraya, Hýsn Keybâ da deniliyor. “Hýsn Keybâ” Ermenice’den gelmedir. Roma tarihçileri buraya Kipas, Cehpa veya Ciphas adlarýný vermiþlerdir. Süryanice’de kaya taþ manasýna gelen “kifa” kelimesinden dolayý bu adýn verildiði de söylenmektedir. Ýslami kaynaklara göre de burasý “Hýsn Luðûb” adýyla biliniyor. Ve Osmanlý belgelerinde “Hýsnkeyf” olarak geçmektedir.” Doðrusu bu adama ilk görüþte pek ýsýnamamýþtým. Lakin adam anlattýkça benim hoþuma gitmiþti, sevmeye baþlamýþtým. Gerçi düzgün bir Türkçesi yoktu, aslen Arapmýþ, þivesi Kürt þivesine benziyordu, kelimeleri tam ve doðru telaffuz edemiyordu ama derin bir bilgi ve birikime sahip olduðu her haliyle belliydi. ZEYNEL BEY KÜMBETÝ Ziyarete, Zeynel Bey Kümbeti’nden baþladýk. Zeynel Bey Kümbeti, Anadolu’nun –bilindik- birçok yerlerinden bulunan klasik türbelerden birisi gibi... Ama bir de rehberin dilinde dinleyince: “Arkadaþlar tekrar Hasankeyf’miz hoþ geldiniz sefalar getirdiniz. Buraya gelmekle bizleri þereflendirdiniz. Ýnþallah, sizleri biradan Hasankeyf’imizi gezdireceðim, memnun kalýrsýnýz. Evet Hasankeyf gezimize buradan, Zeynel Bey Kümbeti’nden baþlýyoruz. Daha önce de ifade ettiðim gibi, Akkoyunlular 1462-1482 yýllarýnda Hasankeyf’e tam hakim olmuþlardýr. Bu dönem içinde Hasankeyf'te býraktýklarý tek eser Akkoyunlu hükümdarý Uzun Hasan'ýn oðlu Zeynel Bey Türbesi'dir. Gördüðünüz gibi, Dicle’nin kuzey yakasýnda yer alan bu eserin giriþ kapýsý üzerindeki kitabede, buranýn Zeynel Bey'e ait olduðu ifade ediliyor. Yine görüldüðü gibi eser dýþtan silindirik, içten ise sekizgen bir özellik arz eder Türbenin silindirik gövdesi üzerinde turkuvaz ve lacivert, sýrlý tuðla ile dört kuþak oluþturulmuþtur. Birinci kuþakta '' ALLAH'' , ikinci ve üçüncü kuþaklarda baþ kýsmýnda “AHMET'' devamýnda ise ''MUHAMMED'' dipteki son kuþakta ise “ALÝ'' isimleri hayranlýk verici bir þekilde yazýlmýþtýr.” Burada Tarihçimiz Abdulkadir Artan devreye giriyor: “Arkadaþlar, Bir dönem Hasankeyf’e Belediye Baþkanlýðýný yapmýþ ve halen Batman Kültür Müdürlüðünde görevli/Müdür Yardýmcýsý Þehmuz Kaya Baþkanýmýzýn da ifade ettiði gibi; þu kitabede görülen yazý, Anadolu kardeþliðinin bir özetini vermektedir. “AHMET'' devamýnda, ''MUHAMMED'' dipte de “ALÝ'' isimlerinin yazýlmasý bir tesadüf deðil, Anadolu kardeþliðini sembolize etmektir…” Batman gerçekten sýcak ama Hasankeyf, Batman’dan da sýcak… Hem mevsim olarak hem de saat olarak sýcaklýðýn en duruk noktada olduðu bir dönem. Rehberimiz Þehmuz Kaya bu sýcaklýðý þu cümlelerle ifade etmeye çalýþýyor: “Bu güne kadar birçok yerli ve yabancý turistlere rehberlik yaptým ama hiç biri bu mevsim ve de bu saate gelmedi ama yine de büyük bir keyif alýyorum sizlerle gezmekten...” Temmuz’un 26.sý, saat 12:00 hakikaten havalar sýcak, gerçekten bu saatte gezilmez buralar. Lakin aldýrmýyoruz. Þahsen ben aldýrmýyorum. Kaleye çýkmak için, klasik Hasankeyf Çarþýsýndan giriþ yapýyoruz. Hasankeyfliler, kalenin giriþini turistik bir çarþýya dönüþtürmüþler. Bu çarþýdan geçerken -ki geçmek zorundasýn- alýþveriþ yapmadan da edemiyorsun. HASANKEYF KALE KAPISI: “Doðudan kaleye çýkan merdivenli yolun baþlarýnda yer alýr.” diyor rehberimiz. Ve doðu þivesiyle bilgi vermeye devam ediyor: “Gördüðünü gibi…” diyerek kitabeyi gösteriyor. “Gördüðünüz gibi bu kitabeden de 820/1416 Eyyubi Sultan Süleyman tarafýndan yaptýrýldýðý, yazýyor. 580 yýldýr ayakta kalabilen kapý, dayandýðý kayalarýn çökmesi nedeni ile þimdi tehlikeli olmaya baþladý, görüldüðü gibi çatlaklar oluþmuþtur. (Yýkýlmamasý için acilen tedbir alýnmasý gerekir ama…) Ve kapýnýn ön cephesi kesme taþlardandýr. Buna karþýlýk arka cephesi eklentilerle beraber molozlardan yapýlmýþtýr. . Ýkinci kapý olarak bilinen bu kapýnýn hemen altýnda 8-10 yýl öncesine kadar bir kapý daha vardýr. Bu kapýnýn iki kenarýnda iki aslan kabartmasý oyulmuþ süslü taþlar mevcuttur. Ama maalesef þimdilik kapalý olduðu için oraya göremeyeceðiz.” Sonra o kocaman –muhteþem- yapýyý gösteriyor: “Þu gördüðünüz eser Küçük Saray’dýr. KÜÇÜK SARAY: “Küçük Saray; kalenin Kuzey-Doðu ucunda bulunmaktadýr. Görüldüðü gibi, Kayalar aþaðýdan itibaren saraya uygun bir þekilde yontulduðu için dev bir kule görünümünü arz etmektedir. Tarihi kaynaklardan 1328 yýlýnda Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafýndan yapýldýðý söylenilmektedir.” Tüm bakýþlar Küçük Kale’ye odaklanmaktadýr þimdi. “Hakikaten dev bir kule..” diyerek mýrýldanýyorum gayri ihtiyari… KELEK: Kaleye çýkmadan kendimizi serin bir maðaraya atýyoruz. “Maðara” dediysem, öyle akla gelen bilindik maðara falan deðil bizim sýðýndýðýmýz yer. Maðara ama saray gibi bir çay ocaðý… Adamýn biri orada çay ve soðuk meþrubat satýyor. Ýçini de þark usulü döþemiþ. Ýsteyen þark köþesi bölüme geçer isteyen sandalye ve taburelerden oturarak dinlenebiliyor. Biz Abdulkadir Artan ile birkaç arkadaþ taburelerde oturmayý tercih ediyoruz. Bahri Çavuþoðlu eþiyle beraber þark köþesine geçiyor. Giriþteki turistik çarþýdan aldýðý saptan silindir þapkasýyla eski köy aðalarýna benziyor. Bir de yenge hanýmýn yanýnda o þark usulü yastýklara bir yaslanýþý vardý ki, deðme keyfine… Bitmedi!... Evet, þimdi, en önemlisi; Bahri Bey, avazýnýn çýktýðý kadar yüksek sesle bize bir þiirini okuyor… Demli bir çaydan sonra biraz kendimi toparlar gibi oluyorum. Hakikaten çok yorulmuþum. Sýcaklar bizi çok yormuþ… Dikkatimi bir þey çekiyor bu arada. Çay içtiðimiz yerden gözlerime bir þeyler iliþiyor. Merakýmý gidermek için hemen rehbere soruyorum. Ýþaret ederek: “Hocam, þu görünen þeyler nedir?” “Hangisi?” “Þu deriye benzeyen þeyler…” Tebessümle: “Haa.. onlar.. Kelek!...” “Kelek mi? Hakikaten önce garibime gidiyor. Hatta þaka zannediyorum. Zira ‘kelek’ dediði þey ne ola ki? “Evet neden þaþtýnýz?” “Doðru þaþtým çünkü benim bildiðim kelek; kavun ve karpuzun (ve belki de diðer bazý meyve sebzelerin) minik daha olgunlaþmamýþ þirin halleri…” “Evet, o da bir anlamý, ama diðer bir manasý da yük taþýmada kullanýlan sal, demektir. Yani kýsacasý, eskilerde insanlar bu keleklerle taþýmacýlýk yaparlardý. Þu gördüðünüz Dicle üzerinden diðer tarafa geçmek için –çok iyi hatýrlýyorum, çocukluðumda buna þahit olmuþtum- birçok kelekleri birbirlerine baðlamak þartýyla karþý tarafa geçerlerdi Hem kendileri karþý tarafa geçerlerdi hem de yüklerini geçirirlerdi yani þimdiki vapur ve gemi görevini görürdü bu kelekler…” Rehberi dinledikten sonra, gayri ihtiyarý aðzýmdan “vay be!..” þeklinde sözcükler çýkýyor. “Kelek” denilen bu þey, meðer hayvan derisi imiþ. Eskiden insanlar bu derileri havayla þiþirerek sal yapýyorlarmýþ… Biraz dinlendikten sonra Þehmuz Kaya’nýn refakatinden kaleye çýkýyoruz. Gördüklerimiz hayretten hayrete düþürüyordu bizleri. Her yer maðara idi… Burasý bir maðara þehriydi. Biz, bir maðara kentinde dolaþýyoruz þimdi. Bir rivayete göre kýrk bin maðara varmýþ burada, yani kýrk bin ev… Her maðara bir ev olduðuna göre kýrk bin -saray gibi- maðaralar (pardon) evler… BÜYÜK SARAY: Dedim ya, burasý bir maðara deðil, dünyanýn en harika maðaralardan bir þehir olan hatta (rehberin tabiriyle) Harput, Diyarbakýr, Siirt, Mardin gibi þehirlere 130 yýl baþkentlik yapan maðaralý þehrin þimdi Büyük Saray’ýný tanýyoruz… “Görüldüðü gibi, Kalenin kuzeyinde Ulu Camii'nin altýnda yer almaktadýr. Büyük ölçüde yýkýlmýþ ve göçükler altýnda kalmýþtýr þimdi. Kuzeye, nehre bakan cephesi yuvarlak payandalarla desteklenmiþ durumdadýr. Daha önce Sarayýn giriþi olan bu cephenin ortasýnda yer alýyordu ve alt katý dükkân ve depolardan, üst katý ise meskenlerden oluþuyordu. Yapýnýn en önemli özelliði binadan baðýmsýz, giriþ kapýsýnýn karþýsýnda dikdörtgen bir kule þeklinde yükseliyor olmasýdýr. Burasý kesme taþlardan örülmüþtür, köprü ayaklarýnda olduðu gibi taþlar madeni kramplarla kenetlenmiþtir. Bu özelliðinden dolayý dibindeki kasýtlý tahribata raðmen kule –görüldüðü gibi- hâlâ yýkýlmamýþtýr.” KALE'DEKÝ ULU CAMÝ: Þimdi kaledeki Ulu Camideydik. Yýkýk dökük tarihi bir enkazdý. Rehberimiz Þehmuz Bey burada heyecanlanýyor. Küçükken bu camide Cuma namazlarýný kýldýðýný söylüyor. Caminin haþmetli bir imamýnýn olduðunu söylerken gözleri doluyor. “Ýmam deðil adet Osmanlý Padiþahlarýna benziyor. Padiþahlarýn giydiði kaftanlarýna benze bir cübbe ile çýkardý minbere. Hatta bazen de kýlýç baðlayarak çýkardý hutbeye ki o zaman biz çocuklarýn gözleri parlardý korkudan. Ve bir anlatýþý vardý ki.. Çocuktum o zaman ne dediðini þimdi bilmiyorum ama çok önemli meselelerden konuþtuðu muhakkaktý. Zira öyle analar oluyordu ki kýlýcýný kýnýndan çeker kükrerdi.” Doðrusu bu adam anlattýkça hayranlýðým bir kat daha artýyordu. Oysa baþta hiç böyle sevimli gelememiþti bana. Þimdiyse hayranlýðým kat be kat artmýþtý. Beni en çok etkileyen yönü de kendisinin buralý olmasý ve bu maðaralardan birinden doðmuþ olmasýydý. Kim bilir onun için þimdi ne anlam taþýyordu buralar. Kesinlikle her taþý topraðý Þehmuz Bey için, bizim hissetmediðimiz bir his ve duygu taþýyordu þimdi. Sonra devamla: “Deðerli misafirler, bu eser 1325 yýlýnda Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafýndan yapýlmýþtýr. Ve görüldüðü bu þaheser þimdi yýkýma ve tükenmeye terk edilmiþ…” Rehberimiz Þehmuz Bey’in anlattýklarý arasýnda en önemli ayrýntýlarýndan biri de Ulu Cami imamýn sahurda gülle ile Hasankeyf halkýný uyandýrma þekliydi. “Ramazan aylarýnda veya Ulu Camii imamý Hasankeyf halkýný sahura, gülle ile kaldýrýrdý. Þu minarenin giriþinde bir yer vardý, (tabii ki þimdi enkaza dönüþmüþ) iþte orada taþtan bir güllesi vardý imama efendinin, bu gülleyi birkaç kez yere vurmak suretiyle halký uyandýrýp sahura kaldýrýyordu. PAZAR MEYDANI Hasankeyf gezmekle bitmiyordu. Adeta masallarda anlatýlan, bir peri padiþahlarýn ülkesini andýrýyordu. Bir maðaradan bir maðara girip çýkýyorduk. Maðaralar bile harabeye dönmüþtü ama belli ki eskilerden bu maðaralarýn her biri “Medyen Kavmi”nin kayalýklarýn uyarak yaptýrdýðý saðlam barýnaklardan daha saðlammýþ… Meydan gibi bir yere geçiyoruz. Rehberimiz yine duygulanýyor. Duygulandýðýný, ben yüz ifadelerinden okuyabiliyorum. “Aha burasý da bizim Pazar alaný idi. Hasankeyf halký ürününü getirir, bu meydan da satardý…. Zamanýmýz olsa da biraz daha gezebilseydik þu (þu dereken eliyle iþaret ediyordu) arka kýsma düþen maðaralarý… Lakin hem sýcak hem de…hem de genelde birbirlerine benzeyen maðaralar olduðu için gezme zahmetine gerek görmüyorum bu sýcak havada….” Hayretimi gizleyemiyorum rehberin bu konuþmasý karþýsýnda: “Hocam” diyorum, (rehbere, bazen ‘hocam’ bazen de ‘baþkaným’ diye hitap ediyorum. “Hocam, ‘Pazar yeri’, diyorsunuz, halkýmýz buraya ürünlerini satardý’ diyorsunuz, bunlarý söylerken sanki yaþamýþ gibi ve dünmüþ gibi anlatýyorsunuz.” Güneþin alnýn çatýsýnda duruyorduk rehberimiz bu tarihi konuþmayý yaparken lakin kendimizi gölgesi derin bir kayanýn veya bir söðüt aðacýn altýnda hissediyorduk Hasankeyf tarihini dinlerken… “Evet, evet ben bunlarý bizatihi gördüm ve yaþadým. Zira 1972’e kadar biz Hasankeyf halký burada yaþýyorduk. Ben bu maðaralardan doðdum. Sizin için buralar bir þey ifade etmese bile benim için çok önem ve ehemmiyet arz etmektedir.” “HASANKEYF’Ý SU ALTINDA KALMAKTAN KURTARAMAYACAÐIZ” Sonra sanki Þehmuz Bey’in dili çözüldü, konuþmasýný þu þekilde devam etti: “Hasankeyf, insanlýk tarihinin çok önemli yerleþim yerlerinden biri olmasýna raðmen son 20-30 yýla kadar pek dikkatleri çekmedi. Paha biçilmez kültürel deðerine raðmen hep ihmal edildi. 1970’li yýllardan itibaren ILISU Barajý projesi ile birlikte gündeme geldi. Hasankeyf’in sular altýnda kalmamasý gerektiði, gerek ulusal bazda, gerekse uluslararasý düzeyde dile getirildi. Hasankeyf’in kurtarýlmasý yönündeki çabalar 2003 yýlýnda sonuç verdi. O zamanki Baþbakan, Hasankeyf’i kurtaracaklarýný kamuoyuna duyurdu. Bu tartýþmalar nedeniyle Hasankeyf, kimi ülke gündemini bile iþgal etti. Öte yandan Hasankeyf’teki kültür varlýklarý, içinde bulunduklarý þehir ile birlikte 1981 yýlýnda Kültür ilgili birimlerince koruma altýna alýnarak SÝT alaný ilan edildi. 1986 yýlýndan itibaren de arkeolojik kazýlara baþlandý. Bu kazýlar halen devam etmektedir. Hem Sit alaný olmasý, hem de baraj sularý altýnda kalacak düþüncesi, ilçenin geliþimini engelledi. Son yýllarda Türkiye’de yapýlan araþtýrmada bütün tarihi zenginliðine raðmen ülkenin en geri, fakir üç ilçesinden biri oldu. Ýlçe, ekonomik olarak gerilediði gibi, nüfus olarak da gerilemiþtir. Bölgedeki son 15-20 yýldaki olaðanüstü durumlar da eklenince bu gerileme dramatik bir duruma gelmiþtir. 2000 yýlý nüfus sayýmý sonuçlarýna göre ilçenin toplam nüfusu 7500’ün altýnda kalmýþtýr. Oysa Hasankeyf, cumhuriyet ile beraber Mardin’in Midyat ilçesine baðlý bir bucaktý. 1926 yýlýnda Gercüþ’ün ilçe yapýlmasý ile buraya baðlanmýþtý. 1990 yýlýna kadar idari statüsü böyle devam etmiþti, 1990 yýlýnda Batman’ýn il olmasý ile Hasankeyf de ilçe yapýlarak buraya baðlanmýþtý. Ve Hasankeyf’i kimseler bilmiyordu þimdiki gibi ama ben bu konuda seferber oldum. Þimdiyse tüm dünya tanýyor Hasankeyf’i. Ancak buna raðmen, Hasankeyf’i su altýndan kalmaktan kurtaramayacaðýz galiba…” CANÝ UÇURUM Muhterem okuyucu, lütfen baþlýða bakýp da Hasankeyf’te böyle bir tarihi yer vardýr, þeklinde düþünme. Hasankeyf’te, bu isimde bir yer yok ama böyle bir yer var. Ama bu ismi ben uydurdum, daha doðrusu, rehberimiz Þehmuz Kaya’dan dinlediðim bir olayýndan sonra böyle bir isim çýktý… Þimdi kalenin Dicle tarafýna bakan yöndeyiz. Rehberimiz, uçurumun kenarýna fazla yaklaþmamýzý söyleyerek bizleri ikaz ediyor: “Fazla uçuruma yaklaþmayýnýz zira orasý çok tehlikelidir, geçenlerde bir can aldý. Yine sizin gibi gezmeye gelen ekipten bir kýz, fotoðraf çektirmek için gersin geriye giderken uçurumdan düþtü!” Hep bir aðýzdan: “Öldü mü?” Oysa bu uçurumdan düþüp de sað kalýnmayacaðýný hepimiz biliyoruz ama yine de soruyoruz iþte… Bu olay hepimizi üzülüyor ama en çok da beni…. Kendi kendime; “cani uçurum” diyerek tekrarlýyorum. SU SARNIÇLARI Az kaldý unutuverecek, su sarnýçlardan bahsetmeyecektim… Su sarnýçlarý, dedikleri þey, kayalardan uyulmuþ su ambarlarýdýr. Kocaman kayalarý, koyu gibi kazarak, aðzý, bir metreden baþlayýp alta doðru indikçe 3-4 metreyi bulan bu ambarlar kýþýn yaðan yaðmur ve kar suyunu içinde barýndýrmak þartýyla insanlar su ihtiyacýný gideriyorlarmýþ. Rehberimiz Þehmuz Bey, anlatýrken, küçükken kendisinin bu su sarnýçlardan su içtiðini, büyük annesinin bu sulardan alýrken sarý kurtçuklarla dolduðunu, (baþka içilecek bir su olmadýðý için) bu kurtlu suyu süzerek içtiklerini ifade ediyor… “Peki, içilebiliyor muydu?” diye soruyorum. “Ýçilmez olur mu, buz gibi su…” Ban garip geldiði gibi –eminim- size de garip gelecek ama eski hayat þartlarý böyle imiþ ne yapalým… Lakin o hayatý bizatihi yaþayan Þehmuz: “..Lakin o hayat þimdiki hayattan daha rahattý. Doðrusu teknoloji insaný çok yoruyor. Hem yoruyor hem de sýhhatini zedeliyor. Bakmayýnýz siz öyle kurtlu sularý süzüp içtiðimize… O kurtlu sular, þimdiki ilaçlý sularýnýzdan daha temiz ve sýhhatliydi..” KÖPRÜ Kaleden aþaðýlara doðru inerken, Artukkular'dan kalma köprüye bakýyorum. “Ortadaki büyük kemeri taþýyan iki orta ayaðýn arasýndaki açýklýk 40 metredir.” diye anlatmýþtý rehberimiz bize. “Ayaklar, akýntý tarafýnda üçgen, diðer tarafta da dairesel þekilde yapýlmýþ. Ayaklarýn dýþ cephesi kesme taþtandýr, bu kesme taþlar tek tek birbirine madenî kramplarla kenetlenmiþ. Köprünün kemerlerinin de kesme taþlardan olduðu düþünülüyor. Þu anda yýkýlmamýþ olan doðudaki kemer, hayret verici büyüklükteki kesme taþlardan örülmüþtür.” þeklinde ifade etmiþti. Þimdi o ayaklarýn birini, yaþlý bir adam ev olarak kullanýyordu. EL-RIZK CAMÝÝ: Dicle Nehrinin doðusunda köprü ayaðýna yakýn bir mevkide yer almaktadýr. Dönüþte, öðle namazýmýz kýlmak için (içimizde namaz kýlanlarla) El Rýzk Camiine gidiyoruz. Portal giriþindeki kitabeyi gösteriyor bize rehberimiz. “Görüldüðü gibi, eserin Eyyubi Sultaný Süleyman tarafýndan 811/409 tarihinde yaptýrýldýðýný yazýyor. Ve ince bir teferruat daha; kitabenin orta kýsmýnda bitkisel süslemelerin içine Allah'ýn doksan dokuz ismi yazýlmýþtýr.” “Bu gün caminin asli yapýmdan, saðlam olarak sadece minare kalmýþtýr.” diye ekliyor. Bu arada, tarihçimiz Abdulkadir Artan’ýnýn dikkatini çekmiþ olacak ki; “Bak bak, minarenin üzerindeki süslere… Bunlara, ‘Arapça Kufi yazýlar’ denilir.” Þehmuz Bey devam ediyor: “Evet onlar ‘Arapça Kufi yazýlar’ dýr. Hayranlýk verecek kadar güzeldirler. Biliyor musunuz, bu minarenin en önemli özelliði de çift merdivenli olmasýdýr.” Küçük bir camii El Rýzk Camisi.. Öyle yorgunuz ki… Cami de serin… Sanýrým en hoþu namazýmý orada kýlýyorum ama seferi kýldýðým için yalnýz iki rekâtlýk kýlýyorum. Diðer arkadaþlara da seferi kýlýyorlar.. Sonra Camiinin avlusuna çýkýyoruz. Avlunun güneyinde kalan duvar kalýntýsý; caminin asýl ibadet mekânýnýn giriþ kapýsý imiþ. Saðda ve solda iki tane daha kapýyý içine almaktadýr. Bu kapýlarýn üstü çok güzel ayet yazýlarý ile süslenmiþtir; ancak bu yazýlar büyük ölçüde harap olduðu için tarihçimiz bile okuyamýyor. Zira yazýlar silinmiþ okunaksýz hale gelmiþtir. YOLGEÇEN HANI Hani kültürümüzde meþhur bir darbi mesel vardýr ya… “ YOLGEÇEN HANI.” Ýþte þimdi gerçekten yolgeçen handayýz. “Burasý Yol Geçen Hanýmý?”, deyimi, tam da burada yerini ve karþýlýðýný buluyor. Yorgunuz, Kale’yi gezerken adate içimiz dýþýmýz yanmýþ. Kale ne kadar sýcaksa, “YOLGEÇEN HANI” da okara serindir ve oturmaya deðer bir yerdir. Hasankeyf Kalesi’nin altýnda bulunmakta olup aðzý Dicle Nehrine doðru açýlan bu han, kelimenin tam anlamýyla yalancý bir Cennet. Kapýdan içeri girere girmez, ta yükseklerden düþüp gelen suyun molekülleriyle birlikte bir serinlik çarpýyor yüzüne. “Bu doðal maðaranýn içinde su stok etmek için bir mahzen ve kaleye çýkmak için de bir gizli yol vardýr.” diyor rehberimiz. Birileri burayý bir dinlenme tesisine çevirmiþ. Bu dünya harikasý haný lokanta yapmýþ. Yerlere yöreye özel minderler sermiþ, yastýklara koymuþ. Rehberimiz Þehmuz Bey’i tanýdýklarý için saygýyla karþýlýyorlar bizi. Adeta saygýda kusur etmemek için birbirleriyle yarýþýyorlar. Geçip oturuyoruz. Günün yorgunluðunu çabucak atýyoruz “YOLGEÇEN HANI”ndan… “Burasý…” deyip baþlýyor Þehmuz Bey. “Ulaþýmýn suyollarý ile yapýldýðý devirlerde, Dicle Nehrinin karþý sahiline gidip gelmek için ulaþým aracý olan Sal ve Keleklerin önünde sýralarýný bekleyen insanlarýn dinlendiði ve geceye kalanlarýn da burada yatarak sabahladýðý güzel bir dinlenme mekaný… Bu loþ ve egzotik mekânýn içindeki hava akýmý, insanýn bünyesine uygun bir özellik taþýmaktadýr. Yazýn serin, kýþýn ýlýk olan bu maðaranýn içindeki atmosfer, bugün de ayný özelliðini korumakta ve dinlenmek için insanlarý kendine çekmektedir. Bu nedenledir ki dini, dili, ýrký anlaþýlmayan, geleni-gideni, gireni-çýkaný belli olmayan ancak her zaman yoðun bir insan trafiðine sahne olan bu maðaraya binlerce yýldan beri YOLGEÇEN HANI denilmiþ ve Hasankeyf’teki yaþantýnýn vazgeçilmez istisnai bir mekâný olmuþtur. Her devirde han olarak bilinen ve insanlarýn dinlenmesi için kullanýlan bu doðal maðaraya YOLGEÇEN HANI ismini veren her kimse, sosyal ve kültürel yaþantýmýz içinde önemli bir yer tutan deyimler silsilesine unutulmaz bir halka eklemiþtir.” Biraz dinledikten sonra, yöreye ait el dokumalý kilimlerle serili merdivenden üst kata çýkýyorum. Asma kat þeklindeki yerden Abdulkadir Artan’ a bir el sallayarak, “Hocam ya, burayý yolgeçen hana döndermiþler!” Bu nükteye hep birlikte gülüþüyoruz. Bu espri üzerine Þehmuz Bey: “YOLGEÇEN HANI gerçeðinin eskiden beri Hasankeyf’te bulunmasý, nostaljiye özlem duyan ve geleceðe umutla bakan mütebessim ve güler yüzlü insanlarýn uðrak yeridir. Günümüzde de bu özlemini gidermek için yurt içinden ve yurt dýþýndan insanlar YOLGEÇEN HANINI görmek ve burada dinlenmek üzere Hasankeyf’e akýn etmektedir.” Dinledikten sonra aracýmýz geçip Batman’a doðru hýzla yol alýyoruz. Þehmuz Bey’in Hasankeyf hakkýnda anlattýklarýnýn bir saðlamasýný yapýyorum kafamdan. Rehberimiz Þehmuz Kay’nýn anekdotu, -bozuk bir plak gibi- kafamda tekrarlanýp duruyor… “Dönemin Cumhurbaþkaný Cevdet Sunay bir gün buradan geçerken kalabalýk bir halk kitlesi tarafýndan karþýlanýr. Bu ýssýz(!)yerde bu kadar kalabalýk tarafýndan karþýlanýnca hayretle; ‘ya! 2 der. ‘bu insanlar nerden çýktý.?’… Bunun üzerine özel bir talimatla Hasankeyf’in boþatýlmasý talimatý verilir. Ve… Tarih þahittir, Hasankeyf, böylece baþta Moðollar olmak üzere, iki kez bozguna uðramýþtýr.” MALABADÝ KÖPRÜSÜ Malabadi Köprüsü, Diyarbakýr'ýn Silvan ilçesi yakýnlarýnda, Batman Çayý üzerinde bulunan Artuklular döneminden kalma köprüymüþ.. Batman’dan sonra Diyarbakýr’a dönüþte Silvan üzeri dönüyoruz. Nedense bu tür yapýlara hep birbirlerine benziyor. Mesela ben görür görmez bana bizim Kâhta’da ki Cendere Köprüsünü çaðrýþým yapýyor.. Hemen giriþte, Hasankeyf’te olduðu çocuklar baþýmýza üþüþerek “ben anlatýyým, ben anlatayým” diyerek birbirleriyle yarýþtýlar. Silvanlý çocuklar, bu köprüyü ziyarete gelen yerli ve yabancý turistlere, kulak dolgusuyla bildiklerini anlatmaya çalýþarak cep harçlýk alýyorlarmýþ… Malabadi Köprüsü, dünyada taþ köprüler içerisinde kemeri en geniþ köprülerden birisi imiþ. Kemerin her iki yanýnda, iç tarafta kervan ve yolcular tarafýndan, özellikle kýþýn zorlu günlerinde barýnak olarak kullanmak için iki oda bulunmaktadýr. Abdulkadir Artan’ýn ifadesine göre, Evliya Çelebi, bu odalardan birinden oturarak, altýndan geçen dereden balýk tutarmýþ… Þimdi heyecanla Evliya Çelebi’nin, oltasýný atarak balýk tuttuðu odaya iniyorum. Doðrusu Evliya Çelebi’yi de kýskanmýyor deðilim hani… Adam paþa paþa gezmiþ yazmýþ seyahat yazýlarýný… Zira nereye gitsem Evli Çelebi’nin mutlaka ora hakkýnda yazdýðý bir yazsýyla karþýlarým. Bakýn, Evliya Çelebi, Malabadi Köprüsünü nasýl tanýmlýyor: “Köprünün iki tarafýnda kale kapýlarý gibi demir kapýlarý vardýr. Bu kapýlarýn içinde, sað ve solda köprünün temeli beraberliðinde, kemerin altýnda hanlar vardýr ki gelip geçen, saðdan ve soldan geldikleri vakit misafir olurlar. Köprünün kemeri altýnda birçok odalar vardýr. Demir pencereler þahneþinlerine misafirler oturup, kemerin karþý tarafýndaki adamlarla kimi sohbet eder, kimi að ve oltalarla balýk avlarlar. Bu köprünün sað ve solunda da nice pencereli odalar vardýr. Köprünün sað ve solundaki bütün korkuluklar Nehcivan çeliðindendir. Ama demirci ustasý da var kudretini sarf ederek bir türlü sanatlý kafesli korkuluklar yapmýþ ve doðrusu elinin ustalýðýný göstermiþtir. Doðrusu, üstat mühendis var kuvvetini sarf ederek bu köprüde öyle sanatlar göstermiþtir ki, bu iþçiliði geçmiþ mimarlardan hiç birisi göstermemiþtir.” Deðerli okuyucu, benden bir efsanevi maðara kentin/Hasankeyf’in gezi notlarýný okudunuz. Sürç-i lisan ettiysek affola. ÞEVKET BAÞIBÜYÜK
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Þevket Baþýbüyük, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |